• Sonuç bulunamadı

HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU

HUKUKİ MÜZAKERE TOPLANTILARI 23-26 MAYIS 2013 - HATAY

Grup Adı : Özel Hukuk 3. Grup Konu : Tüketici davaları

Grup Başkanı : Abdullah TURGUT (Yargıtay Tetkik Hâkimi) Grup Sözcüsü : Haydar AYDIN (İstanbul Hâkimi)

Raporlama Heyeti : 1- Mümtaz ÇAL(Ankara Hâkimi) 2- Ahmet ARSLAN (Ankara Hâkimi)

3- Aydan ŞİMŞEK (Bakırköy Hâkimi) 4- Fatma ÖZEN (Aydın Hâkimi)

5- Murat TOLAN (Yargıtay Hâkimi)

6- Mustafa Hayri TACIN (Osmancık Hâkimi)

___________________________________________________________________________

A-BORÇLAR HUKUKU:

GENEL İŞLEM ŞARTLARI:

Ülkemizde genel işlem şartlarına ilişkin ilk yasal düzenleme 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 06.03.2003 Tarih ve 4822 Sayılı Yasayla değişik 6.

maddesindeki, “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.” düzenlemedir. Bu düzenleme öncesinde MK’nun 2. maddesi çerçevesinde sözleşmelere yapılan müdahale, değişen ve gelişen koşullar sonucunda, ticari ve ticari olmayan işlerde, günümüz koşullarına uygun genel işlem şartlarının belirlenmesini gerekli kılmış, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun düzenlenmesi sırasında yasa koyucu genel işlem koşullarına ilişkin düzenleme yapmıştır.

Kredi sözleşmeleri, elektrik, su ve doğalgaz abonelikleri gibi, genel nitelikli olan, önceden formüle edilen matbu sözleşmelerle hukuki ilişki tesis edilmeye başlamıştır. Bu nedenle bu sözleşmelerin çok geniş kitleyi ilgilendirmesi karşısında, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 20 ila 25. maddelerinde genel işlem şartları düzenlenmiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 20. maddesinde genel işlem şartlarını belirleyen üç unsur öngörülmüştür. Bu unsurlar;

1-Çok sayıda benzer sözleşmede kullanma amacı, 2-Önceden ve tek taraflı hazırlama

3-Karşı tarafın yapılacak hizmetten faydalanmayı veyahut malı satın almak istemesi

(2)

2 halinde, hizmeti veren veya malı satan tarafından sunduğu sözleşme hükmü olması şeklinde düzenlenmiştir.

Doktrinde bu unsurlara ek olarak, şartların tek yanlı hazırlanması, genel ve soyut nitelik taşıması gibi unsurlar eklenmektedir.

Bu kapsamda aklımıza sigorta hukukunu ilgilendiren kasko, ZMSS sözleşmelerinin genel şartlarının genel işlem koşulları kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği düşünülmüş ve düzenleyicisinin Hazine Müsteşarlığı olduğu ve sözleşmenin taraflarınca hazırlanmadığı nazara alınarak, anılan sigorta sözleşmeleri genel şartlarının genel işlem şartı bağlamında değerlendirilmeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.

Çünkü burada düzenlemeyi yapan hizmeti veren veya poliçeyi düzenleyen sigorta şirketi değildir. Ancak, Hazine Müsteşarlığınca düzenlenen klozlar dışında sigorta şirketlerinin hazırladığı sigorta poliçeleri var ise, bu poliçelerin genel ilsem koşulları arasında değerlendirilebileceği düşünülmüştür.

Öte yandan, kredi sözleşmelerini hazırlayan bankaların genel işlem koşulları denetimine tabi olduğu kanaatine varılmıştır.

Genel işlem koşullarına ilişkin hükümler, kamu düzenine ilişkin olup, düzenleyenin ve yararlananın tüzel kişi veya kamu tüzel kişi olması farklılık oluşturmaksızın aynen uygulanacağı düşünülmektedir.

Genel işlem şartlarını dolanmak suretiyle sözleşme hükmüne veya yeniden bir sözleşme yapmak suretiyle sözleşmenin her bir maddesinin tek tek müzakere edildiği belirtilerek genel işlem koşullarının uygulanmasına engel olunamayacağı, yasal düzenlemenin de bu yönde olduğu belirtilmek istenmiştir.

