• Sonuç bulunamadı

Tasvir Sanatında Yedi Işınlı Tacıyla Hekate

1.10. İnanç Dünyasında Sayıların Anlamı

1.10.4. Tasvir Sanatında Yedi Işınlı Tacıyla Hekate

Hekate gizem dininde de yadi sayısı önemlidir. Mitras gibi, Hekate’de “yedi ışınlı tacı” ile tasvir edilmiştir. Roma Capitoline Müzesinde sergilenen (Şekil 24 a ve b) sırt sırta üçlü bronz heykelde yedi ışınlı tacı ile “kozmik bilinci” yansıtan bir sır içermektedir. Üç başlı, üç bedenli ve altı elli olan söz konusu heykelde Hekate uzun kitonik elbise giymiştir. Ellerinde atribütleri olan meşale, anahtar, yılan ve çekiç tutmaktadır (Mitropoulou, 1978: 31, Fig. 20). MÖ 4. yüzyıla tarihlenen Güney İtalya sitilinde yapılmış British Müzesi’nde sergilenen vazo sahnesinde ise ışınlı tacı ve elinde meşaleleriyle ay ve yer altı tanrıçası özelliğini yansıtır (Farnell, 1896: 551).

Ayrıca, 1922 yılında bulunan ve Vatikan Chiaramonti Müzesi’nde sergilenen Helenistik döneme ait mermerden yapılmış üç vücutlu Hekate’nin başındaki taç Roma Capitoline Müzesi’ndeki ile paralellik içermektedir (Şekil 25 a ve b).

Erken Hıristiyan dönem ikonnografilerinde “Kutsal Ruh” yedi ışınları ile Madonna imajında tasvirleri görülür. 19. yüzyılın sonlarında başlayarak, teozofi öğretilerine yedi ışınların değiştirilmiş formları karşımıza çıkar. 19. ve 20. yüzyılda bazı teozoflar ve diğer yazarlarca dini öğreti olarak yazılmaya ve yayılmaya başlanır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren yedi ışınları konsepti “Reiki” ve diğer unsurlar metafizik elementi olarak ezoterik alanında şifa yöntemleri olarak karşımıza çıkar. Örneğin Reiki’de insan vücüdünda her biri farklı renkte ve farklı gizli enerji içeren yedi önemli çakra (Şekil 26) olduğuna inanılır (https://en.wikipedia.org/wiki/Seven_rays) .

Bu tacın benzerini kutsallık ve tanrısallık simgesi olarak Göktürk Çağı’nda görülen Umay tasvirlerinin vazgeçilmez simgeleri arasında yer alır (Şekil 27). Göktürk dönemine ait bazı mezarlarda başlarında dilimli (çoğunlukla üç dilimli) taç bulunan heykellerle karşılaşılmaktadır. Araştırmacıların bir kısmı bu heykellerin kadınlara ait olduğunu ve “Umay Ana”yı/ “Ana Tanrıça Umay”ı temsil ettiğini; bir kısmı ise başlarında dilimli taç bulunan heykellerin erkeklere ait olanlarının da bulunduğunu kaydetmektedirler. Söz konusu heykellerin, “Umay Ana” anısına dikilmiş olabilecekleri gibi dönemlerinin güçlü yöneticileri (kağanları, katunları, hanları, beyleri, bikeleri…) veya (erkek ve kadın) kamları/şamanları adına da yapılmış olabileceği belirtilmektedir. Bu taçlar, kötü ruhlarla mücadele eden

kamların/şamanların da aksesuarları arasında yer almış; bazı kamlar/şamanlar da başlarına tacı hatırlatan çok dilimli başlıklar giymişlerdir (S. Alyılmaz ve C. Alyılmaz, 2014: 7). Ayrıca, Göktürklerin Umay ikonografisinde var olan bazı simge ve motiflerin İskit kültüründe de görülmüş olması bu tanrıçanın İskitlerin Büyük Ana Tanrıça’sının halefi olarak açıklanabilir (Avşar, 2012: 12).

