• Sonuç bulunamadı

Sinema ve oryantalizm: 2000 sonrası ulusötesi sinemada Türk kadın kimliğinin temsili

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sinema ve oryantalizm: 2000 sonrası ulusötesi sinemada Türk kadın kimliğinin temsili"

Copied!
127
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

RADYO, TELEVİZYON VE SİNEMA ANABİLİM DALI

RADYO, TELEVİZYON VE SİNEMA BİLİM DALI

SİNEMA VE ORYANTALİZM: 2000 SONRASI

ULUSÖTESİ SİNEMADA TÜRK KADIN KİMLİĞİNİN

TEMSİLİ

İlker ÇÖZELİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Öğr. Üyesi Sinem Evren YÜKSEL

(2)
(3)
(4)
(5)

ÖNSÖZ/TEŞEKKÜR

Oryantalizm kavramının ne olduğunu bilmeden önce oryantalist söylemleri fark etmem bu alana ilgimi arttırdı. Yurtdışında farklı kültürlerden insanlar ile geçirdiğim süre zarfında fark ettiğim öteki olma ve kültürler arası farklı bakış açılarının yarattığı iletişim problemlerinden sonra oryantalizm üzerine yoğunlaşmaya karar verdim. Danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Sinem Evren Yüksel’in de benim gibi farklı kültürleri tanımak, bilmek konusundaki merakı ve farklılıkların alanlarına duyduğu saygı, çalışmamın ilerleyişinde ve ivmelenmesinde tartışılmaz derecede bir etki göstermiştir. Bunun için en başta kendisine ne kadar teşekkür etsem az kalacaktır. Çalışmama ve bana kattığı akademik bilgilerin yanında tecrübeleriyle aktardığı her şey ve benim akademik hayatımda açtığı yol benim için bulunmaz bir tecrübeydi. Danışmanımın bu çalışmanın her noktasında her virgülünde emeğinin olmasına değinmezsem ona çok haksızlık etmiş olurdum. Bunun için kendisine akademik hayatım boyunca şükran duyacağım.

Tezimin oluşma aşamasında yaşadığım zorluklar karşısında bana cesaret veren, beni ivmelendiren, amacıma tekrar yönelten ve üzerimde ailem kadar hakları olan sayın hocalarım Prof. Dr. Meral Serarslan ’a, Prof. Dr. Aytekin Can ’a ve Öğr. Üyesi Ruhi Gül ’e teşekkürlerimi borç bilirim.

Lisans ve Yüksek Lisans öğrenimim boyunca bana sonsuz destek veren, güvenen ve bana inancını hiç kaybetmeyen annem Melek Uğraker’ e, ağabeyim Fatih Çözeli’ ye teşekkür ederim. Akademik hayatımın var olabilmesinin en temel koşullarını sağlamış olmaları ve onların bana duyduğu sonsuz güven beni hayatım boyunca onore edecektir. İhtiyaç duyduğumda ailem dışında bana destek olan arkadaşlarım Çağrı Parlakalın’a ve Ümit Yaraşır ’a ayrıca teşekkürlerimi borç bilirim.

Lisans dönemimden yüksek lisans dönemime bana yaklaşımıyla, bana duyduğu sonsuz güvenle, desteği ve derin sabrıyla bundan sonra da hayat arkadaşım olarak desteğini esirgemeyeceğinden emin olduğum sevgili Ayşe Gül Demiray ’a ayrıca özel olarak teşekkür ederim.

(6)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı İlker Çözeli

Numarası 134223002007

Ana Bilim / Bilim Dalı Radyo, Televizyon ve Sinema / Radyo, Televizyon ve Sinema

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Sinem Evren Yüksel

Tezin Adı Sinema ve Oryantalizm: 2000 Sonrası Ulusötesi Sinemada Türk Kadın Kimliğinin Temsili

ÖZET

Oryantalizm bir bilim dalı olarak kabul edilmesinden bu güne kadar, çeşitli alanlarda etkinliğini sürdürmüştür. Sinema da oryantalizmin ideolojik olarak işleyişini sürdürdüğü bir alandır. Oryantalist ideolojide ötekileştirilen diğerlerinin her zaman olumsuz özelliklere sahip olması tesadüfi değil, ideolojiktir. Sinemada da ötekileştirilen toplumların ve üyelerinin temsil ediliş tarzlarının oryantalist ideoloji tarafından yani Batı tarafından belirlendiği görülmektedir. Said’in de belirttiği gibi Batı, Doğu’yu ötekileştirerek kendi benliğini var edebilmektedir. Bu denklemin terazisinde bilgi-iktidar yatmaktadır. Bu noktada Foucault’nun bilgi-iktidar nosyonunun oryantalizme eklenmesinin ve oryantalizmin pratiğe dönüşmesinin katkısı yadsınamaz. Bilen tarafın iktidar kurduğu ve özne konumuna geldiği, böylelikle bilmeyen tarafın ötekileştirildiği ve nesne konumuna mecbur bırakıldığı görülmektedir. Oryantalizmde ayrıca Doğu’nun Batı tarafından dişil konuma getirilmesiyle Batı’nın eril konuma getirilmesi sağlanmaktadır. Böylelikle

(7)

oryantalizmde bakire ve el değmemiş egzotik Doğu’nun, Batı’nın sömürüsüne maruz kalması pratiğe dönüşmektedir.

Bu tezde oryantalizm- toplumsal cinsiyet ilişkisini tartışmak için, ulusötesi sinemadan Mustang, Meleğin Sırları, Takiye: Allah Yolu’nda isimli üç film seçilmiştir. Bu üç film, oryantalist söylemin işleyişi bakımından ve feminist film analizinin temel kavramları çerçevesinde, Türk kadın kimliğinin temsili bağlamında incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda elde edilen bulgular tartışılmış ve veriler ortaya konmuştur. Doğu’nun, Batı sinemasında metaforik olarak kadınla bağdaştırılması ışığında kadın ile Doğu arasında kurulan benzerlikler üzerinde durulmuştur. Toplumsal cinsiyet çerçevesinden bakıldığında oryantalizmdeki Doğu temsilleri ile popüler sinemadaki kadın temsilleri incelenerek bulgular ortaya konulmuştur. Çalışmanın örneklemini oluşturan filmler oryantalist söylem ve toplumsal cinsiyet ilişkileri çerçevesinde incelendiğinde, kadının erkek bakışının nesnesi konumuna indirgendiği ve Batılı bir gözle egzotikleştirildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Anahtar sözcükler: Oryantalizm, Doğu-Batı, Toplumsal Cinsiyet, Ataerkil

