• Sonuç bulunamadı

Hayat veren tanrıçanın ölüm tanrıçasına dönüşümü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hayat veren tanrıçanın ölüm tanrıçasına dönüşümü"

Copied!
185
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI

ARKEOLOJİ BİLİM DALI

HAYAT VEREN TANRIÇANIN ÖLÜM TANRIÇASINA

DÖNÜŞÜMÜ: HEKATE

Binnur ÇELEBİ

DOKTORA TEZİ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Deniz SEVMEN

(2)
(3)
(4)
(5)

ÖNSÖZ

John Stuart Mill, “hakikat zulmü sürekli yener” sözünün hoş yalandan ibaret olduğunu, tarihin, zulmün susturduğu hakikat örnekleriyle dolu olduğunu söyler. Şimdiye kadar birçok gerçekler tarihten saklandı. Ancak, tarihin amacı da saklanan bu gerçekleri bulup ortaya koymaktır. Arkeologlar tarihin altında kaybolan medeniyetleri gün yüzüne çıkarırken, feminist araştırmacılar da üstü örtülen bu tozlu geçmişteki “kadın” gerçeklerini ortaya çıkarmaktadırlar: Unutulan/unutturulan, yok sayılan ve lanetlenen kadınlar…

Eskiçağ toplumlarında dini inancın ilk defa ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını saptamak kolay bir iş değildir. Biz arkeologların ya da tarihçilerin asıl görevi pazzılın parçalarını bütünleştirmek ve bunlardan kesin bir yargıda bulunmadan bir değerlendirme yapabilmektir. Bu tez çalışmamdaki amacım; üstü örtülen gerçekleri bulup ortaya koyarak, inanç dünyasında şeytani güçlerle bir tutulan ve “Cadı Tanrıça”ya dönüştürülen Hekate’ye kaybettiği değeri yeniden kazandırmaktır. Ancak, hiçbir insan bir işi tek başına başaramamıştır. Onun başarısının arkasında mutlaka başka insanlar vardır.

İlk defa 2005 yılında Arkeologlar Derneğinde tanıdığım, akademik alanda yazmamda en büyük cesareti veren, o günden bu güne ilgisini, desteğini hiç eksik etmeyen, tecrübesinin yanı sıra dokümanlarını da benimle paylaşan, en önemlisi ise Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümünde bana doktora yapma imkânı sunan ve ilk danışmanım olan Arkeoloji Bölümü eski Başkanı saygıdeğer hocam Sayın Prof. Dr. Ahmet Adil TIRPAN’a,

Biraz geç tanıdığım için eksiklik hissettiğim, ancak insanlığına ve sağlam karakterine hayran kaldığım, tezimi büyük titizlikle okuyan, önerdiği kaynak ve fikirlerle eksiklerimi gidererek tez hazırlamamda en büyük destekçim olan 2. Danışmanım çok değerli hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Deniz SEVMEN’e,

Doktora eğitimi sürecinde bana her türlü desteği verdiği için vefa borcum olan, aynı zamanda juri üyesi olarak önerileriyle tezime katkıda bulunan değerli hocam Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanımız Sayın Prof. Dr. Asuman BALDIRAN’a,

Din bilgisi konusunda eksiklerimi gidermekle kalmayan aynı zamanda “güzel insan nasıl olunur”, “iyi bir akademisyen nasıl olunur”, “iyi bir öğrenci nasıl yetiştirilir” düşüncesini uygulamalarıyla hayata geçiren, akademik çalışmalarımda her türlü yardımı cömertçe veren, beni yüreklendiren ve şevklendiren hem Tez İzleme Komitesi hem de jüri

(6)

üyesi olan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi saygıdeğer hocam Sayın Prof. Dr. Nahide BOZKURT’a.

Keşke lisantan itibaren bu üniversitede eğitim alsaymışım dedirten samimi, sıcak ve dostane davranışlarıyla kendisinde saygı uyandıran, tezimi okuyarak önerileriyle katkıda bulunan Tez İzleme Komitesinde ve jürimde yer alan Sayın Yrd. Doç. Dr. Mustafa YILMAZ’a,

Ayrıca, tez jürimde yer alan ve aynı zamanda önerileri ile de tezime katkı sağlayan Sayın Yrd. Doç. Dr. İlker Mete MİMİROĞLU’na,

Tezimi baştan sona hiç üşenmeden okuyan, Eski Yunanca çevirilerimi yapan ve yanlışlarımı düzelten, akademik çalışmalarından da büyük ölçüde yararlandığım, her konuda yardımsever ve naif bir insan olan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Eskiçağ Tarihçisi sevgili hocam Sayın Doç. Dr. Ayşen SİNA’ya,

Okul kayıt günlerini bana mütemadiyen hatırlatarak dönem kaybı yaşatmayan, her türlü desteğini benden esirgemeyen sevgili dostum Selçuk Üniversitesi, Bozkır Meslek Yüksek Okulu Mimari Restorasyon Bölümü Başkanı Dr. Halime ASLAN’a,

Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümünde doktora yapmamı öneren ve bana yeniden bir kapı açtıran değerli meslektaşım, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü eski Daire Başkanı arkeolog Sayın Kubilay ÖZKUL’a,

Tam her şeyden vazgeçtiğim anda elimden tutan, beni teşvik eden, yazdıklarımı okuyan, eleştiren, farklı bakış açısı kazandıran, bana gerçek bir dost ve gerçek bir yoldaş olan gazeteci-yazar Hakan SÖNMEZ’e,

Benden dualarını eksik etmeyen, pozitif düşünmemi sağlayan, maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen kardeşlerime, yeğenlerime, arkadaşlarıma, akrabalarıma, can dostlarıma,

Şu an ebedi mekânlarında bulunan, ancak beni var eden cefakâr anneme ve sevgili babama sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Binnur Çelebi

(7)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... II DOKTORA TEZİ KABUL FORMU ... III ÖNSÖZ ... IV ÖZET ... VIII ABSTRACT ... IX ŞEKİL LİSTESİ ... X KISALTMALAR ... XIII GİRİŞ ... 1 1. BÖLÜM ANA TANRIÇANIN DOĞUŞU VE HEKATE 1.1. Ana Tanrıçanın Ortaya Çıkışı ... 6

1.2. Paleolitik Çağ Tanrıçaları ... 8

1.3. Ana Tanrıça Hekate ... 15

1.4. Hakate Adının Kaynağı ... 17

1.5. Tapınım Gördüğü Yerler Bağlamında Tanrıça Hekate’nin Menşei ... 18

1.6. Hesiodos ve Hekate İlişkisi ... 21

1.7. Ana Tanrıça Hekate’nin Kişiliği ve Özellikleri: ... 22

1.8. Hekate’nin Epithetleri ... 23

1.9. Hekate’yi Niteleyen Semboller (Atribütler) ... 24

1.9.1. Köpek ... 28 1.9.2 Meşale ... 34 1.9.3. Anahtar ... 35 1.9.4. Yılan ... 36 1.9.5. Elma/Nar ... 41 1.9.6. Ay ... 43

1.10. İnanç Dünyasında Sayıların Anlamı ... 49

1.10.1. Üç Sayısının Kutsallığı ... 49

1.10.2. Tasvir Sanatında Tekli ve Üçlü Hekate ... 54

1.10.3. Yedi Sayısının Kutsallığı ... 59

1.10.4. Tasvir Sanatında Yedi Işınlı Tacıyla Hekate ... 68

(8)

1.11.1. Lagina Kazısı ve Araştırmaları ... 72

1.11.2. Lagina- Koranza-Leyne ... 74

1.11.3. Lagina Hekate Tapınağı ve Kutsal Törenler ... 75

2. BÖLÜM HAYAT VEREN TANRIÇANIN ÖLÜM TANRIÇASINA DÖNÜŞÜMÜ 2.1. Hayvanlar Hâkimi Ana Tanrıça Hekate ... 79

2.2. Şehirlerin Koruyucusu Hekate ... 84

2.3. Hekate Neden Kavşakların Tanrıçası oldu? ... 84

2.4. Büyücü ve Şaman Hekate ... 86

2.5. Hekate’nin Diğer Tanrıçalarla İlişkisi ... 87

2.5.1. Artemis ve Diana ... 87

2.5.2. Demeter ... 90

2.5.3. Medea ... 95

2.5.4. Kirke ... 97

2.6. Antik Çağ’ın Şifacılarından Orta Çağ’ın Cadılarına ... 98

2.7. Hayat Veren Hekate’nin Ölüm Veren “Cadı Tanrıça”ya Dönüşümü ... 109

GENEL SONUÇ VE TARTIŞMA ... 117

KAYNAKÇA ... 122

SÖZLÜK ... 138

ŞEKİLLER ... 147

ÖZGEÇMİŞ ... 170  

(9)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Binnur ÇELEBİ Numarası 124103002002

Ana Bilim / Bilim Dalı Arkeoloji/Arkeoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Deniz SEVMEN

Tezin Adı Hayat Veren Tanrıçanın Ölüm Tanrıçasına Dönüşümü: Hekate

ÖZET

Ana Tanrıça tapınımına ilişkin bilgiler kadın bakış açısının yer almadığı bilim dünyasında erkeklerin egemen düşüncesiyle şekillendirildiğinden biz kadınları binlerce yıl öncesinin asıl gerçeğini yeniden keşfetmeye ve geçmişin tarihini yeniden yazmaya yönlendirmiştir. Ana Tanrıça Hekate konusunda şimdiye kadar birçok araştırma yapılmıştır. Ancak, eskiçağ kültür çevresi içinde tarih, arkeoloji, epigrafi, din ve mitoloji açılarından bir bütün olarak yapılan çalışmalar kanımızca yetersizdir. Bu araştırmada; binlerce yıl boyunca susturulan ve yok sayılan kadınların tarihine yeni bir ses vererek, gizlenen tarih içinde kadınların yeniden kendilerini bulmaları ve keşfetmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bunun yanında Paleolitik Dönem’den tanıdığımız “Hayat Veren Ana Tanrıça”nın binlerce yıl süren serüveninde “Hayat Alan Cadı Tanrıça Hekate”’ye nasıl dönüştürüldüğü, çeşitli bilimsel kaynakların yardımıyla mevcut arkeolojik veriler ortaya konarak bir değerlendirme yapılmıştır. Ayrıca, Anadolu’nun Karya bölgesinin dinsel ve coğrafi yapısına bağlı olarak ortaya çıkan ve burada tapım gören Hekate’nin Anadolu’dan Yunanistan’a olan yolculuğu, Hesiodos ile Hekate’nin bağlantısı, kişiliği ve özellikleri, ritüelleri, diğer ana tanrıçalar ile ilişkileri, benzerlikleri ve farklılıkları ile günümüze kadar olan uzantıları saptanmaya gayret gösterilmiştir. Hekate simgeselinde kadının, cinsel isteklilikten, sihre/büyüye, berekete, var olmaya dair, toplumlar tarafından önce tanrıçalaştırılması, sonra da lanetlenmesi incelenmiştir. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla beraber Ana Tanrıça Hekate’ye ne olduğu sorusuna cevap aranmıştır.

