• Sonuç bulunamadı

17. yüzyıl şairlerinden Beyânî`nin Divan`ı (inceleme-tenkitli metin)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "17. yüzyıl şairlerinden Beyânî`nin Divan`ı (inceleme-tenkitli metin)"

Copied!
799
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKĠYAT ARAġTIRMALARI ENSTĠTÜSÜ TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANA BĠLĠM DALI

ESKĠ TÜRK EDEBĠYATI BĠLĠM DALI

17. YÜZYIL ġAĠRLERĠNDEN BEYÂNÎ‟NĠN DĠVAN‟I Ġnceleme-Tenkitli Metin

DOKTORA TEZĠ

Fatih BAġPINAR

Ġstanbul 2008

(2)

T. C.

MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ

TÜRKĠYAT ARAġTIRMALARI ENSTĠTÜSÜ TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANA BĠLĠM DALI

ESKĠ TÜRK EDEBĠYATI BĠLĠM DALI

17. YÜZYIL ġAĠRLERĠNDEN BEYÂNÎ‟NĠN DĠVAN‟I Ġnceleme-Tenkitli Metin

DOKTORA TEZĠ

Fatih BAġPINAR

TEZ DANIġMANI: Prof. Dr. Tahir ÜZGÖR

Ġstanbul 2008

(3)
(4)

ÖZET

“17. Yüzyıl ġairlerinden Beyânî‟nin Divan‟ı: Ġnceleme, Tenkitli Metin” adını taĢıyan bu doktora teziyle on yedinci yüzyıl Ģairlerinden Beyânî‟nin bilinen tek eseri olan Divan‟ının tenkitli metni hazırlanmıĢ, eseri bilimsel metotlar çerçevesinde incelenmiĢ, hayatına dair bilgiler ortaya konmuĢ, edebî kiĢiliği değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır.

ÇalıĢma üç bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde Beyânî‟nin hayatı hakkında bilgi verilmiĢ ve edebî kiĢiliği incelenmiĢtir. Ġkinci bölüm Divan‟ın Ģekil özellikleri ve muhteva bakımından incelenmesine ayrılmıĢtır. Üçüncü bölüm ise Divan‟ın tenkitli metninden oluĢmaktadır. Hazırlanan doktora teziyle Beyânî‟nin kimliği ve eseri gün ıĢığına çıkarılarak, Türk edebiyatı içerisindeki yeri ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Bu çalıĢmayla Türk edebiyatında bir boĢluğun doldurulması amaçlanmıĢtır.

SUMMARY

In this thesis titled “17. Yüzyıl ġairlerinden Beyânî‟nin Divan‟ı: Ġnceleme, Tenkitli Metin”, the editional critical text of the unique work known as “Divan” of Beyânî who was the seventeenth century poet has been prepared, his text was studied in scientific methods, the details of his life has been mentioned, literary personality has been tried to evaluate.

This thesis is formed on three parts. In the first part the details of Beyânî‟s life has been mentioned and studied his literary personality. In the second part the properties of poems‟ forms in “Divan” and its content has been studied. The third part is critical text of “Divan”. In this thesis the property of his character and his work have been brought to light and tried to determine the position in the Turkish literature. With this thesis it is aimed to fill a gap in the Turkish literature.

(5)

ÖZET... I SUMMARY ... I ÖNSÖZ ... V KISALTMALAR ... VI GĠRĠġ ... VII

I.BÖLÜM ... 1

BEYÂNÎ ... 1

1.HAYATI ... 1

1.1. Mahlası ... 1

1.2. Adı ... 1

1.3. Ailesi ... 2

1.4. Doğum Yeri ve Yılı ... 2

1.5. Tahsili ve Mesleği ... 3

1.6. Ölümü ... 5

1.7. Hayatı ve KiĢiliğine Dair Ġzler ... 5

1.8. Beyânî Mahlaslı ġairler ... 9

2.EDEBÎKĠġĠLĠĞĠ ... 14

2.1. Dil ve Üslup Özellikleri ... 14

2.2. Kaynakların ġiirini DeğerlendiriĢi ... 25

2.3. Kendi ġiirini DeğerlendiriĢi ... 25

2.4. Bazı ġairlerle Benzerlikler ... 44

II.BÖLÜM ... 48

DĠVAN’INĠNCELENMESĠ ... 48

1.ġEKĠLÖZELLĠKLERĠ ... 48

1.1. Nazım ġekilleri ve Türleri ... 48

1.1.1. Kasideler ... 48

1.1.2. Gazeller ... 55

1.1.3. Kıtalar ... 59

1.2. Vezin ... 59

1.2.1. Türkçe ġiirlerde Kullanılan Vezinler ... 59

1.2.2. Farsça ġiirlerde Kullanılan Vezinler ... 61

1.2.3. Eksiklik veya Fazlalıktan Kaynaklanan Vezin Kusurları ... 63

(6)

1.2.4. Ġmale ... 65

1.2.5. Ġmalede Yansıma ... 67

1.2.6. Zihaf ... 69

1.2.7. Med ... 72

1.2.7.1. Arapça Kelimelerde Med ... 74

1.2.7.2. Farsça Kelimelerde Med ... 74

1.2.7.3. Türkçe Kelimelerde Med ... 77

1.2.8. KaynaĢtırma ... 79

1.3. Kafiye ve Redif ... 81

1.3.1. Kafiye ... 81

1.3.2. Redif ... 94

1.4. Ahenk Özellikleri ... 101

1.4.1. Söz Tekrarları ... 101

1.4.1.1. Birli Söz Tekrarları ... 102

1.4.1.2. Ġkili Söz Tekrarları ... 103

1.4.1.3. Üçlü Söz Tekrarları ... 105

1.4.3. Paralellik ... 106

1.4.3.1. Gazelde Paralellik ... 106

1.4.3.2. Beyitte Paralellik ... 106

1.4.4. Ses Tekrarları ... 107

1.4.4.1. Ünsüz Tekrarları (Aliterasyon) ... 107

1.4.4.2. Ünlü Tekrarları (Asonans) ... 108

1.4.4.3. Hece Tekrarları... 109

2.EDEBÎSANATLAR ... 110

3.1. TeĢbih ... 110

3.2. Ġstiare ... 110

3.3. Kinaye ... 111

3.4. Tevriye-Ġham ... 111

3.5. Tenasüp ... 112

3.6. Tezat ... 112

3.7. Leff ü NeĢr ... 113

3.8. Tecahül-i arif ... 113

3.9. Ġstifham ... 114

(7)

3.10. Hüsn-i Talil ... 114

3.11. Mübalağa ... 115

3.12. Sihr-i Helal ... 115

3.13. Ġktibas ... 116

3.14. Telmih ... 116

3.15. Cinas ... 117

3.16. ĠĢtikak ... 117

3.17. Tefrik ... 118

3.18. Cem ... 118

3.19. Rücu ... 118

3.18. Telmi ... 119

3.19. Ġrsal-i Mesel ... 119

3.DEYĠMLER,ATASÖZLERĠVEKALIPLAġMIġĠFADELER ... 120

III.BÖLÜM ... 132

DĠVAN ... 132

1.METĠNTESPĠTĠNDEĠZLENENYOL ... 132

2.YAZMANINTANITILMASI ... 134

3.ÇEVĠRĠYAZIALFABESĠ ... 142

4.TENKĠTLĠMETĠN ... 143

TÜRKÇEġĠĠRLER ... 144

KASĠDELER ... 144

GAZELLER ... 171

FARSÇAŞİİRLER ... 659

GAZELLER ... 659

KITALAR ... 777

SONUÇ ... 779

KAYNAKLAR ... 781

ÖZGEÇMĠġ ... 786

(8)

ÖN SÖZ

Bu çalıĢmanın konusu, XVII. yüzyıl Ģairlerinden Beyânî [ö.1665]‟nin bilinen tek eseri olan Divan‟ının incelenmesidir. Öncelikle Beyânî‟nin hayatı hakkındaki bilgiler toplanarak değerlendirilmiĢ, üzerinde bugüne kadar herhangi bir bilimsel çalıĢma yapılmamıĢ olan Divan‟ının tenkitli metni oluĢturulmuĢ ve eser bilimsel metotlar çerçevesinde incelenerek Ģairin Türk edebiyatındaki yeri ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır.

ÇalıĢma, üç bölümden oluĢmaktadır:

Birinci bölümde Beyânî‟nin hayatı hakkında bilgi verilmiĢ ve edebî kiĢiliği incelenmiĢtir.

Ġkinci bölüm Divan‟ın tetkikine ayrılmıĢtır. Şekil Özellikleri baĢlığı altında öncelikle nazım Ģekilleri ve türleri; vezin, kafiye ve redif olmak üzere Ģiirler Ģekil yönünden incelenmiĢ, ayrıca Ģiirlerin ahengine katkı sağlayan unsurların değerlendirmesi yapılmıĢtır.

Edebî Sanatlar baĢlığı altında Ģairin edebî sanatları kullanıĢına örnekler sunulmuĢ ve tespit edilebilen her sanata en az bir örnek verilmesine gayret edilmiĢtir.

Deyimler, Atasözleri ve Kalıplaşmış İfadeler baĢlığı altında atasözü ve deyimlerden tespit edilebilenler sıralanmıĢtır.

Üçüncü bölümde Tenkitli Metin yer almaktadır.

Ortaya konan çalıĢmayla Beyânî‟nin kimliği ve edebî kiĢiliğinin ana hatları tespit edilmiĢ, eseri gün ıĢığına çıkarılarak incelenmiĢ ve Ģiirlerinin edebî değerinin belirlenmesine gayret edilmiĢtir.

ÇalıĢmanın hazırlanması sırasında ilgi ve bilgisini esirgemeyen sayın hocam Prof. Dr. Tahir ÜZGÖR‟e, divan metninin tamamını ve özellikle Farsça kısımları okuyan sayın hocam Prof. Dr. Orhan BĠLGĠN‟e en içten teĢekkürlerimi sunarım.

(9)

KISALTMALAR

age. : Adı geçen eser B.: : BaĢlık

bk. : Bakınız

C. : Cilt

çev. : Çeviren

DĠA : Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi

G. : Gazel

Haz. : Hazırlayan K. : Kaside Kt. : Kıta

Ktp. : Kütüphanesi

S. : Sayı

s. : Sayfa

vd. : ve diğerleri yk. : Yaprak yyl. : Yayımlayan

(10)

GĠRĠġ

XVII. asır Osmanlı tarihinde pek çok alanda büyük değiĢikliklerin görüldüğü bir dönemdir. Asrın baĢında en geniĢ sınırlarına ulaĢan Osmanlı Devleti, doğuda Zagros dağlarının tabii sınırlarına çekilmiĢ; batıda Tuna‟nın güneyine kadar gerilemiĢtir.