Hukuki sonucu, genel işlem şartlarına uygun olmayan sözleşme hükümleri, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 21 ila 27. maddeleri gereğince yazılmamış sayılır. Sözleşmenin diğer hükümleri ise, hukuki geçerliliğini korumaya devam eder. Öte yandan, hakim genel işlem koşullarına aykırı hükümlerin sözleşmeden çıkarılması halinde, sözleşmenin yapılamayacağı sonucuna varır ise sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz hale gelir.

B-TİCARET HUKUKU VE MAHKEMELER:

1-TİCARET MAHKEMELERİ

Ticaret Mahkemeleri; 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun'un 09/02/2011 gün ve 6110 Kanun ile değişik 5.Maddesi ile, Ticaret Mahkemeleri tek hakimli mahkeme haline gelmiş 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanun'un 26/06/2012 gün ve 6335 Sayılı Kanunla değişik 5. Madde gereğince, aksine hüküm bulunmadıkça dava olunan şeyin değerine ve tutarına bakılmaksızın Asliye Ticaret Mahkemesi tüm ticari davalar ve ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevledir.

(3)

3 Bir yerde asliye ticaret mahkemesi varsa, asliye hukuk mahkemesinin görevi içinde bulunan ve 4 üncü madde hükmünce ticari sayılan davalarla özel hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere asliye ticaret mahkemesinde bakılır. Bir yerde ticaret davalarına bakan birden çok asliye ticaret mahkemesi varsa, iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, asliye ticaret mahkemelerinden biri veya birkaçı münhasıran bu Kanundan ve diğer kanunlardan doğan deniz ticaretine ve deniz sigortalarına ilişkin hukuk davalarına bakmakla görevlendirilebilir.

Asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.

Asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yargı çevresindeki bir ticari davada görev kuralına dayanılmamış olması, görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez; asliye hukuk mahkemesi, davaya devam eder.

Şeklinde yapılan düzenlemeler sonrasında daha önceki çalışmalarımız sırasında Asliye Hukuk Mahkemesi ile Ticaret Mahkemeleri arasındaki işbölümü ilişkisinin, görev ilişkisi haline dönüştürülerek, daha önceki hukuki müzakere toplantılarında varılan sonucun yasal hale dönüştüğünü, böylece bu toplantıların sonuçlarının uygulamaya yansıdığını yargının hızlanmasına katkı sağladığını görmüş bulunmaktayız. Ancak yapılan değişiklikler yeni problemleri beraberinde getirmektedir. Bu problemlerin başlıcaları;

a) Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Ticaret Mahkemeleri arasında görev tanımının bazı davalar yönünden, karşılıklı görevsizlik kararlarıyla sonuçlanması nedeniyle yargılamanın uzaması sonucunu doğurmaktadır.

Örneğin Türk Ticaret Kanunun 4/f Bendinde; “ Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava (Ek ibare: 26/06/2012-6335 S.K./1.md.) ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.” şeklinde düzenlemeyi içermektedir. Burada bankaların özellikle kredi kartlarının kullanımından kaynaklanan alacakları yönünden bir ayrım yapılmadığı görülmektedir.

Ancak Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanun'un 44.Maddesinde “ Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili uyuşmazlıklarda kart hamilinin tüketici olması halinde, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 22 nci ve 23 üncü maddesi hükümleri uygulanır.Kart çıkaran kuruluşlar tarafından kart hamilleri aleyhine açılacak davalarda 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun görev ve yetkiye ilişkin hükümleri uygulanır. “ şeklinde düzenleme mevcut olup, bu nedenle bankaların kredi kartı kullanımından kaynaklanan hukuk davalarının görülmesinde Asliye Hukuk Mahkemeleri görevli olduğu şeklinde 2010 yılında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca karar verilmiştir.

Burada her şeyden önce şu hususun belirlenmesi gerekir, bu kanunda düzenleme yapılırken

(4)

4 Ticaret Mahkemeleri Asliye Hukuk Mahkemesi seviyesinde, bu mahkemeler arasında işbölümü ilişkisi bulunması nedeniyle, genel mahkeme niteliğinde olduğunun tespiti gerekir.

