• Sonuç bulunamadı

Büyük Fransız sosyologu ve “sosyoloji” ilminin kurucularından olan Emile Durkheime: “Aile cemiyetin hücresidir.” Diyor. Gerçekten cemiyeti meydana getiren başlıca unsurlardan biri, belki de birincisi “aile” dir. Cemiyetlerin yükseliş devirlerinde aile hayatı ne kadar kuvvetli ise, cemiyetlerin inhitat devirlerinde de aile rabıtaları o derece zayıf ve temelsizdir.

Yine Fransız filozoflarından E.Renan: Vatanı ailelerin genişlemiş ve büyümüş bir şekli olarak kabul ve tarif eder. Vatan sevgisi aile sevgisinin büyümesinden, genişlemesinden ve daha da enginleşmesinden ileri gelir. Şu halde, memleket sevgisi, aile sevgisini ret ve inkar etmek şöyle dursun, esasında o sevgiye dayanmaktadır. İnsanlık sevgisi de, bir bakıma, vatana olan sevginin memleket sınırlarını aşarak, fertlerin, bütün insanları birleştiren yüksek ideallerde buluşmasını sağlayan üniversal bir duygu ve temayülün eseridir. Her duygu kaynağını aşarak genelleşmeye nasıl mutemayil ise, bu köklü duygu da, evrensel bir duyguda kendi varlığını gerçekleştirmek isteğini tesirinden kendini kurtaramaz. Şu halde insanlık sevgisi, vatan sevgisini ret ve inkar etmek şöyle dursun, bu sevgi kaynağının sınırlarını aşıp taşmasından meydana gelmekte ve ona dayanmaktadır. Cemiyetin hücresi demek olan ailesini sevmeyen ve kendisini, tabii olarak ona bağlayan duygulardan mahrum bulunan insan, gerçek bir sevgi ile vatanını sevemez. Vatanına kayıtsız bir insanın da gerçek insanlık sevgisine ulaşmasına imkan yoktur. “insani vatanseverlik” büyük adamların meziyetlerinden biridir. Dünyanın yetiştirdiği büyük adamlardan biri olan Fransız alimi Pasteur’ün dediği gibi: “İlmin vatanı yoktur, fakat alimin bir vatanı vardır.” Bunula beraber birbirine bu kadar sıkı bağlarla bağlı bulunan bu sevgilerden herhangi birisinin ve hususiyle aile sevgisinin cazibesine pek fazla kapılarak, taassup derecesinde ona bağlanmak ve bu rabıtanın dışında vazife ve alakalar bulunduğunu kabul etmemek, ferdin hayat ve faaliyet çevresinin daralmasına sebep olur ki, buna çoğu zaman kendi cemiyetimizde rastlamaktayız. Mesela bir memurun vazifesi bite bitmez evine kapanması, çevresiyle hiç alakadar olmaması, onun hayatını evi ile memuriyet mahalli arasında geçen dar bir faaliyet sahasına inhisar ettirmek gibi menfi bir tesir yaratır. Halbuki bu adamın, ailesinin de içinde bulunduğu sosyal çevresi vardır ve o çevrenin kendisinden istediği ve

