• Sonuç bulunamadı

16. yüzyıl şârihlerinden Sûdî-i Bosnevî ve Şerh-i Gülistân`ı (inceleme-tenkitli metin)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "16. yüzyıl şârihlerinden Sûdî-i Bosnevî ve Şerh-i Gülistân`ı (inceleme-tenkitli metin)"

Copied!
989
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TC

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

16. YÜZYIL ŞÂRİHLERİNDEN SÛDÎ-İ BOSNEVÎ VE

ŞERH-İ GÜLİSTÂN’I

(İNCELEME-TENKİTLİ METİN) I

OZAN YILMAZ

DOKTORA TEZİ

İSTANBUL 2008

(2)

TC

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

16. YÜZYIL ŞÂRİHLERİNDEN SÛDÎ-İ BOSNEVÎ VE

ŞERH-İ GÜLİSTÂN’I

(İNCELEME-TENKİTLİ METİN) I

DOKTORA TEZİ

OZAN YILMAZ

Danışman

PROF. DR. NİHAT ÖZTOPRAK

İSTANBUL 2008

(3)

MARMARA Ü N İ V E R S İ T E S İ

T Ü R K i Y A T A R A Ş T I R M A L A R I E N S T İ T Ü S Ü M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü

Doktora öğrencisi Ozan Yılmaz'ın "16. Yüzyıl Şarihlerinden Sûdî-i Bosnevî ve Şerh-i Gülistan'ı (İnceleme- Tenkitli Metin)" konulu tez çalışması jürimiz tarafından Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı doktora tezi olarak oy birliği / oy çokluğu ile başarılı bulunmuştur.

Tez Danışmanı : Prof.Dr. Nihat Öztoprak Üniversitesi Marmara

Üye: Prof.Dr. Necdet Öztürk Üniversitesi Marmara Üye: Prof.Dr. Sebahat Deniz Üniversitesi Marmara

Üye: Prof.Dr. Kemal Yavuz Üniversitesi İstanbul

Üye: Prof.Dr. Tahir Üzgör Üniversitesi Marmara

Yukarıdaki jüri kararı Enstitü Yönetim Kurulu' nun ..3.../...3 ./ 2008 tarih ve ..4-6.... sayıılı kararıyla onaylanmıştır.

(4)

ÖZET... III ABSTRACT...IV ÖN SÖZ... V TRANSKRİPSİYON ALFABESİ ... VIII KISALTMALAR ...IX

GİRİŞ ... 1

ŞERH VE ŞERH EDEBİYATI... 1

Şerh ... 2

Şerh Edebiyatı ... 8

I. BÖLÜM ... 14

SA‘DÎ-İ ŞÎRÂZÎ VE GÜLİSTÂN’I... 14

SA‘DÎ-İ ŞÎRÂZÎ ... 14

Eserleri ... 20

GÜLİSTÂN... 22

TÜRK EDEBİYATI’NDA GÜLİSTÂN TERCÜME VE ŞERHLERİ ... 25

A) TERCÜMELER... 25

B) ŞERHLER... 27

I) Arapça Şerhler... 28

II) Türkçe Şerhler... 29

III) Farsça Şerhler ... 32

II. BÖLÜM ... 33

SÛDÎ-İ BOSNEVÎ ... 33

HAYATI ... 33

ESERLERİ ... 39

III. BÖLÜM... 43

ŞERH-İ GÜLİSTÂN’IN İNCELENMESİ... 43

A) ŞERH ... 43

1) GRAMER TERİMLERİ... 43

2) SÖZ VARLIĞI ... 129

a) ARAPÇA-FARSÇA-TÜRKÇE EŞ ANLAMLI KELİMELER ... 129

b) ARAPÇA SÖZ VARLIĞI ... 139

c) FARSÇA SÖZ VARLIĞI ... 164

d) TÜRKÇE SÖZ VARLIĞI ... 194

e) TÜRKÇE DEYİMLER, ATASÖZLERİ, TABİRLER... 222

3) KİTABÎ MALZEME ... 223

a) COĞRAFÎ MALZEME ... 223

b) EDEBÎ MALZEME... 225

c) KÜLTÜREL MALZEME... 226

d) MUSIKÎ BİLGİLERİ... 228

e) TARİHÎ VE MİTOLOJİK MALZEME... 229

aa) Peygamberler tarihi ... 229

bb) Türk tarihi ... 232

cc) İran tarihi ve mitolojisi... 235

dd) Arap tarihi ve mitolojisi... 236

ee) İslâm tarihi... 237

ff) Milletler tarihi ... 238

4) BELÂGAT-RETORİK ... 239

(5)

a) VEZİN... 239

b) KAFİYE... 241

c) NAZIM ŞEKİLLERİ ... 242

d) EDEBÎ SANATLAR ... 243

B) ŞARİH... 254

SÛDÎ’NİN ŞERH METODU... 254

1) GÖNDERMELER ... 264

a) Metin İçi Göndermeler... 264

b) Metin Dışı Göndermeler ... 266

aa) Şarihin Kendi Eserlerine Yaptığı Göndermeler ... 266

bb) Şarihin Başka Eserlere Yaptığı Göndermeler... 267

2) İKTİBÂSLAR... 268

a) ÂYETLER ... 268

b) HADİSLER... 269

c) ARAPÇA-FARSÇA İBARELER... 269

d) TÜRKÇE MANZUM PARÇALAR... 270

e) ARAPÇA MANZUM PARÇALAR... 271

f) FARSÇA MANZUM PARÇALAR... 272

g) KAYNAK ESERLERDEN YAPILAN İKTİBASLAR ... 273

3) NÜSHA FARKLARINI DEĞERLENDİRMESİ... 274

4) REDDİYELER ... 283

a) GRAMERLE İLGİLİ REDDİYELER... 285

b) ANLAMLA İLGİLİ REDDİYELER ... 289

c) BELÂGAT VE RETORİKLE İLGİLİ REDDİYELER ... 291

d) İMLÂYLA İLGİLİ REDDİYELER ... 292

e) FARKLI NÜSHALARIN DEĞERLENDİRİLMESİYLE İLGİLİ REDDİYELER... 292

f) VERİLEN BİLGİNİN YANLIŞLIĞINA DAİR REDDİYELER... 293

SONUÇ... 295

KAYNAKÇA ... 298

IV. BÖLÜM ... 302

ŞERH-İ GÜLİSTÂN’IN METNİ... 302

A) METİN TESPİTİ VE HAZIRLANIŞIYLA ALÂKALI HUSUSLAR... 302

B) ESERİN NÜSHALARI... 303

C) METNİN KURULMASINDA TAKİP EDİLEN YOL ... 306

D) NÜSHANIN İMLÂ ÖZELLİKLERİ... 307

1)KELİMELERİN YAZIMI ... 307

2)EKLERİN YAZIMI... 309

METİN ... 324

ŞAHIS-YER-ESER ADLARI DİZİNİ ... 971

(6)

ÖZET

16. YÜZYIL ŞÂRİHLERİNDEN SÛDÎ-İ BOSNEVÎ VE ŞERH-İ GÜLİSTÂN’I

YILMAZ, Ozan

Doktora tezi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Tez Yöneticisi: Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

Sûdî’nin Gülistân Şerhi, İranlı meşhur müellif Sa‘dî-i Şirazî’nin Gülistân isimli eserini şerh etmek amacıyla kaleme alınmış bir metindir. Eser 16. yüzyıla damgasını vuran şerh faaliyetleri içerisinde ilk sırada gelir. Sûdî, Gülistân’ı parça parça şerh ederken, kelimelerin lügat anlamlarını vermiş, gramer özelliklerine değinmiş, edebî sanatlar hakkında değerlendirmelerde bulunmuştur. Tezimizin ilk kısmında “Şerh ve Şerh Edebiyatı, Sa‘dî, Gülistân, Sûdî’nin hayatı ve eserleri”

hakkında bilgi verilmiştir. Hemen akabinde Sûdî’nin metni transkribe edilerek Latin harflerine aktarılmış, içerisindeki edebî ve kültürel malzeme “Şerh” ve “Şarih” adlı iki genel başlık altında incelenmiştir. “Şerh” başlığı içerisinde metnin muhteviyatı ele alınmış, “Şarih” başlığıyla ise şarihin şerh metodunun ortaya konulması amaçlanmıştır. Böylece Sûdî ve Gülistân Şerhi’nin Türk edebiyatındaki yeri ve önemi etraflıca belirtilmeye çalışılmıştır.

Anahtar kelimeler: Şerh, Sûdî, Sa‘dî, Gülistân, 16. yüzyıl, Türkçe klâsik şerhler

(7)

ABSTRACT

ONE OF 16TH CENTURY COMMENTATORS SUDÎ-I BOSNEVÎ AND HIS SHARH OF GULISTAN

(ANALYSIS-CRITICIZED TEXT)

Ozan YILMAZ

Doctorate thesis: The Institute of Turkiyat Researchs Supervisor: Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

Sûdî’s Sharh of Gulistân is a commentary on well-known Iranian author Sa‘dî’s Gulistân. This work is considered one of the most important sharh (commentary) activities in the 16th century. In his “sharh” Sûdî gives us the lexical meanings of the words, provides their grammatical features, and also touches upon the literary arts in prose. Accordingly, this dissertion project begins with information about “Sharh and Sharh Literature, Sa‘dî, Gulistân, Sudî’s life and his works”. The following section includes Sudî’s Sharh of Gulistan which is transcripted into Latin alphabet and finally literary and cultural aspects of the work have been analyzed under the headings of “Sharh (commentary)” and “Sharih (commentator)”. The content of the text has been studied under the heading of “Sharh” where "Sharih"

section includes analysis of Sudî’s sharh method. Consequently, the place and importance of Sûdî’s Sharh of Gulistân in Turkish literature have been discussed in detail.

Key words: Sharh (commentary), Sûdî, Sa‘dî, Gulistân, 16. century, Turkish classical sharhs

(8)

ÖN SÖZ

Günümüzde, Klâsik Türk Edebiyatı metinlerini şerh etme faaliyetlerinde karşılaşılan önemli sorunlardan biri de metni yazıldığı yüzyılın şartları içerisinde lâyıkıyla değerlendirememe hadisesidir. Herhangi bir metni içinde bulunduğu kültürel koşullar içerisinde değerlendirmenin yolu, eser hakkında verilen hükümlerin sağlıklı verilerle desteklenmesinden geçer. Bu noktada araştırmacılara yardımcı olacak başlıca kaynaklar arasında “klâsik şerhler”in hatırı sayılır bir yeri vardır.

