• Sonuç bulunamadı

Hayat Veren Hekate’nin Ölüm Veren “Cadı Tanrıça”ya Dönüşümü

2. BÖLÜM

2.7. Hayat Veren Hekate’nin Ölüm Veren “Cadı Tanrıça”ya Dönüşümü

Bazı araştırmacılar Üst Paleolitik Dönem kadın heykelciklerini genellikle, kadın bereketini yüceltmenin sembolü olarak yorumlamıştır. Bu görüşün yanı sıra Gimbutas gibi bazı araştırmacılar ise Paleolitik venüslerin yaşam ve ölüm arasında aracılık ettiğine ve yeniden doğumu temsil ettiğine inanmaktadırlar. Benzer bir şekilde günümüz yerlilerinden olan Avustralya’daki Ngarinyin kabilesine göre de kadınlar doğum, dönüşüm ve ölüm döngüsünü simgelemektedir. Bazı heykelcikler üzerinde yer alan kırmızı boya izleri de kanın temsili olarak adak ya da ritüel işlevlerini yansıttığına inanılmaktadır. Bunun yanı sıra doğum ve yeni bir hayatın başlangıcı olacak olan hamilelik sırasında kadın vücudunda büyük değişiklikler meydana gelmektedir. Kadın vücudundaki bu dönüşüm ve değişim de sembolik olarak kadın heykelcikleri üzerine yapılan kırmızı boyamalarla ifade edilmeye çalışılmıştır. Aşı boyası, kan ve kadın arasındaki ilişki, kan anlamına gelen Yunanca haema/haima

kelimeleriyle de işaret edilmektedir. “Haima” kelimesinin kökeninin, rahim anlamına gelen Yunancada metra ve Latincede matrix olarak bilinen kelimelerle aynı “-ma” köküne sahip olduğu belirtilmektedir. Birçok kültürde kadın rahmi mezarlarla ve bu ikisi de meyvelerin kaynağı olan toprakla eş tutulmaktadır. Bir bebeğin rahimde gelişmesi gibi minerallerin de toprakta geliştiğine inanılmaktadır (Bostancı Kolankaya, 2012: 37). Ancak Karen Vogel, tanrıça heykellerinin bereket kültü ile ilişkilendirilmesini dar bir yorum olarak nitelendirir. Vogel, bu heykelciklerin doğuma ve ölüme duyulan yoğun korku hissi dâhil birçok şeyi ifade ettiğine inanır. Tanrıça hem bir ebe, hem de her şeyi doğuran bir annedir. Bu erken dönem tanrıçaları, hamilelik durumunun etkileyici ifadeleridir. Bunlar aynı zamanda bebeğin anneyi gördüğü şekli, yani büyük, yuvarlak ve kapsayıcı bir varlığı da tasvir etmektedir. Bu heykelcikler doğarken anneden geldiğimiz ve ölümde de ona döndüğümüz bilgisini de içeriyor olabilir. Belki bu heykelcikler şamanların ebelikte kullandıkları gerektiğinde iyileştirici, gerektiğinde yeni hayatı kutsayan rahibeler olarak üstlendikleri önemli rolleri gösteren şamanlık gereçleriydi. Şamanizmin kökeni büyük olasılıkla daha eskidir. Sibirya Şamanizmi genellikle bütün şaman geleneğine örnek gösterilir, çünkü Şamanizm’in geniş biçimde araştırıldığı ilk bölgedir. Sibirya’daki birçok kabilede erkek şamanı ifade etmek için farklı sözcükler kullanılır. Oysa kadın şaman için tek bir sözcük vardır. Arkeolog Jeannine Davis- Kimball, dilbilimcilere bakıldığında ilk şamanların kadından çıktığını, tek bir terimin her zaman kadın bir şamanı ifade ettiği ve bunun kökeninin ise Paleolitik Sibirya’da yattığını söyler (Bayraktar ve Türkmen, 2015: 468). Daha önce de açıkladığımız üzere tanrıça kültürü ve kadın şamanlar hakkındaki kanıtlar, on binlerce yıl öncesinde karşımıza çıkıyor. Paleolitik dönemde dünyayı kasıp kavuran tek tanrılı bir tanrıça inancı olduğuna kanaat getiren Vogel, kadın heykelciklerin dünyanın dört bir yanında ortaya çıkmasının anlamını, büyük gizemli bir ruh etkileşiminin Tanrıça adıyla kişileştirilmesine bağlar (Bayraktar ve Türkmen, 2015: 469).