Ancak 26/06/2012 günlü değişiklik ile mahkemeler arasındaki ilişki görev ilişkisi haline dönüşmüş bulunmaktadır. Bu nedenle bazı mahkemeler Ticaret Kanun'undaki düzenlemelerin yeni olması ve bankaların tacir olup alacaklarının ticari olduğu gerekçesiyle 4/f Maddesi gereğince kredi kartı ve banka kartlarından doğan hukuki uyuşmazlıklara bakmaya devam etmekte, bazı mahkemeler ise, Asliye Hukuk Mahkemesine görevsizlik kararı vermektedir.

Burada özellikle 5464 Sayılı yasanın 44/2.Maddesinin, yaptığı atfın yürürlükten kalkmış bulunan bir yasaya yapılmış olması, ayrıca yasanın düzenlenişinde bankaların açtığı davalara Tüketici Mahkemelerinde görülmeyeceğine ilişkin davacıya bağlı düzenlemenin günümüz hukuk normlarıyla uyuşmadığı açıktır. Burada dava konusu alacağın niteliğine göre yani, banka veya kredi kartını kullanan şahsı tacir olup olmadığına bakılarak, ticari amaçla verilen kredi kartlarının kullanımından kaynaklanan davaların Ticaret Mahkemeleri tarafından veya yasa koyucu tarafından uygun görülecek mahkemenin görevli olduğuna ilişkin düzenlemenin gecikmeksizin yapılması, böylece Türk Ticaret Kanun'un 4/f ile 5464 Sayılı yasanın 44/2.Maddesinin arasındaki uyumsuzluk ortadan kaldırılmalıdır.

Genel olarak Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Asliye Ticaret Mahkemeleri Arasındaki görev uyuşmazlıklarının sona erdirilmesi için, görev yönünden usul hukuku ve TTK'da yapılacak değişiklikler davaların niteliklerine göre isimleri belirtilerek görev konusunun somutlaştırılması görüşüne varılmıştır.

b) Grubumuzca yapılan değerlendirmeler sırasında ZMSS şirketinin taraf olduğu dava dosyalarında, işletenin aynı zamanda işveren olması hali de nazara alındığında İş, Asliye Hukuk ve Asliye Ticaret Mahkemeleri arasında görev uyuşmazlığının ortaya çıktığı, bu görev uyuşmazlığının çözümlenmesi amacıyla, müteselsil sorumlu olanlar aleyhine açılan davalar bakımından, Yargıtay Hukuk Genel kurulunun görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu yönünde duraksamaya yer vermeyecek şekilde karar vermesi gerektiği yönünde görüş birliğine varılmıştır.

Örneğin bir trafik kazası sonucu, işleten, sürücü, ZMSS sigortası aleyhine açılan davaların veya işveren ile sürücü, ZMSS sigortası aleyhine açılan davaların müteselsil sorumluluk ilkesine göre açıldığından, uygulamada bu davalarda temel ilişkiye bağlı olarak asliye Hukuk mu?, Ticaret Mahkemesi mi? , İş Mahkemesi mi ? ( Trafik iş kazası ) görevli olacağı konusunda sorunlar ve karşılıklı görevsizlik kararları verilmekte, bu husus yargılamanın da uzamasına sebebiyet vermektedir. Kurulumuz bu uyuşmazlıklarda, temel ilişki esasına göre, görevli mahkemenin, sigorta işbu davada taraf olsa dahi müteselsil sorumluluk ilkesi gereği dava ekonomisi de dikkate alınarak, görevli mahkemenin temel ilişkide görevli mahkeme olarak belirlenmesine faydalı olacağı sonucuna varılmıştır.

c)Ticaret Mahkemelerinin Tek Hakimli Olarak Görev Yapması;

(5)

5 Genel olarak uygulamaya olumlu yansımıştır. Ancak bu mahkemelerde, özellikli davaların ( iflas, şirketlerin yönetiminden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümü, davaların meblağ itibariyle çok yüksek değerli davalar olması gibi ), heyet mahkemesinde görülmesi sırasında dava sahipleri yönünden sağlayacağı güvence, kararlarda isabet toplumda yargıya olan güveni, hakimler yönünden de sorumluluk ve ağır yükün paylaşımı sonucunu doğuracağından, bu davalara yönelik toplumdaki olumsuz etkiler ve eleştiriler ortadan kalkacağı düşünülmektedir. Bu nedenle bu mahkemelerin kural olarak, heyet halinde kurulması ve bazı dava ve işleri heyet mahkemelerindeki üye hakimlere verilen yetki veya ticaret dairesi şeklinde ikili sistemin, mahkemelerin kuruluş yasasında yapılacak değişiklikle yeniden yapılandırılmasının uygun olacağı görüş ve düşüncesine varılmıştır.