(8)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı İlker Çözeli

Numarası 134223002007

Ana Bilim / Bilim Dalı Radyo, Televizyon ve Sinema / Radyo, Televizyon ve Sinema

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Sinem Evren Yüksel

Tezin İngilizce Adı Cinema and Orientalism: Representation of Turkish Women’s Identity in Transnational Cinema After 2000

SUMMARY

Since the acceptance of Orientalism as a branch of science, Orientalism has continued its activities in various fields. Cinema is also an area where the field of Orientalism which the study finds. From the existence of cinema to the present day, popular cinema is the continuation of the existing ideology. Cinema and orientalism express an intertwined field. Feminism, which opposes the imposition of popular culture and proposes a solution, takes place under the name of feminist cinema in cinema. While feminist criticisms criticize the othering and objectification of women; orientalism criticizes cultures and geographies at the macro level. Feminist film and orientalism is also fully compatible point where a society or community members oppose the point where it piece by piece by transforming marginalized. It is not accidental but ideological that others who have been marginalized in Orientalist ideology always have negative characteristics. It is seen that in the cinema that the representation style of otherized societies and the members of these societies are determined by the orientalist ideology, namely by the West. Differences in the representation methods tried to be explained in the East - West dichotomy are remarkable. Whether the Western representations of the East is indeed Eastern, and

(9)

the ability to distinguish textual / fictional details between the representation of the true East and the East and the representation of the East that the West calls, is about how much orientalist thought prevails. An analysis of orientalist representations in cinema was made by adding the perspective of Edward Said, the leading name of orientalism to the study. In this study, it was argued that Said was exploited and misrepresented about the East, and that the Eastern notion of the West did not actually exist. Women are otherized to the secondary position of men; Easterners were otherized and brought to the secondary position of the West.

The West can create its own self by otherizing the East. It is useful to use Hegel's slave-master dialectics at this stage. The slave must be a slave according to the dialectic so that the master can exist. To put it further, the master's ability to come to the subject position is ensured by enslaving another self into the object position. Knowledge-power lies in the balance of this equation. The contribution of Foucault's notion of knowledge-power to orientalism and the conversion of orientalism into practice is undeniable. It is seen that the knowing side established power and brought itself to the position of subject, thus the other side of the non-knowing side and being forced to the object position. In popular cinema, which is the subject of feminist film criticism, men represent everything while women representation who do not know anyting. It can be said that knowledge brings power in both orientalism and popular cinema criticized by feminist cinema. In Orientalism, the West is brought to the masculine position by making the West feminine. Thus, in orientalism, the pity of the virgin and untouched exotic East towards the exploitation of the West turns into practice.

In this thesis, three films from transnational cinema and different countries were selected. These three films have been analyzed through orientalist discourse analysis by using feminist film criticism. The findings were discussed and documented. Considering whether the East described is real and compared with the real East, the differences found are revealed. In the light of the metaphorical reconciliation of the East with the women in Western cinema, the similarities

(10)

between the women and the east are emphasized. From a gender perspective, Oriental representations in orientalism and women's representations in popular cinema were examined and the findings were presented.

Keywords: Orientalism, East – West, Gender, Patriarchal Ideology,

(11)

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu ... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

ÖNSÖZ/TEŞEKKÜR ... iv

ÖZET ... v

SUMMARY ... vii

İÇİNDEKİLER ... x

GÖRSELLER LİSTESİ ... xiii

EKLER LİSTESİ ... xviii

GİRİŞ ... 1 Amaç ... 2 Önem ... 3 Varsayımlar (Sayıtltılar) ... 3 Sınırlılıklar ... 4 Evren ve Örneklem ... 4 Tanımlar ... 4 Yöntem ... 5 BİRİNCİ BÖLÜM ... 8

ORYANTALİZM KAVRAMI, ORYANTALİZMİN TARİHÇESİ ... 8

1.1. Oryantalizm (Doğubilimi-şarkiyatçılık) nedir? ... 8

1.2. Oryantalizmin Tarihsel Gelişimi ... 13

1.3. Oryantalist Düşünce: Bilinç Problemi ve Benlik Algısı ... 23

(12)

İKİNCİ BÖLÜM ... 36

ÖTEKİNİN TEMSİLİ VE SİNEMA ... 36

2.1. Metinsel Doğuyu Yaratma Stratejisi: Özne ve Öteki ... 36

2.2. Kimliğin İnşa Süreci ve Öteki ... 40

2.3. Modern Dönemde Kimlik Edinimi ... 43

2.4. Temsil Kavramı ve Ötekinin Temsili ... 46

2.5. Popüler Sinemada Ötekilik ve Temsil ... 50

2.6. Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Kadının Sinemadaki Temsili ... 53

2.6.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı ... 54

2.6.2. Kadının Egemen Sinemadaki Temsili ... 56

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 58

ORYANTALİZM VE TOPLUMSAL CİNSİYET İLİŞKİLERİ: ULUSÖTESİ SİNEMADA TÜRKİYELİ KADINLAR VE TEMSİLLERİ ... 58

3.1. Araştırma Kapsamında Analiz Edilecek Filmlerin Özetleri ... 59

3.1.1. Mustang ... 59

3.1.2. Meleğin Sırları ... 59

3.1.3. Takiye: Allah Yolunda ... 60

3.2. Sıkışık Mekânlar ... 61

3.2.1. Mustang ... 61

3.2.2. Meleğin Sırları ... 66

3.2.3. Takiye: Allah Yolunda ... 67

3.3. Oryantalist Söylemde Tekrarlanan Temsil Biçimleri ... 71

3.3.1. Mustang Filminde Ataerkil – Oryantalist Söylem ... 71

3.3.2. Hegemonik Batı – Çaresiz Doğu: Meleğin Sırları... 77

3.3.3. Takiye: Allah Yolunda ... 84

(13)
(14)

GÖRSELLER LİSTESİ

Görsel – 1: Mustang, kızların okuldan çıktıkları sahne.

Görsel – 2: Mustang, kızların deniz kenarında özgürleştikleri sahne.

Görsel – 3: Mustang, Sonay ve Selma’nın ev içinde bikiniyle güneşlenerek baskıya karşı direnmeye çalıştıkları sahne.

Görsel – 4: Mustang, Lale’nin hapishaneyi andıran evde tek başına oyun oynayarak direnişi temsil ettiği sahne.

Görsel – 5: Mustang, yaşadıkları evin kapısının güçlendirilerek hapishane metaforunun izleyiciye aktarıldığı sahne.