Ortaçağdaki büyücü ve büyücülükle ilişkili izler Hekate ve çevresiyle ilgili antik literatüre kadar gitmektedir. Hekate “geceleri rüzgârda uçan” bir figür olarak tasvir edilmiştir. Kırmızı gözleri dönüşüme uğramış Hekabe’nin alevli gözlerini çağrıştırır. Zehirli ve şifalı bitkilere aşina olmasından dolayı geleneksel tıpla ilgili engin bilgisi olmalıydı. Hekate büyük ihtimalle ruh halini değiştiren ilaçlara da aşinaydı ve hiç şüphesiz şifalı büyü ve sözcüklerin farkındaydı ve taşıyıcısıydı. Ayrıca onun büyülü hediyesini sadece doğum acılarını dindirmek için değil, daha ciddi hastalıklara da yardım eden bir şifacı olduğunu düşünmek o kadar da zor olamaz (Friedman, 2002: 178). Hekate hastalıkları iyileştiren tanrıçadır. Şifacı yönüyle çocuk hastalıklarının uzmanıdır. “Meisoponeros” epitheti ile

kötülükleri azaltan, felaketleri hafifleten ruhsal hastalıkları tedavi eden, “Kourotrophos” epitheti ile doğumun yardımcısı ana tanrıça rolündedir.

İnsanların bu kadınlar karşısında hazır ol vaziyetinde durmasını sağlayan sebepler arasında, kadın şaman-rahibelerin boruçiçeği gibi halüsinojenleri ve boğanotu gibi zehirleri kullanabilmekteki becerilerinin bulunması muhtemeldi. Bunun ilk kullanıcısı Hekate olduğu için “Hekateis” olarak adlandırılan, köylülerin “aconite” dediği sıvıdır. Kullanan kişide kısa sürede felç etkisi gösteren oldukça kuvvetli bir zehirdir (Graves, 2010: 455, 686). Ayrıca, Hekate rahibelerinin de sarmaşık yapraklarını çiğneyerek trans halinde ayinlere katıldıkları bilinir.

Kısmen etnografya temelli halûsinojik Şamanizm teorisi bulunur. Ayrıca genel olgu olarak mantar yoluyla “değişen bilinç durumları” da kabul görmüştür. Bu konuda Rusya’da, yeni keşfedilip kayda geçirilmiş veriler üzerine pek çok ayrıntılı çalışma ve yayınlar bulunmaktadır. Yeni nesil arkeologlar da bu yeni materyelleri daha hassas yöntem ve tekniklerle toplayıp tetkik etme konusunda oldukça yetkindir (Hoppal, 2016: 15-16).