2-FAİZ

Türk Borçlar Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 sayılı Kanunu'nun 7. maddesi, "Türk Borçlar Kanunu'nun kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları ile geçici ödemelere ilişkin 76., faize ilişkin 88., temerrüt faizine ilişkin 120. ve aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138. maddesi görülmekte olan davalarda da uygulanır." hükmüne yer verilmiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 88. maddesi "Faiz ödeme borcunda uygulanacak yıllık faiz oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir. Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık faiz oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranını yüzde elli fazlasını aşamaz." hükmünü içermesinin yanı sıra, temerrüt faizine ilişkin 120. maddesi; "Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir. Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz. Akdî faiz oranı kararlaştırılmakla birlikte sözleşmede temerrüt faizi kararlaştırılmamışsa ve yıllık akdî faiz oranı da birinci fıkrada belirtilen faiz oranından fazla ise, temerrüt faizi oranı hakkında akdî faiz oranı geçerli olur." düzenlemesine yer verilmiştir.

Öte yandan Türk Ticaret Kanunun 8/1. maddesi, “Ticari işlerde faiz oranı serbestçe belirlenir.' hükmünü,

9. maddesi “ Ticari işlerde; kanuni, anapara ile temerrüt faizi hakkında, ilgili mevzuat hükümleri uygulanır.”

1530/1. maddesi ise, “Aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde, ticari hükümlerle yasaklanmış işlemler ve şartlar batıldır. Ancak, sözleşme uyarınca yerine getirilmesi gereken edimler için kanunun veya yetkili makamların koymuş olduğu en yüksek sınırı aşan sözleşmeler en yüksek sınır üzerinden yapılmış sayılır; sınırı aşan edimler hata ile yerine getirilmiş olmasa bile, geri alınır. Bu sınırlarda, Türk Borçlar Kanununun 27 nci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi uygulanmaz.”

(6)

6 Yukarıda anılan yasal düzenlemeler grubumuzca değerlendirildiğinde; tacirler arası ticari işlerde, tacirlerin basiretli tacir olması gerekmesi nazara alınarak, kamu düzenine ilişkin Türk Borçlar Kanunu’nun getirdiği sınırlamaların tacirler arasında uygulanamayacağı 8 kişilik grubumuzun yarısınca benimsenmiştir. Diğer yarısı ise, Türk Borçlar Kanunu genel bir kanun olup, buradaki düzenlemelerin tacirlere uygulanmayacağına dair yasada açıkça bir düzenleme bulunmadıkça, tacirler arası ilişkilere de uygulanmasının kaçınılmazdır. Örneğin, Türk Borçlar Kanununda kefalete ilişkin hangi hükümlerinin tacirlere uygulanmayacağı belirlenmiştir. Türk Hukuk sisteminde, ticari ve adi işlerde uygulanacak faiz tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmanın sonuçlandırılması için, öncelikle faizin niteliğinin kamu düzenine ilişkin olup olmadığını belirlemek gereklidir. Grubun diğer yarısı olarak, faizin kamu düzenine ilişkin olduğunu benimseyerek, Türk Borçlar Kanununun 88 ve 120. maddelerine göre, uygulanacak faizin oranı ve 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu’nun 7. maddesi de nazara alınarak, görülmekte olan davalara da uygulanacağı şeklindeki düzenlemenin bu görüşü kurulumuzda oluşmasına sebep olmuştur. TTK’nın 8. maddesinde faiz oranının rızaen serbestçe tayin edebileceği yönündeki düzenlemenin, bu sınırlar kapsamında ve sınırlamalarla TTK’nin 9. maddesi gereğince uygulanacağı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Bu hususun çözümü yasal düzenleme ile ya da doktrindeki görüşler de değerlendirilmek suretiyle bir an evvel yargısal içtihatlarıyla uygulamadaki belirsizliğin giderilmesi önerilmektedir.

