• Sonuç bulunamadı

Dünya Tarihinin En Büyük Faciası

Böylesine dövünen, ıstırabını böylesine belli eden bu halk yığınları karşısında o kocaman resimler sanki canlanıyor, kollarını az ötede bırakmış Hazret-i Abbas, gözüne saplanan bir Yezit okunu çıkarmak ve doğrulmak ister gibi görünüyor. Hazret-i Ali'nin dudakları sanki bu vefalı ümmeti için dua ediyor gibi kıpırdıyor.

O da büyük bir din şehidi... Kerbela'nın hiç de uzak olmayan Küfe 'de halifelik ederken İbn-i Mülcem adında bir melun tarafından namaz kılarken şehit edilmiş değil mi?Onun da Becef denilen yerde muazzam bir camii ve bunun içinde Hazret-i Nuh ve Hazret-i Adem 'e nispet edilen iki mezarın yanı başında bir ziyaretgah olan türbesi yok mu?Halk aynı zamanda onun için de matem tutmuyor mu?Tutuyor, onun içinde ağlıyor.İslam peygamberinin amca çocuğu ve en yakını olan insanların en kahramanı ve cesuru, en iyisi, velilerin velisi olan bu büyük adam için de göz yaşı dökülmüyor mu? Dökülüyor. Fakat onun küçük oğlu olan Hazret-i Hüseyin için dökülen gözyaşı, tutulan matem çok daha fazla. Bunun sebebini rehberimize sorduğum zaman şu cevabı verdi:

- Çünkü o ölürken çok daha fazla ıstırap çekti. Bütün yakınlarının şehit oluşlarını gözleri ile gördü.Yezid 'in askerleri ne onu, ne de yanındakileri az ötede bulunan nehre yaklaştırmadılar.Onlara bir yudum su olsun vermediler.Onlar o kadar çok ıstırap çektiler ki, dereceleri çok yükseldi.Ölürken en çok Hazret-i Hüseyin ıstırap çekti.Onun için de en çok onun için ağlanıyor, onun için göz yaşı dökülüyor.

İşte meselenin sırrı burada. On üç asırdan beri bunca insanın Hazret-i Hüseyin 'in şehit edildiği Muharrem ayının onuncu günü onun mamasının, ardından böylesine kendisini helak edercesine dövünmesinin sırrı burada.

Hıçkırıklar, feryatlar, inlemeler arasında İmam Hüseyin cami 'inin kapısına biraz daha yaklaşabiliyoruz. Orada bizi daha kesif bir kalabalık çeviriyor. Birden bire göklere doğru bir beyaz bayrak yükseliyor ve daire şeklinde dönmeye başlıyor.

Fakat bu beyaz bayrak yer yer kan içindedir. Yarısından çoğu kıpkırmızı kana bulanmıştır. Sonra yanık ilahiler ortalığı kaplıyor. Halk geri geri çekiliyor. Ve birden

orta yerde, tam kapının karşısında meydana getirilen ufak meydancıkta boğazlarından topuklarına kadar beyaz entariler giymiş bir takım insanlar görünüyor.

Bunların ellerinde dar ve geniş ağızlı kılıçlar var. Başlarını, bazıları da tam tepelerini tıraş ettirmişler.Kılıçları hiç çekinmeden: “Ya Hüseyin! Ya Abbas! Ya Ali” diye haykırarak başlarını vuruyorlar. Sızan kanlar yüzlerinden akıyor, beyaz entarilerini kana buluyor. Hele bazıları çok uzun zamandan beri kendisine kılıçla vurmakta, yaralamakta olduğu için duracak halde değil. Bunlardan birini ata bindirmişlerdi.Atın üstündeki beyaz örtü de kandan tamamıyla kıpkırmızı olmuştu.Artık kendisini daha fazla vurmağa mecali kalmadığından kılıcını başına geçirilen bir miğfere takmıştı.Her an için attan düşmesi beklenebilirdi. Bunlar kendilerini daha güneş doğmadan Hazret-i Ali ve Hüseyin yolunda yaralayanlardı. Kerbela'daki büyük facia Muharrem ayının dokuzunu onuna bağlayan gece, sabaha karşı vuku bulmuştu. Hazret-i Hüseyin'e o saatlerde kıymışlar, mübarek başını gövdesinden ayırmışlardı. Hazret-i Ali de yine böyle bir sabaha karşı bir Ramazan ayının on dokuzuncu gecesi şehit edilmişti.