GeçmiĢteki parlak baĢarıların görülmediği bu dönemde Osmanlı Devleti, siyasi ve sosyal açılardan duraklama dönemine girmiĢ; devlet teĢkilatı, askerî yapı ve ekonomik bakımdan da büyük sarsıntılar geçirmiĢtir. Bunda en önemli etken, bu dönemde görülen

“istikrarsızlık”tır. Bu durum bu dönemde tahta çıkan padiĢahların sayısındaki çoklukta ve saltanat sürelelerinin kısalığında açıkça kendini göstermektedir. Söz konusu padiĢahlar ve saltanat süreleri Ģöyledir: I. Ahmed [1603-1617], I. Mustafa [1617-1618, birinci kez], II. Osman [1618-1622], I. Mustafa [1622-1623, ikinci kez], IV. Murad [1623-1640], Sultan Ġbrahim [1640-1648], IV. Mehmed [1648-1687], II. Süleyman [1687-1691], II. Ahmed [1691-1695], II. Mustafa [1695-1703]. Ġlk üç asrında Osmanlı Devleti‟nde 13 sultan tahta geçerken yalnızca bu asırda 9 sultan tahta çıkmıĢtır. Bu yüzyıldaki istikrarsızlığın bir baĢka göstergesi de toplam 62 sadrazamın yönetime gelmesidir.

Yönetimin, ordunun ve maliyenin bozulması ve devlet otoritesinin zayıflaması neticesinde Ġstanbul, Anadolu ve bazı eyaletlerde bu durumdan yararlanmak isteyenlerin kıĢkırtmasıyla bazı isyanlar çıkmıĢtır. Ġstanbul‟daki isyanlar çoğu zaman yeniçeriler ve sipahiler tarafından çıkarılmıĢtır. Ġstanbul isyanları içerisinde en tehlikelileri III. Murad, II. Osman, IV. Murad ve IV. Mehmed dönemlerinde meydana gelenleridir.

Bu asırda bütün devlet teĢkilatının karıĢık olduğu bir dönemde sadrazam olan Köprülü Mehmed PaĢa, otoriter icraati sayesinde bozulmuĢ olan devlet otoritesini tekrar kurmuĢtur. Ondan sonra sadarete gelen oğlu Köprülü Fâzıl Ahmed PaĢa ile Merzifonlu Kara Mustafa PaĢa döneminde bu durum devam etmiĢtir. Ancak sadrazam Köprülü Fâzıl Ahmed PaĢa‟nın gayretleri ve II. Mustafa‟nın bizzat seferin baĢında bulunarak elde ettiği birtakım baĢarılar Osmanlı devleti için gerileme dönemini baĢlamasına engel olamamıĢtır.

Osmanlı Devleti‟nin bu asırda siyasi, askerî, ekonomik ve sosyal alanlardaki olumsuz manzarasına rağmen, Türk edebiyatının yükselme ve geliĢme çizgisini sürdürdüğü görülür. XVI. asırda tekâmülünü tamamlayan klasik edebiyat bu asırdaki olumsuzluklardan fazla etkilenmemiĢ, geliĢmesini devam ettirmiĢtir. Bunda temel

(11)

padiĢahlarının âlimi ve sanatkârı koruma uygulaması devam etmiĢtir. Sultan I. Ahmed

“Bahtî”, Sultan II. Osman ise “Fârisî” mahlasıyla Ģiir söylemiĢ, edebiyata olan ilgi devlet erkânının konaklarında tertip edilen sohbet meclislerinde varlığını sürdürmüĢtür.

ġeyhülislam Yahyâ Efendi ve ġeyhülislam Bahâyî Efendi hem Ģiir söylemiĢler hem de dönemin Ģairlerini himaye etmiĢlerdir. Klasik Ģiir bu asırda gerek teknik gerek ahenk gerekse zarafet bakımından biraz daha oturmuĢ ve güzelleĢmiĢtir. Türk Ģiiri yakın bir zamana kadar örnek aldığı Ġran Ģiirini hem nitelik hem nicelik bakımından geride bırakmıĢtır. Klasik Ģairlerimiz Ġran edebiyatına ehemmiyet vermemeğe ve kendi sanatkârlarını örnek almağa baĢlamıĢlardır. Bu durum, bu dönem Ģiirlerinin bir özelliği olarak kabul edilebilir.

Türk edebiyatının en parlak dönemlerinden biri olan XVII. asırda birçok Ģair yetiĢmiĢtir. Bu yüzyılda yazılan Ģuara tezkirelerinden Tezkire-i Rızâ‟da 266; Âsım‟ın Zeyl-i Zübdetü‟l-Eş„âr‟ında ise 123 Ģair yer almaktadır. XVIII. asrın baĢında yetiĢmiĢ olan Ģairleri de eserine dahil eden Safâyî, tezkiresinde 493 Ģaire yer vermiĢtir. Yalnızca Ġstanbul kütüphanelerinde bu yüzyıla ait 150‟den fazla Ģairin divanının kayıtlı bulunması, bu asra ait edebî çevrenin zenginliğini yansıtmak bakımından kayda değerdir.

Bu dönemde Ģairler geçen asırlara nispetle sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmiĢler, özellikle çevrelerinde yaĢanan hadiseleri gözleyerek bunları Ģiirlerinde kullanmıĢlardır. Bu, Ģiirde sosyal eleĢtirinin öne çıkmasını sağlamıĢtır. Nef„î, Nev„îzâde Atâ‟î, Nâbî, Sâbit gibi Ģairlerin “sosyal çevre” ile ilgilenmeleri bu dönem Ģiirinin karakterini belirlemede öne çıkan unsurdur.

Bu yüzyılda Nef„î, ġeyhülislam Bahâyî, Nâ‟ilî-i Kadîm, NeĢâtî ve Nâbî gibi kendine has üslupları olan birçok Ģair yetiĢmiĢtir. Kasîde alanında Nef„î ve Sabrî; gazel alanında ġeyhülislam Yahyâ, ġeyhülislam Bahâyî, NeĢâtî, Nâ‟ilî-i Kadîm, Fehîm-i Kadîm, Vecdî, Ġsmetî, ġehrî, Nedîm-i Kadîm, Nâbî, Sâbit; mesnevi sahasında Nev„îzâde Atâ‟î, Ganîzâde Nâdirî ve Nâbî asrın en önemli Ģairleridir.

Bu dönemde dört farklı edebî üsluptan bahsedilebilir. Bunlardan ilki XVI. asır Ģairlerinden Bâkî‟nin temsil ettiği klasik üslubu devam ettiren Ģairlerin üslubudur.

Klasik üslubun en belirgin özelliği ahenge muhtevadan daha fazla önem verilmesidir.

Bunda duygudan ziyade Ģiir tekniğindeki sağlamlık, ahenk ve akıcılık ön plandadır.

ġiirde hâkim tema aĢk ve tabiattır. Daha çok gazel nazım Ģeklini tercih eden klasik üslup sahipleri, canlı ve akıcı bir üslupla Ģiire tabiîlik kazandırmıĢlardır.

(12)

Gerek Hindistan‟da ve gerekse Hindistan dıĢında yaĢayan, Hint felsefesinin, edebî zevkinin ve Hint Ģiirinin etkisinde kalan çoğunluğu Ġranlı Ģairlerin oluĢturdukları Hint üslubu anlamındaki “Sebk-i Hindî” bu dönemde görülen ikinci üsluptur. XVII.

asırdan itibaren etkisini Türk edebiyatında da gösteren Sebk-i Hindî, Türk Ģiirinde zengin ve ince hayaller ile ıstırap ve elem konularının geliĢmesine yol açmıĢtır.

Mübalağa sanatının çok fazla kullanıldığı Ģiirlerde soyut kavramlar, somut kavramlarla birleĢtirilmiĢ ve orijinal manalar süslü ifadelerle yansıtılmıĢtır. Sebk-i Hindî, Türk Ģairlerin ince ve yeni manalar bulma konusunda çaba göstermelerini sağlamıĢ ve Türk edebiyatına konu, ifade ve hayal zenginliği katmıĢtır. Bu asırda Nâ‟ilî-i Kadîm, ġehrî, Ġsmetî, NeĢâtî, Fehîm-i Kadîm, bu üslubun temsilcileridir.

Üçüncü üslup, hikemî tarz da denilebilecek olan didaktik üsluptur. Daha ziyade Nâbî ile özdeĢleĢen bu üslup, “düĢünceye dayalı hikmetli söz söyleme” Ģeklinde tanımlanabilir. Bilgelik ve hakîmlik, varlık ve eĢyanın asıl amacı, özdeyiĢ ve atasözü gibi anlamlara gelen “hikmet”, eĢya ve hadiseleri anlamlandırma, varlık ve olayların gizli anlamlarını çözme üzerine kurulmuĢtur. Nâbî, bu üslup ile Türk Ģiirini yeni bir fikir ve hikmet vadisine yöneltmeye çalıĢmıĢtır. Meydana gelen olayların ve varlıkların ardındaki hikmeti aramak, yaradılıĢ gayesini vermeye çalıĢmak hikemî tarzın dinî ve tasavvufî yönünü de ortaya koyar. Bunda Nâbî‟nin yaĢadığı çağın huzursuzluk ve güvensizliğine karĢı halkı uyarma ve onlara öğüt verme amacının da rolü vardır.

Nâbî‟den baĢka Sâbit de bu üslup içinde değerlendirilebilir.

Mahallî tarz olarak adlandırılabilecek bir diğer Ģiir tarzr, Ģiirde yerli ve mahallî unsurlara çokça yer verme anlayıĢıdır. Bu dönemde gittikçe yaygınlaĢan sade dil ve mahallî ifadeleri kullanma ve yerli konuları arama, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan “mahallîleĢme üslubu”nun habercisidir. Nev„îzâde Atâ‟î ve Sâbit bu dördüncü üslubun temsilcisi sayılmaktadır.

Bu üsluplardan çok az hikemî üsluba, daha ziyade klasik üsluba yakın olan Beyânî, ilmiye mesleğine mensuptur. ġair yaĢadığı devirde ve daha sonra da Ģöhret sahibi değildir. Ancak, onun Ģiirlerinde, yaĢadığı devrin Ģiir anlayıĢını ortaya koyacak ipuçlarına rastlamak mümkündür. Bu ipuçlarından hareketle Beyânî gibi Ģairler üzerinde yapılacak çalıĢmalar, Türk edebiyatı tarihinin yazılmasına katkıda bulunacaktır. Bu amaç çerçevesinde Beyânî‟nin bilinen tek eseri olan Divan‟ının tenkitli metni ortaya konulmuĢ ve eser bilimsel metotlar çerçevesinde incelenip değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır.

(13)

kiĢiliğinin incelenmesine ayrılmıĢtır.

Hayatı baĢlıklı bölümde, Ģair hakkında kaynaklardaki bilgiler toplanmıĢ ve değerlendirilmiĢ, doğruya yakın sonuçlar elde edilmeye çalıĢılmıĢtır. Hayatının ana çizgilerini oluĢturan bilgiler ayrı ayrı baĢlıklandırılarak sunulmuĢtur. Beyânî Mahlaslı Şairler bölümünde aynı mahlası kullanan Ģairler arasındaki farklılıklar ortaya konulmuĢtur.

