• Sonuç bulunamadı

1.7.1. Halk Hekimliği ve Sağlığı Türk Hekimi ve Yabancı Hekim

1.7.5.1. Renkler Üzerine Renklerin Önemi

İngiltere’deki “intihar köprüsü” siyah rengin yerine yeşilin ikamesiyle nihayet uğursuz olmaktan kurtulmuştur.

Son yılların hayat görüşümüze getirdiği değişikliklerden biri de renkler hakkındaki hükümlerimizdir. Zamanlarında belirli renkleri kullanan dedelerimiz bugünkü renkler senfonisini görseler kim bilir ne kadar şaşırırlardı. Özellikle erkekler o devirde bazı renklere adeta tabii nazarıyla bakarlardı. 25-30 yıl önce Amerika’dan gelen bir moda, kadın ve erkeklerin iç çamaşırlarından mobilyalara kadar renklerde esaslı değişiklikler yarattı.

Zevksizlik İşareti mi?

Belirli eşyayı belirli renklerde görmeye alışmış olan gözler, bu renkler curcunası karşısında şiddetle direnmişti. Yadırganan yeni cereyan peşin bir hükümle bir zevksizlik işareti olarak vasıflandırılmıştı. Oysa ki, bu cereyan öyle gelip geçici bir yenilik hevesinin neticesi değildi. İnsan ruhunun derinlerde saklanmış bir isteğine ve ihtiyacına cevap veriyordu. Ayrıca zevklere hükmeden moda, kısa zamanda bütün muhafazakarları susturmuştu. Artık bir erkeğin emprime bir spor gömlek giymesi, yaşı geçkin bir hanımın göz alıcı renklerde giyinmesi kimsenin tenkidine yol açmamaktadır.

Propagandadan Tedaviye Kadar

Bugünkü renkler serbestisini bilgili şekilde kullanmak bu hürriyetin nimetlerinden layıkıyla faydalanmak için şarttır. Mesela bi afişi göz önünde bulundurursak görürüz ki; onun bakışlar için bir çekim merkezi teşkil edebilmesi, ancak renklerinin iyi seçilmiş olmalarıyla mümkündür. Yalnız, reklam afişinde uygun olan renk bir istatistik panosunda göze batabilir. Kırmızı renk reklamcılıkta müessir bir renktir. Halbuki bir atölye veya fabrikada kırmızı, işçilerin asabını bozabilir. Onları birbirine düşürür, randımanı azaltır. Bu hal çok tecrübe edilmiş, kırmızı dekorla çileden çıkan işçiler başka bir rengin ikamesiyle sakinleşmişlerdir.

“İntihar Köprüsü” olarak anılan Londra’daki Blackfrier köprüsü siyah rengin yerine yeşil ikamesiyle bu uğursuz özelliğinden kurtulmuştu. Bazı sebepsiz migrenler, uykusuzluklar çeşitli ilaçların denenmesinden sonra, bir de içinde yaşanılan mekanın badana renklerinin değiştirilmesiyle iyileşmektedir.

Bütün bilginler renklerin insan ruhuna ve sağlığına tesir ettiği hususunda müttefiktirler. Bu hususu içindeki sezgiyle keşfeden Wagner, ancak kırmızı bir ortamda besteleyebilirdi.

Her Rengin Kendine Göre Meziyetleri Vardır

Kırmızı kuvvet verir,ısıtır. Bir tonik gibi etki yapar. Beyin hücrelerini eskite ederek,iştihayı açar, seksüel fonksiyonları aktifleştirir. Portakal rengi bir bayram ve neşe atmosferi yaratır.

Sarı; dinamik bir renktir ve insanda sağlık hissi verir. Mavi; dinlendirici tesire maliktir.

Yeşil; o da sinirleri gevşetip rahatlık verir. Fiziki temerküze yardım eder, vücut ve ruha denge sağlar.