İşte bütün gün ve bütün gece büyük din şehidini anan onun müritleri, Hazret-i Hüseyin 'in can verdiği saatlerde figanlarını göklere yükselterek kılıçlarını başlarına vuruyorlar. Onun uğrunda ölmek istiyorlar. Ve bazıları da bu matem ayini sonunda hakikaten ölüyorlar da.Bunlar Hazret-i Ali ve Hüseyin uğrunda fedayı can etmiş sayılıyor ve saygı ile defnediliyorlar. Ellerinde kanlı kılıçlar ile İmam Hüseyin Cami 'inin iki büyük din şehidini ana ana başlarını yaralayanların ekserisi genç kimseler.Hatta bunların arasında çocuk denecek yaşta olanlar da var.Bunlar da ellerinde kanlı kılıçlar, dillerinde İmam Hüseyin 'in adı kendi kendilerine vuruyorlar.Başlarından inen pembe renkte kanlar, beyaz elbiselerinde uzun çizgiler yaparak uzanıyor.

SERTOĞLU, Murat,Halka ve Olaylara Tercüman,26 Haziran 1962;yıl:1,sy:254,syf:1-3 Matem Törenlerinin Canlı Levhaları

Büyük facianın yıl dönümünde kendilerini Hazret-i Ali, Hasan ve Hüseyin için ölüme atanların karşısında. Bu feda oluşlar hep insanlık için ödenen bir kefarettir.

Hazret-i Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Abbas için kanlarını seve seve akıtanlar, ilahiler ve ortalığı kaplayan günlük kokuları arasında, önlerinde kanlı bayrağı dalgalandırarak müritle birlikte İmam Hüseyin Camii'nin avlusuna girdiler. Avlu tıka

basa halkla dolu... Bunların çoğu, Muharremin birinci günlerinden beri burada Mekke'den maiyetiyle çıkan ve Küfe'ye gelmekte olan Peygamberin torunu, Yezid 'in ordusu tarafından burada çevrilmiş, insafsız savaş burada başlamış, Hazret-i Hüseyin, bir avuç kimse demek olan kardeşleri, oğulları ve en yakınları ile on bine yakın insafsız ve imansız bir ordu ile burada savaşmak zorunda kalmış. En yakınlarını, burada birer birer kaybetmiş.En sonunda da bu yerde şahadet şerbetini içmiş!

İşte şimdi de on üç asır önce cereyan eden bu büyük facianın yıl dönümünde, onu müritleri aynı yerde kanlarını döküyorlar. Aynı yerde kendilerini yerden yere atıyorlar.Sevdikleri için, candan bağlı oldukları için, Hazret-i Ali için, Hazret-i Hüseyin için, Hazret-i Abbas için kendilerini feda etmeğe hazır bulunuyorlar. Bunlar caminin avlusuna girmişlerdi. Birçok kimselerde onların peşleri sıra içeri girmek istiyorlardı. Fakat matem ayinini idare edenler bunları bırakmadılar.Çünkü arkadan ikinci bir kitle ilerlemeğe başladı. İşte sahibi olmayan boş bir at! Üzerine matem alameti olmak üzere siyah örtüler örtülmüş, eğeri vurulmuş.İki kişi bunu iki yanından tutuyor.

Feryatlar, figanlar yeniden yükseldi. Boş at, sahibinin ölmüş bulunduğuna işaret!

Bu on Muharrem günü boş dönen Hazret-i Hüseyin'in atının sembolü...Onun arkasından davul sesleri geliyor.İşte bir sıra halinde davul çalan altı genç...Davulları geniş, fakat yassı...İzcilerin trampetlerini andırıyor.Boyunlarına bu şekilde asmışlar.Mehter takımının vurduğu cenk havasını andıran bir tempo ile üç adımda bir davullara tokmakları indiriyor.Bunların iki tarafında da, bu sefer siyah dar entariler giymiş başları açık müritleri var.İki sıra halinde ilerliyorlar.Ellerinde bakır saplı zincir tomarları var.Davulların her vuruşu ile bunları omuzlarından aşırıp sırtlarına indiriyorlar.Çoğunun sırtları bir daire halinde çıplak tene aynı tempo ile iniyor.Zincir sesleri davul seslerine cevap veriyor:

- Ya Hüseyin! - Ya Hasan! - Ya Ali! - Ya Abbas!

Bunların çoğu genç adamlar. Sırtları acık, siyah matem elbiseleri ta topuklarına kadar inmiş.Aralarında on, on iki yaşlarında çocuklar da var.Hepsi de aynı vecd

içinde.Hepside aynı cazibeye kapılmış! Yeşil bir bayrak göklerde dolaşıyor. Yanık ilahiler ve yine günlük kokuları ortalığı kaplıyor. Bunları seyreden halk ve bilhassa kadınlar acı çığlıklar koparıyorlar.