Görsel – 6: Mustang, Lale’nin hapishane duvarını andıran evin duvarının üstünden çabalayarak dışarıya bakması. Bir nevi eril sınırlamanın zorlanarak kırıldığı sahne. Görsel – 7: Meleğin Sırları, Ebru’nun Amerika’da yeni taşındığı yeri babasının fotoğrafını koyarak kendine ait kıldığı sahne.

Görsel – 8: Meleğin Sırları, Ebru’nun parasının çalınmasını gösteren bir çizimin gösterildiği sahne.

Görsel – 9: Meleğin Sırları, Ebru’nun kaldığı yerde çıkan kavgada dil bilememesi sebebiyle kendisini ifade edemediği sahne.

Görsel – 10: Meleğin Sırları, Ebru’nun başka bir eril mekana dahil olduğunun görüntülendiği sahne.

Görsel – 11: Meleğin Sırları, Ebru’nun tamamen soyutlanarak dışlandığı ve yeni kalacağı hosteldeki odasının görüntülendiği sahne.

Görsel – 12: Meleğin Sırları, Ebru’nun evlenerek taşındığı başka bir eril mekanın görüntülendiği sahne.

Görsel – 13: Takiye: Allah Yolunda, Sevde ve Numan’ın görüntülendiği ve çalıştıkları mekanın gösterildiği sahne.

(15)

Görsel – 14: Takiye: Allah Yolunda, Sevde, Metin, Bilal ve Bilal’in babaannesinin görüntülenmesi ve babaannenin dış görünüşünün verildiği sahne.

Görsel – 15: Takiye: Allah Yolunda, camideki cemaatin ibadethanede finans işlerini konuştukları sahne.

Görsel – 16: Takiye: Allah Yolunda, Hoca’nın Alman istihbaratı ile görüntülendiği sahne.

Görsel – 17: Takiye: Allah Yolunda, Sevde, Metin ve Bilal’in görüntülendiği ibadet sahnesi.

Görsel – 18: Takiye: Allah Yolunda, Hoca’nın camide ölüm tehdidi aldığı sahne. Görsel – 19: Takiye: Allah Yolunda, Sevde’nin evine taşla saldırıldığını gösteren sahne.

Görsel – 20: Takiye: Allah Yolunda, Hoca’nın evine bomba döşenen sahne.

Görsel – 21: Takiye: Allah Yolunda, Metin ve Sabine’nin ölüm tehdidi altında oldukları sahne.

Görsel – 22: Takiye: Allah Yolunda, Metin’in Türkiye’den can güvenliği yüzünden kaçtığı sahne.

Görsel – 23: Takiye: Allah Yolunda, Metin’in Almanya’da da can güvenliğinin olmadığını ve öldürülmeye çalışıldığını gösteren sahne.

Görsel – 24: Mustang, Babaannenin amcayı, kızları taciz ettiği için azarladığı sahne. Görsel – 25: Mustang, Nur’un taciz sonrası yatağına bulaşan şeyleri temizlediği sahne.

Görsel – 26: Mustang, Selma’nın bekaret kontrolü için götürüldüğü sahne.

Görsel – 27: Mustang, geleneksel karşısında modern olanı temsil eden kaşları alınmış bakımlı bir erkek doktoru gösteren sahne.

Görsel – 28: Mustang, öğretmenin evinin de eril mekan olduğu algısını yaratan, öğretmenin kocasının kapıyı açtığı sahne.

(16)

Görsel – 29: Mustang, Nur ve Lale’nin filmin sonunda umut dolu ve mutlu bir şekilde görüntülendiği sahne.

Görsel – 30: Meleğin Sırları, Ebru’nun sınıfta öteki konumuna getirildiği sahne. Görsel – 31: Meleğin Sırları, Ebru’nun sınıf arkadaşlarının, İngilizce konuşamadığı için Ebru’ya güldükleri sahne.

Görsel – 32: Meleğin Sırları, modern Batılı kadının temsil edildiği sahne. Görsel – 33: Meleğin Sırları, geleneksel Doğulu kadının temsil edildiği sahne.

Görsel – 34: Meleğin Sırları,Ebru’nun erkek egemenliği altına girdiği ve Batılı erkek tarafından korunmaya alındığı sahne.

Görsel – 35: Meleğin Sırları, Taki’ nin modern Batılı kadın tarafından kollandığı sahne.

Görsel – 36: Meleğin Sırları, Ebru’nun cinselliğinin gizemli bir unsur haline getirildiği sahne.

Görsel – 37: Meleğin Sırları, Ebru'nun kamera tarafından bedensel bütünlüğünün parçalanması ve haz nesnesi kılınması.

Görsel – 38: Meleğin Sırları, Ebru'nun cinsellik konusunda utangaç bir görünüm sergilediği sahne.

Görsel – 39: Meleğin Sırları, Ebru'nun kamera tarafından parçalara ayrılarak görüntülenmesi ve haz nesnesi haline getirilmesi.

Görsel – 40: Meleğin Sırları, Ebru’nun Kamera tarafından bedensel parçalara ayrılarak ilişki konusunda sabırsızlığı vurgulanması haz nesnesi haline getirildiği sahne.

Görsel – 41: Meleğin Sırları, Ebru’nun Sevişme sahnesinde kamera tarafından bedensel olarak parçalanan Ebru'nun yüzünün ayrıntılı çekildiği sahne.

Görsel – 42: Meleğin Sırları, Ebru’nun kaldığı hostelde Ortadoğulu tartışmasının geçtiği mekan sahnesi.

(17)

Görsel – 43: Meleğin Sırları, Ebru’nun kaldığı hosteldeki Ortadoğulu tartışmasını başlatan Amerikalıların gösterildiği sahne.

Görsel – 44: Meleğin Sırları, Ebru’nun kaldığı hosteldeki Ortadoğulu tartışmasına takındığı tavır ve Amerikalılara sözle saldırma sahnesi.

Görsel – 45: Takiye: Allah Yolunda, Sevde’nin bulaşık yıkama sahnesi.

Görsel – 46: Takiye: Allah Yolunda, cami cemaatinin ibadet yerine finansal meselleri konuştuğu sahne.

Görsel – 47: Takiye: Allah Yolunda, Metin ve Numan’ın İslam hakkında konuştukları sahne.

Görsel – 48: Takiye: Allah Yolunda, Modern konumdaki Hüseyin ile geleneksel konumdaki Metin’in gösterildiği sahne.

Görsel – 49: Takiye: Allah Yolunda, Metin’in küçük bir hediye ile kandırıldığı sahne.