Anahtar Kelimeler: Hekate, Ana Tanrıça, Cadı, Şamanizm, Büyü, Din, Kadın, Feminizm,

(10)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Binnur ÇELEBİ Numarası 124103002002 Ana Bilim / Bilim Dalı Arkeoloji/Arkeoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Deniz SEVMEN

Tezin İngilizce Adı The Transformation of the Life-Giving Goddess to Goddess of Death: Hekate

ABSTRACT

When information about the Mother Goddess worship was shaped by the dominant minds of men in the scientific world where the female point of view does not take place, it led us to rediscover the true truth of women thousands of years ago and to rewrite the history of the past. Many studies have been done on Mother Goddess Hekate until now. However, we think that the studies made as a whole in terms of history, archeology, epigraphy, religion and mythology are insufficient in ancient culture world. In this study; it was aimed to help giving a new voice to the history of women who were silenced and ignored for thousands of years finding and re-discover themselves in the hidden history. In addition, an evaluation was made by presenting the archaeological data with the help of various scientific resources, how the “Life Giving Mother Goddess” we have known from the Palaeolithic period was transformed into “Witch Goddess of Death Hekate” in the adventure of thousands of years. Moreover, extensions that are up to modern-day, Hekate who emerged from the religious and geographical structure of Anatolia's Karia region and was worshiped here, her journey from Anatolia to Greece, Hecate's connection to Hesiod, her personality and characteristics, rituals, relations with other mother goddesses, similarities and differences were tried to be identified.In the symbol of Hekate, deification and then cursing of women by societies was investigating in terms of their sexual desire, magic/spell, plentifulness, existence. With the emergence of monotheistic religions, an answer was sought for the question of what happened to Mother Goddess Hekate.

Keywords: Hekate, Mother Goddess, Witch, Shamanism, Magic, Religion, Female, Feminism

 

(11)

ŞEKİL LİSTESİ

Şekil 1: Trois Freres Mağarası “Büyücü/Şaman”, https://ahmetustanindefteri.blogspot.com.tr Şekil 2: Fransa-Gargas Mağarası “Kadın El Damgaları”, http://2.bp.blogspot.com

Şekil 3: Avusturya “Willendorf Venüsü”, http://arkeofili.com Şekil 4: Fransa “Laussel Venüsü”, http://arkeofili.com

Şekil 5: Fransa “Lespugue Venüsü”, http://arkeofili.com

Şekil 6: Zimbabve-Mutoko “Ana Tanrıça”, http://zimfieldguide.com/mashonaland-east/manemba-cave

Şekil 7: Londra “Üç Vücutlu Hekate Röylefi”, Mitropoulou, 1978: 79, Fig. 45, No. 26.

Şekil 8: Ankara’da bulunan “Yılan ve Meşale Tutan Üçlü Hekate Sikkesi”, SNG, 1967, Lev. 213, Nr. 6194.

Şekil 9 : Elma “Pentagram”, http://indigodergisi.com

Şekil 10: Romanya-Constanta Müzesi “Nar Çiçeği Tutan Hekate Rölyefi”,Mitropoulou, 1978: 77, Fig. 42, No. 23.

Şekil 11: Romanya- Cariova Müzesi “Nar Dalı Tutan Hekate Röylefi”, Mitropoulou, 1978: 93, Fig 73, No. 57.

Şekil 12: “Nar Çiçeği ve Kırbaç Tutan Üç Başlı Hekate”, Mitropoulou, 1978: 98, Fig. 81 No. 65.

Şekil 13: Aegina’da bulunan “Testi ve Kupa Tutan Üçlü Hekate Rölyefi”, Farnell, 1896, Plate, XXXIX.c.

Şekil 14-a: “Göktürk Parası”, http://haberiniz.com.tr/kose-yazisi/83765/gokturklerden-kalma-sikkeler-bulundu--huseyin-yeniceri.html

Şekil 14-b: Türkiye Cumhuriyeti “Ay-Yıldızlı Madeni Paraları”

(12)

Şekil 16: Konya-Karatay Çini Müzesi “Hilal Motifli Bağaltak”,Önder, 1973: Resim 3. Şekil 17: Konya-Karatay Çini Müzesi “Hilal Motifi Bağaltak”, Önder, 1973: Resim 4. Şekil 18: Osmanlı Dönemi “Ay-Yıldızlı Sembollü Fes”

Şekil 19: “Hilal Sembollü Hemşire Kepi”

Şekil 20: Berlin Pergamon Müzesi “Kılıç, Kalkan ve Mızrak Tutan Hekate”,Mitropoulou, 1978: 99, Fig. 83, No. 67.

Şekil 21: Viyana Kunsthistorischen Müzesi “Geyikli Hekate”,Mitropoulou, 1978: 95, Fig. 76, No. 60.

Şekil 22: Rodos Müzesi “Üçlü Hekate Heykeli”, Sarian,1992: 998, Fig. 117.

Şekil 23: Elizabeth I- The Rainbow (Gökkuşağı) Portresi,http://www.marileecody.com/eliz1-images.html

Şekil 24-a: Roma Capitoline Müzesi “Yedi Işınlı Tacıyla Hekate”, Mitropoulou, 1978: 65, Fig. 20, No. 1.

Şekil 24-b: Roma Capitoline Müzesi Hekate Heykeli İle Özgürlük Heykeli Baş Profilleri. Şekil 25-a: Roma/Vatikan Chiaramonti Müzesi “Işınlı Tacı ile Üç Vücutlu Hekate”, https://commons.wikimedia.org

Şekil 25-b: Roma/Vatikan Chiaramonti Müzesi’ndeki Hekate Heykeli ile Özgürlük Heykeli Baş Profilleri

Şekil 26: İnsan Vücudundaki “Yedi Çakra”, https://en.wikipedia.org/wiki/Seven_rays

Şekil 27: Minusinsk Etnografya Müzesi “Umay Tasvirli İğne Kabı”, Avşar, 2012: 12, Res. 5. Şekil 28: “Bakire’nin Taçlandırılması Portresi”, http://www.allposters.com

Şekil 29: Kraliçe I. Elizabeth’in Portresindeki “Köpek Sembolü”, http://www.rmg.co.uk Şekil 30: Lady Diana’nın “Yedi İncili Tacı”, http://www.sabah.com

(13)

Şekil 32: “Lagina Hekate Kutsal Alanı” (Çizim), Şahin, 1976, Fig. 4.

Şekil 33: Anadolu Medeniyetleri Müzesi “Çatalhöyük’ün Hayvanlar Hâkimi” (Binnur Çelebi) Şekil 34: Roma Müzesi “Hayvanlar Hâkimi Kibele”, http://www.theoi.com

Şekil 35: Metropolitan Müzesi’ndeki “Ana Tanrıça Kibele”, http://www.metmuseum.org Şekil 36: “Aslanlı Hekate”, Head, 1897, No. 30.

Şekil 37: “Aslanlar Arasında Hekate”, Mitropoulou, 1978: 66, Fig. 22, No. 3. Şekil 38: “Süpürgeli Cadı” (Güzel Sahibe/ Goya, 1779), Akın, 2011: 149: Res. 48. Şekil 39: New York’daki Özgürlük Heykeli, http://listelist.com/amerika-ozgurluk-aniti/ Şekil 40: Antalya Müzesi’ndeki Hekate Heykeli ile Özgürlük Heykeli Baş Profiller

(14)

KISALTMALAR

Standart ve Süreli Yayın Kısaltmaları

AÜDTCFD Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi.

AÜİFD Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

Anatolia Anatolia. Revue annuelle de l’Institut d’Archéologie de

d’Unniversité d’Ankara.

ERUIFD Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi

KADAV Kadınlarla Dayanışma Vakfı

SNG Sylloge Nummorum Graecorum

STED Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi

TTKY Türk Tarih Kurumu Yayınları

Gramere İlişkin Kısaltma

Bkz. (bkz.) Bakınız cm. Santimetre ç.n. Çevirenin notu dn. Dipnot Fig. Figür Lev. Levha m. Metre MÖ Milattan Önce MS Milattan Sonra

(15)

Nr. Numara

Res. Resim

Şek. Şekil

t.y. tarih yok

vd. ve devamı/ve diğerleri vb. ve benzeri                            

(16)

GİRİŞ

İnsanlığın “semavi” dinlere geçiş ile evreni “eril” bir tanrının yarattığı ve bu tanrının, erkeği kendi “tanrısal” imgesiyle donatarak oluşturduğu, sonra da erkeğe “uysal uysal hizmet etsin” diye kadını yarattığı dile getirilmektedir (Stone, 2000: 15). Semavi dinlerin kutsal kitaplarında ve hemen hemen bütün mitoslarda “Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştır” şeklinde benzer ifadeler bulmak mümkündür.

Bugüne kadarki tüm arkeolojik bulgular ise insanın; ilk kutsallarını insan suretinde yarattığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle “İnsan, tanrıyı kendi suretinde yaratmıştır”. İlk tanrısal tasvirler içinde en ünlüsü, MÖ 30 binlere tarihlenen Willendorf Venüsü’dür. Bu çıplak kadın heykelciği Paleolitik Dönem İnsanı’nın düşüncesinde tasarladığı ilk tanrıça betimidir. Aynı zamanda Paleolitik İnsan’ın doğayla kadın arasındaki kurduğu ilişkinin de bir göstergesidir. Doğurgan, besleyici ve anaç olan doğa elbette ki kadın olmalıydı. İlk tanrı doğaydı ve doğa da kadın (Gezgin, 2008: 28). Oluşan felsefi düşünceye göre, bebeğini doğuran anne gibi evrenin de yaratıcısı bir dişil öğe olmalıydı. Bu “İlk Ana” mitini doğurdu. İlk ana kozmozu yaratandı ve bu mit, dünyanın çok farklı bölgelerinde yaşayan topluluklar arasında hızla yayıldı (Caner, 2004: 67-68).