Edebî Kişiliği baĢlığı altında, Dil ve Üslup Özellikleri, Kaynakların Şiirini Değerlendirişi, Kendi Şiirini Değerlendirişi ve Bazı Başka Şairlerle Benzerlikler olmak üzere dört ana bakıĢ açısıyla, Ģairin edebî kiĢiliğinin değerlendirilmesine çalıĢılmıĢtır.

ÇalıĢmanın ikinci bölümü Divan‟ın incelenmesine ayrılmıĢtır. Bu bölüm Şekil Özellikleri, Edebî Sanatlar ve Deyimler, Atasözleri ve Kalıplaşmış İfadeler adı altında üç ana baĢlıktan oluĢmaktadır.

Şekil Özellikleri kısmında Nazım Şekilleri ve Türleri; Vezin, Kafiye, Redif ve Ahenk Özellikleri olmak üzere üç ana konu baĢlığı bulunmaktadır. Bu bölümde Ģiirlerin Ģekil yönünün incelenip değerlendirilmesi amaçlanmıĢtır.

Edebî Sanatlar baĢlığı altında belli baĢlı edebî sanatlara örnekler verilmesine gayret edilmiĢtir.

Deyimler, Atasözleri ve Kalıplaşmış İfadeler baĢlığı altında tespit edilebilen atasözü ve deyimlerin dökümü yapılmıĢtır.

Üçüncü bölümde Tenkitli Metin yer almaktadır. Divan‟ın tespit edilebilen tek nüshası olan Ġstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi Ġbnülemin 2556 numarada kayıtlı müellif hattı olma özelliği taĢıyan yazmadan tenkitli metin oluĢturulmuĢ, oluĢturan metin çeviriyazı alfabesiyle gösterilmiĢtir.

Divan içinde yer alan Farsça Ģiirler, yine bu bölümde ayrı bir kısım hâlinde düzenlenmiĢtir.

(14)

I. BÖLÜM

BEYÂNÎ

[ö. 1075/1664-1665]

1. HAYATI

1.1. Mahlası

„Ortaya çıkmak, açık seçik olmak; açıklamak, anlaĢılır hâle getirmek‟

anlamlarına gelen ve belagat ilminin hakikat, mecaz, kinaye, teĢbih, istiare gibi konularını ele alan kısmının da adı olan Arapça beyân kelimesine, nispet +î‟sinin getirilmesiyle oluĢturulan Beyânî mahlası „açık söyleyen, söz söylemekten anlayan, beyan ilminden anlayan‟ anlamlarına gelir.

ġairin niçin bu mahlası seçtiğine veya bu mahlası Ģaire kimin verdiğine dair bir bilgi ve kayda rastlanmamıĢtır.

1.2. Adı

ġairin adı kaynaklarda hiçbir tereddüde yer bırakmayacak Ģekilde Ahmed olarak geçmektedir1. Farsça gazeller içinde yer alan aĢağıdaki beyitte Ģairin kendini, Hazreti Muhammed‟e yazdığı övgü Ģiirleriyle tanınan Hasan bin Sâbit [563-680]‟e benzetmesine dayanarak adının Hasan olabileceğine dair zayıf ihtimal de bu bilgiyle ortadan kalkmıĢ olur:

ٷٴب٠ ٿٌ ڄا ةك٠ ٺبيڃگ پقؾبټ لا څټبيث ٺڃٽٰا ڃج ٺبّىظ ثىجيؾا

ء

G.018/7 [=Ey âlemin Ģahı, Arapların çok güzel söz söyleyenleri içindeki Hasan‟ın yerini bugün Ģair Beyânî almıĢtır.]

Ayrıca Ģairin naat niteliğindeki kasidesinin aĢağıdaki beytinde Ahmed ismini kullanmasını, hem Hazreti Peygamber‟e kendini nispet etmek hem Hazreti

1 Abdülkadir Özcan, Eş-Şekaiku'n-Nu'maniyye ve Zeyilleri: Hadaikü’ş-Şakâik, C. II, s. 294.

Ġsmail Belîğ, Nuĥbetü‟l-Āśār li-Źeyli Zübdeti‟l-Eş‘ār, s. 35; Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, C. I, s.

136.

(15)

Peygamber‟in „Ahmed‟ adıyla aynı kökten gelen ve „livâü‟l-hamd‟ olarak bilinen sancağa sahip olduğunu belirtmek hem de Ģairin kendi adını vurgulamak gayesine bağlamak mümkündür:

Ne keder hevl-i rūz-ı maģĢerden Aģmed-i ŝāģibü‟l-livāmuz var

K.2/26 1.3. Ailesi

Babası Abdurrahman adlı bir kadıdır2. Burnunun iriliği dolayısıyla Enfî lakabıyla anılmıĢtır3. Hayatı hakkında ulaĢılabilen bilgiler, onun [Recep 1020/Eylül 1611]‟de müderris olduğu ve değiĢik medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Trablus-ı ġam kazasından mazul iken [Rebiülevvel 1036/Kasım-Aralık 1626]‟da öldüğü Ģeklindedir4.

Babası Abdurrahman, temiz yaradılıĢlı, sağlam itikatlı olarak nitelendirilir5. Ailesi hakkında herhangi bir baĢka bilgiye rastlanmamıĢtır.

1.4. Doğum Yeri ve Yılı

Beyânî, bugün Afyon iline bağlı bir ilçe, o devirde ise Germiyan vilayetine bağlı bir kasaba olan ġuhut‟ta doğmuĢtur6. Babası da burada doğan Ģairin doğum yılını gösterecek bir bilgiye ise rastlanmaz.

Babası gibi kadılık mesleğini seçen Ģairin bu tercihinden yola çıkılıp medrese tahsili süresinin kiĢiye göre değiĢmesi, daniĢmentlik ve mülazımlık sürelerinin kesinlik göstermemesinden dolayı, geçirdiği eğitim safhaları hesaplanarak Ģairin doğum tarihini kesin olarak tahmin etmek mümkün görünmemektedir. Ancak yine de kabaca bir tahminde bulunulabilir: Mülazımlık müddetinin yaklaĢık olarak yedi yıl7, daniĢmentlik süresinin ortalama üç ila beĢ yıl8 olduğu göz önünde bulundurulduğunda kadılığa baĢlayana kadar geçen sürenin aĢağı yukarı 10-12 yıl olduğu söylenebilir.

2 Özcan, age, C. II, s. 294.

3 KaĢif Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, s. 105; Tuman, Tuhfe-i Nâilî., C. I, s. 136.

4 Özcan, age., C. III, s. 312; Tuman, age., C. I, s. 136.

5 Özcan, age., C. II, s. 294.

6 Özcan, age., C. III, s. 312.

7 Cevat Ġzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, C. I, s. 57.

8 Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı, Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilâtı, s. 14.

(16)

Medreseye baĢlama yaĢının da 12-159 olmasından hareketle Ģairin en az 22 en çok 27 yaĢında medreseyi bitirmiĢ olması gerekir. [ġevval 1038/ Haziran 1629]‟da müderrisliğe baĢladığı10 bilinen Beyânî‟nin doğum tarihinin en geç 1038 – 22 = 1016 [1607], en erken ise 1038 – 27 = 1011 [1602] olduğu ortaya çıkar. Buradan hareketle Ģair, 1600 ile 1610

arasında bir yılda doğmuĢtur demek mümkündür.

1.5. Tahsili ve Mesleği

Ġlmiye sınıfına mensup bir babanın çocuğu olan Ģair, medrese eğitimi görmüĢtür. Beyânî‟nin ilk eğitimini Bursa‟da gördüğünü, daha sonraki eğitim hayatını ise Ġstanbul‟da sürdürdüğünü ancak bunların hangi yıllara karĢılık geldiğinin tam olarak belirlenemediğini söylemek mümkündür.

Bunun dıĢında eğitim hayatına ait bir bilgi elde yoktur. Ancak bilgisi ve faziletiyle tanınan, ilimlerin çoğunda emsalleriyle bir seviyede olduğu kayıtlıdır11. Buradan hareketle ve babasının da bir kadı olduğu düĢünülürse Ģairin iyi bir eğitim aldığı söylenebilir.

Beyânî, medrese eğitiminden sonra müderrislik yapmıĢ, daha sonra ise kadılık rütbesiyle çeĢitli yerleri dolaĢmıĢtır.

Müderrislik yaptığı yerler tarihleriyle birlikte aĢağıdadır12:

[ġevval 1038/ Haziran 1629]‟da medreseden 40 akçe ile mazul olup Husrev PaĢa imamı Habib Efendi yerine Tûtî Latif Medresesi‟nde,

[Zilkâde 1040/Haziran 1631]‟de Perlepelizâde Ahmed Efendi yerine BeĢiktaĢ Sinan PaĢa Medresesi‟nde,

[Rebiülevvel 1042/Eylül 1632]‟de Osmanzâde Mehmed Efendi yerine Dâvud PaĢa Medresesi‟nde,

[Zilhicce 1042/ Ekim 1632]‟de Hamdî Mehmed Efendi yerine Hâdım Hüseyin PaĢa Medresesi‟nde,

[ġaban 1045/Ocak 1636]‟da Süleyman Efendi yerine Murad PaĢa-yı Atik Medresesi‟nde,

9 Ġzgi, age., C. I, s. 51.

10 Özcan, age., C. III, s. 313.

11 Özcan, age., C. III, s. 313.

12 Özcan, age., C. III, s. 313.

(17)

[Muharrem 1049/Mayıs 1640]‟ta Beyâzî Hasan Efendi yerine Sahn Medreseleri‟nin birinde,

[ġevval 1049/ġubat 1640]‟ta Piyade Mehmed Efendi yerine Bursa‟da Gazi Hüdavendigar Medresesi‟nde,

[Cemaziyelevvel 1050/Ağustos 1640]‟ta Sadreddinzâde Feyzullah Efendi yerine Mahmud PaĢa Medresesi‟nde,

[Safer 1054/Nisan 1644]‟te ġeyhîzâde ġerif Mehmed Efendi yerine Hâsekî Sultan Medresesi‟nde,

[Rebiülahir 1056/Mayıs 1646]‟da Takîyeddin Efendi yerine Ayasofya-yı Kadim Medresesi‟nde.

Ancak Ģair tarafından Divan‟ın bir yerindeki gazeller için “Bu faķír biñ ķırķ sekiz rebí„u‟l-evvelinde maģrūse-i Brūsa′da merģūm ve maġfūrun lehu Ġāzí Ĥudāvendigār müderrisi olduġumuzda eśnā-yı ġamda denilen ġazellerdür.”13 denildiğine göre [Rebiülevvel 1048/Temmuz 1638]‟de Ģair Bursa‟da müderris olmalıdır.

Bu bakımdan Ģairin Sahn Medreseleri ve Gazi Hüdavendigar Medresesi‟nde müderrislik yaptığı tarihlerde düzeltme yapmak veya en azından adı geçen yerlerdeki görevinin yukarıdaki tarihten önce olduğunu belirtmek gerekmektedir.

