• Sonuç bulunamadı

Beyaz ihtilal bir hayret üzerine kurulmuştur. Hürriyetsizliği protesto eden gençlik, kendilerine ateş açılabileceğini akıllarından bile geçirmemiş iken ansızın, kurşunlar boşaltılmış ve taze gövdelerden kızıl kanlar akmıştır. Belki her türlü derdin çaresi bulunabilirdi fakat, kardeşliğe karşı bu cahilce kalleşlik, hazmolunamamıştır. Kan kokusu genizlere çarpınca, bir defa ele bayraklar alınıp gayret canlara düşünce, artık o hatıralarla yüklü Plevne türküsünün ezgisi yepyeni bir güfte anlamı ile dile gelmiştir:

Olur mu, böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?

İşte ihtilalin hayreti, bu iki küçük anonim mısra ile önce ufuktan ufka dolaşmış, sonra ordumuzun kılıcına yaslanarak tarihe geçmiştir. Demek ki yiğit subaylarımız, kardeşlik üstüne kan saçıldığını görünce meydana atılıp onu yeniden kurmaya çalışmışlardır. Hiçbir zümreye düşman veya taraftar olmayıp sadece hakemlik yapacaklarını daha ilk günde ilan edişleri bundandır. Ve sayın devlet başkanının şu bahar müjdecisi bayram haftasını, bize “Kardeşlik Haftası” diye sunması bundandır. Çünkü, bu millet kardeşliğe çok önem verir. “Bağdat gibi diyar olmaz, kardeş gibi yâr olmaz” atasözünü, ömründe birkaç defa tekrarlamayan hiçbir Türk yok gibidir. Masallarımız iki veya üç kardeşlerin kader birliği üzerine kurulmuş nice hazin ve sevinçli maceralarla doludur. Kardeşlik sözü, “sevgi” ve “birlik” hatırlatır. Bir milleti dışardan ve içerden yıkmak isteyenler, önce o toplumdaki kardeşlik bağını gevşetirler. Zümreler arasına kin tohumu ekmek, diyelim ki, vatanların altını oyup dinamit yerleştirmekten daha etkilidir. Bunun için din, ahlak, şiir ve milliyet, bize sevginin özünü getirdiler. “din kardeşi” ,”tarikat kardeşi” ve “şan kardeşi gibi deyimler, yüzyıllar boyunca bizi ayakta tutan nurlu kavramlar olmuştur. Şairlerimizin en büyüğü olan Yunus Emre:

Ben gelmedim dava için Benim işim sevi için

demiştir. Yine yakın bir zaman önce kardeşin kardeşe düşürdüğünü, partilerin iki düşman ordusu gibi vuruştuğunu, bu yüzden Bulgar’ına, Boşnak’ına bile yenildiğimizi gören Tevfik Fikret:

Gel kardeşi, annen sana muhtaç; ona koşmak Koşmak ona kurtarmak bîbahtı vazifen Karşında göğüs bağır açık, ölgün yatıyor bak Onsuz yaşamaktansa beraber ölüş ehven Birlikte bugün bulmalıyız derdine çare Can kardeşi, şan kardeşi, kan kardeşiyiz biz.

Gibi bize her çağda öğüt değeri taşıyan mısralar söylemiştir.

Şunu söyleyelim ki kardeş sevgisi manevi bir kavramdır. Çünkü yalnız insanlara mahsustur. Bu yüzden, Allahsız ve maddeci akımlar ondan hoşlanmazlar. Kardeşlik inancı bir eğitim işidir. Yoksa kendi haline bırakılan insan, bencil olur ve çıkarı peşinde

koşar. İnsanoğluna öz “karındaş”ından başlayarak ta yabandaki çobana kadar bütün yurttaşları, hatta Yecüc – Mecüclere varana kadar bütün beşeriyeti sevdirmek ancak manevi benimsetme gücü ile olabilir. Bitimsiz barış, işte böyle bir gayretin sonucu olacaktır.yoksa gençleri maddeciliğin kupkuru sultasına teslim etmek, onları bir insanlık posası gibi zulümden, zulme karamsarlıktan üzüntüye sürükler. Görülüyor ki, bir toplumda kardeşlik düzenini kurmak işi, önce yazarların, öğretmenlerin ve tüm aydınların boyunlarına borçtur. Yurttaşları üzecek, kışkırtacak, bencil, küskün veya ikinci bir hale getirecek tek kelime bile harcamak, bize nice sorumlar yüklemektedir… hesap edelim.