MÖ 7. Binin sonlarında Anadolu’nun en önemli Neolitik merkezi sayılan Çatalhöyük’de Willendorf Venüsü’nü andıran iri göğüslü, geniş kalçalı, koca göbekli kadın heykelcikleri bulundu (Uzunoğlu, 1993). Bu, Paleolitik Dönem’de ortaya çıkan Ana Tanrıça kültünün Neolitik Dönem’de de devam etmiş olduğunun göstergesidir. Çatalhöyük’ün leoparlarla tasvir edilen ana tanrıçası Hitit Dönemi’nde yerini “Arinna Kenti’nin Güneş Tanrıçası’na” bırakmıştır. Geç Hitit döneminin ana tanrıçası olan Kubaba, Friglerde Kibele’ye dönüşmüştür. Klasik Dönem’de, Kibele’nin yanı sıra Artemis gibi bazı tanrıçalar da doğuran ve yaratıcı nitelikleriyle donatılmıştır. Bu tanrıçalardan biri olan Hekate çevresindeki kutsal hayvanları ile yaşam ve ölüm üzerinde egemen olan ve tüm yaratıkların koruyucusu “Ana Tanrıça” geleneğini Hıristiyan Roma Devrine kadar sürdürmüştür.

Peki, Antik Dünyanın birçok yerinde adlarına sayısız tapınaklar yapılan, heykelleri dikilen, yardım etmesi için yakarılan ve insanların yardımına koşan bu hayvanlar hâkimi kudretli tanrıçalara ne oldu da yetkilerini erkek tanrılara bırakarak tarih sahnesinden yavaş yavaş kayboldular? Elleriyle, sözleriyle, bilgileriyle ve yaratıcılıklarıyla her yerde olan Ana Tanrıçalar hangi güçler tarafından yeryüzünün dışında göklerde yaşayan tek bir erkek tanrının lehine saltanatlarından oldu. Erkek tanrılar göğün öğelerinden hava, rüzgâr ve şimşeklerdendi.

(17)

Zamanla kendi geçmişlerinden yoksun bırakılan kadınların sesleri baskın erkek söylencesi ile susturuldu (Achterberg, 2009: 6-8).

Hem kazı bilim hem de eski dinler tarihi konusunda eldeki bilgilerin çoğu erkek yazarlar tarafından derlenip irdelenmiştir. Birçok akademisyen -arkeolog, tarihçi, ilahiyatçı- tarih öncesi çağlardaki “dişil gücün” kanıtlarını bilerek ve isteyerek görmezden gelmiştir (Stone, 2000: 22). Kadınlar kendi kimliklerini özgürce tanımlamak ve toplumda özerk bireyler haline gelmek istiyorlarsa, “lanetli Havva” ya da “fitne yaratan kadın” imgelerinden kurtulması gerekmektedir. Bunu yapabilmek için özellikle tek tanrılı dinler ve kültürün her alanına sinmiş verili toplumsal cinsiyet kalıplarıyla hesaplaşmak zorundadır. Bu nedenle dinin doğasını ve işlevini anlamak belki de en başta kadınlar için önemlidir (Berktay, 2009: 18).

Tarihsel süreç içerisinde Paleolitik Dönem’den itibaren kadın bedeni bir çeşit inanç ikonası olarak hep var olmuştur. Neolitik Çağ’da ise Anadolu’ya özgü bir “Ana Tanrıça” kavramının oluştuğu bilinmektedir. Çatalhöyük bulguları insanlığın yarattığı bu din inancında kadının baş öğe olduğunu göstermektedir. Ancak, kent uygarlıklarının ortaya çıkmasıyla birlikte, toplumsal yeni değerler de oluşmaya başlamıştır. Bu değişim dinsel olarak da kendini hissettirmiş, İlk Tunç Çağı’ndan ibaren binlerce yıllık büyük ve yüce Ana Tanrıça, kavram olarak daha küçülmüş ve insani boyutlara indirilmiş ancak, yine de içinde bulunduğu toplumda birtakım dinsel görevleri üstlenmiştir. Binlerce yıl öncesinde Anadolu’da oluşturulan dini bir hiyerarşi içinde farklı tanrıça kimliklerindeki “Ana Tanrıça” geleneği devam etmiştir (Aydıngün, 2005: 29 vd.).

Biz arkeolog ya da tarihçilerin asıl görevi bu konudaki dağınık bilgileri birleştirerek, bunlardan kesin bir yargıda bulunmadan tarafsız bir değerlendirme yapabilmektir. Bu tezde öncelikle; bir zamanlar yaratıcı, koruyucu ve şifacı bir tanrıça olan Hekate’nin tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla, kutsallıktan uzaklaştırılarak nasıl kötü güçlerin koruyucusu yapıldığı, inanç tarihi içerisinde ne gibi değişimler yaşandığı ve bunlardan hangilerinin günümüze aktarıldığı değerlendirilecektir.

Yazısız Dönem’lerin dilsiz “dişi idoller”ine ilişkin sanat yapıtlarına yazının icadı sonrasında çeşitli mitolojik belgelerin de eklenmesi sonucunda inanç dünyası daha da karmaşık bir hale sokuldu. Dolayısıyla Ana Tanrıça tapınımına ilişkin bilgiler kadın bakış açısının yeterince yer almadığı bilim dünyasında erkeklerin egemen düşüncesiyle

(18)

şekillendirildiğinden biz kadınları binlerce yıl öncesinin asıl gerçeğini yeniden keşfetmeye ve geçmişin tarihini yeniden yazmaya yönlendirdi. Ana Tanrıça Hekate konusunda şimdiye kadar birçok araştırma yapılmıştır. Eskiçağ kültür çevresi içinde tarih, arkeoloji, epigrafi, din ve mitoloji açılarından bir bütün olarak yapılan çalışmalar kanımızca yetersizdir. Ayrıca, Tanrıça Hekate’nin “Şamanist” özelliğini günümüze kadar bağlantılı ele alan herhangi bir çalışma olmadığından bu tezin kendinden önceki araştırmaları destekleyecek ve kendinden sonraki araştırmalara da kaynak olacağı kanısındayım.

Bu araştırmada; bir kadın bakış açısıyla susturulan ve yok sayılan kadınların tarihine yeni bir ses vererek gizlenen tarih içinde kadınların yeniden kendilerini bulmaları ve keşfetmeleri sağlanacaktır. Bunun yanında Paleolitik Dönemden tanıdığımız “Hayat Veren Ana Tanrıça”nın binlerce yıl süren serüveninde “Hayat Alan Cadı Tanrıça Hekate”ye nasıl dönüştürüldüğü, çeşitli bilimsel kaynakların yardımıyla mevcut olan arkeolojik veriler ışığında ortaya koyarak, somut bir değerlendirme amaçlanmaktadır. Ayrıca, Anadolu’nun Karya bölgesinin dinsel ve coğrafi yapısına bağlı olarak ortaya çıkan ve burada tapım gören yerel bir ana tanrıça olan Hekate’nin Anadolu’dan Yunanistan’a olan yolculuğu, Hesiodos ile Hekate’nin bağlantısı, kişiliği ve özellikleri, ritüelleri, diğer ana tanrıçalar ile ilişkileri, benzerlikleri ve farklılıkları ile günümüze kadar olan uzantıları saptanmaya çalışılacaktır. Bugüne kadar bilinen Anadolu’daki önemli Lagina Kült Merkezi’ndeki Hekate Tapınağı’ndaki mimari yapılanma ve tapınak organizasyonunu hakkında da bilgiler sunulacaktır.

Bu tez; Hekate simgeselinde kadının, cinsel isteklilikten, sihre/büyüye, berekete, var olmaya dair, toplumlar tarafından önce yüceltilmesi, sonra da yerin en dibine gönderilmesinin değişik açılardan izlenebileceği bir metin çalışmasıdır. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla beraber bu tapılan kadınlara ne olduğuna cevap aranmıştır. Böyle bir çalışmayı yapmamızdaki amaç, başka bir dini yargılamak ya da tanımlamak değildir, tersine var olan bir problemden hareketle anlamaya çalışıp bir durum tespiti yapmaktır. Varsayımımızda Hekate’nin bazı özelliklerinin Hıristiyan dininin Hz. Meryem’e bakış açısı ile İslam dininde bazı kişilere atfedilen benzer özellikler ortaya konarak sorgulanacaktır. Bunları yaparken de öncelikle tanrıça kültünün genel özellikleri ve tanrıça figürleri için kullanılan yılan, köpek, ay, anahtar, elma, nar vb. bazı sembolleri açıklamaya çalışarak inanç dünyasındaki benzerlik ve farklılıkları karşılaştırmalı olarak sunmaya gayret gösterilecektir.

(19)

Anaerkillik, ataerkillik, geleneksellik, din, inanç, büyü, şifacılık, şamanizm, siyaset, toplumsal ilişki ağları, cinsiyet üzerinde bir kuramsal çerçeve oluşturularak, toplumsal ilişki ağlarının cinsiyet üzerindeki değerlendirilmesi yapılacaktır. Bu çalışmada literatür ve arşiv taraması yapılarak, konuyla ilgili kaynaklara ve belgelere bakılarak, dinsel ve mitolojik metinlerdeki bulgular incelenerek, yazılı belgeler ve arkeolojik veriler bir araya (kabartmalar, yazılı metinler, heykeller, figürinler, mühürler, seramikler, resimler vs.) getirilerek konu kendi içinde sınıflandırılacaktır.

Kadının yaratıcı, koruyucu, besleyici ve en önemlisi doğurganlık gibi doğal özelliklerinin, dinsel alana yansıması olan “ana tanrıça kavramı” ilk çağ tarihi boyunca evrensel bir inanç olarak varlığını sürdürmüştür. Doğuran, besleyen, yeryüzü ve gökyüzüne hâkim olduğuna inanılan bu tanrısal güç, her toplumun birbirinden farklı yerel gelenek ve inançlarıyla şekillenmiş ve tapım gördüğü toplumun kendi öz benliği ile bütünleşerek önemli bir inanış olarak çeşitli kültürlerde yer bulmuştur. Hekate’nin de dinsel yaşamda varlığını yüzyıllar boyunca koruduğu görülmektedir. Ancak bugüne kadar daha çok arkeolojik çerçevede ele alınmış olan Tanrıça Hekate, bu tez kapsamında dinler tarihi çerçevesinde karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Çünkü ana tanrıça konusunda pek çok çalışma olmasına rağmen inanç dünyasında şeytani güçlerle bir tutulan Hekate’ye hak ettiği önemin verilmediğini düşünmekteyiz. Paganist kültürlerde bereket, hikmet, merhamet, savaş ve ölüm sonrası gibi alanları içine alan önemli rolleri ile uzun yıllar mitleri ve ritüelleriyle canlılığını sürdüren bu kültün, tek tanrılı dinlerin oluşumuyla etkisi azalmış olsa da yok edilememiştir. Bu açıdan, hem kendinden önceki ve sonraki medeniyetlerle hem de tek tanrılı dinlerle etkileşimi ortaya konulacaktır. Bunların yanı sıra, çalışmamızda “tanrıça” fenomenini anlama ve inanç dünyasındaki “Havva”, “Meryem”, “Cadı”, “Al Anası”, gibi diğer figürlerle olan ilişkisini ortaya koyarak daha sonraki çalışmalara katkı sağlayacağı umulurken, aşağıdaki sorulara yanıtlar aranacaktır.