beklediği vazifeler vardır. İster Kızılay, Kimsesizlere Yardım, Çocuk Koruma teşkilatları gibi çeşitli yardımlaşma faaliyetleri olsun, ister sanat ve edebiyat toplantıları ve gösterileri gibi kültürel çalışma şekilleri altında görünsün, sözün kısası, her ne şekilde görünürse görünsün, bütün bu çeşit faaliyetlere katılmak ve bu çeşit faaliyetlerde vazife almak insanı, bir zaman için, ailesinin müfrit tesirinden uzaklaştırarak içinde yaşadığı çevreyi daha faydalı bir unsur ve cemiyette daha fazla müessir bir yaratık halinde yükselteceği gibi, insanlar arasındaki dayanışma duygusunu da kuvvetlendirir. Ve bu surette ferdi bencilliğe götüren kötü bir ahlak anlayışı yerine feragati, nefis fedakarlığını gerektiren müspet ve verimli bir ahlak anlayışının kurulmasını sağlar. Uzun zaman yaşayış tarzımız “kapalı bir aile” hayatından ibaret kaldığı için, aile sınırlarını aşamadığımız için, bu dar sınırdan sıyrılarak daha geniş bir faaliyet sahalarına atılmak cesaretini gösteremediğimiz için,bir çok alanlarda batılı adamla rekabet etmek imkanını bulamadığımız gibi, böyle bir savaşa atılmak cesaretini gösterdiğimiz zamanlarda da, savaşın gerektirdiği şekilde yetiştirilmediğimizden mücadeleyi kaybettik. Halbuki ilim ve tekniğin mütemadiyen ilerlemesi neticesinde,memleketler ve kıtalar arasındaki mesafeler kısalmakta ve insanlar arasındaki münasebetler gittikçe artmakta sıklaşmaktadır. Bu sebeple aileye olan sevgi ve rabıtamız eksilmeksizin, içinde yaşadığımız çevre ile olan ilişkimizi kuvvetlendirmek ve bu suretle görüş ve faaliyet sahamızı mütemadiyen genişletmek, bir taraftan bizi zamanımızın şartlarına intibakta daha kabiliyetli kılacağı gibi, öte yandan, cemiyetimiz fertleri arasında gittikçe azaldığını görmekle üzüldüğümüz “dayanışma” duygusunu kuvvetlendirecektir. Hiç şüphesiz. Vatan sevgisi de, insanlık sevgisi de, sevgi ve saygıya dayanan, aile çevreleri içinde doğar; fakat ailesinin içine kapanıp bu dar çevrenin dışındaki realiteyi inkar edenlerin dinamik ve yaratıcı bir faaliyetin faili olmasına da imkan yoktur; ailemize sevgi ile bağlı kalmak suretiyle, aile çevresini aşabildiğimiz nispette cemiyetimize ve insanlığa faydalı olabileceğimizi hiçbir zaman unutmamalıyız

ERGİNER, H. Suat, Hadiselere Tercüman, 30 Ocak 1960; yıl:5, sayı:1670, sayfa:3 Bir Geline Öğütler

Gazetelerimizin iç sayfalarında, evlilerin mesut olmak için nasıl davranmaları gerektiği Batılı kaynaklardan alınarak yazılıyor. Doğu memleketlerinin topluluk hayatını ve bu hayata dair eserleri bilmeyenler aynı meseleler üzerinde atalarımızın fikir sahibi

olmadıkları zannına kapılıyorlar. Halbuki atalarımız her türlü içtimai meseleler ve bilhassa ahlak meseleleri üzerinde çok durmuşlar, eserler yazmışlardır. Mehmet Sait imzasıyla 1895 yılında İstanbul’da neşredilen Vazaif-al-inas yani “Kadınların Vazifeleri” başlıklı kitap pek güzeldir. Merhum Mehmet Sait Bey Mülkiye Okulu Türkçe Öğretmeni, Orta Öğretmen Okulu Arapça öğretmeni imiş, eserlerini ayetler, hadisler, tarihi ve mizahi fıkralarla değerlendirmiştir: o kadar rağbet görmüş ki kısa zamanda dört defa bastırılmış. Kitabın kabında şu güzel beyit var:

“Alemde nasıl her eve lazım ise hanım, Her hanıma da iş bu kitap öylece lazım.”

Muharrir eserine temel olarak eski bir olayı almıştır. Bu olay şudur:

Arap kabilelerinin reislerinden biri olan Avf bin Muhlim, kızı Ümmi Ünas’ı Arap büyüklerinden ve Kinde Bey’i olan Haris bin Amr’a nikahlamıştı. Bu kız kocasının yanına gönderileceği gün annesi Umame onu karşısına oturtmuş, şu öğütleri vermişti: “Bak yavrum! Nasihat bir kimseyi iyiliğe yöneltmek için yapılır. Bir kimseden terbiyeli veya yüksek bir aileye mensup olması yüzünden itibar görmeye yetseydi sana nasihat etmeye lüzum görmezdim. Lakin öyle değildir: tavsiye, bilenin hatırlamasını, bilmeyenin de öğrenmesini sağladığı için herkese yararlıdır. Kızım! Artık büyüyüp yetiştiğin yurttan, yaşadığın yuvadan çıkıp bilmediğin bir yuvaya gireceksin, şimdiye kadar görüşüp konuşmadığın bir arkadaşa gideceksin! O adama sen cariye ol ki o da sana kul olsun sana bazı şeyler söyleyeceğim, onlara göre hareket et ki güzelce geçinesiniz ve aranız bozulmasın.