ġairin kadılık yaptığı yerler ise tarihleriyle birlikte Ģunlardır14:

[ġaban 1057/Eylül 1647-Zilhicce1057/Ocak 1648] arasında Musa Efendi yerine YeniĢehir‟de,

[Cemaziyelevvel 1058/Haziran 1648-Recep 1058/Ağustos 1648] arasında Sarı Alizâde Mehmed Efendi yerine Bursa‟da,

[ġaban 1059/Ağustos 1649 -Recep 1060/Temmuz 1650] arasında Ürke Mustafa Efendi yerine Ebu Eyyup El-Ensârî‟de,

[Ramazan 1062/Ağustos 1652-ġevval 1063/Ekim 1653] arasında Bostanzâde Abdülkerim Efendi yerine Üsküdar‟da.

1653‟te Üsküdar‟dan mazul olan Beyânî‟ye [Zilkâde 1066/Eylül 1656]‟da Birgi kazası arpalık olarak verilmiĢtir. [ġevval 1070/Haziran 1660]‟ta kendisinden bu arpalık alınıp yerine Tatarbazarcığı kazası arpalık olarak verilmiĢtir.

13 Beyânî, Divan, 104b.

14 Özcan, age., C. III, s. 313.

(18)

1.6. Ölümü

Beyânî, [1075/1664 veya 1665] tarihinde15 Ġstanbul‟da ölmüĢ ve Edirnekapısı dıĢında bir yere gömülmüĢtür. Ortalama olarak altmıĢ yaĢını doldurmuĢ olan Ģairin ölüm sebebi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi ya da ipucuna rastlanmamaktadır.

1.7. Hayatı ve KiĢiliğine Dair Ġzler

Beyânî hakkında bilgi veren kaynaklar nicelik itibariyle çok azdır. Bu bilgi azlığı içerisinde ayrıca onun edebî kiĢiliğine dair bilgi bulmak ise oldukça zordur. Bu kaynaklardan biri olan Şakâik-i Nu‟mâniyye zeyillerinden Zeyl-i Atâyî‟de ġeyhî Mehmed Efendi Ģairin biyografisini verdikten sonra onun kiĢiliği ve Ģiiri ile ilgili Ģunları kaydeder:

“Mevlānā-yı merķūm „ilm ü fażl-ile mevsūm, ekśer-i fünūn-ı nāfi„ada müşā- rik-i emśāl, şi„r ve inşāda vaŝašu‟l-ģāl, pìr-i ŝāliģ, sa„ādetmend-i müfliģ, dervìş- nihād, pāk-i„tiķād, merd-i ķāni„, edìb-i mütevāżı„ idi.”16

Buna göre Beyânî‟nin bilgi ve fazileti kiĢiliğinde barındıran bir âlim olduğu söylenebilir. Ġlimlerin çoğunda emsalleriyle eĢit seviyede olması, bize onun önde gelen bir âlim olmadığı bilgisini vermektedir. TeĢrîfâtü‟Ģ-ġu„arâ17‟da ise fahru‟l-

„ulemâ kaydının dıĢında bu konuda herhangi bir bilgi yer almaz. Zaten baĢka kaynaklarda bahsinin çok az geçmesi de buna delil olarak gösterilebilir.

ġiir ve düzyazıda ortalama bir seviyeye sahip olduğu bilgisinden hareketle onun hem Ģiir alanında hem de nesirde eser verdiği söylenebilir. Ancak nesir türünde herhangi bir eserine rastlanmamıĢ olması dolayısıyla bu alandaki kiĢiliğine dair bir yoruma gidilememiĢtir. ġiirde ise Türkçe ve Farsça Ģiirlerden müteĢekkil olan ve elde bulunan yegâne eseri Divan‟ından baĢka bir eserine tesadüf edilememiĢtir. Zaten kaynaklarda da buna dair bir bilgi yer almamaktadır. Yalnızca Ģairin divanını tertip ettiği yönündeki bilgi18, mürettep bir divanının olduğunu göstermektedir.

15 Özcan, age., C. III, s. 313. Ġsmail Belîğ, age., s. 35, Tuman, age., C. I, s. 136

16 Özcan, age., C. III, s. 313.

17 Yılmaz, age., s. 105.

18 Ġsmail Belîğ, age., s. 35.

(19)

Dindar bir kimse, selamet sahibi bahtiyar bir insan, derviĢ tabiatlı, itikadı sağlam, kanaatkar bir kiĢi olduğu yukarıda zikredilmiĢtir. Bundan baĢka mütevazı bir edip olduğu da söylenmiĢtir.

Beyânî‟nin hayır eserlerinin bulunduğu, bunlardan birinin Tevkîî Cafer Çelebi Mescidi‟ni camiye çevirmek19 olduğu kaynaklarda yazılıdır.

Güftî, Ģairden Enfî Ahmed Efendi olarak bahseder. Ona ayırdığı bölümde pek çok beyitle bu durumu alaya alır.

Bu değerlendirmelerin dıĢında kaynaklarda, daha fazla bilgiye rastlanmamaktadır.

Mütevazı oluĢuna dair yukarıdaki hükme Ģiirlerinden de varılabilir. Bunun dıĢında Divan‟da yer alan bir nottan onun Bursa‟da müderris iken yazmıĢ olduğu gazellerinin bulunduğu ve bunların “esnâ-yı gamda” yazılmıĢ olduklarını kaydettiği öğrenilmektedir. ġair, gamlı bir ruh hâlini özellikle belirtmek ihtiyacı mı hissetmiĢtir, yoksa bu sıradan bir bilgi notu mudur, kesin bir Ģey söylemek mümkün görünmemektedir.

Eserinden hareketle bir Ģairin hayatı ve Ģahsiyeti hakkında birtakım bilgilere ulaĢmak ve bu bilgilerden kesin sonuçlar çıkarmak güçtür. Ancak buna rağmen bazı beyitlerde, hayatı ve kiĢiliği hakkında bazı bilgi kırıntıları bulunmaktadır. Bu ipuçlarına dayanarak birtakım sonuçlara varılmaya çalıĢılmıĢtır. UlaĢılan sonuçlar kesinlik göstermez. Bu yüzden Ģüpheyle karĢılanmalıdır.

Beyânî‟nin herhangi bir hamisi olup olmadığına karar vermek güçtür. Eldeki Ģiirlerine bakılınca saltanatına Ģahit olduğu Osmanlı padiĢahlarından yalnız Sultan Ġbrahim [saltanatı: 1640-1648]‟e kaside yazdığı görülür. Genel olarak Divan‟daki kasidelerde bir baĢlık olmamasına rağmen içeriklerinden yola çıkılarak 3 ve 4.

kasidelerin Sultan Ġbrahim için yazıldığı anlaĢılır. Bu kasidelerden:

Ķušb-ı çarĥ-ı „aţamet Ģażret-i Ĥān Ġbrāhím Ki Ģükūhına selāšín edemezler taķlíd

K.3/29 beytini içeren 3.sünün:

19 Özcan, age., C. III, s. 313; Ayvansarayî Hüseyin Efendi, vd., Hadîkatü’l-Cevâmi‘, s. 67.

(20)

Taĥt müĢtāķ idi teĢríf-i cülūsına anuñ Erdi maķŝūda nesím-i emeli oldı vezíd

K.3/04 beytinden hareketle sultanın tahta geçiĢi üzerine yazılmıĢ olduğu ve 1640 yılında kaleme alınmıĢ olması gerektiği sonucuna ulaĢılır.

Sultan Ġbrahim için yazılan ve Divan‟da 4. sırada yer alan kaside de herhangi bir baĢlık taĢımaz. Övülenin isminin yer aldığı aĢağıdaki beyitten bu kasidenin de aynı sultana yazıldığı görülür.

Ser-i Ģāhān-ı cihān Ģażret-i Ĥān Ġbrāhím Ki odur salšanat-ārāy u Süleymān-ģušuvāt

K.4/18 Yukarıda sözü edilen diğer kasidenin padiĢahın cülusu üzerine yazıldığı göz önüne alındığında bu kasidenin daha sonra yazılmıĢ olması gerekir. Bununla birlikte Ģairin Sultan Ġbrahim‟le bir münasebet kurduğuna dair bir ipucu da elde yoktur.

Divan‟da “Ģālā ġeyĥü‟l-islām Ebū Sa„íd Efendi hażretlerine verilmiĢdür.”

notuyla yer alan 5. kasidede övülen kimse belliyken, 6 ve 7. kasidelerin memduhun kim ya da kimler olduğu açık değildir. Ancak bu kasidelerin de aynı kiĢi için yazılmıĢ olmalarının:

Ya„ní ol mesned-niĢín-i ŝadr-ı fetvā kim anuñ ReĢģa-i fażlıyladur neĢv ü nemā-yı [nev-bahār]

K.6/16

Ġarażı bu ki gele Ģażret-i ġeyĥü‟l-islām DöĢeye reh-güźerine gül-i bí-ĥārı [ŝabā]

K.7/08 beyitlerinde geçen “mesned-niĢín-i ŝadr-ı fetvā” ve “Ģażret-i ġeyĥü‟l-islām”

ifadelerine dayandırılması mümkün görünmektedir.

Ayrıca bu kasidelerin gazele beyitler ilave edilmek suretiyle yazıldıkları (5.

kasidede mahlas 9. beyitte, 6. kasidede 12. beyitte ve 7. kasidede 7. beyitte yer almaktadır.), kaside kasdıyla yazılanların 1, 2, 3, 4, 8 ve 9. kasideler oldukları belirtilmeli; bunlardan ilk kasidenin münacat, ikincisinin naat olduğu da düĢünülürse Ģairin kaside sahasında pek kalem oynatmadığı söylenmelidir.

(21)

Beyânî‟nin kasideleri içinde yardım beklediğini belirttiği beyitler Vezir Mehmed PaĢa‟ya sunulmuĢ olan kasidede geçmektedir:

Dergehi dārü‟Ģ-Ģifā mürdeler iģyā eder ġerbet-i lušfın umarlar ķamu bímārlar

K.8/16 Cā‟ize-baĥĢ-ı ekābirdür o kān-ı kerem

Sā‟il-i keffi anuñ baģr-ı güher-bārlar

K.8/17 ġairin bu isteğine karĢılık alıp almadığı da meçhuldür. Ancak:

Ber-murād etdüñ beni lušf-ı firāvān eyledüñ Bí-ser ü sāmān-iken maģsūd-ı aķrān eyledüñ

G.447/01 beytiyle baĢlayan gazelin böylesi bir isteğe ulaĢılması neticesinde yazılmıĢ olma ihtimali gözden ırak tutulmamalıdır. Kime teĢekkür edildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmamasına rağmen aynı gazelin:

Bāġ-ı „adlüñde ŝalınsa naĥl-i iķbālüm n‟ola Ĥāk-ile yeksān iken serv-i ĥırāmān [eyledüñ]

G.447/04 Ben nice etmem Beyāní-veĢ du„ā-i devletüñ

Necm-i iķbālüm Sühā-y-iken dıraĥĢān eyledüñ

G.447/10 beyitlerinde geçen adalet ve devlet gibi kelimeler sayesinde Ģairin bir devlet büyüğüne teĢekkür ettiği kanaatine ulaĢılabilir. Yine de muhatabın kimliğini belirlemek mümkün görünmemektedir.