Anadolu’da Neolitik Dönem’de Çatalhöyük’ten tanıdığımız hayat veren “Ana Tanrıça”nın binlerce yıllık süreç içinde can alan ürkütücü, korkunç cadı tanrıçaya dönüştürülen Hekate kimdi?

En yüce bir tanrı olarak neden bir erkek değil de kadın seçilmişti?

Tapınmanın önemi ve etkisi neydi?

(20)

Neden büyücü cadı tanrıça ilan edilmişti?

Çeşitli kült imgelerine sahip olan Hekate inancı günümüzde varlığını devam ettirmekte midir?

Bu inanç etrafında oluşmuş; simge ve semboller bize ne anlatır?

(21)

1. BÖLÜM

ANA TANRIÇANIN DOĞUŞU VE HEKAT 1.1. Ana Tanrıçanın Ortaya Çıkışı

Binlerce yıl boyunca tarihin karanlık sayfalarında unutulan kadınlar, 17. yüzyıldan itibaren kendini göstermeye başlayan feminist bilinçle birlikte antropoloji, arkeoloji, sosyoloji, psikoloji gibi bilim dallarının da ilgi alanına girmeyi başarır.

Sistemli feminist bilincin oluşması ise 18. ve 19. yüzyıllara rastlar. İsviçreli antropolog ve kültür tarihçisi Johann Bachofen, Analık Hukuku (Das Mutterrecht) adlı kitabında; tarih öncesi çağlardaki dişil gücü bize tanıtır. Bachofen, annenin aile ve toplum kurumları üzerinde oluşunun kuralı olan “anaerkilliğin”, anne ve çocuk arasındaki yakın biyolojik ilişkiden ortaya çıktığını savunur ve bu “ilkel” sosyal yapının zaman içerisinde “ataerkil” sisteme dönüştüğünü iddia eder. Bachofen bu düşüncelerini, çoğunlukla mitleri tarihi gerçekliğin bir anısı olarak okuyarak temellendirirken, arkeolojik araştırmaların etkinlik alanındaki “en temel çalışmaların” eksikliğini de kabul eder. Tyler ve Morgan gibi diğer yazarlar da bu teoriye akademisyen olarak ağırlıklarını koyarlar (Godisson and Morris, 1999: 7).

Stanton’un Anaerkillik (The Matriarchate) adlı eserinde yüzyıllar boyunca kadınların mutlak hâkim olduğu bir dönemin var olduğuna yönelik tezi, 19. yüzyıl kültürel feministleri arasında tutulur ve onların ütopik düşünceleri haline gelir (Donovan, 2001: 82). Aynı şekilde Darwin’in evrimsel teorilerinden etkilenen Sir James Frazer, Altın Dal (The Golden Bough, 1911-15) adlı eserinde dinin kökenleri üzerine devasa bir çalışma geliştirir (Godisson and Morris, 1999: 7).

Psikoloji ile arkeolojinin etkileşimde bulunduğu döneme Erich Neumann’ın Muhteşem Ana: Kök Örnek’in Bir Analizi (The Great Mother: An Analysis of the Archetype, 1955), O. G. S. Crawford’ın Göz Tanrıçası (The Eye Goddess, 1957) ve E. O. James’in Ana Tanrıçanın Kültü (The Cult of the Mother Goddess, 1959) gibi daha detaylı çalışmaları eklenir. Feministlerin hikâyeyi devraldığı noktada ilginç bir şekilde, pek çok arkeolog bu hikâyeye sırtlarını döner. Ancak, 1960’ların sonlarında James Mellaart’ın Çatalhöyük kazısında ele geçen kadın figürlerini “Ana Tanrıça” temsilleri olarak yayımlaması ile tanrıça hikâyesine arkeolojik açıdan büyük bir değişim meydana gelir. Bir kaç profesyonel arkeolog arasında “Tanrıça Teorisini” öneren ve resmi akademik ideolojiden uzak, cesur bir çıkış yapan Gimbutas’tır (Godisson and Morris, 1999: 8-13). Marija Gimbutas’ın Eski Avrupa’nın

(22)

Tanrı ve Tanrıçaları ( The Gods and Goddesses of Old Europe, 1974) adlı ilk eseri bu arka plana karşı, yeni yeni ortaya çıkan kadın hareketinin ilgisini çeker.

Heykeltıraş Merlin Stone’un Tanrı Kadınken (When God was a Woman, 1976) başlıklı kitabı gibi uzman olmayanların çoğunlukla Mısır, Yunanistan ve Yakın Doğu’dan arkeolojik materyaller kullanarak bir dizi paralel çalışmaları “Büyük Tanrıça”ya tapınmanın çok eski bir zamanda evrensel olarak eril dinler ile değiştirildiğini savunur. Asphodel Long gibi diğer yazarlar da yazınsal kanıtları kullanarak aynı sonuca varır. Bu tarz eski bir çalışma olan Helen Diner’ın Anneler ve Amazonlar, Kültürün İlk Feminist Tarihi (Mothers and Amazons, The First Feminist History of Culture, 1927) adlı eseri 1960’larda yeniden basılmıştır. Bu alanda çalışan yazarlar Diner’den itibaren Elizabeth Gould Davis (1975), Riane Eisler (1987) ve Elinor Gadon (1989)’u da dâhil etmiştir. Carol P. Christ, Rosemary Ruether ve Starhawk gibi yazarlar ise; modern kadın tarafından ifade edilen ruhani ihtiyaçların etrafında temel olan hali hazırda devam eden söylemlere katkıda bulunurlar (Godisson and Morris, 1999: 11). Ancak, teoloji alanıyla ilgili bazı feministler “Dişi ilahi simgelere” yönelik “nerede?” sorusunu sordukları kadar “Tarihte ne oldu?” sorusunu sormazlar. Oysa ki, tanrıça akımının katkılarının hem ruhani hem de arkeolojik olarak tanınması gerekmektedir (Godisson and Morris, 1999: 12).

Bachofen, “hiçbir yaratığın kadından daha derin dindar olamadığını ve dişi cinsin karşı konulmaz otoritesini ve gücünü, tanrısal olana yakınlığından aldığını” (Georgoudi, 2005: 445-457) belirterek kadının ruhani gizil gücüne dikkati çeker. Nitekim kadının ruhani yönüyle ilgili Kaberry ve Goodale, Aborijin kadınlarının tamamen farklı bir resmini çizer. Onların hayati derecede önemli ekonomik rollerini tasvir edip bu görevin onların ruhani rollerini de belirlediğini gözler önüne serip, kadınların kutsal devletin dışında tutulduğunu savunan eril görüşü çürütürler (Leavitt Rohrlich vd., 2014: 124).

Bundan sonra araştırma konumuz olan Hekate’nin kutsallığını ve gizil güçlere sahip olup olmadığını anlayabilmek için insanlık tarihinin %99'u gibi çok büyük bir bölümünü kapsayan Paleolitik Çağ’a kadar uzanmak, eski ve yeni verileri tartışarak, “hayat veren ana tanrıça”nın “ölüm tanrıçası”na dönüşmesine ilişkin sorularımızı cevaplayacak yeni kanıtlar sunulmaya çalışılacaktır.

(23)

1.2. Paleolitik Çağ Tanrıçaları

İnsanlık tarihinin en uzun dönemini, yani tarihöncesi kültürlerini tanımlayan yazılı belgeler yoktur. En eski kültürlere ilişkin arkeolojk belgeler çok az olduğundan, elde ettiklerimiz büyük bir bütünün çok küçük parçalarıdır. Bu dönemin insanları sessizce gelip, sessizce bu dünyadan ayrılırken, yaşamları ile ilgili nice sırları da beraberlerinde götürdüler. Öykünün geri kalanı ise hiçbir zaman öğrenilmeyecek biçimde yok oldu (Özbek, 2011: 165; Braidwood, 2008: 45).

Paleolitik Çağ insanları; günümüzden yaklaşık 35 bin yıl öncesinden itibaren Avrupa’da, Afrika’da, Asya’da ve Avustralya’da, kısaca dünyanın farklı bölgelerinde insanların ilk sığınakları olan pek çok mağarada ilk sanat eserlerini yapmışlardı. Taş devri ustaları o günkü duygu ve düşüncelerini; mamut, kıllı gergedan, bizon, rengeyiği, yaban atı, ayı, yaban domuzu ve yabanıl sığır gibi hayvanlar ve çeşitli geometrik sembollerle resim ve gravürlerle mağaraların duvarlarına yansıtmışlardı. İlginç olan ise, bu resimleri mağaranın gün ışığı ile aydınlanan yaşam alanlarında değil de genelde mağaraların en karanlık ve tehlikeli derin dehlizlerine yapılmış olmalarıydı. İçinde bükülmüş kıl ya da liften yapılmış bir fitil ile olasılıkla bir tür bitkisel ya da hayvansal yağ yakılan, içi oyulmuş taşlardan yapılmış basit kandillerle (Özbek, 2011 :155 vd.; Braidwood, 2008: 105) aydınlattıkları mağara duvarlarına görkemli sanat eserleri1meydana getirmek hangi aklın ve düşüncenin ürünüydü? Fransa’daki Lascaux Mağarası’nda ki gibi 17 m. uzunluğunda ve 5 m. yüksekliğinde boğa resmini ya da İspanya’daki Altamira Mağarası’ndaki gibi 5 m. boyunda bir öküz resmini yapmaktaki amaçları neydi? Mimariden, tarım üretiminden ve yazıdan önce sanatı keşfeden taş devri ustaları, tüm tehlikeyi göze alarak karanlık dehlizlere bu resimleri “süs olsun (!)” diye yapmış olamazlardı.

Resimler mağara girişlerinin oldukça uzağında yer aldığı için, araştırmacılar mağaraları bir tür tapınak kabul etme konusunda fikir birliğine varmıştır. Zaten bu mağaraların çoğu yaşanamaz durumdadır ve onlara ulaşmak için çekilen zorluk kutsal ve esrarlı niteliklerini güçlendirmektedir. Bu resimlerle bezenmiş duvarların önüne gelebilmek için Niaux veya Trois Freres mağarasında olduğu gibi, yüzlerce metre tırmanmak gerekir. Cabrerets mağarası tam bir labirenttir ve gezilmesi saatler sürmektedir. Lascaux'da, 6,30 metre derinliğindeki bir

      

1 Lascaux Mağarası’ndaki resimleri ilk gördüğünde Picasso heyecana kapılarak;“On iki bin yıldır yeni bir şey öğrenmemişiz” demiştir. Bkz. Grzymkowski, 2015: 249.

(24)

kuyuya sallanan ip merdivenden inerek paleolitik sanatın başyapıtlarından birine ulaşılmaktadır (Eliade, 2003b: 30).