Görsel – 50: Takiye: Allah Yolunda, evin mahremiyetinin sergilenmesi aracılığıyla oryantalist soylemin uretildiği sahne.

Görsel – 51: Takiye: Allah Yolunda, Sevde’nin örtüsünü açtığı sahne.

Görsel – 52: Takiye: Allah Yolunda, Sevde’nin kocası tarafından yere yatırıldığı sahne.

Görsel – 53: Takiye: Allah Yolunda, Müslümanların tartışma sahnesi.

Görsel – 54: Takiye: Allah Yolunda, Batılı Numan’ın, Doğulu’ Metin’i kurtardığı sahne.

Görsel – 55: Takiye: Allah Yolunda, Batılı modern erkek Karl’ı temsil eden sahne. Görsel – 56: Takiye: Allah Yolunda, Doğulu erkeklerin görsel temsili.

Görsel – 57: Takiye: Allah Yolunda, Karl’ın bilgi verdiği sahne.

Görsel – 58: Takiye: Allah Yolunda, Sevde’nin özel alanla sınırlı yaşamının görselleştirilmesi: Bulaşık yıkama sahnesi.

(18)

Görsel – 59: Takiye: Allah Yolunda, Sevde’nin özel alanda konumlandırılışı, ev hanımlığını temsili: Yemek masası kurma sahnesi.

Görsel – 60: Takiye: Allah Yolunda, Babaannenin özel alanda konumlandırılışı, ev hanımlığını temsili: el yapımı yiyecekleri yenmesi için iş yerine getrime sahnesi. Görsel – 61: Takiye: Allah Yolunda, Sevde’nin özel alanda konumlandırılışı, ev hanımlığını temsili: Çay servis sahnesi.

Görsel – 62: Takiye: Allah Yolunda, Hüseyin’in bir el hareketi ile karısını susturduğu, kovduğu sahne.

Görsel – 63: Takiye: Allah Yolunda, modern Batılı kadın Sebina: Araştırmacı kadın temsili.

Görsel – 64: Takiye: Allah Yolunda, modern Batılı kadın Sebina: İz sürücü kadın temsili.

Görsel – 65: Takiye: Allah Yolunda, modern Batılı kadın Sebina: Sunum yapan modern iş kadını temsili.

Görsel – 66: Takiye: Allah Yolunda, modern Batılı kadın Sebina: Giyimiyle Batılı kadını temsil ettiği sahne.

(19)

EKLER LİSTESİ

EK -1: Mustang Film Afişi

EK-2: Mustang Filminin Künyesi

EK-3: Meleğin Sırları (Broken Angel) Film Afişi

EK-4 Meleğin Sırları (Broken Angel) Film Künyesi

EK-5 Takiye: Allah Yolunda Film Afişi

(20)

söylemde Doğu dendiğinde tamamen coğrafi bir terim olarak Doğu kastedilmemektedir. Oryantalizme bakıldığında, Doğu’nun neden Doğu, Batı’nın neden Batı olduğu anlaşılacak ve ideolojik olarak Doğu’dan ilk kez Batı’nın Doğu (Orient) olarak bahsedildiği görülecektir. Bu bağlamda oryantalizm denildiğinde akıllarda canlanan, Batı’nın (Avrupa ve A.B.D.) Doğu’yu (Batı dışındaki üçüncü dünya ülkeleri de dahil ülkeler) anlatması ve bu anlatımın işleyişidir.

Oryantalizm alanında yapılan çalışmaları sürdüren ve araştıran araştırmacılara oryantalist denmekteydi. Bu oryantalistler, Doğu ile Batı arasındaki söylemi çözümlerken yoğun olarak sömürgeci-kolonyal bağlamdan faydalanmaktadırlar. Yapılan çalışmalarda oryantalizmin temelde kültürel ve coğrafi farklılıklardan oluştuğu vurgulanmış ve oryantalizmin işleyişindeki bu farklılıklara ek olarak cinsel kimliğin bu işleyişte nereye nasıl etki ettiği üzerinde durulmuştur. Edward Said’in Oryantalizm adlı eseri ilk basıldığı yıl 1978’den bu güne kadar, tıpkı bu çalışmada olduğu gibi akademik alanda yeni araştırmalara ve yeni bakış açılarına ilham kaynağı olmuştur. Antropoloji, sosyoloji, siyaset bilimi, tarih, edebiyat, sinema gibi alanlarda özellikle son yirmi yılda Said’in etkisi ve katkısı oldukça belirgindir (Çırakman, 2002: 181). Ancak ne var ki Said’in oryantalizm alanında en önde gelen çalışmaların başında sayılan Oryantalizm isimli eserinde cinsiyet ile oryantalizm kavramları arasındaki ilişki sadece Doğu’nun Batı tarafından “dişil” olarak tasvir edilip ötekileştirilmesi ifadesi ile sınırlı kalmıştır. Said, kitabında Doğu’nun dişilleştirildiğini ve böylece sömürgeleştirilmeye bu yolla açılabileceğini savunsa da Doğu’nun dişilleştirilerek ötekileştirilmesindeki sistematiğinin temeline inmemiştir. (Yeğenoğlu, 1999)

Bu çalışmada da öncelikle oryantalizmin ortaya çıkışı, gelişmesi ve Avrupa devletlerinin kendi içlerinde ulusal kimliklerinin farklılaşmasının getirdiği sonuçlara rağmen bu söylemin nasıl bazı Avrupalı devletlerin tarihinden öteye gidebildiği ve nasıl bu kadar kalıcı olabilmeyi başardığı incelenecektir. Çalışmanın ilerleyen

(21)

bölümlerinde ise, Said'in eserinde çok üzerinde durmadığı cinsiyet ve oryantalizm ilişkisine odaklanılması düşünülmektedir.