İşte bir ihtiyar... Yaşı belki seksen var... Saçı sakalı bembeyaz, güçlükle yürüyor.Ağır zincirlerin bağlı bulunduğu bakır başlığı tutan kuru elindeki tekmil damarları teker teker saymak kabil...Bütün bu bitkin haline rağmen davulların ahengine uymaktan geri kalmıyor.Tokmaklar indikçe o da kaburga kemikleri çıkmış sırtına bu zincir kümesini indiriyor.Teni şimdiden kıpkırmızı kesilmiş.Yer yer ince kan kabarcıkları görmek de mümkün... Genç, ihtiyar, kadın, erkek hep aynı hissin, aynı duygunun tesiri altında... Yeşil bayrağı taşıyanın arkasında siyah sarıklı, siyah sakallı bir şeyh var.Hepsini o idare ediyor. Dünya misli olmayan ve asırlardan beri devam eden bu matemin, bu şekilde tutulmasında derin bir felsefi mana gizlidir.

Bu matem, bugün sadece Kerbela'da, Necef'te ve Küfe'de bu şekilde tutuluyor, evvelleri İran'da, Azerbaycan'da, Kafkasya'da, hatta Istanbul'da Muharremin onuncu günü Hazret-i Ali hayranları, yani Şiiler aynı matem törenini yaparlardı. Sonradan çoğu siyasi olan çeşitli sebeplerle başka yerlerde acık törenlerden vazgeçilmiş. Sadece Kerbela'da asırlardan beri aynı şekilde tutuluyor. Muharremin onunu Kerbela'da geçirmek üzere İran'dan gelmiş bulunan bir şeyh, bu matemin felsefesini bana kısaca şöyle anlattı: - Hazret-i Ali, Hazret-i Hüseyin, Hazret-i Abbas ehli beyttendir. Peygamberin en yakınlarıdır. En çok sevilen, en faziletli kimselerdir.Ne yazık ki bunlar buralarda yine insanlar tarafından feci bir şekilde katledilmişlerdir.Bilhassa Hazret-i Muhammed'in en sevgili torunu Hazret-i Hüseyin en fazla ızdırap çekerek, burada Hakkın Rahmet'ine kavuşmuştur.Dünyada misli olmayan bu cinayeti işleyen yine insanlardır;Beni Adem'dir.Bunlar en vahşi canavarların yapamayacakları cinayeti işlemişlerdir.İşte burada o büyük adamı anarak böyle dövünenler, Allah'ın huzurunda, bu cinayeti işlemiş bulunan hemcinslerinin bir çeşit kefaretini de ödemek istiyorlar.Asırlardan beri bu işe çalışıyorlar.Canlarını feda ediyorlar.Fakat bu kefareti ödeyebilmek mümkün mü? SERTOĞLU,Murat,Halka ve Olaylara Tercüman,27 Haziran 1962;yıl:1,sy:255, sya:3 Canlandırılan Acıklı Sahneler

Çıkan kısımların hulasası:

Muharremin onuncu günü. Gün doğmadan bazı müritler başlarını yarmışlar. Hazreti Ali için, Hasan için, Hüseyin için, Abbas için kafileler halinde İmim Hüseyin Camii'nin önünde biriken müritler başlarını yarıyorlar, sırtlarını zincirlerle dövüyorlar. Bu dövmeler, bu vurulmalar, bundan on üç asır önce Kerbela'da feci bir şekilde şehit edilen Ehl-i Beyt için bir çeşit kefaret sayılıyor. Muharrir orada gördüklerini anlatmaya devam ediyor:

Şimdi kalabalığı yararak İmam Hüseyin Camii'nden ayrılıyor, yüz metre kadar ötede bulunan İmam Abbas Camii'ne ilerlemeye gayret ediyoruz. İki camiinin tam orta yerinde bir meydanlık var. Burada da bayraklar sallanıyor. Ve davul sesleri ile beraber boru sesleri de aksediyor.

Birden sarı elbiseli ve kırmızı başlıklı bir alay süvari göründü. Bu kırmızı başlıklar yüzlerini tamamıyla örtüyor. Sadece gözler meydanda... Başlıklarda boynuzu andıran çıkıntılar var. Ellerinde yine sarı kırmızı renklerde uzun mızraklar. Hepsinin de omuzlarında yaylar, oklar... Bir halka halinde dönüyorlar... Ortalarında ise, atlara ve develere bindirilmiş, siyah elbiseli kadınlar ve çocuklar... Feryat ediyorlar...