Vinca’da mevcut en iyi taştan oyulmuş bir dizi mantarın ortaya çıkarılması, mantarın büyü ve kültteki belirgin rolüne işaret etmektedir. Ayrıca Vinca mantarları sarhoş edici içeceklerle bağlantılıdır (Gimbutas, 1992: 220, Fig. 223-225) Hatta halûsünasyonlara yol açan zehirli mantarların da tanrıça kültlerinde kullanıldığı dile getirilir. Graves, bazı tarihçilerin, Viking soyundan gelen İskandinavların savaşlardan önce kendilerine cesaret ve güç vermesi için mantar yediklerini iddia ettiklerini, “Ambrosia” ile “nektar”ın” sarhoş eden mantarlar olduklarına inandığını, amanita muscaria ile kişiye zararsız ve eğlenceli sanrılar gösteren panaiolos papilionaceus adlı küçük, narin gübre mantarı olduğunu yazar. Graves, Meksika- Oaxaca’daki Mazatek Yerlileri’nin çok eskiden kullandıkları kutsal bir ambrosia olan ve sanrılara yol açtığı söylenen psilocybe’den kendisinin de yediğini, din görevlilerinin Mantar tanrısı Tlaloc’a yakardıklarını duyduğunu ve aşkın görüntüler gördüğünü anlatır. Graves, bu deneyimden sonra, bahsedilen ritüelleri keşfeden Amerikalı araştırmacı Gordon Wasson’la, Avrupa'daki cennet ve cehennem düşüncelerinin benzer gizemlerden kaynaklanmış olabileceği konusunda hemfikir olduğunu söyler (Graves, 2010: 11-12). Klasik Çağ'da Pythia'nın hizmetindeki rahibin, arpa tanesi, kenevir ve defneyi bir kandil üzerinde yakarak Tanrıça’nın transa geçmesini sağladığı ve daha sonra onun söylediklerini yorumladığı belirtilir. Ayrıca, ambrosia ve nektarın mitolojide ölümsüzlüğe ulaştıran bitkiler olduğundan bahsedilir (Graves, 2010: 91-92) :

“Zeus’un Leto’dan dünyaya gelen oğlu olan Apollon, yedi aylık bir çocukken sadece tanrılara özgü bir şekilde hızla büyüdü. Themis’in verdiği ambrosia ve nektarla ölümsüzlüğe erişti.”

Bir başka mitosta yine Zeus’un en yakın sırdaşlarından bir olan Tantalos’un arkadaşlarını ölümsüzlük ayrıcalığına kavuşmak için ambrosia ve nektarı çaldığı anlatılır (Graves, 2010: 526-527):

“Öyle ki Zeus onu Olymposluların neredeyse bütün şölenlerine davet ediyor ve çok sevdiği bu ölümlünün tanrıların yiyeceği olan Nektar ve Ambrosia’dan tatmasına izin veriyordu. Ne var ki bir müddet sonra Tantalos bu ayrıcalıkları kendi menfaatleri için kullanmaya başladı. İlk olarak tanrılar arasında özgürce konuşulan sırları insanlara anlatmaya başladı. Hatta Olympos'dan Nektar ve Ambrosia çalarak arkadaşlarına dağıtmaya ve bu şekilde onların da ölümsüzlük ayrıcalığını kazanmalarını sağladı.”

Menion ya da selenogonon denildiğine göre etkisini ve gücünü aydan aldığına inanıldığı anlaşılan şakayık kökü, aybaşı görme ve doğumlarda kullanılıyordu. Güveyi otu (diktamnos), doğurmayı kolaylaştırmada kullanılıyor ve doğum tanrıçası Eileithyia için yapılan çelenklere örülüyordu. Mersin, dölyatağını kapatarak erken doğuma engel oluyordı. Ayrıca zambak da aybaşını denetlemede rol oynuyordu. Bir çeşit söğüt olan lygos’un ise aybaşını çabuklaştırdığı veya önlediğine inanılıyordu. Sparta’da Artemis’e Lygodesma, “söğüt dallarına sarılı” denmesinin nedeni Artemis imgesinin söğüt dalları arasında bulunduğunun söylenmesiydi. Tanrıçanın Agra’daki (Attika) yontusu, söğüt dallarından çelenklelerle bezeliydi. Hera’nın tapınağında göğermiş bir söğüt ağacının dibide dünyaya geldiği söylenirdi. Havlıcandan (kypeiros) yapılan ilaç, dölyatağının açılmasında kullanılırdı. Hasırçiçeği ise aybaşı görmeyi kolaylaştırır ve Soartalı kızlar tarafından Hera’ya taç yapmakta kullanılırdı (Thomson, 1995: 243-244). Hekate’ye de tıpkı Hera, Artemis, Eileithyia, Aphrodite gibi doğum tanrıçası olarak tapılırdı. Ancak Hekate aynı zamanda özgün halinde doğum, ölüm, yol ayrımı ve iyileştirme ile ilişkilendirilen çokyüzlü bir tanrıçaydı. Hem anneyi (Demeter), hem bakireyi (Persephone), hem de Acuze’yi bedenleştiriyordu. Bazen Artemis adını aldığı da oluyordu ve hem doğumun, hem de vahşi doğanın tanrıçası olarak görülebiliyordu. Hekate, doğum ve ölümde görev alan bir ebeydi (Bayraktar ve Türkmen, 2015: 472). Yer’ de, Gök’te ve