Klâsik Şerh Edebiyatı, Osmanlı sahasında 16. yüzyıldan itibaren ivme kazanmış bir dizi şerh faaliyetinin genel adıdır. Belirli bir medrese tahsilinden geçerek çeşitli ilimlerle kendisini donatmış şarihler tarafından Arap ve İran edebiyatına ait klâsiklerin ele alınması suretiyle yapılan bu şerhler, içerisinde barındırdığı tarihî, kültürel, edebî ve filolojik malzemeyle ait oldukları dönemdeki diğer edebî mahsulleri aydınlatacak yeterlikte eserlerdir. Zira aynı kültürel ortamda yetişen müellifler tarafından oluşturulmuş bu eserlerde yer alan her türlü bilgi, bugün karanlıkta kalmış birçok kültürel ayrıntının gün ışığına çıkmasını sağlayacak derecede önem arzetmektedir.

Tez konusu olarak seçtiğimiz “Sûdî’nin Gülistân Şerhi”, Osmanlı entelektüel birikiminin şerh sahasındaki geniş boyutunu göstermek açısından kayda değer bir metin konumundadır. Eser, yazıldığı yüzyıldan itibaren edebiyat tarihlerinde isminden söz ettirerek Klâsik Türk Edebiyatı nümunelerinin anlaşılması için kullanılan önemli kaynaklardan biri hâline gelmiştir. 16. yüzyıla ait Gülistân Şerhi, Sûdî-i Bosnevî gibi benzerlerine üstünlüğü hemen her edebiyat otoritesi tarafından kabul edilmiş velûd bir kalemin ürünü olması sebebiyledir ki asrının edebî ve kültürel birikimini geniş bir şekilde yansıtmaktadır. Sûdî’nin şerhi, Gülistân gibi yüzyıllara damgasını vurmuş meşhur bir eseri Osmanlı bakış açısıyla değerlendirmesinin yanısıra, kendi dönemindeki edebî tartışmalara ev sahipliği yapmasıyla da önemini hissettirmektedir.

Böylesine önemli bir eserin bugüne kadar Latin harflerine çevrilmemiş olması, dolayısıyla içerisindeki dil ve edebiyat malzemesinin tam manasıyla ortaya konulamaması eseri tez konusu olarak seçmemizin başlıca sebebidir. Ayrıca, Şerh edebiyatında hatırı sayılır bir yere sahip eserin muhtevasının sistemli bir şekilde

(9)

ortaya konulması, bugün incelenmesi artık elzem hâle gelmiş böylesi metinlere nasıl yaklaşılması gerektiğine dair ipuçları verecektir.

Tezimiz 4 bölümden oluşmaktadır: Giriş kısmından sonraki I. ve II.

bölümde Sa‘dî, Gülistân, Türk Edebiyatında Gülistân Tercüme ve Şerhleri, Sûdî (hayatı ve eserleri) hakkında bilgi verildi. “Şerh-i Gülistân’ın İncelenmesi” başlığını taşıyan 3. bölüm “Şerh” ve “Şarih” olmak üzere 2 ana kısma ayrıldı. “Şerh” kısmında Gülistân Şerhi’nin muhtevası çeşitli başlıklar altında incelemeye tabi tutuldu. “Şarih”

başlığı altında ise Sûdî’nin şerh metoduna ait ana hatlar ve şerh tekniğini oluşturan önemli hususiyetler değerlendirildi. IV. bölümde Şerh-i Gülistân’ın transkripsiyonlu metni verilmeden önce imlâ hususiyetleri ve metin tesisi ile ilgili çeşitli noktalar ele alındı. Metnin ortaya konması esnasında, kendi içinde sistematik bir dizi işlem takip edildi. Öncelikle Beyazıt Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümü 2693 numarada kayıtlı müellif nüshasından hareketle metin te’sîsi gerçekleştirildi. Metin, transkripsiyon/transliterasyon yazı sistemiyle Latin harflerine aktarıldıktan sonra, eksik ve şüpheli görülen bazı kısımları diğer muteber nüshalardan istifade edilerek tamir edildi. Gülistân, aslına sadık kalınarak Fars alfabesiyle ve sağdan sola yazı sistemi kullanılması suretiyle metne dahil edildi. Eser bir şerh metni olduğu için Farsça ibarelerin karşılıkları hemen altlarına Latin harfleriyle verildi. Böylece şerh edilen kelimelerin Latin harfli karşılıklarının metin üzerinde görülmesi amaçlandı.

Metin içerisinde geçen âyet ve hadisler de Arap harfleriyle gösterildi. Âyetlerin manasını verme noktasında Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı eserinden alıntılanmış “Kur’ân-ı Kerîm Meali (sadeleştiren: Mustafa Kasadar)”

isimli eser kaynak olarak kullanıldı. Gerekli görüldüğü yerlerde metin içerisinde geçen Arapça ve Farsça ibarelerin anlamları dipnotlarla verildi. Ortaya çıkan metinden hareketle, eser içerisindeki filolojik, edebî, kültürel, tarihî ve leksikolojik malzeme çeşitli başlıklar altında sınıflandırılarak incelemeye tâbi tutuldu. Metinde geçen gramer terimleri, “Gramer Terimleri” başlığıyla çeşitli dilbilgisi kitaplarından yararlanılarak tanımlandı. “Söz Varlığı” kısmında, metinde geçen ve sözlüklerdeki anlamı verilen her kelimenin alınması yerine, günümüz metin şerhi çalışmalarına katkıda bulunacak kelimelerin seçilmesine özen gösterildi. Bu tasnifat sonucunda hem şarihin şerh metodu hem de Gülistân Şerhi’nin Türk edebiyatı tarihindeki yeri ve önemi belirlenmeye çalışıldı.

(10)

Tezimin bu hâle gelmesinde emeği geçen hocalarımın adlarını burada anmadan geçemeyeceğim. Öncelikle, tezimi satır satır okuyarak tamamının kontrol edilmesinde büyük bir sabır gösteren, ancak yurtdışında görev alması sebebiyle danışmanlığımdan ayrılmak durumunda kalan değerli hocam Prof. Dr. Orhan Bilgin’e teşekkürü bir vefa borcu sayıyorum. Bu aşamadan sonra danışmanlığımı kabul etme özverisinde bulunmakla birlikte, tezimin son okumalarını yaparak eksik ve gözden kaçmış bazı kısımlarının düzeltilmesini sağlayan değerli hocam Prof. Dr.

Nihat Öztoprak’a ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca, tez aşaması boyunca görüş ve desteklerini benden esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. Ömür Ceylan’a katkılarından dolayı minnettarım. Bu tez, benzeri metinlerle ilgili ileride yapılacak çalışmalara teknik ve muhteva yönünden fayda sağlayabilirse amacına ulaşmış olacaktır.

(11)

TRANSKRİPSİYON ALFABESİ

¡ : ’

« : A, a; E, e, Ā, ā

¬ : Ā, ā, A, a

» : B, b Û : P, p

® : T, t À : ẞ, ẟ Ã : C, c

< : Ç, ç Õ : Ḥ, ḥ Œ : Ḫ, ḫ œ : D, d

‹ : Ẕ, ẕ

— : R, r

“ : Z, z Š : J, j

” : S, s

‘ : Ş, ş

’ : Ṣ, ṣ

÷ : Ż, ż; Ḍ, ḍ

¹ : Ṭ, ṭ

´ : Ẓ, ẓ

Ÿ : ‘

 : Ġ, ġ - : F, f

‚ : Ḳ, ḳ

„ : K, k; G, g; ñ

‰ : L, l  : M, m Ê : N, n

Ë : V, v; O, o, ō; Ö, ö; U, u, Ū, ū; Ü, ü ˆ : H, h

È : Y, y; I, ı; İ, i, ī

(12)

KISALTMALAR a.g.e.: adı geçen eser

a.g.m.: adı geçen makale a.g.md.: adı geçen madde bkz.: bakınız

c.: Cilt d.: doğumu dan.: Danışman

DİA: Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi haz.: hazırlayan

İÜ: İstanbul Üniversitesi

KTBY: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları Ktp.: kütüphanesi

ö.: ölümü Ör.: Örnek s: sayfa S: sayı

SK: Süleymaniye Kütüphanesi TDK: Türk Dil Kurumu

TDVY: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Terc.: tercüme

TTK: Türk Tarih Kurumu vb.: ve benzeri

Vol. Volume vr.: varak Yay.: Yayınları yty: Yayın tarihi yok yyy: yayın yeri yok

(13)

GİRİŞ

ŞERH VE ŞERH EDEBİYATI

Toplumun tamamına yahut kısıtlı bir kitleye hitap etmek amacıyla ve belirli bir sistematik dahilinde yazılmış edebî eserler, müelliflerinin tecrübelerine göre şekillenmiş dil mahsulleridir. Tarih boyunca farklı milletlere mensup fertler aracılığıyla vücuda getirilen bu edebî eserlerden bazıları zaman aşımına uğrayarak herhangi bir kütüphane rafında “bekleme” kaderine razı olurken, bazıları da silsilevî istinsah maceralarından sonra elden ele ve dilden dile dolaşmak suretiyle efsanevî bir isim kazanma ayrıcalığına sahip olmuştur. Edebiyat tarihlerine bakıldığında “klâsik”

olarak adlandırılan bu tür eserlerin, hem kendi döneminde hem de kendisinden sonraki çağlarda edebiyat meraklısı bazı müelliflerin zihnini sürekli kurcaladığı görülmektedir. İster sade ve açık bir dille yazılmış, ister kapalı manalara ev sahipliği yapmış olsun, her dönem rağbet gören bu “klâsik” eserlerin unutulmama macerası yüzyıllar boyunca sürüp gitmiştir. Klâsik eserlere gösterilen bu ilgi, bir süre sonra bu eserlerin farklı yorumlarla değerlendirilip üzerlerinde yeni eserler kaleme alınmasına yol açmıştır.

Bir metni yorumlama hadisesinin kökeni İslâmiyet’in ilk devirlerine kadar gider. İlahî hükümler Kur’ân-ı Kerîm aracılığıyla indirildikten sonra, bu hükümlerin yorumlanması meselesi ortaya çıkmıştır. Dört Halife döneminde Kur’ân-ı Kerîm’in toplanıp çoğaltılması; dolayısıyla hızlı bir şekilde yayılması, onun doğru bir şekilde okunması ve yorumlanması gerekliliğini de beraberinde getirmiş ve böylelikle

“tefsir” adı verilen Kur’ân ilmi doğmuştur.