Antropolojik ve filolojik bir uğraş olan “oryantalizm” günümüze kadar birçok evreden geçmiştir. Günümüze geldiğimizde oryantalizm hala eskisi kadar yoğun ve eskisi kadar tasvire dayalı bir bilim ve çalışma alanı olma özelliğini korumaktadır. Oryantalizm, on dokuzuncu yüzyıla kadar Doğu’yu tasvir ederken eski metotlarını kullanmaktaydı. On dokuzuncu yüzyıl ve sonrasında ideolojik yayılımı ivmelendiren fotoğraf-sinema gibi yeni mecraların ortaya çıkması ise oryantalizmin ideolojik yayılımı açısından yeni bir aşama olarak değerlendirilebilir. Oryantalizm, sinemanın ve fotoğrafın fikir ekme gibi propagandaya has özellikleriyle birlikte, bu mecraların günümüzdeki popülerliğini ve toplumlar üzerindeki yönlendirme etkisini de göz önünde bulundurarak, bu kültür aygıtlarını kendi amaçları için kullanmakta, ideolojik işleyişini devam ettirmektedir. Oryantalizm, araştırma sahasının temeli sayılırsa eğer oryantalist düşüncenin “Doğu” yu ötekileştirerek biçimlendirdiği, biçimlendirirken de Doğu’yu bir düşmanmışçasına tasvir etmek için hangi yolları izlediği saptanabilir. Oryantalizmin günümüz toplumlarındaki işleyişi değerlendirildiğinde, toplumların ekonomik ve siyasi altyapısını düşündüğümüzde egemen ideoloji çerçevesinde işlediği görülmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde oryantalist düşünce biçiminin de içinde var olduğu toplumlar gibi ataerkil olduğu savunulabilir. Oryantalizmin ideolojisi daha derinlemesine incelendiğinde ise kadının toplumda üstlendiği rolleri ve her toplumun kadınının tasvir etme biçimleri bağlamında kadının “öteki” olarak konumlandırıldığı ve sömürüye maruz kaldığı görülecektir.

Bu çalışmada oryantalizm araştırmalarına paralel olarak sinemanın, oryantalist ideolojinin devamı ve her defasında yeniden üretimi için nasıl kullanıldığının üzerinde durulacak “Batı”nın gözünden Doğulu kadın imgesinin nasıl inşa edildiği ele alınacaktır. Bu kapsamda çalışmanın amacı, önemi, varsayımları, sınırlılıkları, çalışmayı çerçeveleyen temel tanımlar ve çalışmada kullanılacak yöntem aşağıdaki gibidir.

(22)

Oryantalizm kendisinin yeniden üretiminde sinemadan faydalanır. Doğu’nun sinemadaki temsili, oryantalizmin ideolojik işleyişi açısından önemli noktalardan birini oluşturur. Bu çalışmanın amacı oryantalizm-toplumsal cinsiyet ilişkisini sinema üzerinden, özellikle kadın temsili bağlamında tartışmak, Ulusötesi sinemada Doğu’nun toplumsal cinsiyet kimlikleri çerçevesinde, özellikle de Türkiyeli kadın kimliği açısından nasıl temsil edildiğini ortaya koymaktır. Bu bağlamda oryantalizmin egemen ideolojisinin Doğu üzerinde ve “kadın” üzerinde hegemonyasını nasıl kurduğunun ve böylece “iktidar” konumuna nasıl geldiğinin açıklanması hedeflenmektedir. Toplumsal cinsiyet bağlamında Doğu’nun Batı’dan cinsiyet yönünden nasıl farklılaştırıldığı ve bu farklılığın nasıl temellendirildiği bu çalışmanın ayrıca tartışma konuları arasındadır. Egemen ideolojinin yaratılmasının zemininde yatan benlik algısını, ötekilik algısını, hegemonyayı, bilmek ve bilmenin sağladığı iktidarın nasıl kurulup işlediğini ve kimlik algısıyla bu kavramlar arasındaki eklemlenmeyi incelemek bu çalışmanın temel amaçları arasındadır. Son olarak çalışma oryantalizm-toplumsal cinsiyet ilişkisini sinema üzerinden, özellikle de kadın temsili çerçevesinde ele alarak bu konuda yapılacak diğer çalışmalara kaynak oluşturmayı hedeflemektedir.

Önem

Sinemanın, toplumun tutum ve davranışları belirlemedeki işlevi göz önüne alındığında, Batı’nın, “Doğu” ve “Doğulu Kadınlar” hakkında ve Dünya’nın geri kalanı üzerindeki egemen ideolojisinin yayılmasında önemli bir mecra olduğu görülecektir. Bu çerçevede bu çalışma, ulusötesi sinemada Türkiyeli kadınlara ilişkin hangi anlamların üretildiğini, hangi temsil pratiklerinin hayata geçirildiğini ve filmlerin nasıl bir ideolojik işlev üstlendiğini ortaya koymak bakımından önemlidir. Bu çalışma, multidisipliner alanda ve özellikle sinema, oryantalizm, kültürel çalışmalar, toplumsal cinsiyet alanında çalışma yapacak araştırmacılara yeni kaynaklar ve bakış açısı kazandıracaktır. Çalışma, sinema, oryantalizm, toplumsal cinsiyet, antropoloji, kültürel çalışmalar ve felsefe alanını kapsayan bir çalışma olması yönüyle literatür için önemlidir.

(23)

Bu çalışmada ulusötesi sinemadan seçilen filmlerde Türkiyeli kadın kimliğinin temsilinde oryantalist bir bakış açısının hakim olduğu varsayımından hareket edilmiştir. Bu noktada, ele alınan filmlerde Türkiyeli kadınların Batılı bir gözle ötekileştirildiği ve oryantalizmin söz konusu filmler aracılığıyla büyük oranda yeniden üretildiği varsayılmaktadır.

Sınırlılıklar

Daha önce de belirtildiği gibi oryantalizm çok boyutlu bir araştırma alanı barındırmaktadır. Oryantalist bakış açısının sinema filmleri aracılığıyla nasıl inşa edildiğini araştıran bu çalışma oryantalizmi öncelikle toplumsal cinsiyet meselesiyle sınırlandırmaktadır. İkinci olarak ulusötesi sinemadaki oryantalist temsiller, Türkiyeli kadınlarla sınırlandırılmış, diğer Doğulu kadın kimlikleri dışarıda bırakılmıştır. Son olarak çalışma dönemsel bir ayrım çerçevesinde 2000 sonrasında üretilen filmlerle sınırlandırılmıştır.

Evren ve Örneklem

Hollywood şüphesiz Dünya sineması için de büyük bir film havuzu oluşturmaktadır. Ulusötesi sinemada ve ulusötesi sinema kapsamında oryantalist temsillerin sunuluş biçimleri kapsamında da iyi örnekler sunmaktadır. Ancak araştırmanın amacına uygun olarak sadece Hollywood sinemasına bağlı kalmamak temel şartlardan birisini oluşturmaktadır. Batı sineması olarak ele alabileceğimiz çok büyük bir evrenden araştırmaya uygun olan örneklemi belirlerken öncelikle kültürel kıyaslamaların uygulanabilmesi için ulusötesi sinemaya ait olmaları gerekmektedir sonra da ulusötesi sinemada Türkiyeli kadını temsil etmeleri şartı aranmıştır. Çalışmanın örneklemi aynı anda hem ulusötesi sinemaya, hem oryantalist temsillere hem de cinsiyete dayalı ataerkil ideoloji çerçevesinde kadının ikincilleştirilmesine yer vermesi gibi kriterler göz önünde tutularak belirlenmiştir. Bu kriterlere uyduğu için çalışma kapsamında derinlemesine çözümleme yapabilmek için, Mustang, Meleğin Sırları(Broken Angel) ve Takiye: Allah Yolunda isimli filmler ele alınmıştır.