3-KAMBİYO SENETLERİ

6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 644. (6102 sayılı Yasanın 732.) maddesinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme davası ile ilgili uygulamadaki aksaklıklar tartışıldı. Bu davanın temel özelliğinin ispat külfetinin keşidecide olduğu, uyuşmazlığın bu çerçevede ele alınıp çözülmesi gerektiği, yapılan düzenleme bu şekilde yorumlandığında bu konudaki çekişmelerin daha kısa sürede sonlandıracağı hususu katılımcılar tarafından ortak bir kanaat olarak dile getirildi.

6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 644. (6102 sayılı Yasanın 732.) maddesine dayalı davaların, TBK’nun sebepsiz zenginleşme zamanaşımına ilişkin 82. maddesindeki 2 yıllık zamanaşımı değil, 6102 Sayılı TTK'nın 732/4. Maddesindeki özel düzenleme ile 1 yıllık zamanaşımına tabi olduğu tüm heyetçe vurgulandı.

6102 sayılı yasanın 814. maddesindeki zamanaşımı ile ilgili sürenin, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunundaki düzenlemeden farklı olarak 6 aydan 3 yıla çıkartılarak, kambiyo senetleri yönünden farklı zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının önüne geçildiği, zamanaşımının, çeklerde ibraz süresini geçmesi veya ibraz süresinde ibrazından itibaren, senetlerde ise vade tarihinden itibaren başladığı vurgulandı.

4-KAYIT KABUL DAVALARINDA TEMYİZ SÜRESİ

Kayıt kabul istemine ilişkin davalar sonunda mahkemelerce verilen kararların, temyiz

(7)

7 incelemesinin İİK'nun 164. maddesi gereğince 10 günlük süreye tabi olduğu, bu duruma rağmen Asliye Mahkemelerince verilen kararlarda temyiz süresinin 15 günlük süreye tabi olduğunun belirtildiği, bu durumun davanın tarafları açısından tereddüde yol açtığı, Yargıtay uygulamasının ise, İİK'nun 164. maddesindeki 10 günlük süre olduğu, heyetimiz, bu hususun tüm meslektaşlarımızla paylaşılması gerektiğini belirtmiştir.

5-İFLAS VE İFLASIN ERTELENMESİNE İLİŞKİN DAVALARDA TEBLİGAT İflas ve İflas ertelemeye ilişkin İİK’nun 164 ve 181.Maddelerinin emredici hükmü olan,

“Ticaret mahkemesince verilen nihaî kararlar, 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınan masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece re'sen taraflara tebliğ olunur.” hükmünün tüm mahkemelerce nazara alınması ve hassasiyetle uygulanması gerektiği heyetimizce vurgulanmıştır.

6-TİCARİ ALIM SATIMDAN KAYNAKLANAN UYUŞMAZLIKLAR a)Ticari Satıma Dair Faturalar

Tacirler arası satım veyahut hizmet sonrasında düzenlenen faturaların TTK'nun 21. Maddesi uyarınca malı veyahut hizmeti satın alan kişinin 8 gün içerisinde itiraz etmemesi halinde içeriğini kabul etmiş sayılacağı yönündeki yeni TTK'nun 21/3.Maddesi eski TTK'nun 23/3.Maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde;

Yasada olmadığı halde uygulamada fatura,

aa) Kapalı fatura; Faturanın alt kısmına yakın veya ortasında tanzim edenin unvan veya isminin yanında kaşe ve imza atmak suretiyle tanzim edilirse, işbu fatura, Yargıtay uygulamasına göre, verilen hizmet veya malın bedelinin ödendiğine karine teşkil eder. Bunun aksini iddia eden, yasal delillerle iddiasını ispat etmekle mükelleftir.

bb) Açık fatura; Fatura tanzim edenin, isim ve adresinin bulunduğu fatura başlığına kaşe ve imza atmak suretiyle tanzim edilirse, Yargıtay uygulamasına göre, işbu fatura, verilen hizmet veya malın bedelinin ödenmediğine karine teşkil eder. Buna uygulamada açık fatura denir.