İslâmiyet’in ilk dönemlerinde Kur’ân’ın yorumlanması amacıyla “tefsir”

biliminin ortaya çıkması, bir süre sonra aynı şekilde hadislerin de yorumlanması ihtiyacını beraberinde getirmiştir. “Kırk Hadis”, “Yüz Hadis” gibi başlıklarla sınıflandırılan hadisler öncelikle tercüme faaliyetleriyle açıklanmaya çalışılsa da sonraki yüzyıllarda daha geniş açıklamalarla izah edilmeye başlamıştır. Bir süre sonra bu faaliyetler, İslâmî edebiyatlarda alem olmuş bazı meşhur eserlerin yorumlanması temayülüne de zemin hazırlamıştır. Böylelikle hadisler, dinî muhtevalı bazı eserler, dua kitapları ve başta Mevlânâ’nın Mesnevîsi olmak üzere, Sa‘dî’nin Gülistânı ve Bostânı, Attâr’ın Mantıku’t-Tayrı ve Pendnâmesi ve Ka‘b bin Züheyr’in

(14)

Kasîde-i Bürdesi gibi klâsik sıfatını hak eden eserler “şerh” adı verilen muayyen bir usûlle değerlendirilmişlerdir.

Şerh

Edebî bir terim olan “şerh” kelimesinin çeşitli lügatlerde birbirinden farklı tanımlarına rastlamak mümkündür. Arapça “Õ — ‘” üçlü kökünden türemiş kelime, Lisânü’l-Arab’da “e’ş-şerh, e’t-teşrîh: organdan etin kesilmesi, kemik üzerinden etin kesilmesi” ve “e’ş-şerh: keşf”1 manalarıyla karşılanmıştır. Bunun yanısıra “bir metnin gizli noktalarını keşfetmek ve açıklığa kavuşturmak” 2, “keşf etmek ve beyân etmek”3, “müşkil ve mübhem ve mahfî makûlesini keşf ü izhâr eylemek, kesmek, açmak, fehm eylemek, bikr kızın bekâretini izale eylemek yahut hatunu arkası üzre yatırıp cimâ eylemek, bir şeyi bolartmak”4, “eti büyük parçalara ayırmak, bir organdan yahut kemikten et kesmek, eti parçalamak, bir şeyi genişletmek, açmak, bakire kızın bekaretini çalmak, gizli sırları keşf ve tefsîr, müşkil meseleleri açıkça ortaya koymak, anlamca kapalı sözü açıklamak, ortaya çıkarmak, aydınlatmak, sözü anlamak”5, “açıklama, tanımlama, açma; edebî metinleri yorumlama, yorum; bir kelime ya da pasajın yorumunu yapmak”6, “genişletme, bast etme, yayma, kesme, açma, arz etme, îzâh, beyân, tevsî‘, tafsîl, te’vîl, tefsîr”7, “açma, ayırma; açıklama, yorumlama; bir şeyi açıklamak amacıyla yazılmış kitap; açık ve ayrıntılı anlatma”8 şeklinde manaları vardır. Terim anlamıyla “şerh”; “bir metnin sırlarını, ince dikkatler gerektiren ifadelerini, içinde barındırdığı nükteleri açıklama ve yorumlama; bu yolda yazılan kitap”9, “bir edebî eseri, bir risaleyi veya bir kitabı kelime kelime açıp izah ederek, ihtiva ettiği bütün dil, anlam, sanat ve estetik özellikleri ile o eserin anlaşılmasını sağlamanın özlü bir ifadesi”10 şeklinde tanımlanmıştır.

1 İbn-i Manzûr, Lisânü’l-Arab, c. 5, Kâhire-Mısır: Dârü’l-Hadîs-i Kâhire, yty, s. 70.

2 El-Müncid (fi’l-lügat ve’l-a‘lâm), Beyrouth-Liban: Dâr el-Machreq sarl Publishers, 2005, s. 381.

3 Ahterî, Mustafa b. Şemseddin el-Karahisarî, “eş-Şerh”, Ahterî-i Kebîr, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1310, s. 434.

4 bolartmak: bollaştırmak, genişletmek. Mütercim Âsım, “eş-Şerh”, el-Okyânûsü’l-Basît fî-Tercemeti Kâmûsi’l-Muhît I, yyy, İstanbul., 1305, s. 484.

5 Ali Ekber Dihhudâ, “Şerh”, Lügatnâme (CD Version, Rivâyet-i Sivvom), Tahran: Müessese-i İntişârât u Çâp-ı Dânişgâh-ı Tahrân, 1385.

6 Sir James W. Redhouse, “Şerh”, A Turkish and English Lexicon, Türkçe-İngilizce Sözlük, Beyrut:

Librairie Du Liban, 1996, s. 1121.

7 Mehmed Bahâeddin, “Şerh”, Yeni Türkçe Lûgat, Ankara: Akçağ Yayınları, 1997, s. 412.

8 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, c. 2, Ankara: TDK Yayınları, 2003, s. 2087.

9 Hüseyin Kâzım Kadri, “Şerh”, Türk Lügati, c. 3, İstanbul: Maarif Matbaası, 1943, s. 217.

10 Muhammet Nur Doğan, “Metin Şerhi Üzerine”, Osmanlı Dîvân Şiiri Üzerine Metinler (haz.

Mehmet Kalpaklı), İstanbul: YKY, 1999, s. 422-427.

(15)

‘Şerh’ kavramının doğuşu, tefsir sözcüğünün, sadece, Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamak için ortaya çıkan ilim dalına ad olarak kullanılmasının yaygınlaştığı zamanlara denk gelir. Tefsir, Kur’ânı her yönden açıklama ve anlatma ihtiyacını takiben ortaya çıkan bir bilim dalıdır. “Üstü örtülü veya kapalı bir şeyi meydana, açığa çıkarmak, izah etmek11” anlamına gelen kelimenin terim anlamı; “Kur’ân-ı Kerîm’i yahut felsefî veya hukûkî metinleri yorumlamak, açıklamak”12 şeklindedir.

Önceleri her türlü metnin ‘tefsir’ adı altında açıklandığı görülür ancak zamanla bu ilim dalının sınırlarının belirlenmesi ‘şerh’ kavramının ortaya çıkması için gerekli olan zeminin alt yapısını oluşturmuştur. Kelimelerin mecazî anlamları ve cümlede anlam bütünlüğünü sağlayan çeşitli yapılar düşünüldüğünde ve işin içine edebî metin girince, ‘şerh’ kelimesinin genel kullanım alanı da biraz daha sınırlı bir vadiye kaymıştır. Zira bir metnin şerh edilmesi için ince anlamlar gizlemesi ve mecazî kullanımlara imkân verecek şekilde yazılmış olması gerekir.

“Hâşiye, hâmiş, telhîs, ta’lîkât gibi çeşitlere sahip şerhlerin genelde ortak yanları, açıklama gerektiren kelimeyi, mısraı, beyti, ibareyi, cümleyi ya da metni anlaşılır kılmak amacıyla açıklamayı esas almalarıdır”13. Şerhin türlerinden olan hâşiye, bir metnin, bir kitabın sahife kenarlarına veya altına yazılmış metinle ilgili açıklamalardır. Ta‘likât da bir metni açıklayıcı düşünceler ihtivâ eden dipnotlarıdır.14 Hâşiye ve tâlikat metin şerhinin daha çok dinî metinlerle ilgili kısmına ait terimler olarak kullanılagelmiştir.

Şerhe duyulan ihtiyacın sebepleri araştırıldığında, metinlerarası mukayese yöntemi sonucunda farklı edebiyatlardaki eserleri kendi edebiyatındaki örneklerle karşılaştırma arzusu ve tasavvufun derin ve mecâzî anlatımlarla örülü dünyasına bir kapı aralama isteği görülür. “Bir metnin açıklanması gerekiyorsa, o metinde okuyucunun bilgisi, aklı, düşüncesi, sezgisi ve duygularıyla aşamayacağı bazı güçlüklerin varlığı kabul ediliyor demektir. Ayrıca metnin daha büyük ilişkiler manzumesi içerisinde mesela inanç veya düşünce sistemlerinde ne anlama geldiğini anlamak ve anlatmak ihtiyacı da metinleri şerh ettirmiştir”.15 “Sanatçılar duygu, düşünce ve hayallerini bize umumiyetle dolaylı ifadelerle, üstü kapalı olarak

11 Metin Akar, Su Kasidesi Şerhi, Ankara: TDVY, 1994, s. 13.

12 Akar, a.g.e., s. 13-14.

13 Mine Mengi, “Metin Şerhi, Tahlîli ve Tenkîdi Üzerine”, Dîvân Şiiri Yazıları, Ankara: Akçağ Yayınları, 2000, s. 74.

14 Metin Akar, a.g.e., s. 13.

15 Tunca Kortantamer, “Teori Zemininde Metin Şerhi Meselesi”, Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. VIII, İzmir, 1994, s. 1-10.

(16)

anlatırlar. Şerh yapanın bu örtüyü açması, sanatkârın ne söylediğini, bir defa da kendi diliyle (veya okuyucunun diliyle) tekrar etmesi; nasıl söylediği konusunda da açıklamalar yapması lâzımdır”.16 Anlaşılacağı gibi, yabancı bir dille yazılmış herhangi bir metni, kendi düşünce dünyasına göre yorumlayarak açıklama isteği, bir metnin şerh edilmesinde önemli bir etkendir. Şarih, kendi bilgi birikimini yazıya dökmek ve bunları okuyucuyla paylaşmak arzusunda olduğundan “şerh” yapmaktaki genel amacını kendi içinde önceden belirlemiştir. Ancak şerh yapılırken bu şerhlerin öznel yahut nesnel olup olmadığı konusu tartışmaya açıktır. Çünkü her şarih, yapmaya çalıştığı şerhte kendi ön bilgisinin müsaade ettiği oranda bilgi paylaşımı yapmaktadır ve bu durum klâsik metin şerhinde bağlayıcı bir kıstas değildir. Başka bir şarihin aynı metni farklı yorumlaması neticesinde metinlerarası bir köprü kurulmakla birlikte “en doğru yorum”un hangisi olduğu konusunda belirleyici bir ölçütümüz de –her okuyucunun kendi iç dünyasına göre yaptığı ve doğru kabul ettiği yorum dışarıda tutulursa- ne yazık ki yoktur. Mesele bu aşamaya geldiğinde, ‘şerhi okuyan kişi yahut çevrelerin, kendi fikrî ve iç dünyasına göre onu yorumlamaya çalışması’ şeklinde genel-geçer bir durum ortaya çıkar. Ortak bir değerler sistemi içerisinde, sözgelimi tasavvufî terminoloji esas alınırsa, kelimelerin terim anlamları, mecâzen ve îmâ yoluyla neyi kastettiği konusunda tek bir fikir etrafında birleşmek mümkündür. Denilebilir ki şerhler, terimsel bir sistematiğin kişisel yorumlarla desteklenmesiyle vücuda getirilmiş dil mahsulleridir.