Tartaros52’da egemenliğini ilan eden ilk Üçlü Tanrıça’ydı. Ancak Helenler Tanrıça’ya, özellikle üç yolun kesiştiği yerlerde yapılan gizli kara büyü ritüellerinde ibadet edilinceye kadar onun, yaratıcı güçlerinden çok, yıkıcı ve yok edici vasıfları vurgulanmıştı. Apuleios, Hekate’nin yoldaşları olan ve birer gelincik kılığına giren Tesalyalı cadılarının yaptıkları korkunç büyüleri anlatmıştı (Graves, 2010: 153, 604). Oysa Hesiodos’un dizelerinde Hekate yaşam ve ölüm üzerindeki gücün temsiliydi:

Kim hoşuna giderse Hekate’nin

Yardım görür ondan, destek bulur onda. Meydanlarda, kalabalıklar içinde Kimi isterse onu parlatır Hekate. Ölüm kalım savaşlarında Hekate Dilediği savaşçıya yardım eder, Dilediğine verir başarıyı, şanı şerefi. Kurultaylarda saygın kralların yanındadır, İnsanlar arasındaki yarışmalarda

Tanrısal gücüyle işe karışır, Zaferi kazanan alır güzel ödülü Ve şeref kazandırır yakınlarına.

Binicilerden de dilediğine yardım eder, Belâlı engin denize açılanlar da

Baş vururlar Hekate’ye ve yeri sarsan tanrıya, Bereketli av sağlar onlara soylu tanrıça, Ya da tam başaracakları sırada

Avlarını alır ellerinden canı isterse. (Hesiodos)

Hekate’nin en önemli görevlerinden biri olan kavşakların tanrıçası rolü klasik dönemde sağlam bir şekilde yerini almıştı. Ancak, 5. yüzyılın ortalarında ismi “yolda” anlamına gelen Tesalyalı Tanrıça Enodia ile özdeşleştirildi. Bu tarihten sonra Hekate Tesalya’da cadı tanrıça olarak anılmaya başladı. Ancak Enodia’nın cadı tanrıçası olduğuna ilişkin herhangi bir arkeolojik kanıt yoktur (Kraus, 1960: 77-83). Tesalya’nın ise ”kadın şaman” geleneğiyle

      

52 Homeros ve Hesiodos’a göre dünyanın en derin yeri Tartaros’tur. Yer ile Gök arasındaki mesafe ne kadarsa

Ölüler Ülkesi ile Tartaros arasındaki mesafede aynıdır. Ancak, zamanla Tartaros ve Ölüler Ülkesi, acımasız Tanrı Hades’in ölüler üzerinde egemenlik kurduğu tek bir yer altı dünyası olarak birbirine karıştırılmıştır. Bkz. Estin ve Laporte, 2002: 111.