Ŝanmañ çiçek çıķardı o destūr-ı kām-kār Naĥl-i vücūd-ı nāzüki oldı Ģükūfe-dār

G.095/1 beytiyle baĢlayan 095. gazelin sayfa baĢına düĢülen Vezir SiyavuĢ PaĢa

[ö.1066/1656]‟nın çiçek çıkarması üzerine söylenmiĢ olduğu notuna bakılırsa Beyânî‟nin adı geçen vezir ile de münasebetinin olduğu ortaya çıkar. Ancak bu gazelde Ģair herhangi bir beklentisini belirtmediği ve Divan‟ın baĢka bir yerinde de

(22)

SiyavuĢ PaĢa‟ya dair herhangi bir bilgi yer almadığı için Beyânî ile PaĢa arasındaki ilgi belirlenememektedir.

Divan‟da teĢekkürname diye nitelenebilecek ve yukarıda bahsi geçen 447.

gazelde söylediklerinden baĢka Ģairin maddî manada Ģikayetçi olduğu görülmez.

Kaside sayısının azlığı da düĢünülürse Beyânî‟nin himaye bekleyen bir tutum içerisinde olmadığı söylenebilir. Bunlarla birlikte Ģairle ilgili kaydedilen bir hikâyede20, ġeyhülislam Yahya‟dan hariçte bir medreseye tayin olmayı isteyen, bunu birkaç kez tekrarlayan Ģairin bu ısrarcılığından ġeyhülislam Yahya‟nın rahatsız olduğu ve Ģu kıtayı yazdığı anlatılmaktadır:

Burnuñla Beyānì bizi n′içün ķaķalarsın Ĥāricde olur dāĥili daĥı yaķalarsın

Ayaķda ķalur mı ne sanur sencileyin merd Bir silsilede ŝaģn daĥi mül„aķalarsın21

Bu mısraların yazılmasına sebep olan Ģairin söz konusu dileği [1038/1629]‟da gerçekleĢtiğine göre buradaki tavrının bütün Ģiirlerine ve hayatına mal edilmemesi doğru olacaktır.

1.8. Beyânî Mahlaslı ġairler

Aynı mahlası kullanan Ģairler arasındaki ayırım elden geldiği kadarıyla belirlenmeğe çalıĢılmıĢtır.

Bu çalıĢmaya konu olan Beyânî de dahil olmak üzere aynı mahlası kullanan dokuz Ģair tespit edilmiĢtir. Bunlar hakkında kısaca bilgi verilecektir:

1. BEYÂNÎ: Bu çalıĢmaya konu edilen Ģairdir. Ġlgili bölümlerde hakkında bilgi verilmiĢtir.

2. BEYÂNÎ: Asıl adı Mustafa‟dır. Cârullâhzâde lakabıyla tanınmıĢtır. Tezkire yazarı olması sebebiyle Beyânî mahlasıyla Ģiir söylemiĢ olanların en tanınmıĢı budur.

ÂĢık Çelebi ve Riyâzî onun Niğbolu‟da doğduğunu söyler. Kaynakların çoğunda Rusçuklu olarak geçer. Kestel Medresesi‟nda müderrislik, Havran‟da kadılık yapmıĢtır. Hacca gittikten sonra mesleğini bırakmıĢ ve Sofiler Tekkesi Ģeyhi Ekmel

20 ġeyhî Mehmed Efendi, age., C. III, s. 313.

21 Kavruk, Şeyhülislam Yahya Divanı, s. 509.

(23)

Efendi‟ye bağlanarak sufilik yoluna girmiĢtir. ġeyhinin halifesi olarak Gelibolu‟daki zaviyelerinden birine gitmiĢ, Ģeyhinin vefatı üzerine ise [985/1577-78]‟de onun yerine geçmiĢtir. Arapça ve Türkçe Ģiirleri vardır. Tarikata intisap ettikten sonra tasavvufî Ģiirle iĢtigal etmiĢtir.

Onun salim bir zihin, latif bir akıl ve fikre sahip bulunduğunu belirten ÂĢık Çelebi ilim yönünden kuvvetli, ahlak bakımından üstün olduğunu belirtir ve akranlarından önde geldiğini söyler.

Edebî alanda daha çok tezkire yazarlığı ile tanınmıĢtır. [1006/1598]‟de ölmüĢtür. “ġeyh Beyânî eyvâh” cümlesi vefatına tarih olarak söylenmiĢtir.

ġiirlerinden örnekler:

Ömrüñ bu ser„iyyet-ile ki her ān gelür geçer Seyl-i revāndur ki Ģitābān gelür geçer Gel geç libās-ı ašlas-ı Ģāhìden ey göñül Cūy-ı fenāyı ĥalķ çü „uryān gelür geçer

(ÂĢık Çelebi, Hasan Çelebi, Nail Tuman)

„UĢĢāķa zaĥm-ı tìġ-ı semdür elem viren Ammā ki rìĢ-i nāvek-i müjgān gelür geçer

(ÂĢık Çelebi, Hasan Çelebi) Ķıldı çü gìsūvānını ānān bölük bölük

„UĢĢāķ ĥaylin eyledi hicrān bölük bölük

(ÂĢık Çelebi, Hasan Çelebi)

„AĢķ oldı dil vilāyetini gönderüp nefer Gam leĢkerini ol Ģeh-i ĥūbān bölük bölük

(ÂĢık Çelebi) Nigārā dürd-i derdüñ cām-ı la„lüñ baña kāfìdür

ġarāb-ı nāb-ı cām-ı pür-ŝafā yārānuñ olsun hep

(ÂĢık Çelebi) ŠolaĢmaķdan leb-i mey-gūnuña peymāneler dönsün UlaĢmaķdan çerāġ-ı ģüsnüñe pervāneler dönsün Gül-ile gülĢen-i añdurma sāķì gel getür cāmı Güle peymāne dönsün gülĢene mey-ĥāneler dönsün

(24)

Ben öldükde ġam-ı ĥālüñle cānā eĢk-i çeĢmümden Šolanup çevre yanum sübģa-i ŝad-dāneler dönsün

(ÂĢık Çelebi) Ĥam-ı ebrūña zülfüñ gūĢesinden ter düĢer çeĢmüñ

Meh-i nevden ĥayāl añlar bulutdan nem ķapar çeĢmüñ (ÂĢık Çelebi) Ne ķadar ķaŝr-ı bülend olsa irer āh u fiġān

Ŝanma kim sūz-ı dile hā‟il olur kevn ü mekān

(Nail Tuman) Aldılar aķlum perì-rūlar perìĢān itdiler

Yirine gelmez meger cem„iyyet-i ĥūbān ola

(Nail Tuman) 3. BEYÂNÎ: Yanbolu‟da doğmuĢtur. ġeyh Kemaloğlu lakabıyla tanınmıĢtır.

ÂĢık Çelebi onun tabiatında nazım ve nesre kabiliyet bulunduğunu fakat ömrünün vefa etmediğini söyler. Eğer fırsat bulsaydı çok farklı Ģiirler, acayip manalar ortaya koyacağını beliritir. ÂĢık Çelebi, onun Ģiirle uğraĢmasına rağmen nesrinin Ģiirine üstün olduğunu da söyler. [970/1552]‟de genç yaĢta Kanuni döneminde vefat etmiĢtir.

ġiirlerinden örnekler:

Pāyına n′ola iriĢmezse nücūm-ı eĢküm Māh seyrinde ider ġāyetle isti„cāl Ġy yüzi mihr-i dıraĥĢān geçe meh ü sāl Gelmeye devrük ķaĢuñ gibi senüñ iki hilāl

(Hasan Çelebi, Nail Tuman, Sicill-i Osmânî)

Ġy yüzi mihr-i dıraĥĢān geçe meh ü sāl Gelmeye devrük ķaĢuñ gibi senüñ iki hilāl Mün„akis oldı derūnında dil-i sūĥtegān Ŝanma āyìne-i ruĥsār-ı nigārı pür-ĥalāl Pāyına n′ola iriĢmezse nücūm-ı eĢküm Māh seyrinde ider ġāyetle isti„cāl

(25)

Tek naŝìb ola na„lçeñ izin öpmek bir kez Olsun iy māh yirüm olur-ısa ŝaff-ı ni„āl

(ÂĢık Çelebi)

4. BEYÂNÎ: Kastamonuludur. Katiplik yapmıĢtır. Genç yaĢında ilim ve irfan sahibi olmuĢ, hat sanatında da ustalık göstermiĢtir. Latîfî güzel tabirleri olduğunu, sözünde zarafet bulunduğunu ve her sözde sanat yaptığını, cinas ve ihamsız kelime etmediğini söyler. Ahlakının güzel olduğunu, muhataplarına nezaketle karĢılık verdiğini söyleyen Latîfî, onun sakin, sabırlı, öfkelenmeyen bir yapısının olduğunu belirtir. ġakalaĢma sırasında dahi dostlarını incitmeyen Beyânî; iham ve kinayeli sözlerden kaçınırdı.

Ķıš’a

Gereklü ādeme ĥulķ u edebdür Ki evlādur dilā māl u nesebden Lašìf olsa lašìfe ĥoĢdur ammā Velākin ĥāric olmaya edebden

(Latîfî, Nail Tuman) Gün ruĥlaruñ görelden mihr uġradı zevāle

Ebrūlaruñ ġamından döndi ķamer hilāle

(Latîfî) Didüm yoluñda cān virsem hey āfet

Geçer mi minnete didi ne minnet

(Latîfî) Gel kūy-ı nigāra varalum uy baña ŝōfì

Dünyāda saña göstereyin bāġ-ı cinānı

(Latîfî, Nail Tuman) Raķìb-i kelbi gör kim ĥvān-ı vaŝlın

Yavuz it gibi ne yir ne yidürür

(Latîfî, Nail Tuman) 5. BEYÂNÎ: Sinop‟ta doğmuĢtur. III. Murad [saltanatı: 1574-1595] dönemi Ģairlerindendir. Hicivleri ile tanınmıĢtır.

(26)

6. BEYÂNÎ: Asıl adı Hasan‟dır. Edirne‟de doğmuĢtur. Ġmaretten ayrılarak tımar ile uğraĢtı. Kanuni Sultan Süleyman [saltanatı: 1520-1566] devri Ģairlerindendir. Kaynaklar onun orta hâlli bir Ģair olduğunu yazar.

7. BEYÂNÎ: Asıl adı Seydî Çelebi‟dir. Bağdat‟ta doğdu. Beyânîzâde diye tanındığından bu mahlası aldı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Efdal-i Isfahânî‟nin yanına gitmiĢ ve talebesi olmuĢtur. Sonra Anadolu‟ya gelip Sultan Murad‟a çavuĢ oldu.