Kadim dönemde giyim kuşam açısından sosyal bir grubu diğerlerinden yani iyiyi kötüden ayıran en iyi gösterge genelde “tâc”dır. Osmanlı sûfîleri arasında “derviş çeyizi”, “tarikat cihazı” (cihâz-ı tarîkat), “tarikat kisvesi” veya “damga-i kisve-i dervişân” denilen tarikat elbiselerinin başa giyileni olan taç, genellikle tasavvuf çevrelerinde mânevî makam yüceliğinin ve ruhanî saltanatın bir remzi ve işareti olması itibariyle “tâc-ı şerîf”, “tâc-ı edeb” veya “tâc-ı saâdet” terimleriyle anılmıştır. Maddî iktidarın ve dünyevî saltanatın sembolü olarak sultanlar veya önde gelen devlet yetkililerinin kendilerine ait özel taçları (tâc-ı devlet) bulunurken, bunun karşılığında ruhanî otoritenin ve bâtınî hilâfetin sahibi olduğunu iddia eden sûfîler de “tâc-ı şerîf”i kullanmışlardır. Sufiler tacın mârifet ve hakikat ilminde anlamlar, sırlar ve mertebeler çerçevesinde ayrı bir önemi olduğuna inanırlar. Seyyid Ali Sâbit el- Ma‘rifî’ye göre taç, cansız bir nesneden ibaret değildir. Tacın canı, ruhu ve hayatı vardır. Ruhu, tacı giyen insandır. Bu ruhun kaynağı Hz.Muhammed Peygamberin ruhudur. Dolayısıyla derviş ve sufiler, tacı başına geçirmekle “varlık kaynağım rûh-ı Muhammedî, hakîkat-i Muhammediyye’dir” anlamını somuta indirgemektedir. Arapça’da “te, elif ve cim” harflerinden oluşan “tâc” kelimesinde “te” harfi tamam olmaya, “elif” istikâmete, “cim” cemâle (gözle görünür olmaya) işaret eder ve bunların edebi oluşturan en temel ahlâkî öğeler olduğuna inanılır. Buna göre “tâc-ı şerîf” giyen kimse yola dosdoğru gitmeli, yolunda kemâl (olgunluk) ve cemâle kavuşmalıdır. Yani halim ve selim olup gazaptan kaçınmalıdır. Kur’an’da geçen “takva elbisesi” (el-A‘râf 7/26) tabiri Abdürrezzâk el-Kâşânî tarafından “sûfî tacı” ve hırkası; “Biz sana kevseri verdik” (el-Kevser 108/1) âyetindeki “kevser” kelimesi Peygamber’e miraçta verilen “nûrânî kudret tacı” şeklinde yorumlanmıştır. Şeyh Ebü’l-Vefâ- i Şâmî’nin, halifesi Şeyh Abdurrahim Efendi’ye giydirdiği “Sa’dî tacının” güneşin etrafındaki yedi gezegene işaretle yedi terkli, beyaz renkli, beyaz düğmeli ve destarlı olduğu söylenir. Yedi terkli Eşrefî tacı, kelime-i tevhidin yedi kelimesine, bismillâh kelimesinin yedi harfine, miraçta Hz. Peygamber’e verilen çeyizdeki yedi emanete (taç, hulle, kemer, ridâ, asâ, Burak, Refref), Ashâb-ı Kehf’e, atvâr-ı seb‘aya vs. işaret eder (Ceyhan, 2011).

Hıristiyanlık, yalnızca Yahudi geleneklerinin değil, aynı zamanda helenistik-gnostik inançların da tesiri altınada gelişen bir din olmuştur (Schimmel, 1999: 159). Yahudiliğin, belli sayıda mevsimlik bayramı ve kozmik simgeyi, İsrail tarihindeki önemli olaylara mal ederek tarihselleştirdiği gibi (Kutsal Sandık çadırıyla ilgili bayram, Paskalya, Hanuka (Işık Bayramı) vb.), kilise babaları da aynı yolu izleyerek Asya’ya ve Akdeniz’e özgü simgeleri, dinsel törenleri ve mitleri Hz. İsa ve Hz. Meryem merkezli bir “kutsal öykü” ye bağlayarak Hıristiyanlaştırdılar (Eliade, 2001: 212). Putperest mirasın sayısız biçim ve çeşitlemesi, dışsal olarak Hıristiyanlaşmış aynı mitsel-ritüel bütün içine eklemlenmiştir. Tanrıçalara ilişkin bazı mitler ve tapımlar da Bakire Meryem dinsel folkloruna katılmıştır (Eliade, 2013: 252). Örneğin Borgeaud, Chaldean Oracles aracılığı ile “bakire” formunun Hekate’de görüldüğünü ve bunun kesinlikle Gnostizm ile bağlantılı olduğunu ileri sürer (Borgeaud, 2004: 127). 431’deki Efes konsili sonrasında Hz. Meryem’e “Theotokos” (Tanrı annesi) unvanı verilmiştir. Böylece hem Tanrı’yı doğuran hem de Tanrı’nın annesi ilahi bir varlık olarak Meryem kültü gelişim göstermeye başlamıştır (Borgeaud, 2004: 128 vd.). Pek çok tanrıçanın nitelendirildiği “göklerin kraliçesi” veya “cennetin kraliçesi” sıfatını Katolik kilisesi 1954 yılında Hz. Meryem için ilan etmiş ve kimilerine göre, 5. yüzyılın ilk yarısında anlaşılmaz ve sessiz Meryem, bir anda “cennetin kraliçesi” oluvermiştir (Kurt, 2010: 124-125). Dolayısıyla arkeolojik buluntularda karşımıza çıkan tanrıça sembolleri bu sefer Hıristiyanlıkta yeni bir dini figür haline getirilen ve kutsanan “Meryem Ana” tasvirlerinde yerini almaya başlamıştır.