Bu sarı kırmızı elbiseli adamlar, esasında Yezid' in askerlerini temsil ediyorlar. Ortalarındakiler ise, Kerbela' da esir edilip Şam' a götürülen Ehl-i Beyt' i... Kerbela'daki erkekler birer birer şehit edildikten sonra geri kalan kadın ve çocuklar esir edilmiş, bin bir hakaret içinde Şam' a götürülmüşlerdi.

Halk Yezid' in askerlerini temsil edenlere lanetler ediyor ve Ehl-i Beyt' e karşı bağlılığını gösteriyordu. Yaşlı bir kadın bu Ehl-i Beyt' e şekerler attı.

Delilimiz bize bunları anlattıktan sonra şöyle devam etti:

- Yezid' in askerlerini temsil edenlerin yüzlerini sıkı sıkı gizlediklerini görüyorsunuz değil mi? Bunun sebebi şudur. Burada Hz. Ali' ye, Hz. Hasan ve Hüseyin'e, Hz. Abbas' a, Ali Ekber ve Ali Asgar'a öylesine yürekten bağlı kimseler vardır ki, onlar dayanamazlar. Eğer Yezid' in askerlerini temsil edenleri tanıyacak olurlarsa, törenden sonra kendilerine bir kötülük yapabilirler.

- Mesela ?

- Mesela öldürülebilirler de... Her şey olur. Kerbela' da bunun emsali çok görülmüştür. Onun için bunlar, hüviyetlerini büyük bir dikkatle gizlemek zorundadırlar.

Bu kafile bütün şehri dolaşıyor. Askerleri temsil edenler umumi lanet ve nefrete hedef olurken, Ehl-i Beyt 'i temsil edenlerde en büyük sevgiye muhatap oluyorlar.

Bu kafilede Hz. Abbas Camii'ne doğru ağır ağır uzaklaşıp kayboldu. Feryatlar ve figanlar, lanetler öylesine yükseliyordu ki, bazen boru ve davul sesleri bile duyulmaz oluyordu. Kadınlar ne kadar olsa hislerine daha çabuk mağlup oluyorlar. Hislerini daha çabuk belli ediyorlar. Göğüslerini yumruklayarak öyle bir ağlayışları, çırpınışları, kendilerini yerden yere atışları var ki...

Şu anda muhakkak ki on üç asır önce büyük facianın havasını aynen yaşıyorlar. Bunu bütün ruhları, bütün varlıkları ile aynen hissediyorlar. Tam kırk gün süren bu matem müddetince ve bilhassa ilk on güne kadar, şialar tam bir mateme giriyorlar. Bu müddet zarfında karı-koca münasebetleri de kesiliyor. Matem her şeye galip geliyor. İnsanlık namına ödenecek ödenmez bir kefaret var ortada... Bu müddet içinde yalnız onlar düşünecek... Yalnız Hz. Ali, yalnız Hz. Hasan ve bil hassa yalnız İmam Hüseyin düşünülecek... Yalnız Kerbela Şehitlerinin ıstırapları anılacak. Başka hiç bir şey ile meşgul olunmayacak. Onlar için dua edilecek. Onlar için Mevlid' i andıran Hüseyniler okutulacak. Onlar için gözyaşı dökülecek... Şehvet gibi fani, aldatıcı dünya hislerinden, nefisler tamamıyla çekilecek. Dünya nimetlerine sırt çekilecek... Şunu da hemen belirtmek isterim ki, bu mateme yalnız Şiiler, aleviler değil, fakat tekmil İslam camiası katılır. Sünniler de Muharrem ayını bir hüzün ayı olarak kabul ederler.

SERTOĞLU, Murat,Halka ve Olaylara Tercüman,28 Haziran 1962;yıl:1,sy:256, syf:3 Necef’te Dövünen Musul ve Kerküklü Aleviler

Yezd' den gelme dört köşe mermerlerle kaplı bulunan döşemelerden yürüterek bir pencerenin kenarına kadar geldik.Bu geniş pencerelerden birinin içinde mermer mezar taşları gördük.Bunlar İran 'ın eski Şah sülalesi olan Kaçar ailesinden gelen hükümdarların mezarları imiş.Vasiyetleri üzerine Hazret-i Ali 'nin merkadinin yakınına defnedilmişler.Camiden çıktığımız zaman rehberimiz son olarak şu izahatı verdi:

- Hazret-i Ali, gördüğünüz gibi çok zengindir. Ayrıca camiinin bu geniş duvarlarının içlerinde de nice nice hazineler gizlidir.Onun müritleri asırlardan beri kendisinin manevi varlığına hazineler taşımışlardır.Bu gün de taşımakta devam ediyorlar.