Mor; melankoli ve hayale sürükler. Bazı ahvalde kadınların cinsel arzularını kamçılar. İyi Hazmetmek İçin Yemeğin Tadı Kadar Manzarası da Önemli

Fransa ve bazı memleketlerde, kliniklerin duvarları, pansumanlar, hemşirelerin önlükleri mavi renktedir. Mavinin antiseptik bir hassaya malik olduğuna inanılmaktadır. “Işık banyoları” halinde, mavi ışık cinsel taşkınlık, sinir gerginliği, ıspazmozları iyileştirmektedir. Yine ışık banyosu halinde; kırmızı depresyon (ruhi çöküntü), kansızlık, hormon yetersizliğinde, zona, kızıl, kızamık vakalarında iyi neticeler vermektedir.

Yeşil; grip, boğmacayı tedavi etmektedir.

Portakal rengi beslenmeyi tanzim etmektedir. Bu bakımdan, “portakalı seyretmek yemekten daha faydalıdır.” Şeklinde bir espri uydurulmuştur.

Renklerin, yukarıda saydığımız özelliklerinden faydalanılarak “hayatımızı toz pembe yapmak” ya da sağlığımızı yola koymak elimizdedir. Renkler ayrıca büyük ölçüde zarafet ve şahsi cazibenizi de artırır. Kadınların bu konuda hayli tecrübesi vardır.

1.7.5.2. Korku

Dişçilerden Atalarımız Yüzünden Korkuyoruz

Eğer bundan uzun yıllar ve asırlar önce diş tababeti olsaydı, eski insanlar korkunç acılara duçar olmayacaklar, onların korkusu da bizlere miras kalmayacaktı.

Dişçiye gitmek hepimize zor gelen işlerden biridir. Şüphesiz ki durup dururken bir önleyici tedbir olarak canımızı eziyete sokmak zevkli bir şey değildir. Ancak seneler geçtikçe doktorluk alanında kaydedilen terakkiler bu ilmin bir dalı olan dişçilikte de kendini göstermiş, bir zamanlar cehennem azabı sayılan diş tedavisi bugün çok kolaylaşmıştır. Buna rağmen hala dişçiye gitmek insanlar için en büyük kabuslardan birini teşkil etmektedir. Sadece kadınlar ve çocuklar dişçi koltuğu “fobisi” ne tutulsalar belki o kadar şaşılmaz. Fakat harplerde büyük kahramanlıklar göstermiş askerler, meşhur dedektifler, dalgıçlar, itfaiyeciler gibi çok kereler ölümü sıyırıp geçmiş adamların da aynı korkuya sahip olması; dişçiler kadar psikologları da derin derin düşündürmektedir.

Doğum Sancısını Tercih Ediyorlar

Ruh doktorlarının bu mevzuda yaptıkları anketler garip sonuçlar vermiş. Mesela en şiddetli sancılardan saydığımız doğum sancılarına bile kadınlar tarafından dişçi koltuğu azabına nispetle daha seve seve katlanıldığı müşahede edilmiştir.

Anestezi ile çıkarılan bir dişin ne acısı olabilir? Buna rağmen yine koltuğa oturduğumuz vakit benzimiz sapsarı kesilir.

Diş Çektirme Korkusu Bizlere Mirastır

Müspet ölçülerle hiçbir neticeye varamayan alimler, bu korkuyu “atavik” bir köke bağlamaktadırlar. Onlara göre, atalarımızın çektiği korku, nesilden nesile intikal ederek şuur altımıza yerleşmiştir. Diş çektirmek veya tedavi ettirmek gerekince o anda hissettiğimiz küçük korku, şuur altından dışarıya vuran “tevarüs edilmiş” korkuyla birleşerek bir türlü yenemediğimiz bu dişçi fobisini meydana getirmektedir. Tarihten önceki çağlarda kalan kafataslarında görülen izler, cedlerimizin de bizler gibi diş ağrısı çektiğini göstermektedir. Bu ağrılar ve ıstırap çeken hemcinslerinin acıyla kasılmış yüzleri muhakkak ki onların ruhlarında derin izler bırakmıştır. Orta çağlarda bile çürük

dişin sinirini öldürmek için ağrıyan oyuğun içine tahtadan sivri bir kama sokulur, çekiçle üzerine vurulurdu. Bu ameliyeye tutulan zavallının çekeceği ıstırabı tahmin etmek zor değildir.