Mağaralar bu resimlerle, kuytu köşeleri ibadet etmek2 ya da büyüsel amaçlı ayinler için mi donatılmıştı? Bazı duvar resimlerinde dans eden, ayin yaparcasına stilize edilmiş insanlar da vardı. Acaba hayvan maskesi takmış biçiminde çizilmiş insanlar, hayvan postuna bürünmüş büyücüler miydi? Yoksa bunlar Üst Paleolitik Çağ toplumlarındaki şamanlar3 ya da dini liderler miydi (Özbek, 2011: 62-163)?

      

2 Arkaik insan için kaynaklar, maden galerileri ve mağaralar “Toprak Ana”nın (uterusuna) rahmine benzetilir. Onlar Toprak Ana ile bir mikrokozmoz oluşturur. Yani Toprak Ana’nın karnında yatan her şey canlıdır ve tıpkı ana karnındaki bir embriyon gibi büyür, gelişir ve olgunlaşır. Dolayısıyla, insanlığın ilk inaçları mağaralarda oluşmuştur. Mağara içsel yolculuğun yaşandığı gizli bilimlerin mekânı olarak ezoterik bilgilerin öğretildiği kutsal mekanlar yani mabetlerdir. Mağara dişil bir imgedir, anne karnı ve hücre ile eşdeğerdir. Evrensel bir sembol olan mağaraya girme, gelişme ve yayılma, anne karnındaki gelişme sürecini anlatır. Bu sembolik bakış, mağaranın tıpkı anne karnı gibi koruyucu ve doğurganlık özelliği taşıdığını gösterir. Dağlar da vahiy yerleri olarak işlev görür. Aslında üç monoteist dinin kurucusu Hz. Musa, Hz. İsa ve hz. Muhammed’e vahyin indiği yer mağara/dağlardır. Kitabı Mukades’in; Çıkış, 24: 10, Matta, 17: 1-8, Markos, 9: 2-8 ve Luka, 9: 28-36 ayetlerinde bahsi geçer. İslam peygamberi Hz. Muhammed’in Hira Mağarası’nda inzivaya çekildiği, orada günlerce ibadet ettiği ve bu tefekkür sırasında Cebrail aracılığıyla Kur’an’ın vahyini aldı bilinmektedir. Türklerin de mağarayı atadan kalan kutsal bir mekân olarak algıladıkları belirtilmektedir. Mağara bütün bu özellikleriyle bir kült evi olarak düşünülebilir. Mağara, bireyin kendini yeniden var etmesi gibi devletin de kendisini yeniden var etmesine sebep olan bir varoluş mekânıdır. Fatih Sultan Mehmed’in çağdaşı olan Koyun Baba’ın bir mağarada kırk gün inzivaya çekildiği, burada kendisine ilâhî bir işaretle Âşık Çoban ve Arif Çoban lakaplarının verildiği, Hacı Bektaş’ın da mağarada devamlı inzivaya çekildiği bilinmektedir. Ayrıca birçok İslam din âlimlerinin mağaralarda ibadet ve riyazet yaptıklarına dair sayısız örnekler vardır. Bkz. Eliade, 2003a: 44; Arzy ve diğerleri, 2012: 89-99; Kesler, 2003: 19-39; Çetindağ, 2008. Kuzey Amerika şamanlarında mağaraların sırra ermelerinde de önemli bir rol oynadığı, şaman adaylarının rüyalarını mağaralarda gördüğü, kendi yardımcı ruhlarıyla oralarda karşılaştığı, adayların dağlardaki mağaralara veya ıssız yerlere çekilip oralarda güçlü bir içsel yoğunlaşma ile, bir şamanın kariyerini belirleyen tek etken olan görüleri elde etmeye çalıştıkları belirtilmektedir. Bkz. Eliade, 1999: 78, 128.

3 Orta ve Kuzey Asya dinlerinde şamanın ne denli önemli bir rol oynadığını daha iyi kavramak için, bu birkaç

temel unsuru hatırlatmak yeterli olacaktır. Gerçekten de şaman hem teolog, hem cinbilimci, hem esrime uzmanı, hem otacı, hem avın yardımcısı, hem topluluğun ve sürülerin koruyucusu, hem ruhların kılavuzu, hem de bazı toplumlarda da bilge ve ozandır. “Şamanizm” terimiyle ifade edilen şey, arkaik (Paleolitik Devir’den beri ululanmış gibidir.) ve tüm dünyaya yayılmış (Afrika’da daha çok sıra dışıdır) bir dinsel görüngüdür. Ama terimin dar anlamında Şamanizm özellikle Orta ve Kuzey Asya ile Kuzey kutbuna yakın bölgelerde hüküm sürer. Şamanizm en çok etkiyle (İran-Mezopotamya, Budizm, Lamacılık) yine Asya’da karşılaşmış, ama kendi özgün yapısını yitirmemiştir. Sonuç olarak şamanlar, topluluğun ruhsal bütünlüğünün korunmasında asal bir rol oynar. Onlar gerçek anlamda cinlerin karşıtı üstün insanlardır, cinlerle ve hastalıklarla olduğu kadar kara büyüyle de savaşırlar. Asya şamanizminin bazı türlerinde büyük önem taşıyan savaşçı öğeler (zırh, mızrak, yay, kılıç vb) insanlığın gerçek düşmanları olan cinlere karşı savaşma gerekliliğiyle açıklanır. Genel anlamda şamanın ölüme, hastalıklara, kısırlığa, talihsizliğe ve “karanlıklar” dünyasına karşı hayatı, sağlığı, doğurganlığı, “ışık” dünyasını savunduğu söylenebilir. Böyle bir üstün insanın arkaik bir toplum açısından neyi temsil ettiğini bugün bizim tasavvur etmemiz güçtür (Eliade, 2013: 20 - 27). Abdulkadir İnan, “şaman” kelimesini Türklerin ve Moğolların bilmediğini, bu terimin Avrupa ilim dünyasında 13. yüzyılın sonlarına doğru kabul edildiğini, “şaman” teriminin Rusların Kuzey Sibirya’da Tonguzlardan öğrendiği bir kelime olduğunu, kelimenin etimolojisinin bilim dünyasında tartışıldığını, bazı bilginlerin, bu kelimenin aslının Pali dilinde bulunan “samna” olduğunu ve Sanskritçede “rahip, zahit” anlamına gelen “çramana” ile aynı kökten geldiğini ileri sürdüğünü, Banzarov’un ise bu kelimenin aslının Mançuca olduğunu ve “zıplayan, dans eden” manasına gelen bir kelimeden türediğini belirtmektedir. Ayrıca İnan, Türk kavimlerinde, şaman dininin ayin ve törenlerini yapan,

(25)

Resimli mağaralar ve kayaların “ses boyutu” şeklinde ilginç bir yönü de vardı. Reznikoff’un hipotezine göre, Paleolitik kabileleri mağaralardaki ayinler sırasında şarkı söylüyorlardı. Güneybatı Fransa’da resimli üç mağarada (Niaux, Fontanet, Le Portel) çalışan bu Rus araştırmacı, resimlerin konumu arasındaki ilişki ve yerlerin akustiği açısından şu ilkeleri ortaya çıkarmıştır (Aktaran Hoppal, 2016: 90-91):

“1-Çoğu resim, yankı yapan yerlerde ya da bunların hemen yakınında konumlanmıştır. 2-En ideal yankı yerleri resim mekanlarıdır (uygun en yakın konumda bir resim bulunmaktadır). İdeal yankı yerleri arasında daima süslenmiş veya en azından işaretlenmiştir. 3-Belli göstergeler, yalnızca seslerle alakalı olarak açıklanabilmektedir.”

Eliade, son zamanlarda yapılan araştırmaların, Paleolitik Çağ avcılarının dinlerinde şamancıl öğeler bulunduğunu açıkça gösterdiğini belirterek, Horst Kirchner’in de Lascaux Mağarası’ndaki ünlü kabartmayı bir şamancıl esrime sahnesi olarak yorumladığını ifade etmektedir (Eliade, 1999: 547).

Trois Freres Mağarası’nda bulunan ve yaklaşık MÖ 13 bin yılına tarihlenen “büyücü veya şaman” resmi (Şekil 1), kurban ettiği hayvanın donuna girerek ruhsal yolculuğa, tanrıların huzuruna çıkan Şaman inancının, Paleolitik Dönem’den itibaren devam ettiğini göstermesi açısından eşsiz bir örnektir (Gezgin, 2012: 116). Macar arkeolog Makkay, 1953 yılında maskeli insan tasvirini, Şamanizm’in tarihöncesi için önemli bir kanıt olarak yorumlar. Bu boynuzlu yaratığın bir büyücü ya da şaman olduğu varsayılır (Hoppal, 2016: 50):

“Şaman bir dans sergiler. Esrime halindedir. Bu hale ulaştıktan sonra, ruhu bedeni terk eder. Ruhla ilgili Üst Paleolitik inanışlar hakkında çok fazla şey bilmiyoruz. Orjinal görüşe göre, hayvan postlarına bürünmüş olan şamanın esrime sırasında bedenini değil, yalnızca kostümünü terk ettiğini var sayabiliriz. Şurası nettir ki hayvan postları giyinmek, kült bağlantılı bir rolde bile Şamanizm’in evriminden önce gelmektedir. İlkel insanlar büyük ihtimalle hayvan maskeleri ve kıyafetlerini büyü törenlerinden önce de kullanmaktaydılar.

       ruhlarla fani insanlar arasında aracılık edenlere kam denildiğini, Mahmud Kâşgarî’nin “kam” kelimesini “kahin” kelimesiyle tercüme ettiğini, Divanü Lûgat-it Türk’de birkaç yerde kamların arvış (afsun ve âyin)lerini ifade eden Türkçe cümleler mevcut olduğunu, Mahmud Kâşgarî’nin çağdaşı olan Balasagunlu Yusuf Hâcip’in ise “Kutadgu Bilig”de kamları otacılar (tabibler) ile bir tuttuğunu ve kamların insan topluluğu için faydalı insanlar olduğuna işaret ettiğini anlatmaktadır. Bkz. A. İnan, 2013: 72-74. Ziya Gökalp’e göre; şamanizm din olmayıp bir sihir (büyü)’dür ve sihir de din gibi helaldir. Yani din büyüyü yasaklamıyor, hatta din ve büyü birbirine eşittir. Din, toplumsal ve siyasi teşkilatın muntazam mantığına tabi olup, büyü ise, şiirin, musikinin, raksın kanatlarıyla uçan cevval (hareketli, atılgan) ve tayyar (uçan) bir hayattır. Bkz. Gökalp, 1976: 120-121.

(26)

İnsan vücudu yahut iskeletinin kostümlü olarak tasviri, şamanın kıyafetlerine ya da bedenin ruha geri dönüşünü güvence altına almak amacındaydı. Kaynağımız gerçek bir şaman kostümü değil bir mağara resmi olduğundan, tasvirin, resim arkasındaki bir adamın, yani şamanın varlığına işaret etmeyi amaçlama ihtimalini hesaba katmalıyız.”