Bir şiirin anlam dünyasına dalmak için şiir içerisindeki mefhumları şahısların kendi bakış açısıyla yorumlaması yeterli değildir. “Şairin karnında olan mânâ”yı ortaya çıkarmak, kültürel birikimin ve gerekli bilgi donanımının yanısıra şair gibi düşünmek ve hareket etmekle olur. Nitekim şerh edebiyatı mahsullerine bakıldığında, başka müelliflerin eserlerine yapılan şerhlerin dışında bazen şarihlerin kendi manzumelerini şerh etmesi bu gerekliliğin doğal bir sonucudur.17

Orhan Okay’ın, “biz bir metni, devrinin kültürüne göre, o kültürün bütün hususiyetlerini dikkate alarak değerlendirmeye çalışırken bile, günümüzün ve kendimizin kıymet hükümlerinden tamamıyla uzaklaşamayız. O eser, zamanının şu veya bu düşüncesinin, modasının meyvesi olmuştur. O düşüncenin veya modanın

16 Metin Akar, a.g.e., s. 15.

17 Bu konuyla ilgili bkz. Ömür Ceylan, “Mânâ Şairin Karnında(mı)dır”, Böyle Buyurdu Sûfî, İstanbul:

Kapı Yay., 2005, 111-121.

(17)

gereği olarak eserin birtakım açıklamaları vardır hiç şüphesiz”18 yorumuna dayanılarak şerh edilecek metne modern yöntemlerle yaklaşmada bazı ölçütler olduğu ortaya çıkar. Açıkçası bir metni yorumlayan kişi, müellifin metnini oluştururken bulunduğu kültürel ortamdan ve hayâl dünyasından uzak kalmamalıdır.

En kapsamlı ve etkileyici örnekleri Divân şiirinde görülen bu durum, şiirin mânâsı için sadece sözlüğün ve bilimsel bilginin yeterli olmadığı gerçeğini gözler önüne serer. Orhan Şaik Gökyay’ın Divan şiiri için kullandığı aşağıdaki ifadeler,

“günümüzde şerh yapmadan önce nasıl bir hazırlık takip edilmesi” gerektiğine verilen bir cevap gibidir:

“Divân edebiyatı da şairin yaşadığı çağın kültürü ile yüklüdür. Onu tanımadan bu edebiyatı anlamak, hele anlatmağa kalkışmak bir çıkmaz yoldur.

İnançları, hekimliği, hastalıkları, emleri, semleriyle; kimyası, simyası ile; astronomisi ve astrolojisiyle, mitolojisiyle; güzeli ve güzellik anlayışıyla biliş olmadan bir sözlüğün kılavuzluğunda onu bugünün ölçülerine vurmak yanlış bir tutumdur. Hiçbir hazırlığımız olmadan onu okuyucu ile tanıştırmaya kalkınca yalnız şiirin gücünü yoğaltmış olmayız; şairin bize asıl söylemek istediğinden de uzak düşeriz.”19

Anlaşılacağı üzere şerh yaparken mânâya ulaşmanın en önemli ölçütlerinden birisi, eldeki şiiri, kendisini şairin yerine koyarak değerlendirmek ve metni incelerken bu gerçeği daima göz önünde bulundurmaktır. Çünkü “edebiyat târihi evvela metinler tarihidir. Metnin bize verdiği şey san’atkârın iç âlemidir. Bunu muâsır ilmin hudutları içinde psikoloji, fizyoloji ve bilhassa psikopati bakımlarından inceleyip, san’atkârın ruh portresini vücûda getirmeden bilgi, his, fikir, hayal melekelerindeki kudretini muayyen usûllerle ortaya koymadan onu edebiyat tarihi içine oturtamayız. Bu tedkik insan denen problem üzerinde olduğu için çok şümullüdür.”20 Öncelikle san’atkârın ruh hâlini anlamak ve ortaya konulan eserleri her bir sanatçının içinde bulunduğu bütün koşulları göz önünde bulundurarak incelemek, metin şerhinin temel ölçütlerinden biri olmalıdır.

18 Orhan Okay, “Eski Şiirimize Yaklaşmak”, Osmanlı Dîvân Şiiri Üzerine Metinler (haz. Mehmet Kalpaklı), İstanbul: YKY, 1999, s. 387.

19 Orhan Şaik Gökyay, “Necâtî Bey Dîvânı”, Destursuz Bağa Girenler, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1982, s. 181.

20 Ali Nihat Tarlan, Fuzûlî Dîvânı Şerhi, c.1, Ankara: KBY, 1985, s. 11.

(18)

Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zünûn adlı ansiklopedik eserinde şerhe duyulan ihtiyacın sebepleri hakkında önemli bilgiler verir. Keşfü’z-Zünûn’daki ifadelere göre şerh yapmanın sebepleri şu 4 başlık altında toplanabilir:

1) Müellifin düşüncelerini ifade etmedeki Allah vergisi yeteneği sayesinde ince manaları maksada delalet eden veciz/öz ve yoğun bir şekilde dile getirmesi, ama okuyucuların müellifle bu konuda aynı seviyede olmaması.

2) Müellif nazarında okuyucuların bildiği varsayılan yahut şerhin tematik yapısını ilgilendirmeyen bazı ön bilgilerin verilmemesi.

3) Şerhi oluşturan metnin, okunduğunda birden çok anlamı çağrıştıracak biçimde mecazlı ve kinayeli bir üslupla yazılmış olması.

4) Müellifin insan olmasının getirdiği yanılma payı, bu yanılgı sonucunda nadiren meseleleri ve bilgileri karıştırması, çeşitli sebeplerle önemli noktaları dile getirmeyi unutması ve kendini tekrar etmek gibi olmaması gereken kompozisyon hataları21. 16. asırda iyice şekillenen şerh geleneğinin ana sebepleri bu şekilde özetlenebilir. Bunun yanısıra medreselerde okutulan bazı Arapça ve Farsça eserleri talebenin daha iyi anlaması da şerh yapmanın sebepleri arasındadır. Sûdî’nin aşağıdaki ifadeleri, Gülistân’ı şerh etme nedenleri arasında bu sebebin de bulunduğunu açıkça ortaya koyar:

Ma‘lūm ola ki Mes‘ūd-ı Rūmīnüñ Ādāb baḥẟinde minnetüñ evveli el- minnetü li-vāhibi’l-‘aḳldur. Pes anda cārī olan mebāḥiẟ ü münāḳaşāt bunda cārīdür ammā ṭālib-i taḥṣīl-i Fārisī olana münāsib ü mülāyim olmaduġı-y-çün terk olundı (Şerh-i Gülistân, 1b).

16. asırda yapılan şerhlerin sebepleri genel itibarıyla yukarıda sayılan başlıklar olsa da, sonraki yüzyıllarda değişik şerh nedenleri de ortaya çıkmıştır. 17.

ve 18. yüzyıla damgasını vuran Sebk-i Hindî metinlerinin periyodik olarak şerh edilme sebepleri arasında anlamın kapalı olması, şairlerin ince hayallere yer vermesi ve her türlü yoruma açık olacak şekilde manayı geniş bir sahaya yaymaları ön

21 bkz. M. Ali Yekta Saraç, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, İstanbul: KTBY, 2006, s. 123.

(19)

plândadır. Bunun yanısıra, geçmiş dönemlerdeki şerh yapma sebeplerinden olmakla birlikte örneğine sık rastlanmayan, devrin ileri gelen devlet adamlarının (diğer bir tabirle sanatkâr dostu hâmîlerin) tavsiyeleri bu asır şarihleri tarafından sıklıkla sebep olarak gösterilmiştir. İlimde mütebahhir olmuş bir müellifin aynı orandaki mütevazılığı, belki de çağdaşlarından çok daha iyi yapabileceği bir şerhe girişmesini engellemiş, gereksiz bir temkin içerisinde bulunmasına sebep olmuştur. Bu noktada devrin ileri gelenlerinden sanatkâr bir şahıs, şarihi şerh yapması konusunda teşvik ve telkin etmiştir. Şairliğin yanısıra şarihlik yönüne de sahip olan 17. yüzyıl müelliflerinden Neşâtî’ye (ö. 1674) ait “Şerh-i Kasâyid-i ‘Urfî” başlıklı şerhte rastlanan aşağıdaki satırlar bu durumu açıklar mahiyettedir:

“Bu faḳīr-i dil-figār Neşāṭī-i bī-miḳdārdan, üstād-ı siḥr-beyānuñ ebyāt-ı müşkilesinüñ şerḥi bir maḫdūm-ı bülend-ḳadrüñ dest-yārī-i ḫˇāhişiyle bu üslūb üzre menaṣṣa-i ẓuhūrda cilve-keş olmuşdur”22. Bu ifadeler, hatırı kırılamayacak önemli bir kişiden gelen talep sonrası Neşâtî’nin Urfî’ye şerh yaptığını belgelemektedir.

Şarihin şerh yapma sebebi, şerhinin sınırlarını nasıl çizdiğinin cevabını vermek için bazen yeterli olmaktadır. Sûdî’nin, “Ma‘lūm ola ki Mes‘ūd-ı Rūmīnüñ Ādāb baḥẟinde minnetüñ evveli el-minnetü li-vāhibi’l-‘aḳldur. Pes anda cārī olan mebāḥiẟ ü münāḳaşāt bunda cārīdür ammā ṭālib-i taḥṣīl-i Fārisī olana münāsib ü mülāyim olmaduġı-y-çün terk olundı, Şerh-i Gülistân, 1b” şeklindeki ifadelerinden anlaşılacağı üzere muhtevanın sınırlarıyla şarihin bilgi birikiminin kesiştiği noktada şerhin yapılış amacı belirleyici rol oynar.