İşte geçen devirlerde hemcinslerimizin çektikleri acılar ruhlarında derin yer ederek şuur altlarına yerleşmiş ve bize kadar nesilden nesile intikal etmiştir.

AKBIYIK, Ahmet, Hadiselere Tercüman, 29 Mart 1961; yıl:6, sayı:2079, sayfa:2 Korkuyu Klasik Kitaplar Şu Şekilde Tarif Ederler

“Bir maniaya uğramış firar arzusudur…”

Klasik kitaplar onu şöyle tarif eder: “Korku bir maniaya uğramış firar arzusudur…” Yani korkan insan veya hayvanın ilk başvurduğu hareket daha doğrusu içgüdü-korkutan şeyin önünden kaçmak oluyor. Ama gene birçok kitaplarda “korkudan yerine mıhlanmış kalmıştı.”, “Korkudan taş kesilmişti.” Sözlerine rastlarız. Yani canlı varlık hem tabana kuvvet kaçmak, uzaklaşmak istiyor, hem de buna muktedir olamıyor. “durdurucu” veya “dondurucu” bir iki kuvvetin tesirinde kalıyor. Bir yandan kaçmak, bir yandan mıhlanmak. İşte bu zıt çifte ve zıt karakterli duygu, korkuların başlıca vasfıdır. Fizyolojik bakımdan incelendiği vakit ise; korkunun gerek iç organlar, gerekse dışta birçok etki ve açık belirtiler gösterdiğini hep biliriz. Bir defa sinir sistemi boydan boya müteessir olur. Sonra da “Saçlar fırça gibi dikilir.” , “Gözleri yuvalarından uğrar.” , “Tüyleri diken diken olur.”, “Benzi solar.” insanın. Hatta “Ödü kopar” ve ölür. Aslında sinir sistemi bir şok geçirmiş, dolaşımı idare eden sinirler de felce uğramış ve kalp durmuştur. Gerçekten de birçoklarımız, aslında korkulmaması gereken birçok şeylerden korkarız. Mutfağında fındık faresi görünce iskemlenin üstüne çıkıp, avaz avaz haykırmaya başlayan bayanın korkusu, karanlıkta bahçeye tek başına çıkamayanın korkusu, duvardaki örümceği süpürgesiyle alamayanın korkusu bu cümledendir. Çoğumuz yaramaz çocukları sindirmek ve başımızı dinlendirmek için onun bu en basit içgüdüsünü istismardan hâlâ vazgeçmiş değilizdir. Karanlıkta cirit oynayan cinler, periler bir köşeden çıkıverecek “uacı” larla sözde çocuğa göz dağı verir onu uslandırmaya çalışırız. Oysaki ona en büyük kötülüğü yaparız.

Korkunun tıptaki karşılığı fobi (phobie)dir. Fobisiz insan da hemen hemen yok gibidir.bazılarında pek marazi hal alan bu fobileri gözden geçirelim:

Nyctopphobine – Karnlıktan (geceden) korkma Microphobine – Mikroplardan korkma

Nosophobine – Hastalıklardan korkma Maysophobine – Kirden korkma Carophobie – yüksek yerlerden korkma Cremnophobie – Uçurumdan korkma Tlahassophobie – denizden korkma Aerophobie – havadan korkma Zoophobie – hayvanlardan korkma Astrophobie - şimşekten korkma

Vrontophobie – gök gürültüsünden korkma Sitiophobie – yemeklerden korkma

Agorophobie – açık yerlerden korkma

Anthrophobie – insan topluluklarından korkma Basophobie – yürümekten korkma

Claustrophobie – dar yerde kalmaktan (tren veya vapur kamaraları) korkma Erythrophobie – kızarmaktan (utangaçlık) korkma

Hydrophobie – sudan korkma Phtysiophobie – veremden korkma Sphylophobie – frengiden korkma Sismophobie – zelzeleden korkma Pyrophobie – ateşten korkma