bağlantılı önemli bir bağı vardır. Nea Nikomediya’daki arkeolojik alanlar dâhil Neolitik Tesalya’daki kalıntılar53, Yunanistan’da tanrıça kültürünün en az altı bin yıl öncesine kadar var olduğunu gösterir. Vicki Noble, Nea Nikomediya Nea (yeni), Niko (zafer) ve Mediya (akıllı kadın) anlamında olup, bunun da şaman rahibelerin hanedanlıklarına ya da neseplerine bir gönderme olduğunu söyler. Evlerin ve çocukların koruyucusu olarak bilinen Tesalya’nın Enodia’sı ile Hekate’nin benzer bir işlevleri vardır. Her ikisi de girişlerin, yolların ve kavşakların koruyucuları olarak bilinirler. Hamile kadınlar tıpkı Hekate’de olduğu gibi doğuma yardım etmesi için Enodia’ya kurban sunarlar. Her iki tanrıça yalnızca doğurganlığı artırmak için değil, aynı zamanda aile üyelerini kötülükten korumak için de ev halkının koruyucusu rolündeydiler. Bu nedenle her ikisinin de yol kavşaklarında sunakları vardı. Enodia’nın yabancı statüsü onun adaletsiz bir şekilde büyü yapmada uzmanlıklarıyla ünlü tipik “Tesalyalı kadınlarla” ilişkilendirilmesine neden olur. Tesalya’da uzun zaman boyunca devam eden ilaç ve büyü bağlantılı ilişkilerden dolayı Hekate’nin burada büyüsel anlamda başrol oynadığı kabul edilir. Tesalyalı kadınlar şifalı bitkileri toplamak için Hekate’den yardım isterler (Friedman, 2002: 140 vd.; Bayraktar ve Türkmen, 2015: 471; Larson, 2007: 167; Gimbutas, 1992: 198) Aynı zamanda Hekate rahibeleri de gizemli büyü formüllerini elinde tutan, büyücülük ve falcılık yapan kişilerdir. Vergilius, Aineias (Aeneas) destanında, Dido intihar etmeden önce sadakatsız Aineias’ı lanetlediğinde, Hekate’ye de yakarmıştı54; Medea, İason’un babasını gençleştirmek istediğinde Hekate’nin yardımına ihtiyacı olmuştu (Fink, 2007: 166).

Oysa, Hekate’nin 5. yüzyılda önemi gittikçe azalır. Sonunda Hekate, kocakarı imgesine bürünür ve yer altının ve cadıların tanrıçası olur. Tesalyalı, kadın şifacıları ya da Yunan tarihçilerin yazdıkları üzere cadılarıyla ünlenir (Bayraktar ve Türkmen: 2015: 472). Başlangıçta doğuran, besleyen, büyüten ve bereketi sağlayan insanları hastalıklardan ve kötülüklerden koruyan bu büyük tanrıça zaman içerisinde saygınlığını ve kutsallığını kaybeder. Daha geç dönemlerde denizlerin, yerlerin ve göklerin hâkimi olan Hekate; ölüm, kötü ruhlar ve büyüyle bağdaştırılarak kendisinden korkulan bir cadıya dönüştürülür.

      

53 Nea Nikomediya’daki çok sayıda kadın figürünleri ele geçmiştir. Özellikle MÖ 6200’lere tarihlenen fallus

biçimli başı olan elleri göğüslerinde kadın figürünü ilgi çekenker arasındadır. Bkz. Gimbutas, 1992: 153-154.

54 Vergilius’un “Aeneis” destanında Dido Aeneas’ı yanında alıkoyamayacagını anlayınca, onu kendine büyü

yoluyla bağlamaya çalışır: Üstünde kendi ölüsünün yanacağı odun yığınını hazırlattıktan sonra, bir Hekate rahibesine büyü formülleri okutur; saçları darmadağın olan bu kadın yüz tanrılar, Erebos, Khaos, üç biçimli Hekate ve üç yüzlü bakire Diana adına başlar yakarışa. Bkz. Erhat, 1972.

Bu dönüşüm ilk olarak Hekate’nin yanı sıra Kirke ve Medea gibi tanrıçalar ile başlatılır. Erkek tanrılar ana tanrıçanın bütün niteliklerini kendinde toplar. Daha sonra tek tanrılı dinlerde Adem’e karşı geldiği için Tanrı tarafından Kızıldeniz’e sürülen ve orada şeytanla (Samuel) evlenen yılan-fahişe Lilith55 olarak karşımıza çıkar (Zingsem, 2007: 219 vd). İbranilerin Kabala Kitabında Lilith kötülüğün simgesi, dişi şeytan olarak tanıtılır. Kabalanın bir bölümü olan Zohar’da; Lilith’in, “Cinler Ecesi”nin ya da ecenin çevresindeki cinlerin, kadının yardımı olmaksızın erkekleri cinsel eylemlere kışkırttığının, amaçlarınınsa yitip giden tohumlardan kendilerine beden yaratmak olduğu yazılıdır (Stone, 2000: 218-219). Adem’e geri dönmemesi halinde her gün yüz çocuğunun öldürülmesiyle tehdit edilen ve zorla kötülüklerin safhına itilen Lilith, bundan sonra insanlık için başbelasıdır. Hatta Havva56’nın “ilk günahı”57 işlemesine de sebep yine Lilith’den başkası değildir. Havva