Zaĥm-ı sìnem içre ĥūn-ālūd peykānı görüñ Ġonça aġzın seyr idüñ gül-berg-i ĥandānı görüñ

(Nail Tuman) Kūyına seyl-āb-ı eĢk-ile iletse ŝu beni

Ġy ecel lušf eyle kim görmeye ol bed-ĥū beni Gāh meyl-i bāde gāhì raġbet-i zühd ü ŝalāģ Ġy Beyānì sūdsuz sevdā çeker her sū beni

(Nail Tuman) 8. BEYÂNÎ: Asıl adı Mehmed‟dir. Sahn müderrislerinden olup bilgisi yanında Ģiir ve inĢasıyla da tanınmıĢtır.

Mašla„-ı mihr olmayaydı ger girìbānuñ senüñ Baķıcaķ gözler ķamaĢdurmazdı gerdānuñ senüñ

(Nail Tuman) 9. BEYÂNÎ: Asıl adı Mehmed‟dir. Edirne‟de dünyaya gelmiĢtir. Sipahidir. On altıncı asır Ģairlerindendir. ÂĢık Çelebi ile Sicill-i Osmânî‟de mahlası Peykî olarak yazılmıĢtır.

Ne lāzım meclis-i muġānuñ Ģem„-i kāfūrı Çerāġ-ı çeĢm-i rūĢendür getürsün cām-ı faġfūrı Maģabbet Ģāh-bāzınuñ Ģikārıdur benim baĢum Anuñ ser-pençesinden görinür minķārıdur ķaĢum

(Nail Tuman)

(27)

2. EDEBÎ KĠġĠLĠĞĠ

2.1. Dil ve Üslup Özellikleri

ġairin dil konusundaki tutumu öteki divan Ģairlerinden farklı değildir. Divan Ģiirinin sahip olduğu ve aynı kültür dairesinin dilleri olan Türkçe, Arapça ve Farsça, Türkçe ana temeli üzerinde Divan‟da yer almıĢtır.

ġair Farsça tamlamaları yeri geldikçe dört tamlayan unsuruyla birlikte kullanmaktan çekinmemiĢtir. Ancak bu durum, divanda yer alan Ģiir sayısının çokluğu da göz önünde bulundurulduğunda belirli bazı örneklerle sınırlıdır denebilir.

Tespit edilen ve tamlayan unsuru dört ve dörtten fazla kelimeden oluĢan tamlamalar Ģunlardır:

Giriftār-ı kemend-i šurra-i yār-ı gül-endāmuz Esír-i ķayd-ı bend-i kāfir-i zülf-i siyeh-fāmuz

G.327/1 Ey pír-i muġān meĢ„al-i cām-ı zeri yandur

Güm-rāh-ı belā-yı şeb-i tārík-i ġumūmuz

G.329/2 Mest-i cām-ı la„l-i nāb-ı dilber-i gül-çihreyüz

Ĥašš-ı nev-ĥízin görüp ģayrān-ı esrār olmazuz

G.346/3 Lāyıķ-ı tāc-ı ser-i şāh-ı suĥan olsa n′ola

Kān-ı efkār içre bir pākíze gevherdür ĥayāl

G.472/2 Daġ-ı ĥūn-ālūd-ıla zeyn eyledüm bāzūlarum

Şāĥ-ı gül-ĥíz-i dıraĥt-ı gülsitān-ı „ālemem

G.519/4 Ĥadeng-i ġamze-i ser-mest-i dildāra niĢān oldum

Zaĥım-dār-ı ser-i nevk-i ĥadeng-i cān-sitān oldum

G.533/1

(28)

Bir gerd-i nesím-āver-i ĥāk-i reh-i „aşķam Ref„ etme beni gūĢe-i dāmānuña düĢdüm

G.545/4 Ţulmet-kede eyler bu cihānı büridükçe

Dūd-ı siyeh-i āh-ı dil-i şāl-miśālüm

G.550/4 Lāyıķ-ı gūş-ı ķabūl-i šab„-ı şūĥum olmaġa

ReĢk-sāz-ı gevherí bir dürr-i Ģehvār isterin

G.609/5 NeĢ‟e-dār etmez Beyāní sāġar-ı ŝahbā beni

Mest-i cām-ı bāde-i bezm-i elest olsam derin

G.611/7 Derd-i āh-ı şerer-ālūd-ı dil-i zārumla

Bāmını çarĥ-ı eśírüñ Ģereristān edeyin

G.618/6 Sāģil-i deryā-yı šūfān-ĥíz-i „aşķ-ı dilbere

ĀĢinā-yı baģr-ı zeĥĥār olmayanlar gelmesün

G.633/5 Mükemmel ola derseñ raĥtı Ģāhā eĢheb-i ģüsnüñ

Gül-i daġ-ı dil-i erbāb-ı „aşķı síne-bend eyle

G.716/4 Süllem-i ķaŝr-ı viŝālüñe „urūc eylemege

Fetģ-i bāb-ı ģarem-i bāġ-ı ümíd olmaz mı

G.770/4 Beyânî‟nin kafiye konusunda kusursuza yakın bir tercihler bütününü yakaladığı söylenebilir. Bu hususun istisnası sayılabilecek tek Ģiir 063. Türkçe gazeldir. BeĢ beyitlik bu gazelde Ģair teferrüc, künc // ..., temevvüc // ..., lücc // ..., gunc // ..., hurc kelimeleriyle Ģiirin kafiyesini oluĢturmuĢtur.

ġair, benzer ifadeleri farklı Ģiirlerde zaman zaman kullanmaktadır. Bir Ģiirin muhtelif yerlerindeki iki mısra baĢka bir gazelde yine muhtelif yerde geçmektedir.

Tekrar eden birinci mısra:

(29)

Gülistān-ı cemālüñ sünbüli zülf-i mušarrādur Dehānuñ ġonça-i ter ruĥlaruñ gül-berg-i ra„nādur

G.171/1 Nihāl-i ķāmetüñ serv ü ruĥuñ gül-berg-i ra„nādur

Gülistān-ı cemālüñ sünbüli zülf-i mušarrādur

G.175/1 beyitlerinde görülmektedir. Tekrar eden ikinci mısra ise aynı Ģiirlerin aĢağıdaki beyitlerinde yer almaktadır:

Begüm menĢūr-ı ĥaššuñla cihānı eyledüñ tesĥír Berāt-ı ģüsnüñe ebrūlaruñ šuġrā-yı ġarrādur

G.175/4 N′ola nāfiź olursa ģükm-i Ģāhí kiĢver-i dilde

Berāt-ı ģüsnüñe ebrūlaruñ šuġrā-yı ġarrādur

G.171/3 Aynı mısraın bir baĢka Ģiirde de kullanıldığına bir diğer örnek ise 330 ve 339.

gazellerdedir:

Yek-fen degülüz cāmi„-i eştāt-ı „ulūmuz Tedķíķ-ı mebāģiś ederüz seyyid-i Rūmuz

G.330/1 Taģrír-i mebāģiś ederüz sözde Beyāní

Yek-fen degülüz cāmi„-i eştāt-ı fünūnuz

G.339/5 Matla beytinde yer alan bir mısraın Ģiirin baĢka bir beytinde tekrarlanması yoluyla oluĢan redd-i matla ile dört yerde karĢılaĢılmaktadır. Söz konusu gazellerin hepsi mükerrer gazeldir.Bunlardan birincisi 103. Türkçe gazeldedir:

Ezel bezminde pírān-ı melāmetden el almışlar Melāmíler vücūdı zevraķın „ummāna ŝalmıĢlar

G.103/1 Beyāní n′ola mest-i bāde-i vaģdet ola rindān

Ezel bezminde pírān-ı melāmetden el almışlar

G.103/5 Ġkinci örnek ise 186. gazelde görülmektedir:

(30)

Nev-bahār oldı bu demler „íş ü nūş eyyāmıdur ġimdi deryālar gibi cūĢ u ĥurūĢ eyyāmıdur

G.186/1 Bezmi tertíb et Beyāní gūĢe-i gülzārda

Nev-bahār oldı bu demler „íş ü nūş eyyāmıdur

G.186/5 Redd-i matlanın görüldüğü bir diğer örnek Ģu beyitlerdedir:

Vücūdum naĥli bāġ-ı ibtilāda şāĥlar ŝalmış

ŜararmıĢ bergi ber vermez bahārın berd-i ġam çalmıĢ G.381/1 Beyāní n′ola olsa sāye-endāz-ı zemín-i ġam

Vücūdum naĥli bāġ-ı ibtilāda şāĥlar ŝalmış

G.381/5 Bu durumun son örneği ile 406. gazelde karĢılaĢılmaktadır.

„Aşķuñı ehl-i dil bilür kendüye māye-i şeref Cevr ü cefālaruñ n′ola eylese vāye-i Ģeref

G.406/1 Lušfını „āĢıķ olmanuñ bilse Beyāní-veĢ n′ola

„Aşķuñı ehl-i dil bilür kendüye māye-i şeref

G.406/5 Aynı mısraın biri diğerinden farklı manalar üzerine kurulmuĢ iki beyitte baĢarılı bir Ģekilde kullanıldığı, bu mısra tekrarlarının Ģiirin ana yapısını oluĢturan ve baĢta ve sonda kullanılmak suretiyle Ģiiri saran bir kabuk gibi düĢünüldüğü söylenebilir. Böylelikle Ģair gazelini temellendirdiği hayal yahut fikri ön plana çıkarmıĢ olmaktadır.

Beyânî‟nin genel itibariyle sahip olduğu akıcı üslubu, yer yer bir Ģiirin bütününde görülebilmektedir. Ġstifham ile örülmüĢ olan aĢağıdaki 061. Türkçe gazelde Ģair, sevdiğine dert yanmakta ve ondan umduklarına ulaĢamamanın verdiği hayal kırıklığını beĢ beyitle dile getirmektedir.

Beni dil-ĥasta-i cevr ü cefā etdüñ nedür bā„iś HemíĢe maţhar-ı derd ü „anā etdüñ nedür bā„iś

G.061/1

(31)

beytiyle baĢlayan bu gazelde Ģair akıcılığı yakalamak için imalelerden de yararlanmıĢ, ayrıca çoklu Farsça tamlamaları tercih etmeyerek daha çok Türkçe ifade ve tamlamalarla maksadını dile getirme yoluna gitmiĢtir:

Yoluñda ĥāk-i pāyuñ olmaġa sa„y etdüm olmadı Bu deñli ģāŝıl-ı sa„yüm hebā etdüñ nedür bā„iś

G.061/2 Ģeklindeki beyitte ya da:

Ne cürm etdüm ki her dem maţhar-ı cevr ü sitem oldum Raķíb-i rū-siyāha çoķ vefā etdüñ nedür bā„iś

G.061/3 beytinde bu durum rahatlıkla görülebilmektedir.