Pantophobie – her şeyden (ödleklik) korkma Misogamie – evlenmekten korkma

Misogynie – kadınlardan korkup nefret etmek Misopedia – çocuktan korkup nefret etmek

Bu korkular bazen yalnız, bazen de bir ikisi bir arad bulunabilir. Görüldüğü gibi fobilerin bir kısmını anlamak gene de kolaydır. Zelzeleden, şimşekten, gök gürültüsünden korkmak nispeten normaldir. Psikolojik incelemeler, bu çeşit marazi korkulara mübtela olanların “psikasteni” ye uğramış olduklarını göstermiştir. Konuyu daha fazla derinleştirerek asıl hedeften uzaklaşmak istemiyoruz Şu veya bu tarzdaki korkular şahsiyetimiz üzerinde tamamen menfi, bastırıcı bir rol oynamaktadır. Esasen

korkak kişi biz de güven uyandırmak şöyle dursun, kendisine gülme arzusunu da beraber getirir. Ayrıca korkunun tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibi çevresine yayıldığını da belirtmeliyiz.

Korku, mahiyeti itibariyle, duyulmuş bir heyecandır. Çok fazlası insanı öldüren bir heyecan. Linç etme hadiseleri gibi dehşet salıcı şeylerde ise, fertlerin bunlardan bir nebze cinsi heyecan duydukları ve binnetice “korku” nun cinsi sebeplerle bir bağlantısı olduğu ileri sürülmektedir. Daha doğrusu Freud, her tabii ve derin heyecan gibi, korkuyu da cinsi kaynaklara götürmüş ve bu yolda bir izah denemesi yapmıştır. Gerçekten de cesur bir erkeğin kollarına sığınan kadının o esnada yaptığı şey, kendini korkulardan koruma insiyakıyla beraber, korkuyu bahane edip tam bir bırakıştır. Bu yüzden, seyrettiğimiz filmlerin, okuduğumuz romanların yüzde doksan dokuzu, çeşitli engellerden geçtikten sonra, “karhama” la birleşen “güzel kız” ın hikayesini anlatır ve mesut bir öpüşmeyle perde kapanır. Örneğin; ana – babaya büyüklere, hatırını kıramayacağımız kimselere duyulan korkular da sevgiler de karışmıştır. Bazen korku, bazen sevgi üstün gelir ve ikisinin birleşimi de “saygı” yı doğurur.

CUMHUR,Sezen, Halka ve Olaylara Tercüman, 10 Nisan 1962; yıl:1, sayı:175, sayfa:3 1.7.5.3. Sıkılganlık ve İntihar

Sıkılganlığı Nasıl Yenmeli

Mecburiyet kötü ve zararlı bir huydur, bu huydan kurtulmak için her şeye başvurulur, çok zaman hekimlere tedavisi var mıdır, diye sorulur. Bazen müspet bazen de menfi cevap alınır. Kalabalığa çıkacak veya kendinden üstün bir kimseyle konuşacak bir şahıs, korkunç saatin yaklaştığını görünce heyecanı artar, halbuki söyleyeceği şeyi en aşağı 40 kere tekrarlamıştır fakat o yine düşünür acaba konuşabilecek miyim? Acaba beni dinleyecekler mi? diye telaşlanır, söyleyeceklerini unutur aşağılık duygusundan kendini kurtaramaz. Bunun birçok misallerini daha okul sıralarında görmek mümkündür, mesela bir toplantıda anne, babanın büyük arzusuna rağmen çocuk ezbere bildiği manzumeleri ya hiç okuyamaz veya yarım yamalak bırakır, unutur, şayet yabancı dil öğreniyorsa bütün ısrarlara kulak vermez, bildiği dili acaba yanlış mı okuyacağım diye konuşmaz. Sıkılganlığı, hayatta şahıslara vereceği zararları düşünerek bir hastalık diye kabul etmek

yerinde olur ve hastalık kabul edilince de tedavisi yoluna gitmek psikolog, pedagog hekimlere düşer.