(24)

Çalışmanın kuramsal bölümünde tartışılacak olan kavram ve tanımlar şu şekilde sıralanabilir.

Ataerkillik: Toplumdaki erkek egemenliğine, cinsiyet hiyerarşisine ve cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan iktidar ilişkilerine işaret eden bir kavramdır (Kandiyoti, 2013: 185).

İktidar/Güç: Bu nosyonu Foucault’ya göre öteki üzerine uygulanan itaat, rıza esasına dayanarak ötekine uygulanan normlar bütünü olarak açıklayabiliriz (2005: 58-60).

Oryantalizm: Oryantalizm estetik, bilimsel, ekonomik, sosyolojik, tarihe ait ve filolojik metinler araçlığı ile “aktarılmaya” çalışan bir cins jeo-ekonomik görüşler bütünüdür (Said, 1998: 26).

Ötekileştirme: Özne konumunda olanın “gerçekle var olmayan” özelliklerinin olumsuzlanıp nesne konumuna getirilen özneye tersinin atfedilmesi yoluyla sağlanır ( Yegenoglu, 2017: 15).

Temsil: Temsil; imge ve metinlerin temsil ettikleri kaynakları doğrudan yansıtmalarından ziyade onları kurmalarını anlatan bir terimdir (Marshall, 2005: 725).

Toplumsal Cinsiyet Kimliği: Doğuştan sahip olunan erkek ya da kadın olmanın getirdiği fizyolojik cinsiyetin sağladığı tek cinsiyet kimliğinin, karşı cinsten de özelikler barındırabileceği düşüncesi çerçevesinde fizyolojik cinsiyet kimliğinden farklı olarak sahip olunan kimliktir (Ryan, 2012: 120).

Yöntem

Said’in de belirttiği gibi, oryantalizm Doğu Batı ikiliği çerçevesindeki iktidar ilişkilerini tanımlayan bir söylem biçimidir. Dolayısıyla çalışmanın analiz bölümünde söylem çözümlemesi yönteminden yararlanılacaktır. Çalışmanın ilk iki bölümünde literatür taraması aracılığıyla oryantalizm, temsil, öteki, toplumsal cinsiyet gibi kavramlar çerçevesindeki tartışmalara yer verilecektir. Bu bağlamda birinci bölümünde oryantalizm kavramının anlamı üzerinde durulacak bu anlamın tarihsel süreçte yüklendiği değerler tartışılacaktır. Oryantalizmin tarihi de gelişen

(25)

değişen dünya düzeninde doğrusal gitmediği için bu çalışmada yüzyıllar ayrı ayrı incelenmektedir. Her ideoloji gibi oryantalizm de kendi içerisinde eleştirilere tabi tutulmuştur. Bu bağlamda oryantalizm aynı zamanda günümüzün değişken değerlere sahip bakış açılarıyla incelenecektir. Oryantalizm farklılıkların diyalektiği çerçevesinde işleyen bir yapıya sahiptir ve bu işleyişin daha iyi kavranabilmesi bakımından birinci bölümde Hegel’in köle-efendi diyalektiğine başvurulmaktadır Bu diyalektik yardımıyla oryantalizmin işleyişinde bulunan, kendindenmiş gibi görünen otonomların var olmasındaki temel nedenler üstünde durulmakta, bu nedenler kendi özgül yapısı içinde incelenmektedir. Benliğin var olmasından sonraki aşamada öznenin var olması ve ötekine ihtiyacının zorunlu hale gelmesinin oryantalizm için ne kadar vazgeçilmez olduğu da araştırmanın birinci bölümünün içinde tartışılmaktadır. Son olarak bu bölümde oryantalizm kapsamında Batı’nın Doğu ile ilişkisinde var edilen hegemonik ilişki ve bu ilişki vasıtasıyla Batı’nın iktidar konumuna nasıl geldiği ortaya konmaktadır.

Araştırmanın ikinci bölümünde ise birinci kısımda bahsedilen oryantalizm pratiklerinin uygulanışında etkili olan diğer unsurlar ele alınmaktadır. Bu unsurlardan ilki Batı ve Doğu diye ayrılan Dünya’da Batı’nın ve Doğu’nun bu kimliklere nasıl sahip olabildikleri veya olmak zorunda kaldıklarıdır. Bu bağlamda kimlik kazanım sürecinde öznenin ötekiyle olan konumu, ötekinin içinde yaşadığı dünyada var olabilme gayreti tartışılmıştır. Kimliğin modern dönemle birlikte değişime uğradığı ve sadece sen kimsin, ben kimim gibi tanımlamalardan ötesini ifade ettiği görülmektedir. Araştırmada ele alınan ve araştırma için önemli bir yapı sergileyen temsil kavramı ve temsil pratikleri özellikle Stuart Hall’un çalışmalarından faydalanılarak açıklanmış, ayrıca bu çalışmaların sonraki on yıllardaki yankıları tartışılmıştır. Temsil edilmedeki farklılıklar, anlamlandırma, anlam değişimleri ve kültürel farklılıklar temel olarak ele alınmıştır. İkinci bölümün son kısmında ise toplumda öteki olarak tanımlananların sinemada nasıl temsil edildiği tartışılmış, bu bağlamda ataerkil egemen ideolojide toplumun ötekisini oluşturan kadının nasıl konumlandırıldığı ve sinemada nasıl temsil edildiği üzerinde durulmuştur. Kadın kimliğinin temsili incelenirken Laura Mulvey ve Anneke Smelik gibi feminist yazarlardan yararlanılmış, bunların ışığında toplumsal cinsiyete dayalı

(26)

tartışmalar ele alınmış ve temel kavramlar ortaya konmuştur. Üçüncü bölüm çalışmanın örneklemini oluşturan filmlerin söylem analizi yöntemiyle çözümlenmesine ayrılmıştır. Oryantalist temsiller stereotipler, ikili karşıtlıklar, nesneleştirme süreçleri, adlandırmalar çerçevesinde belirlenen çözümleme birimleri aracılığıyla ortaya çıkarılacaktır. Böylece söylemin nasıl kurulduğu, anlamlandırma sürecinin nasıl işlediği ortaya çıkarılacaktır. Ayrıca çalışmanın konusu oryantalist söylemin toplumsal cinsiyet ilişkileri alanıyla ilişkili olduğu için çalışmada feminist literatürün ataerkil iktidar ilişkilerini çözümlerken kullandığı temel kavramlardan da yararlanılacaktır.