Trois Freres Mağarası’ndaki 75 santim boyundaki bu büyücünün; boynuzlu geyik kafası, baykuş yüzü, kurt kulakları ve dağ keçisi sakalı vardır. Kollarının ucu ayı pençeleri gibidir ve arkasında uzun bir at kuyruğu sallanır. Bir insan tasvirinin söz konusu olduğunu belli eden tek şey bacakları, cinsel organı ve dansçı duruşudur. Trois Freres Mağarası’ndaki diğer bir sahne bizon maskesi takmış ve flüte benzer bir müzik aleti çalan resim ise dansçı olarak yorumlanmıştır. Yorum ikna edici görünmektedir; çünkü paleolitik sanatta hayvan postları giymiş ve çoğunlukla dans eder durumda 55 kadar insan tasviri bilinmektedir.Ayrıca burada çağdaş avcı halklara özgü bir ritüel söz konusudur. Zaten Lourdes’da bulunan oyma bir kaymaktaşı levhada, geyik postuna bürünmüş, arkasında bir at kuyruğu ve başında geyik boynuzları olan bir adam seçilmektedir. Kirchner’e gore, “tören” esrime içine giren şamanın yanına varıp onların lütfunu, yani avın başarılı geçmesini istemesi için yapılmıştır. Aynı yazar gizemli “buyruk asalarını” davul tokmakları olarak görmektedir. Eğer bu yorum kabul edilirse, paleolitik büyücülerin Sibirya şamanlarınınkine benzeyen davullar4 kullandığı sonucuna varılabilir. “X ışınlı” denen, yani hayvanın iskeletini ve iç organlarını gösteren resimler de Şamanizmle ilişkilendirilmiştir. Bu örneklerden hareketle Eliade, Paleolitik Çağ’da bir tür “Şamanizm”in varlığının kesin olarak göründüğünü belirtmektedir (Eliade, 2003b: 31-32).

Mağara sanatı arasında en ilgi çekeni ise Gargas Mağarası’nın bir bölümünün sadece el5 damgalarına (Şekil 2) ayrılmış olmasıdır. Daha da ilginci bu damgaların kadınlara ait

      

4 Eski Türk devletlerindeki geleneklerden bir tanesi de nevbet (bando) çaldırmaktı. Davul ve boru çıkarttıkları

gür sesleri için sürekli hükümdarın otağında çalınırdı ve hükümdarlık alametlerinden bir tanesi idi. Davul ve boru çalınması hükümdarın tuğunun bir parçasıdır. Tuğun dikilmesi, aynı zamanda hakanın yanında kös ve davulun çalınması anlamına gelirdi. “Han Tuğ vurdu, Han növbet davulu vurdu, mehterhâne çaldı” Göktürk devletinde davul, bir hâkimiyet sembolü olarak bilinmektedir. Ancak bunun yanında savaşlarda da çalınmış olmalıdır. “Gümbür gümbür nakkareler döğüldü, burması altun tunç borular çalındı” Oğuz boylarının davul ve boru çalma geleneğini uyguladıklarını Dede Korkut hikâyelerinden öğrenmekteyiz. Bkz. Koçak, 2013: 56-66.

5Antik dönemde açık el tanrıça’nın kutsamasını, korumasını, bereketini, sihrini kısacası tüm dişil prensiplerini

açığa çıkarmayı sembolize ederdi. Bu sembolizm her daim tanrıça veya tanrıçanın suretleri olan dişil simgelerle özdeşleşmiştir. İştar’ın eli, İnanna’nın eli, Venüs’ün (Aphrodite’nin) Eli, İsis’in eli ve daha nice isimlerle devam etmiştir. Yahudilikte Miriam’ın eli (Musa Peygamberin kız kardeşi) olarak geçmektedir. Hıristiyanlıkta ise Meryem’in eli olarak bilinmektedir. Son çağlarda ise yaygın olarak, İslam

(27)

olduğu ve kadınlar tarafından yapılmış olmasıdır (N. İnan, 2014: 66). “El”, sihirsel/büyüsel bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Elin, bazen resmedilen hayvanların üstüne, bazen çevresine, bazen de hem üzerine hem de çevresine çıkarıldığı durumlar vardır (Yalçınkaya, 1975: 212).

Büyü6 ve sanatın iç içe olduğunu düşündüren mağara resimlerinin ne amaçla yapıldığı ve neyi simgeledikleri uzun yıllardır tartışılmaktadır (Özbek, 2011: 163-165). Son buzul çağına ait kadın heykelciklerinin keşfedilmesi de tartışılan diğer sorunlar arasındadır (Eliade, 2003b: 33). Dillerin nasıl doğduğunu bilmediğimiz gibi, sanatın da nasıl doğduğunu bilmiyoruz. Dünyada, belirli amaçla dikilmemiş tek bir yapı olmadığı gibi resim ve heykel de yoktur. Bu sanat dallarında verilen ürünler, sadece sanat yapıtları değil, belirli görevleri olan objelerdir. Bunların hangi amaçla yapıldığını bilmediğimiz sürece, geçmişin sanatını anlayamayız. Tarih boyunca ne kadar geriye gidersek, sanatın hizmet ettiğine inanılan amaçlar o kadar belirgin, ama aynı zamanda garip görünmektedir. Bundan dolayı Gombrich, resimler ve heykellerin büyüsel amaçlar için kullandığını ileri sürmektedir (Gombrich, 1980: 40).

       geleneğinde de yer almıştır ve hamsa (“beş” anlamına gelir) sembolü olarak bilinmekle beraber diğer adı Fatıma Ana’nın eli’dir. Bkz. Elmas, 2013.

6 Büyü sanatı ve inancın gücü ile ilgili Malinowski şu görüşe yer verir: “Büyü -sadece bu sözcük bile- mistik

ve mucizevi olanaklardan oluşan bir dünyayı açığa çıkarıyor sanki! Gizliliğe, “gizemli gerçek” içindeki yolculuğa bu düşkünlüğü paylaşmayan; yarı anlaşılmış yarı anlaşılamamış eski inanç öğretilerinin ve kültlerin gereksiz yere yeniden diriltilmesiyle bugünlerde açıkça müptelası olunan ve teozofı, ispitizma, spiritüalizm gibi Ioji’li, izm’li çeşitli uydurma adlar altında bilim diye sunulan bu hastalıklı ilgiyi paylaşmayan kişiler için bile, hatta aydınlık, bilimsel bir mantık için bile, büyünün özel bir çekim gücü var. Bu herhalde kısmen, büyüde ilkel insanın özlemleriyle bilgeliğinin özünü bulacağımızı ve bunun nasıl olursa olsun öğrenmeye değer olduğunu umduğumuz içindir.” Bkz. Malinowski, 2000: 68. Büyü kelimesi genellikle

Arapçadan dilimize geçen sihir, tılsım ve Farsçadan geçen efsun/füsun kelimeleriyle eşanlamlı kulla-nılmaktadır. Sihrin, büyü, gözbağcılık ve büyücülüğün yanı sıra, bir diğer anlamı da duygulara hitap eden hüner veya sanattır. Sihir ya da sihr kelimesi ise, büyücülük anlamında kullanılır. Bu deyim gerçekte, büyüye temel olan doğadaki “gizli güç”ü dile getirir. Arapçadan dilimize geçen tılsım/tilsem kelimesi de büyü ve sihir karşılığında kullanılır. Tılsım “esrarlı bir kuvvet taşıdığına inanılan şey, kimse” anlamının yanı sıra “çare, tedbir” gibi anlamlara da karşılık gelmektedir. Muska (hamail/hamaylı), içinde dinsel ve büyüsel bir gücün saklı olduğu sanılan, taşıyanı ya da sahip olanı nazardan, görünmez kazalardan, kötülüklerden koruyup uğur getirdiğine inanılan nüshalar olarak tılsım ile aynı anlama gelmektedir. Farsça kökenli isim efsun, afsun (afsan), büyü, sihir, gözbağcılık ve üfürük kelimeleriyle eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Eski Türkçe bögü/bügi kelimesinden (gizliyi bilen, bilge, bilici) geldiği bilinen büyü kelimesinin yukarıda eşanlamlarının tümünü kavrayan daha olumsuz uygulamalara kaynaklık eden kolektif bir kavram olduğu söylenebilir. İslam Ansiklopedisi’nde “Kur'an-ı Kerim’de geçen sihir kelimesi büyü anlamını da taşımakla

birlikte sihir büyüden daha geniş kapsamlıdır; büyü ile sihrin bazı şekilleri arasında farklar vardır” ifadesi

yer almaktadır. S. Âteş, Bakara Suresi’nin 102.-103. ayetlerinin tefsirinde büyü (sihr) üzerine şunları yazmaktadır: “Arapçası ‘Sihr’ olan büyü, gizli, ince, anlaşılması güç olaydır. (...) Sihr hakkı batıl, batılı hak

göstermek ve çıkar sağlamak amacıyla yapıldığından kötüdür; imansızlığa, ahlaksızlığa dayanır. Büyü, tabiatüstü âlem ile bağ kurarak varlıklar üzerinde etki yapma amacını taşır. Bunun bir kısmı tamamen yalandır, bir kısmı da hakikatle hayalin karışımıdır. Yani bir kısmı az çok bir gerçeğe dayanır, ama bu gerçeğe pek çok yalan karıştırılmıştır” Bkz. Akın, 2011:31-32.

(28)

Son buzul çağına ait kadın heykelcikleri, Fransa’nın güneydoğusundan Sibirya’da Baykal Gölü’ne ve Kuzey İtalya’dan Ren Nehri’ne kadar oldukça yaygın bir alana dağılmıştır. Boyları 5 ila 25 santim arasında değişen bu heykelcikler taş, kemik veya fildişinden yontulmuştur. Bunlara pek doğru sayılamayacak bir adlandırmayla “Venüs” denmiştir; içlerinde en meşhurları Willendorf (Şekil 3) Laussel (Şekil 4) ve Lespugue (Şekil 5) venüsleridir (Eliade, 2003b: 33).

Bu heykelciklerin dinsel işlevini saptamaya olanak yoktur. Bir anlamda kadın kutsallığını, dolayısıyla tanrıçaların büyüsel-dinsel güçlerini temsil ettikleri varsayılabilir. Kadınlara özgü varoluş biçiminin oluşturduğu “gizem”, gerek tarih öncesinin gerekse tarihin birçok dininde önemli bir rol oynamıştır (Eliade, 2003b: 33-34). Bilinen şu ki; Paleolitik sanatçılar bu eserleri yalnızca bir rastlantı sonucu olarak değil, aksine bilerek ve isteyerek yapmışlardır (Yalçınkaya, 1975: 209). Vogel, kadın heykelciklerin dünyanın dört bir yanında ortaya çıkmasının anlamını, büyük gizemli bir ruh etkileşiminin “Tanrıça” adıyla kişileştirilmesine bağlar (Bayraktar ve Türkmen, 2015: 469).