AĢağıdaki beyitte ise hiçbir Arapça veya Farsça tamlama yer almamaktadır:

Sezā-vār eyledüñ küllí vefā vü lušfa aġyārı Baña cüz‟í naţarla iktifā etdüñ nedür bā„iś

G.061/4 Makta beytiyle de maĢukuna olan kırgınlığını ya da umduğunu bulamamanın ĢaĢkınlığını ifade eden Ģair baĢından sonuna dek bu hâli anlattığı Ģiirini aynı Ģekilde sona erdirir:

Beyāní sāģil-i ġamda ķala bígāne-i „aĢķı Ne ĥoĢ deryā-yı ģüsne āĢinā etdüñ nedür bā„iś

G.061/5 SöyleyiĢteki benzer rahatlık ve akıcılığın Divan‟da pek çok Ģiirde görülmesi mümkündür. Yukarıdaki gazelde sevdiğinin tutumundan yakınan, onun davranıĢlarını anlamaya çalıĢan Ģairin bezgin bir ruh hâline girdiği ve maĢukundan vazgeçtiği görülmektedir. Ancak burada sevgiliye iğneleyici bir sitem de söz konusudur:

Ġayr-ıla ey ġonça-fem yār olduġuñdan baña ne Gül gibi hem-ŝoģbet-i ĥār olduġuñdan baña ne

G.727/1 Kendini bir bülbül yerine koyan âĢığın gonca ağızlı diye nitelendirdiği sevgilisinin tıpkı bir gül gibi dikenlerle sohbet arkadaĢı olmasına aldırmadığını belirttiği bu beyitten sonra Ģairin biraz kızgınlıkla ona âĢık olmadığını bile dile getirdiği görülmektedir:

(32)

Saña „āĢıķ olmadum ġayret çekem ey māh-rū ġeb-çerāġ-ı bezm-i aġyār olduġuñdan baña ne

G.727/2 Fakat âĢık dolayısıyla Ģair, büyücü diye tavsif ettiği sevgilisinin birtakım insanları kendisine bağlamasını ise bir bölük hayvanı meftun etmek Ģeklinde nitelendirerek bir önceki beyitte kendisine âĢık olmadığını belirttiği sevgilisini eleĢtirmekten de geri durmaz:

Šutalum siģr eyleyüp eĢĥāŝı meftūn eyledüñ Bir bölük ģayvāna seģģār olduġuñdan baña ne

G.727/3 Aynı ruh hâli bir sonraki beyitte de devam eder:

Günde biñ cevr eyleseñ rencíde-ĥāšır olmazam Ber-šaraf ülfet sitem-kār olduġuñdan baña ne

G.727/4 Son beyitte ise Ģair meseleye bu sefer sevdiği kiĢi açısından bakar. Bu kez sevgili, âĢığı baĢka bir gül ile görmüĢtür ve bu durum gücüne gitmiĢtir. Ancak yine de yüksek perdeden davranma tutumunu bir kenara koymaz, Beyânî‟nin bir baĢka güle bülbül kesilmesinin umrunda olmadığını Ģiirin redifini teĢkil eden bana ne ifadesiyle belirtir:

Ġayretinden gördi bir gülle dedi ol gül-„iźār Ey Beyāní bülbül-i zār olduġuñdan baña ne

G.727/5 SöyleyiĢteki rahatlığa 830. gazelde de açık bir biçimde rastlanmaktadır. Önce aĢkın yakıcılığının herkesçe bilinemeyeceğini belirten Ģair, sevgiliden ayrı kalmayıp hicran derdine mübtela olmadan kendisinin anlaĢılamayacağını belirttikten sonra Kays gibi vahĢi vadilerde dolaĢmayanın Ģairi ve âĢığı bilemeyeceğini dile getirir.

Nār-ı ġamla síne-sūzān olmayan bilmez beni

„AĢķ-ıla sūzende-i cān olmayan bilmez beni Dāyimā bímār-ı „aĢķ olup firāķ-ı yār-ıla Mübtelā-yı derd-i hicrān olmayan bilmez beni

(33)

Bir ŝaçı Leylí hevāsıyla çü Ķays-ı bí-nevā Vādí-i vaģĢetde pūyān olmayan bilmez beni

G.830/1, 2, 3 Ancak dördüncü beyitte Ģair baĢka bir noktaya değinir. Bu kez bilinmeyen husus, sevgilinin ağzından ifade edilir. Sevgili ikinci mısrada der ki:

Māh-rū dilberlere dermiĢ o Ģem„-i bezm-i ģüsn Ruĥları Ģem„-i firūzān olmayan bilmez beni

G.830/4 BeĢinci beyitte ise Beyânî, Ģair kimliğine dair övünme niteliğinde bir ifadeyle Ģiiri bitirir. Sözlerinin hayal bağında biten goncalar olduğunu, onları anlayabilmek için de irfan bahçesinin bülbülü olmak gerektiğini söyler:

Ġonça-i bāġ-ı ĥayālümdür Beyāní sözlerüm Bülbül-i gülzār-ı „irfān olmayan bilmez beni

G.830/5 ġair, aĢk yolunda korkusuz olduğunu belirtirken de samimidir. Bu içtenliği sayesinde çok kolay söylenivermiĢ intibaını uyandıran:

Ŝanmañuz tíġ-ı cefā-yı yārdan yüz döndürem ĠĢte baĢum iĢte tíġı ķulıyam ķurbānıyam

G.505/3 beytinde üslubundaki rahatlık ve söyleyiĢ kolaylığı belirgin bir biçimde kendini göstermektedir.

Beyânî, kendi Ģiiri için de akarsu benzetmesiyle akıcılık iddiasındadır denebilir. Bu söyleyiĢi sevgilinin dudağından çıkan tertemiz suyu anlatıp övmüĢ olmasına borçlu olduğunu; Ģiirinin bir deniz iken böylelikle akarsuya dönüĢtüğünü söyler:

Āb-ı zülāl-i la„lüñi vaŝf eylese eger Naţm-ı Beyāní baģr-iken āb-ı revān olur

G.229/5 Vecize niteliğinde sayılabilecek söyleyiĢlere Divan‟ın pek çok yerinde rastlanabilir. Buna en güzel örnek Ģairin kendisine seslendiği ve Allah‟a sığınmak gerektiğini belirttiği aĢağıdaki beytin ikinci mısraında görülmektedir:

(34)

Dergeh-i Ģaķķ′a Beyāní ilticā eyle hemān Kām-yāb olmaz bilürsin olmayan Allāh-ıla

G.660/5 Beyânî‟nin, Ģiirde akıcılığı sağladığı ifadelerini en baĢarılı biçimde musammat gazellerde kullanmıĢtır. Bunda musammat gazelin vermiĢ olduğu ritim ve iç kafiyenin de etkisi olmalıdır. Mesela dua ve istiğfar niteliğindeki 678. gazel buna en güzel örnektir:

„Afvuñ umaruz yā Ra‟ūf geldük senüñ dergāhuña Ķullaruña sensin „ašūf geldük senüñ dergāhuña

G.678/1 beytiyle baĢlayan dokuz beyitlik bu gazelin muhtelif beyitlerinde yaptıklarından piĢman olup af dileyen Ģair:

Sensin bizüm ma„būdumuz ģamd etmede maģmūdumuz Fażluñ durur maķŝūdumuz geldük senüñ dergāhuña

G.678/5 diyerek Allah‟ın yardımını istemektedir.

Biz çün Beyāní müźnibüz müstaġfir ü hem tā‟ibüz

„Afv u rıżāña šālibüz geldük senüñ dergāhuña

G.678/9 beytiyle de affedilmeyi umduğunu, tövbe ettiğini söylemekte; Allah‟ın af ve rızasına talip olarak makamına yöneldiğini belirtmektedir.

Yukarıda sözü edilen Ģiirden hareketle Divan‟da yer alan musammat gazellerin tamamının baĢarılı musammatlar olduklarını söylemek yanlıĢ olmayacaktır.

Divan‟da az da olsa Ģairin tekrir sanatını Ģiirin bütününde kullanarak ahengi sağlamaya çalıĢtığı örnekler bulunur. Türkçe Ģiirlerden 003. gazelde Ģairin bütün beyitlerde sevgiliye hayranlığını belirtmede kullandığı nedür bu Ģeklindeki soru ifadesi, bazı beyitlerde her iki mısraın baĢında yer alırken kimisinde ise yalnızca beytin bir mısraı baĢında zikredilmiĢtir:

Nedür bu sende begüm bu tenāsüb-i a„żā Nedür bu cilve-i ĥūbí bu ķāmet-i bālā

G.003/1

(35)

Nedür bu zülf-i dil-āvíz ü „anberín gísū Nedür bu ca„d-ı mušarrā bu kākül-i zíbā

G.003/3 Yukarıdaki beyitlerde tekrar beytin her iki mısraı baĢında da yapılmıĢtır.

Nedür bu sā„ed-i símín ü síne-i berrāķ Bu nāzükí-i miyān u bu cism-i bí-hem-tā

G.003/2 Tekrar eden nedür bu ifadesine bu beyitte yalnızca birinci mısraın baĢında yer verilmiĢtir.

Ģalāvet-i suĥanuñ ĥalķı eyledi meftūn Nedür bu šarz-ı tekellüm nedür bu ģüsn-i edā

G.003/8 Bu beyitte ise ifadenin ikinci mısraın baĢında yer aldığı görülmektedir.

Beyitlerden de anlaĢılacağı üzere Ģiir bütünüyle bu sorunun tekrarı üzerine kurulmuĢtur. Ayrıca bu sıfatının tekrarı ile de ahenk iyice kuvvetlendirilmiĢtir.

Tekrir sanatına dayalı ahenk sağlama gayesine bir baĢka Ģiirde, 245. gazelde de rastlanmaktadır. Ancak buradaki yapı biraz farklıdır. Bu Ģiirde sen nesin ifadesiyle soru sorulmakta, bu sorunun hemen öncesinde veya hemen sonrasında ey hitabıyla bir kiĢiye seslenilmektedir. AĢağıdaki örnek beyitler bu duruma iĢaret eder niteliktedir:

Vuŝlatı hicrān-ıla ta„bír edersin göz göre Ey mu„abbir sen nesin ru‟yāyı ta„bírüñ nedür

G.245/5

Yārı gerçi naķĢ edersin yoķdur ammā ģüsn ü ān Sen nesin ey naķĢ-bend-i deyr taŝvírüñ nedür

G.245/6 Söz konusu gazelin redifi olan nedür sorusunun ise ahengi sağlamada birinci unsur olduğu da ayrıca belirtilmelidir.

ġairin çok az yerde beyitler arasında yapı olarak bir devamlılık ortaya koyduğu görülmektedir. Beyt-i merhun22 denilen bu durum ile iki yerde karĢılaĢılmaktadır:

22 Tahirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lugatı, s. 27.

(36)

Ĥūblar „azm-i gülistān etdiler nev-rūzda Ruĥların gül-berg-i ĥandān etdiler nev-rūzda

G.658/1 Bād-ı nev-rūz-ıla baģr-ı aĥēara açıldılar

GeĢt edüp ešrāfı seyrān etdiler nev-rūzda

G.658/2 Birinci beyitte nevruz gelince güzellerin gül bahçesine gittikleri ve yanaklarını açılan gül yaprakları hâline getirdikleri belirtilmiĢ. Beyitte fail/özne hûblardır. Ġkinci beyitte bu özne geçmemektedir. Nevruz rüzgârıyla yeĢil denize açılıp etrafı gezip dolaĢanlardan bahsedilmekte, ancak birinci beyit dikkate alınmadığında söz konusu kimselerin kimler oldukları belirsiz kalmaktadır. Anlatılan kiĢiler yine hûblardır, fakat bu beyitte zikredilmemiĢtir.