Sıkılganlığın Yaradılışla İlgisi

Sıkıcı bir durumda bulunan mahcup adamda ilk önce ruhi bir tepki görülür, heyecanlanır, soğuk ter döker, korkar, kızarır, dili tutulur, ne söylediğini ne de işittiğini anlar. İnsan nasıl doğuştan cesur, çalışkan veya tembel ise yine doğuştan mahcuptur. Okul içinde, dışında, evde mahcup yavruların sıkılganlıkları daima tatlı dil, güzel misallerle giderilmelidir. Baba oğluna, bak! Ahmet ne güzel okuyor, sen niye okuyamıyorsun, dememeli. Aferin yavrum, sen de Ahmet kadar iyi okuyor, konuşuyorsun, diye cesaret vermelidir.

Alkol Sıkılganlığı Yener mi?

İçeyim, bak nasıl bülbül kesilirim diye alkolden cesaret almak isteyenler za değildir. Sıkılganlığı yenmek için alkole sarılmak doğru değildir bu bir iki kere iyi sonuç verse bile sonrası için çok zararlıdır. Sıkılganlığın başlıca tedavisi kalbi ve sinirleri sük‘na kavuşturmaktır. Onun için sabahları gürültü ile yataktan kalkmamalı; uyandıktan sonra sersemlik geçinceye kadar birkaç dakika yatakta kalmalı, sonra ılık bir duş yapmalı, yemekler ağır yenmeli ve öğle yemeğinden sonra eğer imkan varsa ½ saat arka üstü uzanmalı. Mahcup kendini karşısındakiyle aynı ayarda görmeyip kendini küçük gören yahut karşısındakini öyle gördüğünü sanan kimsedir. Sıkılgansanız her gün kendinize cesaret aşılayınız, herkesle aynı ayarda olduğunuzu biliniz herhangi bir hadise karşısında onlardan farklı değilim deyiniz, çekinmeyiniz ve sinir sisteminizin muvazenesini hiçbir zaman bozmayınız. Mahcubiyetin faydalı tarafı da vardır, çekingen kimse fazla konuşmaz, her şeyi inceler, düşünür böylece bilgisi artar, kalbi ve ruhu zenginleşir ve farkına varmadan çekindiği insanda üstün duruma düşer.

ŞENEL, Dr. Kamran, Hadiselere Tercüman, 16 Mayıs 1960; yıl:5, sayı:1775, sayfa:2 İntihar

Fransa ve birçok Avrupa memleketlerinde her yıl intihar edenlerin sayısı veremden ölenlerden çok

İntihar ve intihar edenler hakkındaki fikirler, son yıllarda, birkaç asırdakinden fazla değişmiştir. Hayatına kendi elleriyle nihayet vermek isteyen bir insan geçen yüzyıllarda nefret ve korkuyla karşılanmıştır. Eğer emelinde muvaffak olup öbür aleme göçmüşse hatırası dehşetle anılmıştır. Hala dünyanın kıyı, köşesinde kalmış ilkel topluluklarda durum aynıdır. Bu kavimlerde intiharla ölmüş insanın ruhunun diğer ölülerin ruhundan daha intikamcı olduğu sanılır ve tekrar yeryüzüne gelmesine mani olmak için türlü büyü ve sihirler yapılır. Bu yolda en aşırı giden İngiltere olup orada son zamanlara kadar, intihara teşebbüs edip de “suçüstü” yakalananlar idam edilirdi. 20. yüzyılın başından beri gittikçe daha seyrek uygulanan intihar kanunu en sonunda 1958 yılında mühim ölçüde hafifletilmiştir.

Tüberkülozdan Fazla Adam Öldürüyor

Şu günlerde bazı azgelişmiş veya kalkınma yolunda bulunan memleketler, “Tüberküloz Haftaları” tertip ederek bu afetle mücadeleye uğraşırken, sağlık ve ekonomik problemlerini daha önceden halledebilmiş öteki ülkeler, intihar problemleriyle savaş için bütün maddi ve manevi kaynakların seferber kılmışlardır. Çünkü oralarda intihar veremden çok insan öldürmektedir. Ve intihar büyük ölçüde maddi medeniyetin sonuçlarından biridir.