(27)

BİRİNCİ BÖLÜM

ORYANTALİZM KAVRAMI, ORYANTALİZMİN TARİHÇESİ 1.1. Oryantalizm (Doğubilimi-şarkiyatçılık) nedir?

“Latince ‘oriens’ den türemiş olan ‘orientalism’ Doğubilimi” anlamına gelir (Uluç ve Soydan, 2007: 37). Doğubiliminin ortaçağ sonrası Avrupa'da uygulamada karşılığı, filoloji veya antropoloji bilimleri altında özellikle Londra’da ve Paris’te üniversitelerde önce Doğu dilleri bölümünün açılması ve bunu takiben antropoloji alanında hızlıca bir Doğubilimleri bilgi birikiminin artmasıdır (Turner, 2003: 67). Rönesans ve reformasyon sürecinden çıkan Avrupa’nın bilgiye daha fazla açlığı doğrultusunda Avrupa'da hızlıca sayısı artan enstitüler ve üniversitelerde kurulan kürsüler vasıtasıyla görevlendirilen kişilerin Avrupa'ya hızlıca Batı’da olandan farklı bilimi ve bilgiyi Doğu’dan getirmesi amaçlanmaktaydı. Bilim ve bilginin taşınması, aktarılması sürecinin doğal bir sonucu da Doğu hakkında bilinenlerin özellikle de kültürel birikimlerin giderek artmasıydı (Said, 1998: 26). Bu süreçten de yola çıkarak oryantalizmin ne olduğunu basit olarak anlatmak gerekirse oryantalizm (Doğubilimi-şarkiyatçılık) bu bilme ve merak etme sürecinin sonrasında gelişen ve daha sonrasında ise bilinçli bir katkıyla gerçekleştirilen bir bilim dalıdır (Said, 1998: 26). Ancak bu basit tanımın yanı sıra oryantalizm, bazı önde gelen oryantalistler için olumlu veya olumsuz olmak üzere farklı anlamlara da sahipti.

Oryantalizm, ilk ortaya çıktığı dönemlerde sempatik bir çalışma alanıydı. Atfedildiği olumsuz anlamları kazanmadan önce Batı’ya daha az hizmet ediyor ve tümüyle olmasa da Doğu’ya has bir anlam içeriyordu. Doğu için kültür, sanat, resim, tarih, din ve sosyal hayatın tümünü kapsıyordu. Doğu’da sahip olduğu önceki anlamında oryantalizm doğu kültür mirasının sürdürücüsü ve bu alanda çalışan ve Doğu kültürünü geliştirmeye uğraşan bilim insanlarının ve sanatçıların ortak alanıydı. Fakat oryantalizm Edward Said ile bir anlam değişmesine uğradı. Said oryantalizm ile Doğu’ya has içerimleri kapsamında ilgilenmedi bunun aksine oryantalizmin Batı için ne anlama geldiğiyle daha çok ilgilendi. Bu noktadan sonra oryantalizm Doğu kültürünün Batı tarafından sömürülmesini, Batı’nın Doğu üzerinde entelektüel siyasi, askeri, sanatsal, akademik üstünlüğünü ifade etmeye başladı.

(28)

Dolayısıyla başlangıçtaki sempatikliği ve biricikliği kayboldu. Mackenzie’nin de söylediği gibi “Oryantalizm sempatik bir kavram, farklı egzotik kültürlere duyulan akademik hayranlığın bir ürünü olmaktan kolayca iddia edildiği üzere, Batılı güçlerle geliştirilmiş klişe ve efsanevi bir Doğu’nun yaratılmasının edebi bir aracı haline gelmiştir.” (Mackenzie, 2004: 12-13).

John MacKenzie’ye ait başka kısa bir tanımda oryantalizm, Doğulu toplumların dillerinin, sosyal ve kültürel yapılarının sömürgecilik çağında “Batı kibrinden korunmak için incelenmesidir” şeklinde ifade edilir (Bulut, 2006: 5). Bulut ise oryantalizmin tanımını iki farklı kategoride incelemiştir. Birinci kategoride oryantalizm alanında çalışmış bilim insanlarının oryantalizm için olumlu ikinci kategoride ise olumsuz anlamlar atfeden yorumlarını ele almıştır (Bulut, 2017:15-18). Birinci gruba örnekler verecek olursak başka bir oryantalist olan Ollendorf’a göre (akt Kaya, 2010: 8) oryantalizm yalnızca Doğulu halkların folklorik karakteristiğini ortaya koymayı amaçlayan “zararsız bir etkinlik” tir. Yine birinci kategoride yer alan Lynne Thornton’a göre “Oryantalizmin Doğu dünyasının resmini yapan Batılı ressamlar için de kullanabileceğini görmekteyiz.” (akt Bulut, 2017: 5). Bernard Lewis’ e göre kutup kutuba zıt iki tanıma sahiptir: İlk olarak “Oryantalizm Doğu’yu ve Kuzey Afrika’yı ziyaret etmiş, gördüklerinin veya hayal ettiklerini bazen romantik ve aşırı bir biçimde resmeden, bazen de aşırı cinsel bir biçimde resmeden Batı Avrupalı ressamların oluşturduğu bir resim ekolüdür.” (Lewis, 2007: 220).