Failin/öznenin devam eden beyitte zikredilmeyerek bir öncek beyte atıfta bulunulduğu hususa bir diğer örnek ise:

Senüñ i„rāb eder ģüsnüñ kitābın Ĥašā etmez göñül teshíli vardur

G.205/2 N′ola āyāt-ı ģüsnüñ etse tefsír

Nüsaĥ-dídedür ol taģŝíli vardur

G.205/3 beyitlerinde görülmektedir. Sevgiliye seslenen Ģair, onun güzelliğinin oluĢturduğu kitabı gönlünün îrâbettiğini ve bunda hataya düĢmeyeceğini belirtir. Sonraki beyitte sevgilinin güzellik ayetlerini tefsir etse ĢaĢılmaz dediği varlığa yalnızca ol zamiriyle iĢaret etmektedir. Söz konusu failin/öznenin bir önceki beyitte geçen gönül kelimesiyle verildiği eğer dikkat edilmezse gözden kaçabilecek bir husustur.

SöyleyiĢ bakımından Beyânî‟de kusurlara rastlanmaz. Ancak za‟f-ı telif kabilinden olmak üzere Divan‟da kusurlu bir beyit yer almaktadır.

Māyilem ĥūblaruñ serv-i ser-efrāzına ben

„ĀĢıķam ķaddi güzel dilber-i mümtāzına ben

G.588/1 beytiyle baĢlayan gazelin yapıca kusurlu ikinci beyti Ģu Ģekildedir:

(37)

N′ola murġ-ı dil-i āvāre Ģikārı olsa

VermiĢem göñlümi bir gözleri Ģeh-bāzına ben

G.588/2 Burada birinci mısrada bir cümle kuruluĢu sorunu yoktur. ġair birinci mısrada, avare olmuĢ gönül kuĢunun sevgiliye av olmasına niçin ĢaĢılmaması gerektiğini söylediği ikinci mısrada bir ifade zaafına düĢmüĢtür. Ġfadenin vermişem göñlümi bir gözleri şeh-bâza ben Ģeklinde olması beklenirken Ģairin vermişem göñlümi bir gözleri şeh- bâzına ben demeyi kafiyeye uymak gayesiyle tercih ettiği görülmektedir. ġair, bir gözleri şehbâzına yerine bir sıfatını atarak baĢka bir kelime istifinden sonra gözleri şeh-bâzına ifadesini kullanmıĢ olsaydı bu hataya düĢmeyecekti.

Beyânî‟nin üslubunun, ince hayalleri süslü bir Ģekilde anlatmaktan çok, söyleyiĢ güzelliğine dayandığı görülmektedir. Okuyucuyu bir anda etkileyecek yeni ve farklı hayallere çok fazla rastlanmaz. ġair, yeni mazmunlar bulmak gayreti içinde değildir. Okuyucunun hayalinden çok zihnine hitap edildiğini söylemek mümkündür.

Hatta kimi Ģiirlerde o kadar açık bir anlatımı tercih eder ki bu tavrıyla klasik üslubun dıĢına çıkmıĢ olur. Mesela 338. gazel bu duruma en güzel örnektir:

Yāra ţann etmeñ beni kim „āĢıķ-ı zāram henūz Ŝanmañuz kim mübtelā-yı derd-i dildāram henūz

G.338/1 beytiyle baĢlayıp:

„Ālem-i ervāģdan göñlüm Beyāní bestedür Ŝanma kim dil-beste-i zülf-i siyeh-kāram henūz

G.338/5 beytiyle sonar eren gazelin tamamında Ģairin içinde bulunduğu aĢk hâlinin hüviyetini tarife çalıĢtığı görülür. Burada söz konusu olan aĢk insan ruhunun yaratılıĢı zamanına dayanır. ġair, çılgınlığının kendisine ezelden kısmet olduğunu belirtir. AnlayıĢı kıt zahide de kızmaktan geri durmayan Ģair:

Meylüm evveldendür ey zāhid ķıyās etme beni Māyil-i serv-i ķad-i yār-ı sitem-kāram henūz

G.338/3 beytiyle de sitemkâr sevgilinin serviye benzeyen boyuna Ģimdi meyil göstermediğini, bu yönelmenin çok evvele dayandığını açık bir biçimde belirtir.

(38)

2.2. Kaynakların ġiirini DeğerlendiriĢi

ġairin edebî kiĢiliğinin değerlendirilmesinde kaynaklarda pek fazla bilgi yoktur. Bu konuda bir tek ġeyhî Mehmed Ef endi “basîtçe eĢ„ârı”nın olduğunu belirtir. Buradan hareketle Ģiirlerinin sade bulunduğunu söylemek mümkündür.

2.3. Kendi ġiirini DeğerlendiriĢi

Beyânî, birçok beyitte özellik mahlasın geçtiği beyitlerde kendi Ģiirine dair değerlendirmeler yapmakta ve bazı iddialara giriĢmektedir.

ġair kendi Ģiirini en çok inciye benzetmektedir. 164/9Değeri, parlaklığı ve güzelliği bakımından inci ile söz arasında ilgi kurmaktadır. Bir süslenme aracı olarak incinin gerdanlık hâline getirilmesi sırasında ipe nazmedilmesi de bu benzetmede önemli bir yer tutar. ġair aĢağıdaki beyitte kendisini cihanın Ģairi olarak görmekte ve Ģiirini iri inci olarak tavsif etmektedir. Dolayısıyla bu özelliği ile Ģiirinin baĢka Ģairlerce yazılanlardan daha kıymetli olduğunu vurgulamaktadır:

Mu„ciz-dem ü naţţām-ı cihānsın ki Beyāní Naţm etmedesin silk-i ĥayāle dür-i yek-tā

G.002/7 Bir baĢka beyitte ise Ģair Ģiirinin bütün felek içinde değerli olduğunu öne sürmekte, güneĢin ıĢıklarına belagat incilerini dizmeyi kendisine telkin etmektedir:

Zer-tār-ı Ģu„ā„-ı ĥur-ı gerdūna Beyāní Naţm eyle selísāne le‟ālí-i belāġat

G.055/5 Ayrıca Ģair günleri de ipe benzeterek onlara baĢta inci olmak üzere kıymetli taĢları dizmesiyle, tabiatının derin sularını inci çıkarılan denizlere çevirdiğini söyleyerek bir nevi övünme içerisine girer:

Silk-i eyyāma Beyāní naţm eder dürr ü güher Ķulzüm-i zeĥĥār-ı šab„ın baģr-ı gevher-bār eder

G.139/5

(39)

Aynı duruma iĢaret eden bir baĢka beyitte ise söz konusu hayal daha da geniĢletilmiĢ ve inci çıkarılan denizin dahi Ģairin söz sahiline hiç durmaksızın inci saçmasını kıskandığını söylemek noktasına gelinmiĢtir:

HemíĢe ŝāģil-i endíĢeye dürler niśār eyler Beyāní šab„uña deryā-yı gevher-bār reĢk eyler

G.153/5 ġair sözleri yoluyla inci saçmak benzetmesini bir diğer beyitte sevgilinin saçlarını ip olarak hayal ederek kullanmıĢtır. Böylelikle sevgiliyi vasfettiği zamanlarda Ģairlik kudretini daha çok gösterdiğini düĢünen Ģairin kendini övdüğü bir tavırla karĢılaĢılır:

Tār-ı zülfüñ nic′olur silk-i le‟āl etmek senüñ Baģr-ı šab„ını Beyāní dür-feĢān etsün de gör

G.166/7 Nazım kelimesinin dizmek manasını da kullanan Ģair, Ģiirini inciye benzettiği aĢağıdaki beyitte de Ģiirinin saflığına iĢaret etmekte ve onun herhangi bir denizden elde edilemeyecek kadar değerli olduğunu belirtmektedir:

Senüñ bu lü‟lü‟-i naţmuñ bulınmaz degme deryāda Śüreyyā-cem„ olan Ģi„r-i selísüñ naţm-ı „asceddür

G.238/5 AĢağıdaki beyitte Beyânî, fikir damlasının tıpkı nisan yağmuru taneleri gibi mazmun sadefinin ağzına düĢerek inciye dönüĢtüğünü anlatırken incinin oluĢumuna dair inanıĢı kullanmıĢ, aynı zamanda zeban kelimesini kullanarak hem istiridyenin ağzından bahsetmiĢ hem de Ģiirin dile gelmesini iĢaret etmiĢtir:

Beyāní reĢģa-i fikrüñ miśāl-i ķašre-i nísān DüĢüp aŝdāf-ı mażmūnuñ zebānına le‟āl olmıĢ

G.384/5 ġair, kendisindeki Ģiir söyleme faaliyetinin, dostum diye hitap ettiği sevgilinin hokkaya benzeyen ağzındaki inci misali diĢlerinin oluĢturduğu manzumeden feyz almak suretiyle ortaya çıktığını belirtir. Burada yine inci dolayısıyla sanatkârlık bir denize, onun ürünü olan eser yani Ģiir de inciye benzetilmiĢtir:

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada Eski Uygurca metinler ve Eski Türk yazıtları haricinde İslamî dönem Türkçe metinlerde görülen Türkçe kelimelerin söz varlığı ortaya konulmuştur.

Nice feryād itmeyem Rūģí bugün Manŝūr gibi Zülfini dilber baña dār eyledi iy vāh

Bu âşık günlerden bir gün maşukuna “Kibirlenmeyi ve naz etmeyi bırakıp biraz da âşıklarının hâllerine baksan!” deyince o mağrur güzel altın ve gümüş olmadan böyle

Ancak bu arzusuna ulaşamadığı anlaşılan Seyrî’nin, Amasya’da şehzadenin yanında iki yıl kaldıktan sonra 1551-52 yıllarında Bağdat’a giderek o yıllarda

Đstersen beni o (hesap gününde günah ve sevapların tartıldığı) terazinin yanında bulursun” dedi. Fatıma: “Baba ben seni ya orada da bulamazsam?” dedi.. Peygamber: “O

Yüzyıl Şairlerinden Rumelili Zaîfî ve Manzum Bûstân Tercümesi: Kitâb-ı Bâğ-ı Behişt (Metin-Nesre Çeviri-Đnceleme) " ismini taşıyan bu çalışmada öncelikle dünyaca

Münşe’āt , mīmüñ żammı ve nūnuñ sükūnı ve şīnuñ fetḥiyle ism-i mef‘ūldür if‘āl bābından ya‘nī enşa’a-yünşi’u dan -ki mehmūzü’l-lāmdur, cem‘-i

Đran şiiri –elbette büyük bir bölümü- sûfiyane anlam ve sırları dile getirmek için bir araç durumuna geldi ve giderek sûfiye şair ve şeyhleri, dili şiir dili