Şerhler usûl olarak belirli bir mantık silsilesini takip eder. Ele alınan metnin türlü yönlerden incelenmesi esastır. Arapça-Farsça metinlerin şerhinde ilk dikkat edilen husus metnin Osmanlı Türkçesi’ne düzgün bir şekilde çevrilmesidir. Bazı şarihler bu çeviriyi doğrudan vererek bir nevî tercüme usûlünü takip etseler de (Ör:

Şem‘î-Şerh-i Mantıku’t-Tayr) bazıları metni Türkçe’ye çevirmeden önce dilbilgisi, söz varlığı, belâgat, retorik, nüsha farkları vb. yönlerden incelemekte ve bu yolla her yönden mana bütünlüğüne ulaşmayı hedeflemektedir (Ör: Sûdî-i Bosnevî-Şerh-i Dîvân-ı Hâfız).

Şerhlerin genelinde nüsha farklarının değerlendirilmesi esastır. Günümüz edisyon kritik yönteminin atası sayılabilecek bu anlayış, ciddî bir şarihin şerhine

22 Neşâtî, Şerh-i Kasâyid-i Urfî, SK: Lala İsmail 521, 1b.

(20)

verdiği önemi gösteren alametlerdendir. 16. yüzyıl şarihleri aynı eseri şerh ettikleri metinlerde birbirlerini reddedebilirken bazen bir şarih diğer bir şarihin verdiği anlamı göz önünde bulundurmayı ihmal etmez. 17. ve 18. yüzyıllarda ise durum biraz daha farklı bir vadiye kaymıştır. Sözgelimi Murtazâ Trabzonî ve Rodosîzâde, Urfî’nin kasidelerini şerh ederken, bazen doğrudan Neşâtî’nin yahut İsmetî’nin verdiği manayı vermektedirler. Ancak bu asırlardaki şarihlerin, yeri geldikçe birbirlerinin şerhlerine beğeni dışı ifadelerle yaklaştıkları da görülmektedir.

Şarih şerhini yaparken kendine has yorumlarını çoğu zaman birtakım iktibaslarla desteklemeye çalışır. Girift bir mananın etrafında söz söyleyen şarih, başta âyet, hadis ve kibâr-ı kelâm olmak üzere beyit, mısra, kıt’a vb. tanık şiir parçalarıyla anlatımını güçlendirmeyi hedefler. Bu anlayış daha çok, alanında ehil (ör: Kefevî Hüseyin Efendi- Bostân-efrûz-ı Cinân der-Şerh-i Gülistân) ve bazen de kısa metinleri (ör.: Lâmi‘î- Şerh-i Dîbâce-i Gülistân) şerh eden şarihlerde görülür.

Şerh Edebiyatı

Türk dili ve edebiyatının Eski Anadolu Türkçesi dönemine bakıldığında

“İhlâs Tefsîri, Mülk Sûresi Tefsîri, Amme Tefsîri, Tebâreke Tefsîri, Yâsin Tefsîri vb.”23 tefsirlerin el yazmalarına rastlamak mümkündür. Klâsik şerhlerin altyapısı için bir dereceye kadar belirleyici olan bu tefsirlerin muhtevâsındaki amaç, tam olarak, dinî bir metnin inceliklerini ve ondan ne anlamak gerektiğini ortaya koymaktan ibarettir. Tefsirlerin bir sonraki aşamasını ise şerh faaliyetleri oluşturur.

Şerh yapma ihtiyacının hissedildiği metinler, “başta temel hadis ve fıkıh kitapları olmak üzere esmâ-i hüsnâ ve dua mecmuaları (ör: Delâilü’l-Hayrât), akaidle ilgili eserler, hilye-i nebîler vb. çok sayıda dinî telifatın yanısıra dil, gramer ve astronomi sahalarında yazılmış eserler”24den meydana gelmektedir. Bu tür eserlere şerh yazılmasının sebepleri arasında, bu şerhlerin eğitim ve öğretimde kullanılması da vardır. Nitekim Osmanlı medreselerinde okutulan eserlerin lâyıkıyla anlatılabilmesi ve anlaşılabilmesi şerhler aracılığıyla olmuştur. “Belâgatten Miftâhu’l-Ulûm, matematikten Hülâsatu’l-Hisâb, geometriden Eşkâlü’t-Te’sîs, fizikten Hidâyetü’l-Hikme, astronomiden Çağminî metinleri”25 medreselerde şerhler aracılığıyla okutulan metinler arasındadır. Bunun yanısıra “Emsile, Binâ, Maksûd,

23 Fahir İz, Eski Türk Edebiyatında Nesir, Ankara: Akçağ Yayınları, 1996, s. 3-13.

24 Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2000, s. 20.

25 Yektâ Saraç, a.g.m., s. 123.

(21)

Avâmil, İzhâr, Kâfiye” gibi medrese tahsilinde yeri olan önemli gramer kitapları sıkça şerh edilen eserler arasında yer almıştır. Anadolu sahasındaki şerh faaliyetlerinin sonraki dönemlerine baktığımızda, ilk şerh faaliyetleri arasında Mevlânâ’nın Mesnevîsine yapılan şerhlerin önemli bir yekün tuttuğu görülmektedir.

Bunlara ilginç bir örnek vermek gerekirse, II. Murad dönemi şairlerinden Mu‘înî, 1436 yılında Mesnevî’nin I. Cildini 2 cilt halinde manzum bir şekilde tercüme ve şerh etmiş, eserini sultan II. Murad’a sunmuştur.26Bu aşamadan sonra daha çok dinî- ahlakî manzumelerin şerh edildiği bilinmektedir.

Şerh Edebiyatı mahsullerini 2 ana başlık içerisinde incelemek mümkündür:

1- Tasavvufî Şerh Edebiyatı 2- Klâsik Şerh Edebiyatı

“Tasavvufî Şerh Edebiyatı” olarak tasnif edilebilecek şerh sahası daha çok dinî-tasavvufî karakterdeki eserlere yapılan şerhleri kapsamaktadır. Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî, Sünbül Sinan gibi tasavvuf büyüklerinin gazel, kaside, şathiye vb.

şiirlerine yazılan ve doğrudan tasavvufî öğretiyi amaçlayan şerhlerle birlikte Fusûsu’l-Hikem, Muhammediye, Esmâ-i Hüsnâ manzumeleri, Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz’ı, bir dua kitabı olan Delâilü’l-Hayrât vb. eserlere yazılmış şerhler ‘tasavvufî şerh’ kavramının sınırlarına dahil edilmektedir. Tasavvufî şerhlerde amaç, tasavvufî rumuzlarla ve mecazî anlatımlarla örülmüş manzum yahut mensur eserlere açıklık kavuşturmak, “içlerindeki gizli sırları” ortaya koymaktır. Bu tür şerhlerde sembolik kullanımların şarih nazarından açıklanması esastır.

“Klâsik Şerh Edebiyatı” başlıklı ve tezimizle doğrudan ilgili olan kısım, her yönüyle “klâsik” sıfatını hak etmiş eserlere yapılan şerhleri içerisine almaktadır. Bu tür ‘klâsik metin şerhleri’nde kaside ve gazelin ilk sırayı aldığı gözlenir. Bunun yanısıra mesnevî gibi uzun nazım türlerinin de şerh edilmesi, şerh için esas alınan metinde uzunluğun ya da kısalığın göz önünde bulundurulmadığını göstermektedir.

Arap Edebiyatı ve grameri alanında yazılmış bazı önemli eserlere yapılan ve çoğunluğu Arapça olan şerhler çeşitli kütüphanelerde önemli bir yekün tutar. Arap grameri (nahiv) ve edebiyatı başta olmak üzere tefsir, fıkıh, kelâm, hadis, astronomi gibi sınırları belirli alanlarda yazılan ve Osmanlı medreselerinde de okutulmuş bazı eserler çeşitli şarihler tarafından şerh edilmiştir. Bunların yanısıra mantık, hikmet

26 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Kemâl Yavuz, Mesnevî-i Muradiyye, Ankara: KBY, 1982.

(22)

(felsefe), tarih, coğrafya, hendese (geometri), ilm-i hesâb (aritmetik) gibi aklî bilimlere ait eserlere yapılan şerhlerin varlığından da haberdarız. Osmanlı medreselerinde, “Aritmetikte Bahâüddin el-Âmilî’nin Hulâsatü’l-hisâbına yazılmış şerhlerin, geometride Şemsüddin es-Semerkandî’nin Eşkâlü’t-te’sîs’ine Kadızâde er- Rûmî’nin Tuhfetü’r-re’îs fî-Şerhî Eşkâli’t-te’sîs adıyla yaptığı şerhin, astronomide el- Çağminî’nin el-Mulahhas fi’l-hey’e’sine yine Kadızâde’nin yaptığı şerhin, tıpta çok sayıda yazılmış el-Kânûn şerhlerinin, fizikte Esîrüddîn el-Ebherî’nin Hidâyetü’l- hikme’si ile Necmüddin el-Kâtibî’nin Hikmetü’l-ayn’ına yazılmış şerhlerin ders kitabı olarak yaygın bir şekilde okutulduğunu görmekteyiz27.”

Arap gramerinin karmaşık konularını irdeleyen birçok değerli kitabın da günümüze kadar ulaşmış bir hayli şerhi mevcuttur. Cemâlüddin Ebû Amr Osman b.

Ömer b. el-Hacîb’in Arapça nahiv kitabı Kâfiye Arap grameri alanında en çok şerh edilen eserlerin başında gelir. Bunun yanısıra Emsile, Binâ, İzhâr, Misbah, Mufassal, Avâmil vb. gibi dilbilgisine dair eserlerin pek çok şerhiyle karşılaşmak mümkündür.

Yine Arap edebiyatında önemli bir yere sahip Sîbeveyh’in gramerle ilgili eserleriyle birlikte bazı beyitleri şerh edilmiştir.