Orta ve Doğu Avrupa’dan Sibirya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada benzer kadın figürlerinin bulunması, kadınların bu dönemde doğaüstü güçlere sahip “şamanistler” olduğu inancını kuvvetlendirmektedir.

Günümüzdeki “ilkeller”in dinsel uygulamalarını ve mitolojilerini, eski taş devri insanlarına uygulamak söz konusu değildir. Ancak şamancıl türde esrime Paleolitik Çağ’da da doğrulanmış gibidir. Bu, bir yandan bedeni terk edip, dünyada serbestçe dolaşabilen bir “ruh”a inanmayı, diğer yandan da ruhun bu yolculukta insanüstü varlıklarla karşılaşabileceği, onlardan yardım ya da kendisini kutsamalarını isteyebileceği kanısının varlığını gerektirir. Ayrıca, şamancıl esrime hem “sahip olmayı”, yani insanların bedenine girebilmeyi, hem de kendi bedenine bir ölünün ya da hayvanın ruhunun veya bir cin ya da tanrının “sahip olabilmesi”ni olası kılar. Erginlenme ayinlerinin arkaikliğine kuşku yoktur. Yerleşim yerlerinin en uç noktalarında varlığı kanıtlanan (Avustralya, Güney ve Kuzey Amerika) çok sayıda tören arasındaki benzerlikler daha Paleolitik Çağ’da geliştirilmiş ortak bir gelenek olduğunu göstermektedir (Eliade, 2003b: 37-38).

Antropolog, etnolog ve sosyologların yaptıkları araştırmalar; avcı-toplayıcı topluluklarda sıklıkla görülen kadın şamanların, erkek egemen toplumların kurulmasından önce ortaya çıktıklarını göstermektedir. Şamanların ruhlar ve doğaüstü varlıklar ile iletişim

(29)

kurma, hastalıkları iyileştirme, hayvanların yaşamları ile hareketlerini kontrol altına alma ve iklimi değiştirme gibi karakteristik özelliklerine bakıldığında, bunların erkeklerden çok kadınlara uyduğu ileri sürülmektedir. Orta ve Doğu Avrupa’da bulunmuş olan Venüs heykelciklerinin bereketle bağlantılı olabileceği genel kabul edilen bir görüş olsa da bazı araştırmacılar; bunların yalnızca hamile kadın figürleri olmadığını, yaşlı kadın figürlerinden yola çıkarak şaman olabilecekleri ya da bir çeşit koruyucu ruh ve ev bekçileri olarak yabancıları korkutup kaçırdıkları üzerinde durmaktadır. Hatta bazı mağara duvarlarında ya da kayalar üzerine yapılan şematik hamile kadın kazımalarının da grup halinde ve hareket halinde kadınların tasvir edilmelerinden dolayı periyodik bir töreni temsil ettikleri düşünülmektedir. Paleolitik Çağ’da kadınlar arasında gerçekleştirilmiş olan bu tip törenlerin yapıldığına dair en güzel örneklerden biri; Almanya’da Gönnersdorf da bulunan farklı yaş gruplarını temsil eden ve biri sırtında bebeğini taşıyan dört kadın tasviridir. Bunun dışında Peterfels’de bulunan ren geyiği boynuzundan bir baston üzerinde hamile kadın tasviri de kadın şamanların ritüelleri yönettiklerine dair bir kanıt olarak gösterilir (Bostancı Kolankaya, 2014: 192 vd.).

Dinler tarihinden ve yaşayan avcı-toplayıcı topluluklardan öğrenildiği kadarıyla tanrıçalar tüm yaşayanların, dünyanın, gökyüzünün, suların, tanrıların veya kabilenin anası ya da hamilelik ve doğumdaki aracı ruhlar olarak kabul edilmektedir. Aynı durum şamanlar için de geçerlidir. Fransa’nın Dordogne bölgesinde Laussel kaya sığınağının giriş kısmında yer alan Laussel Venüsü’nün sağ elinde tuttuğu boynuzun üzerinde 13 tane çizgi bulunmaktadır. Söz konusu çizgilerin, bir güneş yılındaki on üç ayı ya da yumurtlama döneminin aysal ritmini temsil etmekte olup, kadın vücudundaki döngüyü gösterdiğine inanılmaktadır. Benzer bir kadın tasvirine Zimbabve’de Mutoko’daki bir kaya resminde rastlanılmıştır. Burada elinde bir yarım ay tutan şişman bir kadın (Şekil 6) tasvir edilmektedir (Bostancı Kolankaya, 2014: 194-195).

Bu tasvirlerin ve simgelerin belli “öykülere” yani mevsimlerle, av alışkanlıklarıyla, cinsellikle, ölümle, bazı doğaüstü varlıkların ve bazı kişiliklerin (kutsallık uzmanları) gizemli güçleriyle ilişkili olaylara gönderme yaptığı artık açık görünmektedir. Paleolitik temsiller; hem tasvirlerin simgesel dolayısıyla “büyüsel-dinsel” değerini, hem de çeşitli “öykülerle” ilişkili törenlerdeki işlevini belirten bir şifre olarak görülebilir. Kuşkusuz bu “öykülerin” kesin içeriğini asla bilemeyeceğiz. Ama farklı simgelerin içine oturduğu “sistemler” en azından onların paleolitik halkların büyüsel-dinsel uygulamalarında ne denli önemli olduklarını anlamamızı sağlamaktadır. Bu “sistemlerin” birçoğunun avcı toplumlar tarafından da paylaşılması da bunun önemini doğrular niteliktedir (Eliade, 2003b: 36 ).

(30)

Bir taraftan güney Tunus, Quenat ve In Ezzan sahasındaki boyalı resimlerin uslubu ile güney-doğu İspanya mağaralarının duvar boyalı resimleri arasındaki benzerlikler, Filistin’de, Arabistan’da ve hatta Hindistan’da da var olduklarının işaretini vermiştir. Bunları yapan artistlerin ortak bir gelenekten ilham aldıkları aşikârdır (Childe, 2010: 30).

Her ne kadar bu heykelciklerin dinsel işlevini tam olarak saptamaya olanak olmasa da bunların bir anlamda kadın kutsallığını, dolayısıyla tanrıçaların büyüsel-dinsel güçlerini temsil ettikleri varsayılabilir. Kadınlara özgü varoluş biçiminin oluşturduğu “gizem”, gerek tarih öncesinin gerekse tarihin birçok dininde önemli bir rol oynadığı gözardı edilemeyecek bir gerçektir (Eliade, 2003b: 33-34).

Fransız prehistoryacı Jacques Cauvin, “birden bire boğa başlarının ve kadın figürinlerinin ortaya çıkmasının tek bir nedeni olabilirdi” der. Cauvin’e göre, Neolitik Çağ öncesi bir semboller devriydi ve bu devir dünya hakkında yeni inançlara götüren, ortak bir psikolojide meydana gelen değişiklikler içeriyordu. Bu yeni inançlar da Cauvin’in “kadın ve boğa” olarak adlandırdığı dini simgeler yoluyla ifade ediliyordu (Aktaran: Balter, 2008: 175).

Paleolitik devirlerdeki kadın; bereketi, analığı, yapıcılığı, güzelliği, aşkı ve neticede aranılan, istenilen, arzulanan, kutsallaştırılan bir yaratığı temsil ediyordu (Yalçınkaya, 1973: 208). Tüm bu özelliklerin sanat bünyesinde sembolleştirilip hikâyeleştirilerek bir inanç geleneği olarak Paleolitik Çağ’dan tek tanrılı dinlere kadar varlığını sürdürecekti.

1.3. Ana Tanrıça Hekate

Yazılı kaynaklarda Hekate’ye ilişkin en eski yazılı belge Homeros’tan sonraki en büyük ozan kabul edilen Hesiodos’un Theogonia (Tanrıların Doğuşu) adlı eseridir. MÖ 7. yüzyılda yaşadığı düşünülen Hesiodos, Theogonia’da Hekate’ye ayırdığı dizelerinde (411-452)  θηρν ve oτόϕo (vahşi hayvanların besleyici/koruyucu tanrıçası) ifadesiyle ona, Artemis’inkine benzer şekilde övgüler dizip (Sarian, 1992: 985); sağlıklı, özgür ve açık görüşlü bir tanrıça olarak çağırır (West, 1966: 227).

Hesiodos’tan birkaç yüz yıl sonra ünlü Yunan şairi Pindaros (MÖ 528- 446) ve Romalı şair Vergilius (MÖ 70-19) da Hekate’yi dizelerine taşır. Euripides (MÖ 480-406), Sophokles (MÖ 496-406), Aristophanes (MÖ 384-322), Herodotos (MÖ 490/484-425/424) ve Strabon (MÖ 64/63-MS 19) gibi antik yazarlar ise eserlerinde Hekate’ye yer verir.

(31)

Peki, dünyaca tanınmış ozanlar, şairler, filozoflar ve yazarlarca kimi yerde “Ana Tanrıça”, kimi yerde ise “Çirkin İhtiyar Büyücü” ya da “Korkunç Cadı Tanrıça” olarak edebiyat dünyasına yansıtılan inanç dünyasının bu gizemli tanrıçası Hekate kimdi?

Hesiodos’taki mitolojik kimliğine göre Hekate, Titanlar7 kuşağından Asterie ve Perses’in kızıdır. Hekate bazen Zeus ve Asterie’nın, bazen Leto ya da Gece (Nyks)’nin, bazen de Admetos’un Pheraia adlı kadından olan kızı olarak gösterilir. Bazı kaynaklar ise onu Aietes ve Kirke ile ilişkilendirirler. Ne erkek ne de kız kardeşi vardır (Farnell, 1896: 502).

Phoibe Koios’la gerdeğe girdi Ve bir tanrının sevgisiyle bu tanrıça Leto’yu doğurdu, mavi yaşmaklı, Doğuştan yumuşak yürekli Leto Olympos’ta tatlılığıyla ün salan,

İnsanlara da tanrılara da yüreği açık Leto. Adı güzel Asterie’yi de getirdi dünyaya Ki Perses götürdü bir gün sarayına, Ve sevgili eşi oldu onun.