Mutlaka Tekrar Ediyorlar

Birçok intihara teşebbüs vakalarından sonra, eğer canına kasdedenin canı kurtarılımışsa, bu başarı yine de doktorları tatmin etmez. İl yardım hastanesine getirilip hayata geri döndürülen bir müntehiri salmak yerine şimdi bir psikiyatri bölümüne yatırmak daha uygun görülmektedir. Zira vücudunu zehirleyen bir müntehirin mide yıkanmasından sonra bir de “beyninin yıkanması” gerekmektedir. Böyle yapılmazsa, çoklukla müntehir, ikinci, üçüncü teşebbüslerle “muradına ermektedir.”

Erkekler Daha Fazla

İntiharla savaşta en iyi malzemeyi istatistikler teşkil etmektedir. İstatistiklerden bir çok mühim hükümler çıkarılmaktadır. Mesela istatistiklere göre bir kadına karşılık üç erkek kendi elleriyle hayatına son vermektedir. Son elli yılda kadınların nispeti de hissedilir ölçüde artmıştır. Mamafih yine de ölçüler nispeti aynıdır. Kadınlar intiharı becerememektedirler. Erkekler daha emin usuller kullanmaktadırlar. Kurşun veya ipe

kadınlar rağbet etmemektedirler. Bunu hemen kadınların korkaklığına ya da isteklerindeki samimiyetsizliğe atfetmemelidir. Canından bezen ona kasteden kadın bile süsüne önem vermektedir. Başı parçalanmış veya boynu kesilmiş, dili fırlamış bir durumda ölümde bile görünmek onlar için pek zor gelmektedir. İntihar vakaları, köylerde şehirlerden çok daha azdır. Bunun başlıca sebebi, şehir hayatının sinirleri daha fazla yıpratıp, “sürmenaj” denen hali yaratıp ruhta “çöküntüler” (depresyon) hasıl etmesidir.Ancak ruhi depresyonların tek sebebi zihni yorgunluk veya sinirlerin yıpranması değildir. Birçok içinden çıkılmaz “iç çatışmaları” da ruhi depresyon doğurur AKBIYIK, Ahmet, Halka ve Olaylara Tercüman, 12 Ocak 1962; yıl:1, sayı:94, sayfa:2 1.7.6. Soru – Cevapla Güncel Konular

7 Sual 7 Cevap

İmzasız Mektup Yazanlar Sinir Hastası mıdırlar?

Cevap: Birçoklarının gerçekten sinir hastası oldukları şüphe edilemez. İmzasız mektupların çoğu bazılarına sıkıntı vermek ve korku vermek için yazılır bu çeşit mektupları yazan kişiler başkalarını korkutmak, endişeye sürüklemekten zevk duydukları için birer sinir hastasıdırlar. Ama bazı imzasız mektupların herhangi bir esrarlı katil hadisesini aydınlatmakta rol oynadıklarını unutmayalım.

Bilim İstidadını Önceden Kestirmek Mümkün müdür?

Cevap: Bilime istidadı olan kimselerin kendileri hakkında iyi bir bilgi sahibi olmadıkları için, mesleklerini yanlış seçmiş olduklarını söyleyip yakındıklarını sık sık görürüz. Aynı şeyi mesleklerini yanlış seçmiş olan başka insanlarda da görüyoruz. Bugün öğrenim çağında olan çocuklara uygulanan testler sayesine onların bilim kabiliyetine sahip olmadıkları anlaşılmakta ve böylece kendilerine uygun bir meslek seçmeleri sağlanmaktadır.

İçkiciler Her Zaman Baş Ağrısından Şikayet Ederler mi?

Cevap: Son yapılan araştırmalar, baş ağrılarının içki ya da toksinlerden ileri gelmeyip ruhsal hallerimizden doğduğunu göstermiştir. İçki bu ruhsal hali daha gerginleştirdiği için baş ağrısını artırabilir. Baş ağrısının asıl sebebini dengeli bir duygu hayatı

kuramamış olmamızda aramalıyız. İçki içen kimse bu hareketi yüzünden pişmanlık duyduğu için baş ağrısına tutulur.