Arap edebiyatının klâsik dönem eserleri arasında yer alan Muallakatu’s- Seb‘a, Dîvân-ı İbnü’l-Fâriz, Dîvân-ı İmreü’l-Kays, Dîvân-ı Ebî Mihcen el-Sakafî, Dîvân-ı Ka’b ibni Züheyr, Dîvân-ı Mütenebbî, Makâmât-ı Harîrî; fıkha dair Hidâye, Ferâiz, Fıkhu’l-Ekber, Fıkhu’n-Nafî, Kasîdetü’l-Emâlî; kelâm sahasında Gurerü’l- Ahkâm, Akâidü’l-Adûdiyye; tıpta, Kânûn, Fusûl-i Bukrât, Muğnî, Mûciz; Kimyada Şüzûr, Mükteseb; astronomide Mulahhas fi’l-Hey’e, Dâire; mantık ilmiyle ilgili Mantık, İsagûcî, Tehzîb, Metâli, Telhîs gibi eserlerin Arapça, Farsça ve Türkçe sayısız şerhi vardır. Edebî şerhlerden ayrı olarak, daha çok ilmî terimlerin yer aldığı ve İslamî ilimler (hadis, tefsir, fıkıh, kelâm vb.), tıp, astronomi gibi ilim dallarında yaygın bir kullanıma sahip bu tür metinlerin şerhi, ‘şerh’ teriminin kavram alanını daha da zenginleştirmiştir.

Farsça şerhlere göz atıldığında daha çok edebî karakterdeki şerhlerin yoğunlukta olduğu görülmektedir. Fars edebiyatının iki büyük şarihi, daha çok Molla Câmî lakabıyla tanınan ve birçok telîfâta imza atmış Nureddin Câmî (ö. 1492) ve yaptığı sayısız şerhle el yazması kütüphanelerinde kolaylıkla ismine rastlanabilecek Celâlüddin Devvânî (ö. 1512)’dir. Yapılan şerhlerin genelinde Mesnevî, Gülistân,

27 Ömür Ceylan, a.g.e., s. 24.

(23)

Bostân, Pend-i Attâr, Gülşen-i Râz (Şebüsterî) gibi ahlâkî-didaktik-tasavvufî mesnevilerin yanısıra Hüsrev-i Dihlevî (ö. 1325) ve Hâfız-ı Şirazî (ö. 1390) gibi büyük şairlere ait şiirlerin ön plânda tutulduğu kolaylıkla görülebilir. Ayrıca Arap edebiyatından yukarıda bahsi geçmiş çeşitli eserlere yapılan Farsça şerhler, sayı itibarıyla azımsanmayacak niteliktedir ve kütüphanelerde birçok numûneleri bulunmaktadır.

Arap ve İran edebiyatı’na damgasını vurmuş klâsik eserler her dönemde ve Doğu coğrafyasının hemen tamamında şerh edilmeye layık manzumeler arasında görülmüştür. Özellikle İran’da eski metinlere şerh ya da haşiye yazımının artması Türk müelliflerin de bu tür eserler vücuda getirmesi için etken olmuştur28. Arap edebiyatının klâsikleri konumundaki Muallakatü’s-Seb‘a (Yedi Askı) şiirleri, Kasîde-i Bürde, Kasîde-i Tantaraniyye, İbni Fâriz ve Hz. Ali’nin Dîvanları şerh edilen Arapça eserler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. İran edebiyatı’nda ise, Firdevsî’nin (ö. 1020?) Şehnâmesi ile başlayan uzun süreç Feridüddîn-i Attâr (ö.

1221), Sadî-i Şirazî (ö. 1292), Hafız-ı Şirazî (ö. 1390), Molla Câmî (ö. 1492), Urfî-i Şirazî (ö. 1591), Sâib-i Tebrizî (ö. 1671), Şevket-i Buhârî (ö. 1695) gibi büyük şairlerin nazım-nesir olmak üzere pek çok eser kaleme almasıyla devam etmiş, bu eserler hem İran sahasında hem de Osmanlı coğrafyasında sayısız şerhe konu olmuştur29.

Klâsik şerhler metot olarak incelendiğinde, ele alınan beyit ya da ibarelerde parça bütünlüğüne önem verildiği görülür. Nitekim şarihin amacı şerhe estetik olarak yaklaşmaktır ve dolayısıyla mânâ bütünlüğü ikinci plânda kalır. Bu yüzden “klâsik metin şerhi esas itibarıyla kelime açıklamasına dayanır; yani klâsik metin şerhi daha çok kelime açıklaması şeklinde yapılagelmiştir. Özellikle; manzum metin şerhlerinde tek tek beyitlere bağlı kalınarak kelime, terkip ya da ibarelerin açıklanması yoluna gidilmiş; kısacası metin parça parça ele alınmıştır. Buna karşılık metnin bir bütün olarak ele alınıp; genel plân, kompozisyon vb. yönlerden incelenmesi gelenekten değildir. Şerhte, şarihe göre okuyucunun anlayamayacağı farz edilen yani anlaşılmasında güçlük görülen metnin ya da metne bağlı unsurların açıklanması

28 Muhammed Emin Riyâhî, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, (çev.: Mehmet Kanar), İstanbul: İnsan Yay., Kasım-1995, s. 223.

29 Klâsik Şerh Edebiyatı’nın Türkçe nümûneleri hakkında bkz. Ozan Yılmaz, “Klâsik Şerh Edebiyatı Literatürü”, TALİD: Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, c. 5, S. 9, İstanbul, 2007, s. 271-304.

(24)

esastır. Amaç okuyanı bilgilendirerek metni tanıtmaktır. Açıklama ve ek bilgi verme esnasında konunun genişletilmesine gidilir30”.

Klâsik metin şerhlerinde belirli bir sıra takip edilir. “Evvelâ metnin o günün insanının rahatça anlayabileceği bir şekilde takdimi (eğer Türkçe dışında yazılmış bir eserse Türkçe tercümesi); daha sonra kelimelerin önce lûgat anlamlarından başlamak suretiyle, edebiyat içerisinde ifade ettiği anlam ve aldığı boyutun tespiti; bunu takiben, kelimenin o metin içerisinde ifade ettiği fonksiyon ve diğer kelimelerle edebî sanatlar açısından meydana getirdiği bütünlüğün tayini ve en sonunda, o edebî eserin mazmununun, yani arka plânda bulunan fikrinin-tâbiri câizse-mesajının bulunup çıkarılması ve böylelikle neticeye gidilmesi31” klâsik metin şerhlerinde uygulanan usûldür. Bu bir dizi işlemin sonuncu aşaması “metnin nesre çevrilmesi”

olmakla birlikte, Sûdî’nin Gülistân Şerhi’nde diğer şarihlerin yaptığı şerhler bir tenkit mekanizması içerisinde eleştirilmiştir (bkz. Reddiyeler). Bu tenkit anlayışı, şarihin tenkit ettiği şarihler arasında da çeşitli örnekleriyle mevcuttur.

Klâsik şerh kavramı günümüzdeki modern metin şerhi kavramından ayrı tutulmalıdır. Çünkü klâsik şerh yapan bir şarihin kesin bilgiler verme ve metnin bütün dil hususiyetlerini ve lügat bilgisini tamamıyla okuyucuya bildirme gibi bir düşüncesi yoktur. Klâsik şarihler, o devirdeki edebî atmosferi bilen, eski kültüre âşinâ ve belli bir edebî birikimi olan çevrelere şerh yapar. Günümüz metin şerhleri için durum böyle değildir. Bu şerhler, yeni nesle, kültürel mirasımızın zenginliklerini Osmanlı Türkçesi’nin bütün hususiyetleriyle birlikte anlatma ve açıklama zorunluluğu duymaktadır. Yeni bir alfabenin kabulü ve Osmanlı Türkçesi’nden Türkiye Türkçesi’ne geçiş bunu gerekli kılan sebeplerin başında gelir. Klâsik şerhlerde daha çok edebî kaygı sözkonusuyken modern metin şerhlerinde edebî kaygı ikinci plânda kalır; asıl amaç kültürel bağlar arasındaki kopmanın engellenmesi ve geçmişle günümüz arasında bir köprü kurulmasıdır. “Eskilerin şerh-i mütûn yani metinler şerhi dedikleri edebî metni/metinleri açıklama ve böylece metnin anlaşılmasını kolaylaştırma çalışmaları, 16. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar gelmiş; günümüzdeyse geçmişin tanıtılması, dolayısıyla yaşatılması, geçmişle günümüz arasında bağlantı kurulması açısından büyük önem kazanmıştır32.”

30 Mine Mengi, a.g.e., s. 75.

31 M. Nur Doğan, a.g.e., s. 422.

32 İ. Hakkı Aksoyak, “Metin Şerhi”, Eski Türk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayınları, 2002, s. 283.

(25)

“Filolojik yaklaşımların ağır bastığı klâsik devir şiir metinleri üzerine yapılan Sa‘dî, Hâfız ve Mesnevî şerhlerini ayrı tutarsak, modern bilim anlayışına uygun metin şerhi çalışmalarının öncüsü ve en büyük ustası olarak Ali Nihad Tarlan33” ismi görülmektedir. Modern şerhlerle ilgili çalışmalar özellikle Tarlan’dan sonra hız kazanmıştır.

Günümüzde yapılan modern metin şerhlerinin, geçmişin kültür birikimini bir ayna gibi yansıtan klâsik şerhler yardımıyla yapılması, ortaya çıkan şerhlerin sağlam temellere dayanması için artık kaçınılmaz hâle gelmiştir. “Şerh edebiyatı”

mahsullerinin günümüz harflerine çevrilerek ortaya konması ve detaylı bir şekilde incelenmesi, eski edebiyata bakış açısının bugünkünden çok daha fazla genişlemesiyle sonuçlanacaktır.

33 Muhsin Macit, “Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları”, Eski Türk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayınları, 2002, s. 311.

(26)

I. BÖLÜM

SA‘DÎ-İ ŞÎRÂZÎ VE GÜLİSTÂN’I SA‘DÎ-İ ŞÎRÂZÎ

İran Edebiyatı’nın meşhur müelliflerindendir. Ünü sadece İran coğrafyasıyla sınırlı kalmamış, Doğu ve Batı edebiyatlarını çeşitli yönlerden etkilemeyi başarmıştır. Eserleri sayesinde yaşadığı çağdan itibaren birçok kaynakta isminin zikredildiği görülmektedir. Sa‘dî’nin hayatı hakkında, genel olarak, kesinlik arzetmeyen bilgiler mevcuttur.