KABAKLI, Ahmet, Hadiselere Tercüman, 21 Mart 1961; yıl:6, sayı:2071, sayfa:2 Sohbete Dair

Ferhat’ı dağlara Mecnun’u sahalara salan o bilinmez kuvvet nedir,diye düşündüğümüz var mı hiç? Mecnun’un bağrında köz üstüne köz, Ferhat’ın boğazında düğüm üstüne düğüm olan bilinmez sırrı şehvet denilen hayali hislerle izah etmek iftiraların enkorkuncu, günahların enbüyüğüdür. Koca koca şehirler, yığın yığın insanlar arasında bir kez gönül denilen sırça sarayı efkar bulutları sarmaya görsün, insanoğlu yığın yığın insanlar içinde yalnızlığın ıstırabı ile kendini kırlara, sahalara atar. Yaprak yeşilinden teselli, su şırıltısından neşe umar. Gün geli dal dal olmuş yeşiller, kubbe kubbe olmuş maviler ruhumuzun kasvetini gidermeğe yetmez. O zalâna peygamber yolunda Veysel Karani oluruz. Yunus gibi dillenir, Şey Galip gibi söyleniriz. Gayri Ferhat da,Mecnun da, Namık da biziz.dolan ruhlarımız boşalmak ister. Candan bir dosta rastlayıncaya dek, şairin dediği gibi, kendi gönlümüzle hasbihale başlarız.

İnleyim dinle gönül Dinleyim inle gönül Gel habıhal edelim Bugün seninle gönül

Gayri devirler değişti. İnleyeni dinleyen kalmadı. Bundan ötürü hepimizin içinde derece derece yalnızlık acısı var. Dostluğumuzdan eski vefa silineli sohbetlerimiz letafetini kaybetti. Dostlukta aslolan, karşılık beklemeden karşılık verebilmektir. Sandığa rey atmakla dost meclisine gönül atmayı birbirine karıştırır olduk. Hasbıhal edilecek bir

dostun sesi yüce dağların doruklarını aydınlatan şafak misali içimizde ipil ipil ışılar. Yalnızlığımızı unutturur bize. Menfaat dehlizlerinden küflenen ruhlar gün ışığına çıkmış tomurcuklanır, yeşerir, çiçek açar. Dertler vardır içimizden dağ misali yücelir, sır vardır dalga dalga içimizi alt-üst eder. Bir dost bulup açılmak, derdimizi paylaşmak, sırlarımızı emanet etmek isteriz. İçinde birikenleri bir dosta anlatmak hissinden peygamberler bile kurtulamamışlardır. Peygamberimiz içini yakan bir sırrı büyük sırdaş Hz. Ali’ye anlatmakla bir yükten kurtulmuştu. Peygamberin en yakını olan Ali sırrı faş etmeyeceğini vaat etmişti. Netice ne oldu? Peygamberin içini yakan sır Hz. Ali’nin içini yaktı. Peygamberin saklayamadığını Ali nasıl saklardı? Ali içini yakan sırrı çölde bir boş kuyunun derinliklerine haykırdı ve huzura erişti. Gün geldi, boş kuyudan sular fışkırdı ve çöl ortasında bir yeşillik meydana geldi. Yeşillikler arasında kamışlar yükseldi. Bir Arabî bu kamışlardan birini kesti ve üflemeğe başladı. Peygamberimiz civardan geçerken bir kamı nağmesinde kendi sırlarını işitti. Ali işin aslını izah etti. Yediyüzyıl sonra Mevlana bundan ötürü Mesnevi’ye:

Dinle neyden kim hikayet etmede Ayrılıklardan şikayet etmede

diye başladı. Cihana ün salmış sultanlarımız yalnızlıktan muzdarip oldukları için, tarihimizde “musahiplik” denen resmi bir vazife ihdas edildi. Padişahlar yalnızlıktan kurtulup bir sohbet arkadaşı bulsunlar diye. Biz Türkler, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını saydığımızı söylerken, gerçekte saydığımız şey, bir gram kahveciğin hatırı değil, kahve bahanesiyle meydana gelen dostlukların hatırıdır. Vatan da, dünya da dostluklarımızla var veya yok olmuşlardır. Dostluklar sohbetle başlar. Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar, sözü boşuna söylenmemiştir. İşte dostluklara temel teşkil eden konuşmalara, dertleşmelere milletçe ihtiyacımızın olduğu şu günlerde pazardan pazara yazmağa çalışacağım yazılara “Pazar Hasbıhali” adını verdim. Haftada birgün olsun gönlümüzce bir sohbet meclisinde buluşabilirsek ne mutlu…

1.5.2. Eğitim