Camiden aynı şekilde çıktığımız anda, tam kapının önünde yeni bir müritler kafilesi ile karşılaşacaktık. Bunlar, içerde iken buraya yeni gelmiş olacaklardı.Uzun beyaz entariler içinde yirmi kadar mürit, temiz başlarını Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin için, yarıyorlardı.Kulağımıza birden Azeri lehçesiyle, fakat Türkçe olarak okunan bir ilahi geldi.

Merak ettik. Meğer bu kafile Musul ve Kerkük 'ten gelmiş imiş.Irak Türk'lerinin hemen yüzde doksanı Alevi...Her yıl Muharrem ayında büyük kafileler halinde muhakkak gelirler, büyük din şehitlerinin matemini tutarlarmış. Bu mateme en büyük bir vecd içinde katılanlar arasında bilhassa İranlılar göze çarpıyor. İran hükümeti Muharrem ayini törenlerini yasak etmiş olduğu tarihten donra Muharrem ayında Kerbela 'ya gelen İranlıların sayısı daha da artmış. Bunlar burada serbestçe dövünebiliyorlar. Matemlerini istedikleri gibi tutabiliyorlar.

Necef sokakları, Muharrem ayında Kerbela sokaklarından farksız. Orada yapılan matem ayinleri aynen burada da yapılıyor. Sonra buradakiler Kerbela 'ya gidiyorlar, oradakiler buraya geliyorlarmış.Zaten Kerbela ziyaretinin tamamlanabilmesi için Kerbela'dan başka, Necef ve küfe 'nin de ziyaret edilmesi şart...

Necef 'te iken dikkati çeken bir şey de meşhur Necef mezarlığı oldu.Büyük bir duvar içine alınmış bulunan bu mezarlık, Medine-i Münevvere 'deki meşhur Cennet-ül Baki mezarlığından sonra dünyanın en dikkate değer bir İslam mezarlığıdır.Vehhabi 'ler Hicaz 'a hakim olduktan sonra Medine-i Münevvere 'nin, içinde bir çok İslam büyüklerinin medfun bulunduğu bu mezarlığı yerle bir ettikten, tekmil türbeleri yıktıktan sonra Necef mezarlığı rakipsiz ve eşsiz kalmıştır. Hazret-i Ali 'ye yakın bir yerde gömülmek isteyen onun tilmizi ve hayranları, asırlardan beri çok uzak yerlerde vefat etmiş olsalar bile büyük masraflar karşılığında naaşlarını buraya kadar getirtmekte ve buraya gömülmelerini temin etmektedirler. Biz orada iken birçok cenazenin gömülmek üzere buraya getirildiğini gördüğümüz gibi Necef 'e gelirken ve Necef 'ten giderken de, gömülmek üzere otobüslerin veya otomobillerin üzerlerine bağlanmış

oraya götürülmekte olan bir çok tabutlara rastladık. Bunlar hep ebedi uykularını büyük İslam halifesinin yanı başında uyumak isteyen kimselerdi. Necef mezarlığında çok sayıda türbe de var. Mezarlığın bekçisi ile görüştük. Kayıtlara göre burada Türk aslından en az beş kişinin yatmakta olduğunu söyledi.

Necef 'e getirilen cenazelerin cenaze namazları İmam Ali Cami 'inde kılınıyor. Ondan sonra toprağa, daha doğrusu toprakla karışık kuma tevdi edilmek üzere buraya getiriliyor. Necef 'teki ziyaretimizi de tamamladıktan sonra bu sefer Küfe 'ye hareket ettik. Necef ile Küfe'nin arası on kilometre kadar. Küfe'nin İslam tarihinde pek büyük bir değeri var.Hazret-i Ali halife olduktan sonra buraya gelmiş.Küfe Medine-i Münevvere 'den sonra İslamiyet’in ikinci merkez şehri...Hazret-i Hasan da, babası şehir edildikten sonra burada halife olmuş. Kendisine burada biat edilmiş.

SERTOĞLU, Murat, Halka ve Olaylara Tercüman,4 Temmuz 1962; yıl:1, sı:262, syf:4 1.9. İnanışlar

1.9.1. Tabiatla İlgili İnanışlar