Enguerrand Ouarton’un “Bakire’nin Taçlandırılması” adlı tablosunda (Şekil 28) Tanrı Baba ile Tanrı Oğul (birbirinin aynısı) Bakire Meryem’in başına tacı yerleştirirken, tepede kutsal ruhun kumrusu ve ışınlı cennet, aşağıda ise çarmıha gerilme, şehir manzarası, cehennem ile araf gibi küçük sahnelere yer verilir (Gomm, 2014: 102). Yandaki kanatlarda Hz. Meryem’in yaşamına ilişkin önemli olaylar canlandırılır. Taç giymesi de dâhil önemli olaylar dizisi “Meryem’in Yedi Sevinci” diye bilinir (Gombrich, 1980: 281). Missouri’deki günümüz Bizans tarzı St. Louis Katedrali içinde, kutsal Trinity sembolleri vardır. Bir yazıtta, bu sembolden yansıyan yedi ışın Kutsal Ruh’un yedi hediyesini temsil ettiği açıklaması yer alır (https://en.wikipedia.org/wiki/Seven_rays.).

1558-1603 yılları arasında hüküm süren İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth ise, mitolojik figürlerle ve Hıristiyanlıkta adı geçen bakirelerle özdeşleştirilir. Elisa/Eliza, evlenmemiş Kraliçe, güneş, ay (Phoibe/Kynthia), dördüncü güzel ve Venus-Virgo olarak (Seber, 2010) ölene kadar saf bakire olarak karşımıza çıkar. Rönesans ressamları Elizabeth’i şifa ve

mutluluk getiren ilahi bir varlık olarak tuvallerine yansıtırlar (http://www.dusunbil.com/karizmanin-buyuleyici-tarihi/). Soğuk görünümlü betimlenen, yeni bir “altın çağ”a damgasını vuran Elizabeth, Asteria’nın geri dönüşü olarak edebi metinlerde yer alır ve “Göksel Bakire” olarak kutsanır.

Kraliçe I. Elizabeth, portrelerde ay tanrıçası Diana ya da Hekate gibi “Bakire Kraliçe” adı altında halkın kurtarıcısı olarak kutsanmış ve Elizabeth kültü yaratılmıştır. Kimi portresinde tıpkı Hekate gibi elinde küre ya da yılan37, kolunda Hekate’nin en belirgin simgelerinden bir köpek/çakal (Şekil 29) ile kiminde aslanlı tahtta oturur vaziyette, kiminde ise başında hilal ya da ışınlı tacı ile mitolojik imaj yaratılarak yüceltilir (http://www.marileecody.com).

İngiliz kraliçelerinden Lady Diana da mitolojik varlıklara, dahası dinsel kültlere dönüştürülen bir kraliçedir (Armstrong, 2005:93). Diana’nın yedi uçlu incili tacı (Şekil 30) antik dönem inancının günümüze sembolik yansımalarıdır.

MS 391-92 tarihli imparatorluk kararnameleriyle bütün pagan tapılar yasaklandığında ve tapınakları zorla yıkıldığında, ilkçağ gizemleri de sessiz sedasız ve aniden ortadan kalktılar (Burkert, 1999: 94). Ancak, ana tanrıça tapımının mitolojik etkileşimleri Meryem Ana, Kraliçe Elizabeth gibi gerçek figürler üzerinden günümüze kadar varlığını sürdürmektedir.