Sa‘dî’nin gerçek ismi hakkında geçmişten günümüze kadar sürüp gelen birtakım rivayetler vardır. İlk dönem kaynaklarında şairin ismi, Sûdî’nin, “Ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī mü’ellifüñ maḫlaṣ-ı şerīfleridür ve ism-i laṭīfi Muṣliḥüddīndür (Şerh-i Gülistân, 10a)”; Gülistân Dibacesi’ni şerh eden şarihlerden Lâmi‘î’nin “Sa‘dī muṣannifüñ maḫlaṣıdur. Adı Muṣliḥüddīndür”34 ve yine Gülistân Dibacesi şarihlerinden Rüşdî’nin “Ve Sa‘dī muṣannifüñ (r.a.) maḫlaṣıdur. Ve ism-i şerīfleri Muṣliḥüddīndür. Ve muḥtemel ki ismi Muṣṭafā ve Muṣliḥüddīn laḳabı ola Muḥammede Muḥiddīn ve Ahmede Şemsüddīn didükleri gibi. Sa‘dī yümn ü berekete mensūb dimekdür”35 ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Muslihüddîn olarak dile getirilmiştir. Ancak son yapılan araştırmalar sonucunda isminin tam künyesi

“Ebû Muhammed Müşerrefüddîn (Şerefüddîn) Muslih bin Abdullâh bin Müşerref”36olarak tespit edilmiştir37.

Firdevsî ve Hâfız ile birlikte Fars şiirinin 3 büyük temsilcisinden biri olan38 Sa‘dî’nin doğum ve ölüm tarihleri, muhiti ve yaşadığı yer hakkındaki bilgiler, araştırmacıları ihtilafa düşürmüştür39. Gülistân’da verdiği birtakım bilgilere bakılarak yaşamı hakkında kesin yorumlar yapılsa da hayatının ana hatları son yapılan

34 Hülya Canpolat, Sa‘dî’nin Gülistân Önsözüne Yapılan Türkçe Şerhlerin Karşılaştırılmalı İncelemesi, Basılmamış Doktora Tezi (dan.: Yard. Doç. Dr. Şerife Yalçınkaya), Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, İzmir 2006, s. 3.

35 Hülya Canpolat, a.g.e., s. 4.

36 Zebîhullâh Safâ, “Sa‘dî”, Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. 2 (Hulâsa-i Cild-i Sivom), Tahran:

İntişârât-ı Firdevs, 11. baskı, 1384, s. 111.

37 Şemseddîn Sâmi, Kâmûsü’l-A‘lâmında “… Atâbekân-ı Fârsdan Sa‘d bin Zengî’nin zamânında Şiraz’da tevellüd etmekle hükümdâr-ı müşârun ileyhe mensûb bulunmuş olan pederi tarafından onun nâmına nisbetle “Sa‘dî” tesmiye olunmuşdu” diyerek Sa‘dî’yi lakab yerine isim olarak zikretse de (bkz. Şemseddin Sâmî, Kâmûsü’l-A‘lâm, c. 4, Ankara: Kaşgar Neşriyat, 1996, s. 2572) yukarıda verilen izahatlardan da anlaşılacağı üzere “Sa‘dî” şeyhin lakabıdır.

38 Ali Nihad Tarlan, İran Edebiyatı, İstanbul: Remzi Kitabevi: 1944, s. 90.

39 Jan Rypka, “Sa‘dî: The Rise of the Ghazal”, The History of Iranian Literature, Dordrecht: Reidel Publishing, 1968, s. 250.

(27)

çalışmalarla ortaya çıkmaya başlamıştır. Şair, aynı zamanda hamisi olan Türk asıllı Salgurlu hanedanı40 hükümdarlarından Sa‘d bin Ebî Bekr bin Sa‘d bin Zengî’den esinlenerek “Sa‘dî” mahlasını almıştır41. Gülistân’da geçen:

İy ki pencāh reft [ü] der-ḫˇābī Meger īn penc rūz der-yābī

beytine bakılarak doğum yılı eserin te’lifinden 50-60 sene önce, takriben hicrî 606 tarihi gösterilse de42 Sûdî’nin de “Ve pencāhdan murād ‘ömrüñ ekẟeri ve pencden eḳallidür (Şerh-i Gülistân, 17a)” şeklindeki şerhinden anlaşılacağı üzere sözkonusu beyitten kesin olarak Sa‘dî’nin 50 yaşını geçtiği manası çıkmaz. Son yapılan araştırmalarla birlikte 610-615 (1213-1219) tarihleri arasında doğduğu şeklinde genel bir kanaate varılmıştır43. Doğum yeri Şiraz’dır. Burada “din âlimleri”

olarak bilinen bir hanedana mensup olarak dünyaya gelmiştir44. Küçük yaşlarda babasından iyi bir eğitim almasına rağmen45 muhtemelen 12 yaşlarında yetim kaldığı için46 eğitimi ve terbiyesi işini annesi üstlendi47. Şiraz’da edebî yönünü ve şairlik yeteneğini geliştirdi. Kuzeyden gelen Moğollar’a, Selçuklular sonrası bölgede hakimiyet kuran yerel devletler (Salgurlular ve Karahitaylar) boyun eğince Şiraz ve çevresinde Moğol baskısı kendisini hissettirmeye başladı48. Bu baskıya katlanmak istemeyen Sa‘dî, tahsilini ilerletmek amacıyla Bağdat’a giderek49 Selçuklu veziri Nizâmülmülk tarafından kurulan50 o zamanların meşhur mektebi “Nizâmiye

40 Oğuzlar’ın Salur kabilesi tarafından Selçuklu imparatorluğunun harabeleri üzerinde kurulmuş bir hanedan. 1203’te Sa‘d bin Zengî tahta çıkınca memleketinin refahı için meşgul oldu. Yerine geçen oğlu Ebûbekir ve onun oğlu Sa‘d II zamanında devlet genel olarak tam bir bağımsızlık elde edemeyip, genellikle Harzemşah ve Moğol egemenliği altında varlık gösterebildi. Hanedan, 1284’te Hülâgû’nun dördüncü oğlu Mengü Timur ile evlenen Âbiş Hatun’un ölmesiyle son buldu (bkz. T. W. Haig,

“Salgurlular”, İslâm Ansiklopedisi, c. 10, İstanbul: MEB Yay.,1980, s. 125-126).

41 “Ve daḫı memdūḥı olan şehzādeye -ki Sa‘d bin Ebī Bekrdür- mensūb demek ma‘nāsın iş‘ār murād idinmişdür”, (Rüşdī-Şerh-i Dībāce-i Gülistān), Hülya Canpolat, a.g.e., s. 4.

42 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 111.

43 Jan Rypka, Edebiyyât-ı Îrân der-Zamân-ı Selcûkiyân u Mogûlân (terc.: Dr. Yakub Ajend), Tahran:

Fârûs-ı Îrân, 1364, s. 102; R. Davis, “Sa‘dî”, Encycloapedia of Islam (New Edition), c. 8, Leiden: E. J.

Brill, 1995, s. 719.

44 Halil Hatîb Rehber, Gülistân, Tahran, 1348, s. I.

45 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 112.

46 Jan Rypka, a.g.e., 1968, s. 250.

47 Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 102.

48 Reuben Levy, “Sa‘di of Shiraz”, An Introduction to Persian Literature, Newyork and London:

Columbia University Press, 1969, s. 60.

49 Bazı kaynaklara göre Sa‘dî vaaz ve hitâbet öğrenmek amacıyla da böylesi bir yolculuğu tercih etmiştir (bkz. George Morrison vd., Târîh Edebiyyât-ı Îrân ez-Âgâz tâ İmrûz, Tahran: Sahhâfî, 1380, s. 75).

50 Reuben Levy, a.g.e., s. 61.

(28)

Medresesi”nde öğrenim gördü51. Bağdat’ta Mustansırıyye medresesi müderrislerinden “el-Muhtesib” lakaplı Cemâlüddîn Ebu’l-ferec bin Abdurrahmân Cevzî’nin (ö. 636/1238) hizmetinde bulunarak52 ondan ilim tahsil etti53. 632/1234-35 tarihinde vefat eden Avârifü’l-Ma‘ârif müellifi Şihâbüddîn Ebû Hafs Ömer bin Muhammed Sühreverdî’nin hizmetinde bulundu. Onun hizmetinde gerekli terbiyeyi alarak kendisinden işittiği ârifâne sözlerle eserlerine damgasını vuracak hayat felsefesinin sınırlarını çizdi.

Sa‘dî’nin mürşidinin kim olduğu hususunda birtakım rivayetler ortaya çıkmıştır. Sûdî’ye göre menkıbesinde geçen aşağıdaki ifadeler mürşidinin Şihâbüddîn-i Sühreverdî (ö. 1234-35) olduğuna işaret etmektedir:

“Pīr-i naẓar-ı Ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī sulṭānü’l-‘āşıḳīn Şeyḫ Rūzbihān-ı Baḳlīst. Gūyend ki peder-i Ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī ḫādim-i ḥażret-i Şeyḫ būdeest ve ün ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī mütevellid odeest pedereş be-ḫıdmet-i Şeyḫ verde ve ḥażret der-ū naẓar fermūd . Ve fermūdeend ki ‘ışḳ-rā baḫş kerdīm bedū hem naṣībī dādīm ammā mürşid-i ū Şeyḫ Şihābü’d-dīn-i Sühreverdī būdeest ḳaddesallāhu ervāḥehum

ç

ş ā

e

54

(Şerh-i Gülistân, 10a)”.

Ayrıca Sûdî’nin “Ḥikāyet olunur ki ḳırḳ yıl miḳdārı seyāḥat eylemişdür ve memālik-i ma‘mūreyi gezmekden murādı bir mürşide irişmek imiş. ‘Āḳıbet Baġdādda Şeyḫ Şihābüddīn-i Sühreverdī ḥażretlerine vāṣıl olup anuñ zülāl-i feyż ü efḍāliyle sīrāb olmuş (Şerh-i Gülistân, 15a)” şeklindeki yorumları Şeyh Sa‘dî’nin mürşidi olarak Şihâbüddîn-i Sühreverdî’yi gösterir.

Bağdat’ta devrin ulu şeyhleri ve önemli hocalarından dersler aldıktan sonra bilgi ve tecrübesini arttıracak uzun yolculuklar dizisine başladı. Kendisinden bahseden eserlerdeki iddialara göre Batı Asya’nın uzak noktalarından Mezopotomya, Küçük Asya, Hicaz, Şam, Lübnan, Anadolu, el-Cezîre, Suriye, Mısır, Marakeş, Azerbaycan, Belh, Gazne, Gücerat gibi devrin gözde merkezlerini dolaştı55. Yaklaşık

51 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 112; Jan Rypka, a.g.e., 1968, s. 250.

52 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 112.

53 Şemseddîn Sâmî, a.g.e., s. 2572.