      

55 Mezopotamya kültürlerinde diğer bir dizi demon, insanların cinsellik, verimlilik ve üretme kudretlerini

engellemekle ve yok etmekle görevlendirilmiştir. Babil’in dişi gece demonu Lilith (Ardatlili)74 ve eril

versiyonu Lilu rüzgârla gelen felaketler, hastalıklar, veba ve ölümden sorumlu görülmekle birlikte, belki de daha fazla insanların cinsel yaşamlarına müdahalede uzmanlaştıklarına inanılır. Örneğin Lilith, geceleri dolaşıp succubus olarak erkeklere saldıran ya da onların kanını içen frijit, kara kuru, kocasız, umutsuzluk bakiresi’dir. Lilith insanların cinsel yaşamlarına müdahale eder, kadınların doğurganlıklarını engelleyerek, erotik kâbuslar, halüsinasyonlar görmelerine neden olur. Hatta bununla kalmaz, erkekleri zürriyetlerinden keser, üremeye yönelik cinselliğin yerine sapkınlık dolu şehvetin yaşanmasını ister. Bu tür demonlar toplumun düzenini oluşturan temel kurumu, aileyi yıkmayı hedef almaları nedeniyle çok tehlikeli görülür. Yahudi efsanelerinde yer alan Lilith ve klasik çağdan itibaren cadı ve demonu tanımlamak için kullanılan, Yunan mitolojisi kaynaklı Lamiaların öncülü olduğu kabul edilir. Bkz. Akın, 2011: 53.

56 Havva miti, belki de mitlerin en zenginidir, çünkü Tanrı’nın onu söz dinlemediği için lanetlemesi, insanların

büyük ana tanrıçayı taptıkları binyılları izleyen yeniçağda ataerkilliğin ve kadın üzerindeki yüzyıllar boyunca sürecek baskının başlangıcına işaret eder. Havva’nın Kutsal Kitap’taki unvanı olan “Bütün Canlıların Anası”, Mezopotamya’da tüm güçleri kendine toplayan tanrıçanın adı olarak yaygın biçimde kullanılır. İbrani dininde bugün hâlâ, Yaradan’ın bütün yaratıcı güçlerinin bir tezahürü olduğu için Tanrı’nın adı YEHOVA’nın açıkça yazılıp söylenmeyeceğine inanılır. Tanrı’nın Tetragram (dört harfli) olarak anılan güçlü adının esrarı, bu dörtte üçünün Tanrı’yla değil, Havva’yla ilgili olmasıdır. YHVH hem “hayat” hem de “kadın” anlamına gelen, Latin harfleriyle E-V-E olarak yazılan İbranice HVH kökünden gelir. Buna bir İ harfinin eklenmesiyle tanrıçanın adı yaratılış sözcüğü haline gelmiştir; bu Mısır’da ve ana tanrıçanın hüküm sürdüğü diğer yörelerde yaygın bir düşünceydi. Eski çağlarda yaşayanlar gerçekten de tanrıçanın adını söyleyerek onun gücünü uyandırabileceklerine, o zaman tanrıçanın kendini göstereceğine inanılırdı. Aynı inanç günümüzde Tibetli Budistler arasında da görülür; Budistler, benliği evrenin güçleriyle bütünleştirmek için, meditasyon sırasında “sessiz ses” olduğuna inandıkları OM gibi kutsal sesleri (matralar) tekrarlarlar. Gnostik metinlere göre, Âdem’i yaratan tanrı değil, Havva’dır. Âdem’in kandan ve kilden yaratıldığı söylenir. Yine Gnostik metinlere göre, hayat anlamına gelen Havva, “İyi Ruh”tur; “Âdem’in ‘Hayat’ (Havva) diye çağırdığı ışık düşüncesidir. Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte, tüm varlıkların tanrıçası ve onun dönemsel olarak ölüp yeniden doğan sevgisiyle eski mit ikiye bölünür. Bir yanda, Gnostik ve ilk Hıristiyan metinlerine göre bu tanrıçanın tüm güçlerinin mirasçısı olan Havva, bu yaratıcı gücünden soyulup ataerkil tarafından gebeliğin ve doğumun bir aracı haline getirilir. Bkz. Mascetti, 2000: 142-144.