1- Kocan yiyecek, giyecek olarak ne getirirse hoş gör, çünkü kânât edilirse kalp rahat eder.

2- Ona itaat et, uysal ol! Böyle yaparsan Allah da senden razı olur.

3- Kocanın göreceği yerlere dikkatli ol, sakın çirkin bir şey gözüne ilişmesin! 4- Kokusu alınacak yerleri kolla. Onun burnuna daima güzel kokular gitsin, çirkin

kokular duymasın.

5- Güzelliği ve temizliği sağlayan şeylerin en iyisi sudur.

6- Kocanın adeti nasılsa o zamanlarda yemeğini ve yatağını hazırla, zira açlık insanı ateşlendirir, uykusuzluk öfkelendirir.

7- Onun mallarını ve eşyasını koru, akrabasına saygı göster

8- Kocanın sırlarını açıklama! Açıklarsan sana gücenir ve vefasızlık edebilir. 9- Emirlerine itaat et, yoksa kızdırır, kendine düşman edersin.

10- Kocan tasalı iken sevinmekten, sevimli iken tasalı olmaktan sakın.

Sözün kısası: kocana ne kadar saygılı olursan kendini o kadar sevdirirsin. Onun arzusunu kendi hevesine tercih edersen mesut olursun!”

Hoşça kalınız!

KAFLI, Kadircan, Hadiselere Tercüman, 4 Mayıs 1960; yıl:5, sayı:1763, sayfa:3 Kocanızı Üzmeyin

Eve barut gibi gelmişse siz de ateş olmayınız. En iyi çare güzel bir yemek.

Kocanız, akşam eve, suratı asık, boynu bükük, kaşları çatık geldi. Siz ona bütün tatlılığınızla, “Hoş geldin sevgilim!” dediniz. O ise “off” deyip bir koltuğa oturdu ve gazetesini okumaya başladı. Siz endişelenerek, “kötü bir şey mi oldu? Hayrola!” diye soruyorsunuz.o ise sanki arı sokmuş gibi yüzünü buruşturarak, “Niçin soruyorsun? Her şey çok iyi,” deyip sözünüzü kesiyor. Kocanızın herhalde mühim bir derdi yok sadece o gün canı sıkılmıştır. Yanılmamak lazım erkeklerde can sıkıntısı şeklinde beliren aksilik mutlak kötü bir karakter değildir. Böyle bir aksiliği baş ağrısı veya nezle gibi bir rahatsızlık addetmeli ve ona göre tedavi şekilleri aramalısınız.

Barut ile Ateş

Can sıkıntısını gidermek için tek yararlı çare, fazla sual sormamak ve onu memnun edecek şekilde anlayışlı olmaktır. Sakın aklınıza her gelen can sıkıcı kelimeyi hemen söylemeyin. Kendi kendinizi sükunet ve sabra zorlayıp kinayeli konuşmayın. Aksi bir koca ile zaten sinirli olan, barutla ateşin yan yana gelmesine benzer, en ufak bir kıvılcım infilaka sebep olabilir. Kocanızın asık suratı nereden ileri geliyor? Herhalde sebebini kendi bilmiyordur. Belki ertesi gün ödenecek bir bonosu vardır, belki vergi zamanı yaklaşmış, belki sokakta ayağı kaymış, belki bütün gün patronu onu azarlamış, beklide sadece acıkmıştır. Bunlar büyük dertler olmadıkları halde, bir evin yükünü taşıyan ve bütün gün yorulan erkeğin şuur altında yer ederek onu sinirli ve sıkıntılı yapar.