Fatura tek başına bir alacağın doğumuna esas teşkil edecek malın teslimi veya hizmetin verildiğini göstermeyeceği için, malın teslimi ve hizmetin verildiği alacaklı tarafından ispatlanmalıdır.

cc) İade Faturası; Bir faturanın borçlusu tarafından, kendi ticari defter ve kayıtlarına hataen alındı veya satıma konu malın ayıplı olduğu gerekçesiyle, borçlu tarafından kendi ticari defter ve kayıtlarına yapılan kaydın, ters işlemli yani malın iade edildiği veya hataen alındığı belirtilerek, alacaklının kestiği fatura kadar veya değer düşüklüğü belirtilmek suretiyle, kendisinin belirlediği bedel belirtilerek alacaklı aleyhine tanzim ettiği faturadır. Malın ayıplı olduğunun veya iade edildiğinin, iade faturasının düzenleyen borçlunun ispat etmesi gerekir.

Ancak, malın ayıplı olduğuna dair iddiaların dinlenebilmesi için, TTK'nun 23/1-c maddesi gereğince, 2 ve 8 günlük süreler içerisinde satıcıya ihbar edilmesi gerekir. İşbu iddia, (ihbar

(8)

8 mükellefiyeti) usulüne uygun olarak tanık ve diğer deliller ile borçlu tarafından ispat edilmedikçe, mahkeme, ayıp iddiasını ayrıca inceleme yapılmaksızın itibar edemez.

Ayrıca; kurulumuzun yaptığı değerlendirme sonucunda, uyuşmazlıkların azalması, kayıt dışı ekonominin önüne geçilmesi amacıyla, TTK’nın 21. maddesine; “alacaklı olduğunu iddia eden tacirin, sözleşmeye dayalı bir alacağın varlığını iddia etmesi halinde dahi, bu alacağa ilişkin usulüne uygun düzenlediği belge ve defterleri sunmadıkça alacak iddiasının dinlenemeyeceği” yönünde fıkra eklenmesi hususunda yasal düzenleme yapılması öngörülmüştür.

7-Kambiyo Senetlerinin İptali ve Ortaya Çıkan Hukuki Problemler

Kambiyo senetlerinin zayi nedeniyle iptali davaları genel olarak TTK 757-765.Maddelerinde poliçenin zayi nedeniyle iptaline ilişkin hükümlere, çekin zayi nedeniyle iptali 818/s, bononun zayi nedeniyle iptali 778/ı, Maddesi göndermesiyle atıf yapılmak suretiyle düzenlenmiştir.

Şöyle ki; Bono, çek ve poliçeyi zayi eden hamil olduğunu iddia eden şahıs TTK 757.Madde gereğince uygulamada muhatabın öncelikle ödemeden men edilmesini, hamilin yerleşim yeri veya ödeme yerindeki ticaret mahkemesinden, kambiyo senedinin zayi nedeniyle TTK 764.Maddesi gereğince iptali talebiyle mahkeme önüne gelmektedir. Mahkeme öncelikle tedbir niteliğindeki muhatabın ödemeden men edilmesine ilişkin talebi karara bağlamaktadır.

Bu karar TTK 757/1 ve 2.Maddesinde düzenlenen unsurları içermesi gerekirken, uygulamada 757/2.maddesine açıkça, “Mahkemece ödemeyi men eden kararına, muhataba vadenin gelmesi halinde, kambiyo senedinin bedelini ödemeye izin verir ve ödeme yerini göstermesi gerekir.” şeklinde düzenleme yer almasına rağmen, bu hüküm gereği muhataba, kambiyo senedinin vadesinin geldiğinde bedelinin nereye depo edileceği gösterilmemektedir.

Kambiyo senetlerinin iptalini talep etmekteki amaç, bu senedi kaybeden hamilin senedin teşhis fonksiyonunu sağlamak üzere mahkemeden karar alma ve bu kararı muhataba ibraz ile bedelinin talep edilmesi hakkını kullanmak, muhatabın bu bedeli ödemesi halinde, kambiyo senedi yeniden üçüncü şahıslarda muhataba ibraz edilerek ikinci kez ödeme yapmak zorunda kalmasını önlemektir. Ancak uygulamada kötü niyetli keşideciler bir üçüncü şahsı devreye sokarak haksız olarak vadesinde kıymetli evrakın bedelini ödemeden kaçınmayı amaçlamaktadır. İşte TTK 757/2.Maddesinin uygulanması kötü niyetli keşidecilere, borcun vadesinde ödenmesinden kaçınma yolunu kapatmış olacaktır.