57“Aden Bahçesinde, öte yandan başka bir anlayış egemendir. Çünkü Tanrı (yazılı İbrani adı Yehova’dır)

Adem’in, kötülük ve iyilik bilgisi ağacın meyvesinden yediğini öğrendiğinde, yılanı lanetlemiştir. Meleklerine, ‘İşte, adam iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden biri gibi oldu; ve şimdi elini uzatmasın ve hayat ağacından almasın, ve yemesin ve ebediyen yaşamasın’ demiştir. Böylece Yehova, onu Aden Bahçesinden, kendisinin içinden alındığı toprağı işlemek için çıkardı, Ve adamı kovdu; ve hayat ağacının yolunu korumak için Aden

içgüdüsel dişiliğin canlı ve besleyici tarafını, Lilith ise bunun tam tersi olan ölümü çağrıştıran tarafı temsil eder (Zingsem, 2007: 87).

Hıristiyanlıkla birlikte “Tanrıça” dininin yok ediliş öyküsü başlar. İskendriyeli Clement The Gospel according to the Egyptians’da (Mısırlılara göre İncil’de) geçen bir sözü gözler önüne sermiştir. İsis tapımına yönelik Hz. İsa’nın söyledikleri ilginçtir:“Kadının işlerini yerle bir etmeye geldim.” Tanrıça dinine inananlar Roma döneminde daha korkunç baskılarla karşı karşıya kalırlar. MS 380’de İmparator Theodosius, tanrıçanın Eleusis’deki tapınağını, Roma’daki tanrıça tapınaklarını ve Tanrıça Artemis ya da Diana tapınağı adıyla bilinen Batı Anadolu’da Ephesos’taki “dünyanın yedinci harikasını” kapatır. Kadınların dininden nefret ettiği söylenen Theodosius’un, Selanik’te yedi bin kişiyi kılıçtan geçirmesi bu büyük Hıristiyan İmparatorunu her şeyden daha iyi anımsatmaktadır (Stone, 2000: 217-218).

Ana Tanrıça “mitoloji ve kozmolojisi” Eski ve Yeni Ahit’te ve Yunan mitoslarında bize kadar gelen ataerkil yapı içerisinde kökten değişmiş ve hatta büyük ölçüde sindirilmişti (Campell, 1992: 11). Pandora mitosunda “Pandora” sözcüğünün en eski zamanlarda “bütün iyiliklerin anası” şeklindeki anlamı, aterkil dönemde içerik değişikliğine uğrayarak “bütün kötülüklerin anası” anlamını alması gibi, bir zamanlar her şeyin yaratıcısı olan toprak (ve kadın bedeni), sonradan yalnızca erkeğin “can veren tohumu”nu taşımaya yarayan bir araca dönüştü (Berktay, 2009: 58).

Tümüyle kuşatıcı olan, yani her türlü özelliği kendinde toplayan, hem iyilik hem de kötülük getirme, hem yaşatma hem öldürme olan, hem ana ve koruyucu hem de bakire ve savaşçı olan Ana Tanrıça’nın çeşitli özellikleri birbirinden koparılarak farklı tanrıçalara, giderek de tek bir erkek tanrıya, sonra da gene erkek bir tanrı kavramına aktardı (Berktay, 2009: 50).

Kadının sahip olduğu büyüsel güç erkekleri ürkütmüş ve bu güçten kurtulmak için kadının icad ettiği yazıyı, kadının aleyhinde kullanarak yüzyıllarca egemenliği altına