Kocanız eve asık suratlı mı geldi? Ona mümkün olduğu kadar az konuşma fırsatı verin, fakat kendisini karantinaya koyduğunuzu düşünmesin. Siz sadece tabii hareket ederek onu rahat ettirmeye çalışın. Aksiliği hat derecesinde ve siz bunu seziyorsanız, hemen mevzuu değiştirip Liz Taylor’un son rezaletinden veya komşunun bahçesinde yetişen güllerden bahsedin. Böyle konular ikinizle de doğrudan doğruya ilgili olmadığı için tehlike arz etmez ve sıkıntılı kocanın neşelenmesine neden olabilir. Bütün bunlardan en önemlisi kocanıza itina ile hazırlanmış lezzetli yemekler sunmaktır. Çünkü erkeklerin midesine yemek girince ekseriya sıkıntıları da gider

SEVİM, M., Halka ve Olaylara Tercüman, 10 Mayıs 1962; yıl:1, sayı:210, sayfa:4 Kadınlar Kocalarına Niçin İhanet Ederler

Dün: Sosyal bakımdan eşit olmadığı için ihanet ederdi. Bugün: Aldatmalarda çeşitli ve tesadüfi sebepler rol oynuyor.

Modern hayat kadına her türlü hakkı vermiş ve onu erkekle eşit duruma getirmiştir. Kanunların ve sosyal münasebetlerin bahsettiği eşit haklar yanında çağdaş teknik de sanki kadınlar için çalışmakta onların hayatını daha cazip kılmaktadır. Cemiyette erkek kadar söz sahibi hale gelen kadın acaba aşk konusunda da erkekle aynı haklara sahip midir? İlk görünüşte kadınların şimdi daha serbest oldukları, daha kolay eşlerini aldattıkları sanılır. Şüphesiz bu şahsi görüşlere dayanır. Mesele objektif şekilde incelenince çağımız kadını en az anneleri veya büyükanneleri kadar evlilik müessesesine bağlı oldukları anlaşılmaktadır.

Eşit Olmak İçin Aldatırlardı

Freud’den sonra da en büyük psikologlardan biri olan Adler, kadınların kocalarını aldatmalarına “Daha aşağı bir sosyal şartta bulunmanın meydana getirdiği reaksiyon” olarak izah ederdi. Günümüzde ise artık erkekle eşit olduklarını ispat etmek için böyle çirkin bir usule başvurmalarına lüzum yoktur. Ve bugün yine kocalarını aldatan kadınlar mevcutsa, bunu eşitlik iddiasıyla değil başka sebeplerle yapmaktadırlar. Zamanımızda birçok memleketlerde zina artık “yasak meyve” hüviyetini kaybetmiştir. Şimdi çoğunlukla bir suçtan ziyade kaza mahiyeti taşımaktadır; tatil, sürpriz partiler, araba arızası ya da fermuarların sökülmesi gibi olayların sebep olduğu kazalar…

Erkekler de Artık Övünmüyor

Bir zamanlar tiyatrolarda oynayan vodvillerin baş konusunu teşkil eden “aldatılmış koca” tipi artık eskisi kadar ilgi çekmemektedir. Zira aynı akıbete uğramak her erkek için mümkündür. Maceracı erkekler de şimdi eskisinden daha kuvvetli şekilde “ani intikam” ların tehdidi altındadırlar.bu bakımdan günümüzün erkeği eşini aldatacağı zaman iyice düşünmek zorunda bulunmaktadır. Don Juanlık şimdi aleni bir övünç konusu olmaktan çıkmıştır. Bilhassa ileri batılı topluluklarında kadın aşkın tadını daha ziyade kızlık çağlarında tatmakta ve evlendikleri zaman bu işe adeta doymuş bulunmaktadırlar. Bu ülkelerde aşk konusunda kızlar ilk derslerini pek küçük yaşlarda almaktadırlar. Almanya’da yapılan anketler, 16 yaşındaki kızlardan sadece % 16’sının erkek arkadaşının bulunmadığını, buna karşılık aynı yaştaki erkeklerin % 52’sinin henüz flörte başlamadıklarını göstermiştir.

Bir erkek arkadaşı olan kız nispeti de % 40,erkeklerinki ise % 18’dir.