Bazı Kimseler Eğlenceden Hoşlanmazlar mı?

Cevap: Evet, eğlenceden hoşlanmayan kimseler vardır. Ama bu insanları yakından tanıyacak olursak onların bu davranışını hoş görebiliriz.

Çocuğunuza Müzik Dersi Aldırmalı mısınız?

Cevap: Bir ana-babanın çocuğuna müzik dersi aldırması ve onun bir alet çalmasını istemesi güzel bir şeydir. Yalnız çocukların bu işten pek hoşlanmadıklarını da gözden kaçırmamalıdır. Gerçekten müziği seven çocuklar bu dersten zevk alırlar ama sevmeyenler zorlandıkları için ana- babalarına karşı kızgınlık ve kayıtsızlık gibi kötü duygulara kapılırlar. Bu konuda çocuğunuzu zorlamamalı ama ikna etmelisiniz.

Başkalarından Farklı Olmak mı İsteriz?

Cevap: İnsanlar kendi benliklerini ve vasıflarını ortaya koymak isterler ama başkalarından ille da farklı olmaya çalışmazlar. Başkalarından farklı olamaya şuurlu bir şekilde kalkışanlar, orijinal bir kimse olmadıkları hususunda korkuya düşen ve herhangi bir kimse gibi yaşayıp gitmekten korkanlardır. Oysa asıl farklılığın dış görünüşte değil insanın kendisinde olduğunu biliyoruz.

WHİTNEY, Joseph, Hadiselere Tercüman, 15 Mayıs 1960; yıl:5, sayı:1774, sayfa:4 7 Sual 7 Cevap

Yeni Yetişenler Müsrif mi Olurlar?

Cevap: Yeni yetişen delikanlı ve kızların müsrif gibi görünmelerinin sebebi, onlarına gerçekten müsrif olmalarından çok, paranın ne kadar zor kazanıldığını bilmemelerinden ve her istedikleri zaman para bulabileceklerini sanarak aldanmalarıdır. Yaşları daha ilerleyip hayata atıldıkları zaman, en müsrif gençlerin bile makul bir şekilde para harcamağa başladıkları görülmektedir.

Cevap: Kadınların erkekler gibi birden bire kızgınlığa kapılarak, parlamadıkları gözden kaçmamıştır. Bunun sebebi, bir yandan, erkeklerin kızgınlık ve öfke doğuracak durumlarla daha sık karşılaşmamaları, bir yandan da kadınların toplumsal duyguya erkeklerden daha fazla sahip olmalarıdır. Toplumsal sorumluluğu az olan kimseler, kızgınlıklarını ortaya koymaktan kaçınmazlar. Bu bakımdan kadınların avantajlı olduğunu kabul etmeliyiz.

Çocuklar Ana- Babalarından Korkmalılar mı?

Cevap: Çocuklar çoğu zaman ana-babalarından korkarlar.bunun sebebi ana-babalarının kendilerinden daha güçlü kuvvetli olmaları ve onlara baskı yapabilmek imkanını ellerinde tutmalarıdır. Ana-babaların çocuklarını korkutmaya çalışmaları doğru değildir. Bunun önüne geçmeye çalışmaları daha doğru olur. Çağımızda çocuk ve ana-baba münasebetlerinin anlayışla çözülebileceği açıkça görülmüştür.

Şahsiyetle İriyarılık Arasında Bağlantı Var mıdır?

Cevap: Son yapılan ruhbilim araştırmaları bir insanın iriyarılığının, başkalarının kendisine karşı takındıkları tavırları tayin ettiğini ve böylece onun şahsiyetinin gelişmesine tesir ettiğini açıkça göstermiştir. Bununla beraber boy ve irilik bakımından birbirine benzeyen kişilerin aynı kişiliğe sahip olduklarını sanmak da doğru olmaz. İnsanların her şeye rağmen birbirlerinden ayrı olduklarını unutmamalıyız.