Türkiye’de ormanlar söz konusu olduğunda, son derece önemli bir yanlış yapılıyor: “Orman” eksosistemi varlığı ile “orman” sayılan alan ayrımı yapılmıyor. Yapılmadığı için de, en son çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı’nın Antalya- Belek’te düzenlenen “Türk Turizminde Yeniden Yapılanma ve Yeni Açılımlar Zirvesi”nde yaptığı gibi, sapla saman birbirine karıştırılabiliyor. Cumhuriyet’in bildirdiğine göre, Sayın Müsteşar Yardımcısı; “Turizme açılan alanlarda ağaç kesiliyor ama başka alanlarda dikiliyor.” açıklamasından sonra bir de şu
değerlendirmeyi yapıyor:
“Tuzu kuru çevreciler ‘ormanlar elden gidiyor’ diye. Nereye gidiyor. Hiçbir yere gittiği yok.” Ormancılık öğrenimini yapmış bir yöneticinin böyle bir değerlendirme yapabilmesi için orman ekosistemlerinin yapısal özelliklerini hiç bilmemesi ya da ormancılığımızın içinde bulunduğu koşulların ayırdında olmaması gerekiyor. Dahası, çevre ve bu kapsamda da orman korumacılarını “tuzu kuru çevreciler” olarak nitelendirdiğine bakılırsa, Sayın Müsteşar
Yardımcısı kamu yöneticisi terbiyesinden de yoksun. Bu bireysel yetersizlikler bir yana bırakıldığında, konunun çok boyutlu olarak sorgulanması ve tartışılması gereken yanları var:
Ormanların, başta turizm olmak üzere çeşitli ormancılık dışı amaçlarla kullanılması gerekebilir kuşkusuz. Ancak bu gereğin yerine getirilebilmesi için kimi koşulların sağlanmış olması zorunludur. Türkiye’de bu zorunluluk yerine getirilmemektedir. Sözgelimi,
Türkiye’de “orman” sayılan alanların ve bu alanlardaki orman ekosistemlerinin ekolojik özellikleri tüm bileşenleriyle bilinmemektedir;
Belirli ekolojik özelliklere sahip orman ekosistemlerinin nerelerinde, ne türden etkinliklere, ne zaman ve hangi yoğunluklarda izin verilebileceğinin bilgisi ve verisi üretilmemiştir;
“Devlet ormanı” sayılan alanlarda ormancılık dışı etkinliklere tahsis edilen yerlerde yürütülen çalışmaların çok boyutlu olarak izlenebilmesi ve değerlendirilebilmesi için gerekli veri tabanı oluşturulmamıştır ve uygun düzenekler işletilmemektedir;
Bugüne değin ormancılık dışı amaçlarla kullanılmak üzere tahsis edilmiş alanlardaki ve çevresindeki orman ekosistemlerinin bu yatırımların gerektirdiği etkinliklerden ne yönde ve ne denli etkilendiği bilinmemektedir;
“Devlet ormanı” sayılan yerlerden alan tahsis edilmesinin ekonomik, ekonomik ve toplumsal getirisi ve götürüsünün boyutlarını ortaya koyan herhangi bir araştırma yapılmamıştır;
Öte yandan; başta turizm olmak üzere madencilik, alt yapı, belediye çöplükleri, vakıf üniversiteleri vb sektörlerden “devlet ormanı” arazilerinin tahsis edilmesi, kamusal varlıkların yerli ve yabancı özel kuruluşlara rastgele dağıtılması anlamına gelmektedir ki bu 1982 Anayasasının 169. maddesinde de yer verilen, “Devlet ormanlarının mülkiyeti devredilemez. Devlet ormanları devletçe yönetilir ve işletilir” yaptırımına da açıkça aykırıdır.
çevre ve Orman Bakanlığı’nın Sayın Müsteşar Yardımcısı’nın bu türden sorunları kendisine dert edinmediği anlaşılmaktadır. Ancak, “Eğer biz bu deniz kıyılarını turizme açmasaydık, bu kıyılar böyle güzel olmazdı, işgal edilmiş olurdu.” diyebilen bir Müsteşar Yardımcısı’nın konunun bu boyutlarını kavrayabilmiş olması, rastlantısal
olarak kavramış olsa bile bu türden açıklamalar yapmaması beklenemez kuşkusuz.
Kısacası, çevre ve Orman Bakanlığı Sayın Müsteşar Yardımcısı, deyiş yerindeyse sapla samanı karıştırmaktadır; ormanların kamu yararına yönetiminden, korunmasından, genişletilmesinden ve iyileştirilmesinden, toplumun tüm sınıf ve katmanlarına çok yönlü ormancılık hizmetlerinin verilmesinden sorumlu olduğunun bilincinde değildir. Ormanlarımızın bu türden anlayışlarla ormancılığımızı yönetenlere teslim edilmiş olması ise, gerçekten de yazıklanabilecek bir durumdur; yazık, çok yazık !