Ve Asterie Hekate’yi doğurdu: (Hesiodos)

Kimi kaynaklara göre ünlü büyücüler köpek başlı Skylla, Medea ve Kirke, Hekate’nin çocuklarıdır. Hatta Paphlagonya’da kültleri olan Medea da Hekate’nin yeğenidir. Kimine göre de Hekate hiç evlenmediği gibi çocuğu da yoktur (Tırpan, 1998b: 10; Eyüboğlu ve Erhat, 1991: 190). Bazen Hermes’in sevgilisi bazen de Persephone8 ile karıştırılarak Hades’in9 karısı

      

7 Yunanlılar, evreni tanrıların yarattığına inanmazlardı. Onlara göre evren, tanrıları yaratmıştı. Tanrılardan önce

yer ile gök vardı: Titanlar onların çocukları, tanrılar da torunlarıydı. Yaşlı Tanrılar diye anılan Titanlar, çağlar boyunca evreni ellerinde tutmuşlardı. Son derece güçlü ve iriydiler. Sayıları çoktur. En önemlileri Kronos’tur (Latince’de Saturnus). Oğlu Zeus, kendisini tahttan indirinceye kadar öteki Titanları yönetmiştir. Romalılara kalırsa, Jupiter (Zeus’un Latince adı) tahta çıkınca Saturnus İtalya’ya kaçıp oraya Altın Çağ’ı getirmiştir. Bu barış ve mutluluk dönemi de, kendi başta kaldığı sürece devam etmiştir. Bkz. Hamilton, 2008: 11. Ayrıca, “Titanların Yaratılışı” için bkz. Rossenberg, 2003: 31 vd.

8 Demeter ve kızı Persephone’nin Romada’ki karşılığı “Ceres” ve “Proserpina”dır. MÖ 496 yılında Roma’da

ortaya çıkan kıtlığın ve açlığın giderilmesi için tıpkı Kibele’nin de Roma’ya getirilişinde olduğu gibi yine Sibylla kitaplarının önerisiyle Roma dünyasına aktarıldı. Ancak, İmparatorluğun geç dönemlerinde Mithras gizemlerinin yayılmasıyla birlikte eski saygınlığını yitirmişti. Hıristiyan dinin ortaya çıkışıyla, Vizigotların akınıyla MS 396 yılında yıkılan tapınağı hiçbir Hıristiyan İmparator onarmamıştı (Dürüşken, 2011). Lidyalılar bu tanrıçaya “kız” anlamına gelen “Kore” adını vermiştir. Persephone, Andania’da “Lekesiz Kız” anlamına gelen “Hagne” olarak da biliniyordu. Bkz. Işık, 1999: 24-25; Thomson, 1995: 284.

(32)

sayıldığı da olur (Anabolu, 1989: 330). Demeter ve Zeus’un kızı olarak da anılır. Persephone efsanesinde oynadığı önemli rolü nedeniyle Hades ile Eleusis çevresine yerleştirilir. Bundan ötürü Hekate yer altı dünyası tanrıçalarına bağlıdır ve lakaplarından birisi tam olarak χθονία (khthonia) ya da αταχθονία (katakhthonia-yer altı)’dır (Sarian, 1992: 986). Demeter’e İlahisi’nde Homeros, Hekate’yi yer altına ait yaradılışlı ve yer altı dünyasının tanrıçasıyla yakın ilişki kuran biri olarak göstererek bir mağaraya yerleştirir. İlahi’de Hekate’nin görevi ışığı getirmek ve rehberlik etmektir. Bu nedenle meşale taşıyan olarak gösterilir. O bir gözlemci, bir bakıcı ve bir arabulucudur. Diğer bir ifadeyle Hesiodos’un karakterizasyonunun hepsini barındıran anlamda bir görevlidir. Ancak, bu iyiliksever ve saygın tanrıçanın üstünlüğü ilerleyen yüzyıllarda dramatikleşerek gölgelenir (Friedman, 2002: 131 vd. West, 2003:33-71).

1.4. Hakate Adının Kaynağı

Hekate adı oldukça düşündürücüdür. Antik etimolojiden Hekatos ismi, Hekate ismi için de geçerli olmakla beraber bu kelime Yunanlılar için anlaşılabilir değildir. Tanrıçaya ait ismin Anadolu’dan geldiğine dair tahmin henüz tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştır. Hekate’nin fonetik olarak Yunancadan önceki bir isme ait olduğu düşünülmektedir. Buna ilişkin örnekler de mevcuttur. Dil bilimcileri bununla ilgili Hurrice Hepa(t) kelimesinin (Anadolu) Yunancasında Hippa şeklini aldığını açıklamışlardır. Yunancada bu bağlantı kendiliğinden meydana gelmiştir. Kraus’a göre, Hekate adı da benzer şekilde meydana gelmiştir ve bu da tek kabul edilebilir ihtimaldir. Fakat bu dilin bilinmemesinden dolayı hangi kelimeden türediği bulunamamıştır. İsmin kökeni ile ilgili ikna edici bir açıklamanın yapılamayışı nedeniyle, Anadolu dillerindeki (Kraus, 1960: 16) ipuçlarından bir sonuca varılmaya çalışılmaktadır. Milet/Miletos’teki kült yeri Hekate ile Apollon arasında eski bir ilişki hakkında bizi kısmen aydınlatmaktadır. Buna göre, Hekate ve Hekatos’un isim incelemeleri her iki tanrının birbirleriyle olan mesafesi hakkında bilgi vermektedir. Hesiodos’un Theogonia’sında Koios’un eşi olan Phoibie; Hekate’nin annesi Asteria ile Leto’nun annesidir. Apollon ve Artemis de Leto’nun çocuklarıdır. Buna göre Hekate ve

      

9 Olymposlular arasında üçüncü kardeş olan “Hades”, kurada, yer altını çekmiş, ölüleri yönetmeye başlamıştı.

Toprakta gizli değerli madenler yüzünden Pluton, zenginlik tanrısı diye de adlandırılmıştır. Yunanlılar gibi Romalılarda Hades derlerdi ona; bazıları Latincede zengin anlamına gelen Dis kelimesini onun adı olarak benimsemişlerdi. Hades’in kim giyerse giysin görünmez olan ünlü başlığı vardı. Karanlık ülkesinden kolay kolay ayrılmaz, Olympos’a oldukça seyrek giderdi; zaten kendisini orada iyi karşılamaz ve ağırlamazlardı. Acımayan bir tanrıydı, ama doğruluğu, adaleti severdi, korkunçtu ama kötü bir tanrı değildi. Bkz. Hamilton, 2008: 15-16.

(33)

Apollon teyze çocuklarıdır10. Bu da Hekate ve Hekatos isimlerinin incelenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. E.Forrer, Apollon kelimesinin Anadolu dillerine dayandığına inanmaktaydı. Wilamowitz, Hekate’yi Apollon’un kız kardeşine paralel isim yapmak istemişse de, Kraus’a göre bu mümkün değildir (Kraus, 1960: 16-17).

Homeros’ta Tanrı Apollon ve Artemis’in başta gelen sıfatlarından Hekatos veya Hekatabolos yani “Hedefi Vuran” kelimelerine rastlanır. Bunlarla teyze çocukları olan Apollon ve Hekate ile ilişki kurulur. Apollon isminin de Luvi dilinde “Kapıları Koruyan” anlamına geldiği ve “Kapı Koruyucusu” olarak tapınım gördüğü bilinir. Aynı zamanda

Hekate de Hades’in 11 kapısını koruduğu gibi, yeryüzündeki bütün kapıların da

koruyucusudur. Dolayısıyla yukarıda da belirtildiği üzere Hekate’nin kelime olarak Yunanca karşılığı olmadığı ve Anadolu’nun Karya bölgesinin yerli dilinden geldiği ileri sürülmektedir (Eyüboğlu ve Erhat, 1991: 190; Tırpan, 1998b: 12).

1.5. Tapınım Gördüğü Yerler Bağlamında Tanrıça Hekate’nin Menşei

Hekate kültününün bugüne kalan en eski şahidi Anadolu’da Miletos’ta “Apollon Delphinios” kutsal alanında bulunan Hekate’ye adanmış yuvarlak sunaktır. Ancak söz konusu yazıda ne kutsama sebebi, ne de din ile ilgili herhangi bir nesne veya kültü tasavvur etmektedir (Kraus, 1960: 11):   [] -  

(Eotras Leoodamas onakso prua veuontes a- nethesante katei)

      

10 Hesiodos’un soy ağacı çizelgesi için bkz. Mooney, 1971: 57.

11 Yunanlıların Hades’ine ve İbraniler’in Şeol’ine Sümerler, ilk zamanlarda “dağ” sonraları, etrafındaki dağlık

yerlerde devamlı olarak kendilerini tehdid eden düşmanlar oturduğundan, “yabancı memleket” anlamına gelen kur kelimesini kullanmışlardır. Kur’un anlamı yeryüzü ile en eski deniz arasındaki boşluktur ve oraya ölülerin ruhu gider. Oraya gidilebilmek için özel bir sandalcının sürdüğü sandal ile “insan yutan” bir nehri geçmesi lazımdır. Bu nehrin adı Yunanca’da styx, kayıkçı da charon’dur. Bkz. Kramer, 1999: 133.

Şekil

Şekil 2 Fransa-Gargas Mağarası “Kadın El Damgaları”
Şekil 4 Fransa “Laussel Venüsü”
Şekil 5 Fransa “Lespugue Venüsü”
Şekil 7 Londra “Üç Vücutlu Hekate Röylefi”
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu satırlarda sık sık tarım politikalarımızın hatal ı olduğundan, daha doğrusu tarım politikamız olmadığından söz ediyorum.. Benim gibi kırklı yaşlarını sürmekte

Tiyatro dinsel ve aristokratik anlayış yerine toplumun kendi sorunlarını arama- ya yönelmiştir. Tiyatro mekânının düzen- lenmesinde reformcu olarak anılan Schinkel ve Semper

Eski Anadolu Türkçesi bir taraftan böylece Eski Türkçenin izlerini taşırken diğer taraftan köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil ayrılıkları göstermek

Ekim dikimden hasada kadar olan dönemde Ekim dikimden hasada kadar olan dönemde Ekim dikimden hasada kadar olan dönemde Tüm gelişim döneminde 3-4 uygulama Vegetasyon süresince

Şiirlerinde hayatı güzel yaşamanın esas olduğunu vurgulayan Mahdumkulı, ölümü, ahirette güzel bir hayat sürmenin başlangıcı olarak görmüştür. Şaire göre

Hepimiz için vazgeçilmez olan; Ulusal Egemenliğimiz ve ona kavuşmamızı sağlayan ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha andık, anlamaya çalıştık, izinden

Bir grup hücre hep beraber ve aynı şekilde büyür ise, bu esnada komşu hücrelerarasındaki çeperler değişmez ve yeni bölgelerin oluşmadığı büyüme şekli.. Pek çok hücre

Buna göre insan bedeni ile insandır ve nefsin bedenden ayrı varlığı söz konusu olmadığı için kendi başına varlığını sürdürmesi mümkün değildir.. • Üçüncü bir görüş