Gerçekten zayi nedeniyle kambiyo senedi iptali davası devam ederken davayı açan şahıs dışında, üçüncü bir şahıs dava konusu kambiyo senedinin fiili gerçek hamilinin kendisini olduğunu iddia ederek kıymetli evrakı muhataba ibraz etmesi halinde özellikle çeklerde banka (muhatap) çek arkasına veya diğer kambiyo senetlerine mahkemenin ödeme yasağı nedeniyle, işlem yapılamadığı şerhini vererek, kambiyo senedini ibraz edene iade etmektedir. İşte bu çeki (kambiyo senedini) alan, üçüncü şahıs hamilin bu çeke dayanarak ihtiyati haciz kararı almakta ve icra takibine koyarak muhatapta karşılığı bulunabilmesi ihtimali olmasına rağmen,

(9)

9 bu çeke dayanarak keşidecinin mal varlığını haciz ve çekin bedelinin tahsili yoluna gitmektedir.

İşte asıl problem burada başlamaktadır. Bir yandan kambiyo senedinin iptalini talep eden hamil olduğunu söyleyen şahıs, iptal kararı alıp keşideciden bu kararın teşhis fonksiyonundan yararlanarak bedelini talep edebileceği gibi, bir yandan da, fiilen çeki elinde bulunduran üçüncü şahıs, çek arkasında, mahkemenin ödemeden muhatabın yasaklanması sebebiyle işlem yapılmadığı şerhi olmasına rağmen, kambiyo senedini ihtiyati haciz ve icra takibi konusu yaparak keşideci aleyhine, TTK 758 ve 763.Maddesindeki prosedür gereği yapılması gereken tedbiri veren mahkemeye kambiyo senedini ibraz etmesi ve tedbirin kaldırılması yoluna gitmesi gerekirken, ihtiyati haciz uygulatmaktadır.

Yani burada keşideci iki kez ödeme ile karşı karşıya kaldığı gibi, açıkça mahkemenin ödemeden yasaklama kararı olmasına rağmen, kambiyo senedinin protesto veya vadesinde ödenmemesi koşulu gerçekleşmeden ihtiyati haciz ve takip konusu edilme sonucu doğmaktadır.

OYSA: Mahkemeler, ödemeden men kararlarında TTK 757/2.Maddesini uygular ise, kambiyo senedi bedeli ödeme yerinde, örneğin çek bedeli bankada çek karşılığı bloke edildiğinde, senet bedeli yine keşidecisi tarafından ödeme yeri olarak tayin edilen banka şubesine vadesinde ödenmesi hususu kararda gösterilmiş ise, bahsi geçen uyuşmazlıklar ortaya çıkmayacaktır.

Mahkemelerin uygulamada, çeki bulunduran üçüncü şahsın ödemeyi men kararı veren mahkemeye TTK 758 ve 763.Madde gereğince ibraz ve ödeme yasağının kaldırılmasını talep etmesi gerekirken, bu yol kullanılmadan mahkemelere yapılan ihtiyati haciz başvurularının kabul edilmesi, yolu ile ihtiyati tedbir kararının ihlali sonucunu doğurabilecektir. Bu nedenle kambiyo senedi iptal prosedürünün tam olarak uygulanması, uygulamadaki tüm sıkıntı ve problemleri ortadan kaldıracaktır.

8-SİGORTA HUKUKU

Sigorta Hukuku uygulamasında en çok karşılaşılan zorunlu mali sorumluluk sigortasına (trafik) dayalı uyuşmazlıklar değerlendirildi. Bu bağlamda Hukuk Genel Kurulu'nun ve özellikle Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin bu sigorta türüne ilişkin uygulamaları katılımcılar tarafından tartışıldı. Özellikle destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin işletenin (sigortalının) tam kusurlu olması halinde destekten yoksun kalanların zorunlu sigortacı karşısındaki konumlarının üçüncü kişi olduğu, bu tazminat isteminin mirasçılık ilişkisinden bağımsız, sigorta hukukuna ilişkin bir istem olduğu, hatta bu tazminat isteminin terekeye dâhil olmadığı belirtilerek bu husustaki içtihat değişikliği katılımcılar tarafından olumlu bir uygulama olduğu değerlendirildi.