Birden çok erkek arkadaşlı kız nispeti % 41, erkek nispeti %23’tür. Bu nispetler kızların aşk alanında delikanlılardan daha “faal”, “uyanık” oldukların göstermektedir.

Kadınlar, her ne kadar kolay ve çabuk intikam alma imkanlarına malikseler de, bu avantajlarından pek faydalanmamaktadırlar. Dr. Kinsey’in yaptığı araştırmalar, karşılıklı aldatmalarda, erkek için ikiye karşı kadın için bir nispeti vermiştir. Aldatılan iki kadından sadece biri mukabil aldatmaya tevessül etmektedir. Modern kadının sadakati içten gelen mantıki bir sadakattir. Normal kültürlü bir kadın için kocasının yanında bulunup bulunmaması da onu aldatması için önemli değildir. Eğer anlaşma ve sevişme yoksa kadın erkeğini her zaman rahatlıkla aldatabilir. Meşhur Fransız kumandanlarından Prens Jonde,savaşa giderken karısına sadık kalmasını tembih ettiği zaman şu cevabı almıştı: “Emin olabilirsiniz haşmetmeap,sizi ancak yanınızda iken aldatmak hevesine kapılıyorum.”

AKBIYIK, Ahmet, Halka ve Olaylara Tercüman,14 Ağustos 1962;yıl:1,sayı:303, sayfa:3 Aile Kütüğü

Sosyoloji alanındaki araştırmalarıyla tanınan, özellikle köy sosyolojisi üzerine 10’a yakın eser yayınlayan Selahattin Demirkan, toplumumuza yararlı olduğuna şüphe bulunmayan yeni bir araştırma eseri daha çıkardı. “İçtimai Reform” derneğinin ana

tüzüğündeki ilkeleri gerçekleştirmek amacıyla bu dernekçe basılan eser, Türk Ailesinin Temelleri adı verilen süreli yayınlarının ilk kitabı olarak hazırlanmıştır. (Her ailenin tutması lazım Aile Kütüğü, niçin ve neden hazırlanır?) başlıklı bu eser bugünkü toplumumuzun çok eksik bir yönünü ortaya koyuyor, ailenin toplum içindeki yerini açıkladıktan sonra, onun korunması ve geliştirilmesi için gerekli bulunduğu ilkeleri bildiriyor. Kitapta aile kütüğünün tutulmasından beklenen yararlar şöyle anlatılıyor: “Türk tarihinde aileye, soya, sopa, şecereye büyük önem verilmiştir.yedi göbek ecdadını bilmeyen makbul sayılmazdı. Türklerin erkek evlada fazla ehemmiyet vermelerinin sebeplerinden biri de budur. Aramızda pek az aile reisi üç dört göbek gerisini hatırlar. Bu halin sebepleri, tarihimizin, tarihi kaderimizin gerisinde aranmalıdır. Fakat bu halin böyle olması, bundan sonra da devam etmesi için haklı bir sebep olamaz ve olmamalıdır. Yepyeni bir milli hayata girmiş bulunan Türk milleti ebedileşmek için her şeyi yapmaya hazırdır. Elbette ki bu milletin temeli olan aileler de bu arada kendi varlıklarını evlattan evlada devrederek aynı bütünlüğün ebedileşmesine çalışacaklardır. İşte (aile Kültürü) ismini verdiğimiz bu eser böyle bir kutlu ve mutlu düşüncenin mahsulüdür.

Amaç belirtildikten sonra kitaba, açıklamalı örnek şemalar da konulmuştur. Son kısma da özel olarak ( Türklerde Aile İsimleri) sözlüğü ile, ailede çocuk terbiyesi ve İslam hukukunda aile, adlı yazılar konulmuştur. Küçük sözlükte aile ve soyla ilgili adlar ve deyimler verilmiştir. Ahfad, Bacanak,Baldız, Ehil, Elti, Görümce,Sağdıç gibi,

SAKMAN, Ünal, Halka ve Olaylara Tercüman,28 Ağustos 1962; yıl:1, sayı:317, sayfa:2 1.7. Halk Bilgisi

1.7.1. Halk Hekimliği ve Sağlığı