54 “Şeyh Sa‘dî hazretlerine nazar eden pîr, âşıklar sultanı Şeyh Ruzbihân-ı Baklî’dir. Derler ki Şeyh Sa‘dî hazretlerinin babası, Şeyh Ruzbihân-ı Baklî’nin hâdimi olduğundan oğlu Şeyh Sa‘dî doğunca onu da Şeyh Ruzbihân-ı Baklî’nin hizmetine getirmiş ve Şeyh hazretleri Sa‘dî’ye nazar buyurmuştur.

Ve (yine) buyurmuştur ki (ona) aşk bağışladık ve aşktan nasip verdik ancak onun mürşidi Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdi (Allâh onun ruhunu kutsasın)dir”.

55 Sa‘îd Nefîsî,Târîh-i Nazm u Nesr der-Îrân ve der-Zebân-ı Fârisî, c. 1, Tahran: Kitâbfürûşî-i Fürûğî, 1344, s. 167; Rypka, a.g.e., 1968, s. 250; Bazı araştırmacılar tarafından, bilhassa eserlerindeki

(29)

35 sene devam eden bu seferlerde görüp yaşadıklarını eserlerine yansıttı. On dört defa Hacc’a ve Ravza-i Mutahhara seyahatine gitti56. O yıllarda Ebûbekir bin Sa‘d bin Zengî’nin Moğollar’la yaptığı bir barışın memleketin genelinde huzur ortamı oluşturmasını57 fırsat bilerek tekrar Şiraz’a dönse de bir süre sonra hac yapmak amacıyla Mekke’ye gitti. Bu seferi sırasında Hâce Şemseddîn Muhammed Sâhib- dîvân Cüveynî (ö. 683/1284), onun kardeşi Târîh-i Cihângüşâ müellifi ünlü tarihçi Atâ Melik Cüveynî58 (d. 681/1283) ve meşhur şair Hümâmüddîn-i Tebrîzî59 ile görüştü60. 654-5/1256-7 tarihlerinde Tebriz üzerinden Şiraz’a döndü61. Bu dönüşünde kendisine büyük ün kazandıracak iki eserin (Bostân ve Gülistân) te’lifine başladı (1257-1258)62. Bostân’ı Ebû Bekr bin Sa‘d Zengî adına 655/1257’de ve Gülistân’ı Sa‘d bin Ebî Bekr bin Sa‘d Zengî nâmına 656/1258’de kaleme aldı63. Başlangıçta tarihî eserler yazan ancak pek şöhret bulamayan Sa‘dî, bu iki eserle dünya edebiyatına mâlolacak bir hüviyet kazandı.

Sa‘dî, caize amaçlı şiirler yazmaktan öte halkın hizmetinde olmayı tercih etti. Kaside, gazel ve muhtelif risalelerle kendine has bir külliyat oluşturdu. Şiraz’a döndükten sonra ömrünün geriye kalan kısmını riyazet ve ibadetle geçirdi. Bu yıllarda, hareketli bir ömür sürmesinin getirdiği büyük tecrübeleri halkla paylaşmayı

hikâyelere bakılarak Hindistan, Trablus ve Kaşgar’a seyahat ettiği (bkz. Edward G. Browne, A Literary History of Persia: From Firdawsi to Sa‘dî, vol: II, London: Cambridge at the University Press, 1956, s. 529) söylense de Rypka’nın ifadesiyle sadece hikâyelerden esinlenerek varılan bu kanıya şüpheyle bakmak gerekir (bkz. Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 103 ve R. Davis, a.g.md., s. 719).

56 Şemseddîn Sâmî, a.g.e., s. 2572.

57 Tahsin Yazıcı, “Sa‘dî”, İslâm Ansiklopedisi, c. 10, İstanbul: MEB Yay. s. 37. Nitekim Gülistân’ın Dibacesinde Moğol zulmünü ve bu zulmden sonra yapılan barışla sağlanmış huzur ortamını ifade eden 11 beyit bulunmaktadır. Bu beyitler ve tezimizdeki şerhleri için bkz. Şerh-i Gülistân (metin) 15a-16b.

58 Sa‘dî’nin Cüveynî kardeşlerle yüz yüze görüşüp görüşmediği hususuna kuşkuyla bakılmalıdır. Zira o asrın müelliflerince yazılmış kasidelerde memduhuyla görüşme hayali oldukça yaygındır. Sa‘dî’nin her ikisine de kaside yazarak bu kasidelerinde onlarla görüştüğünü ima eden sözler söylemesi, doğal olarak Cüveynî kardeşlerle yüz yüze görüştüğü anlamına gelmez (R. Davis, a.g.md., s. 720).

59 Meşhur Azerbaycan şairlerindendir. Hicrî 7. asırda Cüveyniyân hanedanına bağlı olarak Tebriz’de hayatını devam ettirdi. 1314’te yine aynı şehirde vefat etti. Yaklaşık 2000 beyitten oluşan Dîvân’ının yanısıra Sâhibdîvân Cüveynî’nin oğlu Şerefüddîn Hârûn adına söylenmiş Sohbetnâme adlı bir de mesnevîsi bulunmaktadır (Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 168-169).

60 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 111; Ali Nihad Tarlan, a.g.e., s. 92; Jan Rypka, a.g.e., 1968, s. 250. Bazı kaynaklarda Sa‘dî’nin görüştüğü kimseler arasında 1265-1282 yılları arasında hüküm sürmüş Abaka İlhân’ın da olduğu kaydedilmektedir (Rypka, a.g.e., 1364, s. 103). Nitekim Risâle-i Selâse adlı eserinin muhtevasını Abaka Han’la yaptığı bu görüşme oluşturur (bkz. Eserleri).

61 George Morrison vd., a.g.e., s. 76.

62 Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 104.

63 Sa‘dî bu iki eseri peş peşe kaleme almasını Gülistân’da “henûz ez-gül-i Bostân bakıyyetî mevcûd bûd ki kitâb-ı Gülistân tamâm şod” yani “Zihnim Bostân’la meşguliyeti yeni yeni bırakıyordu ki Gülistân kitâbı tamamlandı” ifadeleriyle anlatır.

(30)

seçmiş, onların mutluluklarıyla mutlu olmuş, onların kendisine hediyeler vermesinden hoşnut kalmıştır64.

Sa‘dî’nin vefat tarihi, Molla Câmî’nin (ö. 1492) Nefahâtü’l-Üns’ünde geçen ve Sûdî’nin de şerhine dahil ettiği aşağıdaki tarih kıt’asına göre H.691/M.

1292’dir:

Hümā-yı rūḥ-ı pāk-i Şeyḫ Sa‘dī Çü der-pervāz şod ez-rūy-ı iḫlāṣ Meh-i Şevvāl būd [u] şām-ı Cum‘a Ki der-deryā-yı raḥmet geşt ġavvāṣ Yekī porsīd sāl-i fevt go tem f

Zi-ḫāṣān būd ez-ān tārīḫ şod ḫāṣ65(10a) Aynı tarihi veren bir başka kıt’a da şöyledir66: Şeyh Sa‘dî ki ‘ârif-i Hak bûd

Râz-dân-ı vücûd-ı mutlak bûd Yek sad u bîst sâl ‘ömreş bûd K’ân zamân rıhlet ez-cihân fermûd Be-şeb-i Cum‘a pencüm-i Şevvâl Şod be-firdevs ân sütûde-hısâl Çü zi-hâsân-ı Hak te‘âlâ bûd

“Hâs” târîh-i û melek fermûd67

Bu kıt’alarda geçen “ḫāṣ” kelimesinin ebced hesabıyla karşılığı H. 691/M.

1292 yılıdır. Dolayısıyla Şeyh Sa‘dî’nin ölüm tarihi H. 691 yılının Şevvâl ayındaki bir Cuma gecesi olsa gerektir. Ancak son yıllarda yapılan bazı araştırmalar

64 Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 104.

65 Şeyh Sa‘dî’nin hüma görünümlü temiz ruhu (dünyadan) kurtulmak için kanat çırpmaya başladı.

Rahmet denizinde dalgıç olduğunda Şevvâl ayı ve Cuma gecesiydi. Birisi ölüm tarihini sorduğunda ona “hâslardan olduğu için ölüm tarihi de “hâs” oldu” dedim.

66 Muhammed Hazâ’ilî, Şerh-i Gülistân, II. baskı, Tahran: Sâzmân-ı Câvidân-ı İntişârât, 1348, s. 55.

67 Mutlak vücudun sırrına vâkıf Hak âriflerinden olan Şeyh Sa‘dî’nin ömrü 120 yıla ulaştığında dünyadan göç etmesi buyuruldu. O övülmüş ahlaklı kişi Cennete dahil olduğunda Şevvâl ayının beşi gecelerden Cumaydı. Cenâb-ı Hakk’ın hâslarından (seçkin kullarından) olduğu için ölüm tarihi de melekler tarafından “hâs” olarak buyuruldu.

Referanslar

Benzer Belgeler

Mimar Uğur Gündeş ortak projesinde, Şam şehrinin gelişmekte olan bir bölgesinde, önemli dairesel bir kavşak alanı üzerinde yer ala- cak olan kütüphane binasının

Cantharellus melanoxeros is characterized by small to medium sized fruit body blacking when bruised, with a saffron yellow pileus, yellowish to pinkish liliac stipe and rose

Đstersen beni o (hesap gününde günah ve sevapların tartıldığı) terazinin yanında bulursun” dedi. Fatıma: “Baba ben seni ya orada da bulamazsam?” dedi.. Peygamber: “O

In this paper, we propose a hybrid color image compression approachbased on PCA and DTT algorithms (PCADTT), which integrates the benefits of both PCA and DTT

Ùalóa bin èAbdullÀh, Óaøret-i èOåmÀna didi ki: “ŞÀma rıólet idüp anda úarÀr eyle tÀ ki senüñ leşkerüñ seni bu àavàadan ãaúlayup óıfô ideler” diyicek

dolayısıyla da NakĢibendî mahlaslarıyla bilinmektedir. Doğumu, ölümü, ailesi ve eğitimi hakkında ciddi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu eserde Farsça mesellerin

Bikend bā ĥarf-i teǿkįd, kend kāf-ı ǾArabuñ fetĥiyle fiǾl-i māżį-i müfred-i ġāǿibdür kendenden ķazmaķ ve ķoparmaķ maǾnāsına, bunda taħrįb murāddur,

Bu eserler, şerh edilen metnin kapsamına, şarihin tahsil durumuna ve bilgi birikimine göre farklılık gösterse de, Klasik Türk edebiyatı metin şerhi araştırmaları