Zorunlu mali sorumluluk sigortacısının içe rücusu, diğer bir deyişle sigorta şirketinin kendi akidi olan sigortalısına hangi hallerde rücu edebileceği tartışıldı. Bu davanın yasal

(10)

10 dayanağının sözleşmenin nisbiliği ilkesi çerçevesinde 2918 sayılı Kara Yolları Trafik Kanunu’nun 95. maddesi olduğu belirtildi. Bu tür davalarda sigortacı, 2918 sayılı K.T.K.nun 95/2. maddesi uyarınca tazminat yükümlülüğünün azaltılması ve kaldırılmasına ilişkin halleri üçüncü kişilere karşı ileri süremeyeceğinden, zarar görene ödeme yaptıktan sonra, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre, tazminatın kaldırılmasını ve indirilmesini sağlayabileceği oranda kendi sigorta ettirenine rücu edebileceği değerlendirildi.

Bu rücu hakkının, kaynağını halefiyet ilkesinden almadığı, sözleşme ve yasa gereği sigorta ettirenine karşı defi hakkı bulunan sigortacının, bu hakka dayanarak kendi sigortalısına dönebildiği vurgulandı.

SONUÇ ÖNERİLERİ: HMT lerin yapılmasına başlanmasından itibaren, ülke genelinde özellikle yoğun iş yükü olan mahkemelerde çalışan ve uygulama yapan hakimler ve savcılar ile ülkenin daha küçük il ve ilçelerinde görev yapan hakim ve savcılar bir araya gelmekte, hukuki problemlere birlikte çözüm yolu üretmeye çalışılmakta, ülke genelinde uygulamada birliğin sağlanmasına yönelik katkıların yanı sıra, yapılması gereken yargıdaki problemleri gidermeye yönelik yasal düzenlemeler tespit edilerek yetkili makamlara iletilmekte, böylece uygulamaya yönelik, özellikle yargıdan hızlı ve isabetli karar verebilmesinin önünü açmak için yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Ayrıca biz meslektaşlar arasında saygı, karşılıklı sevgi bağlarının güçlenmesine katkı sağlamaktadır.

Ülkemizin değişik illerinde toplantıların yapılması o yörenin sosyal, kültürel, tarihi yönleriyle tanıtımına katkı sağlayarak hakimler ve savcıların o yöreyi tanımalarına katkıda bulunmaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

 6572 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 47'nci maddesi ile 6087

Söz konusu toplantıya kürsüde görev yapan yaklaşık 80 hâkim ve savcının yanı sıra, Adalet Bakanlığının birimleri, Türkiye Adalet Akademisi, Yargıtay, Danıştay,

MADDE 2 - (1) Bu Karar, ülkemiz tarımsal ürünlerinin uluslararası piyasalarda rekabet gücünün ve ihracat potansiyelinin artırılması amacıyla hazırlanmıştır. b)

Çözüm; istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesinin hakim ve savcÕ sayÕsÕ acilen yeterli hale getirildikten sonra ve teúkilatta buraya yapÕlacak görevlendirmeler

Sorun: AnayasanÕn yargÕlamanÕn Ba÷ÕmsÕz Mahkemelerce yerine getirilmesi ilkesi olarak Mahkeme teúkilatÕnÕn yeniden düzenlenmesi bu kapsamda Mahkemelerin

Mahrumiyet olan yerlerin tespiti ile burada çalÕúacak hakim ve savcÕlara normal maaúÕnÕn dÕúÕnda tazminat gibi ek ödeme yapÕlmasÕ, bu úekilde bu bölgelerin cazip

YargÕda uzmanlaúmaya gidilmesi gerekir. Hukuk hakimi ve ceza hakimi ayrÕmÕnÕn yapÕlmasÕ ve yetkilerin daha sonra de÷iútirilmemesi veya de÷iútirilmesinin ilgilinin iste÷ine

MADDE 10 – (1) Kurulun idarî ve malî işleri ile sekreterya hizmetlerini yerine getirmek üzere kurulan Genel Sekreterlik; Genel Sekreter, biri idari yargı hâkim