Lewis oryantalizmin ikinci ve daha çok kullanılan tanımlamasında ise “akademik alanın bir uğraşıdır” ifadesiyle oryantalizmi birinci tanımından tamamen soyutlayarak oryantalizmin bir araştırmacılık dalı olarak daha profesyonel bir alan olduğunu belirtmiştir (Lewis 2007:220). Bu tanımlamalara bakıldığında genel anlamda olumlu değerlendirenler açısından oryantalizmin bir bilim dalı olduğu görülmektedir. Bunlara ek olarak ikinci kategoride oryantalizmi bu kadar da temelden ele almayarak diğerlerinden daha karmaşık tanımlarla aktaran, terimlerle kapsayan, olumsuz anlamlarla tanımlayan bilim insanları da vardır. İkinci kategoriye örnek olarak en başta M. Hamdi Zakzuk (1993: 8) verilebilir. Zakzuk oryantalizmi; Hıristiyan ve Müslümanlar arasında bir savaş durumunun varlığı olarak ve Doğu’nun dil ve inanç sistemini anlamaya yarayan bir dekoder olarak görmekte ve buna bağlı

(29)

olarak bu “çaba”’yı misyonerlikle bağdaştırmaktadır. Oryantalizmin 13. Yüzyılda Avrupa tarafından Müslümanların inançlarını, dillerini ve sosyal hayatını daha yakından bilme isteğine bağlı olarak vücut bulduğunu ve böylece de dini faaliyetlerden ayırt etmenin zor olduğunu savunmaktadır (Zakzuk, 1993: 38). Oryantalizmi en sert eleştirenlerden birisi olan Edward Said’in Orientalism adlı çalışması ise ikinci gruba belki de en iyi örnek niteliğindedir. Said kitabında “Ben kendi hesabıma bazı açık tarihi gerçeklere dayanarak burada sergilemeye çalıştığım biçimde önce Avrupa’nın daha sonra Amerika’nın Doğu’daki çıkarlarının daha çok politik olduğunu düşünüyorum” demektedir (Said, 1998: 26).

Said, Oryantalizm isimli kitabında oryantalizmi üç değişik şekilde tanımlamaktadır, sonrasında ise kitabın iskeletini oluşturarak devam eder. Bu tanımlar şöyle sıralanabilir. Birincisi oryantalizm oryantalistlerin ( Doğu hakkında genel veya özel anlamda araştırma içine giren, Doğu hakkında yazı yazan kimseler) yaptıkları ve yapmakta oldukları şeydir. İkincisinde oryantalizm’i Doğu ile Batı arasında ontolojik ve epistemolojik ayrımı temel alan düşünce sistemleri olarak niteler. Üçüncü ve son tanımında oryantalizm aşağı yukarı on sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren süregelen, sömürge çağında Doğu’yu elinde tutan, O’na hükmeden ve O’nun üzerinde otorite kuran bir kurumdur (Clifford, 2014: 136).

Anlaşıldığına göre oryantalizm kültür, bilim ve kurumlar tarafından sessizce meydana çıkarılmış basit bir tema yahut politik bir alan değildir. Doğu üzerine yazılmış eserlerin geniş ve yaygın bir koleksiyonu da değildir… Batı’nın Doğu dünyasını ezmeye yönelik hain bir emperyalist komplosu da sayılmaz ve bu görüşü temsil etmez. Oryantalizm estetik, bilimsel, ekonomik, sosyolojik, tarihe ait ve filolojik metinler araçlığı ile “aktarılmaya” çalışan bir cins jeo-ekonomik görüşler bütünüdür. Oryantalizm coğrafi bir ayrım değil – dünya Doğu ve Batı olmak üzere eşit olmayan iki bölüme ayrılmıştır- bir seri çıkarlar toplamıdır. Bu çıkarlar sadece yaratılmış değillerdir. Aynı zamanda bilimsel keşifler, filolojik çalışmalar, psikolojik analizler, manzara tarifleri ve sosyolojik açıklamalarla ayakta tutulmaya çalışan müesseselerdir (Said, 1998: 26).

(30)

Doğu ve Batı gibi ayrı iki dünyanın farklılaşmasının sebeplerini uygarlıklar tarihi araştırmaları ortaya koymuştur. Asya ile Avrupa, Doğu ile Batı arasındaki sınırın tam olarak nerede başladığı veya nerede sona erdiğinin cevabı ise çok net değildir (Bulut, 2003:15). Oryantalizm teriminin bu kadar karmaşık ve çok anlama gelmesinden ve hatta daha çok olumsuz anlamları çağrıştırmasından dolayı 1973 yılında Paris’te düzenlenen 29. Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde yapılan oylamada oryantalizm teriminin artık kullanılmaması ve Kongre’nin adının da “Kuzey Afrika ve Asya Konulu Uluslararası Beşeri Bilimler Kongresi” olarak değiştirilmesi uygun görülmüştür (Lewis, 2007: 218-222). Oryantalist ve oryantalizm terimlerinin kullanımdan kalkmasının iki farklı sebebi vardır. Bunlardan birincisi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren başlayan ve asıl çalışma alanındaki değişimlerdir. Temelde Batı’nın modern teknikleriyle incelenmeye başlanan Doğu, uzmanlık alanlarına ayrılarak daha kapsamlı ve sistematik bir incelemeye tabi tutulmuştur. Orta Doğu, Uzak Doğu, Çin, Japonya, Mısır, Suriye, Türkiye gibi ülkelerdeki inceleme sahalarına kendi alanında ihtisas yapmış uzmanlar gönderilmiştir.

Buna ek olarak daha önceki dönemlerde incelenen ülkelere giden inceleme ekipleri (oryantalistler) alanında uzmanlaşmamış olduğundan oryantalist bir askeri bilim alanında, bir bilim insanını da sanat alanında inceleme yaparken görülmekteydi. Doğu’nun öğrencileri artık tek bir disiplin ile bağdaştırılmak yerine ayrılan disiplin kolları ile ilişkilendiriliyordu (Lewis, 1982: 2-4). Bu dönemden sonra ise hangi alanda inceleme yapılacaksa o alandaki uzman kişiler görevlendirilmekteydi. Görevlendirilen kişiler arasında bazen araştırma yapılacak ülkelerin akademisyenleri de olmaktaydı. Bu ülkelerdeki çalışılan alanların incelemesinin uzmanlaştırılması (specialist) alandaki verimliliği artırmıştır. İkincisi ise, Edward Said’in akademik bir disiplin olarak oryantalizm ile iktidar arasında bu semptomatik ilişkiyi kurmasıyla oryantalizme yeni olumsuz anlamlar atfedilmesidir. Oryantalizm alanında çalışmalarını sürdüren, bilimsel nesnelliği ilke edinen oryantalistlerin tepkisini çok fazla çeken bu ilişki pek çok eleştiriye maruz kalmıştır. Bu iki sebep oryantalizmin klasik anlamlarını yıpratmış ve oryantalizm alanında çalışan herkes için istense de istenmese de yepyeni anlamlar skalası oluşturmuştur

(31)

(Bulut, 2017: 2-3). Böylece Oryantalizm, emperyalizm ile birlikte işleyerek, Doğu ülkelerini Batı medeniyetine tam olarak itaat ettirme amacını gütmüştür (Yıldırım, 2002: 28).

Ancak oryantalizm kelimesinin günümüzde “Doğu Bilimleri” veya Doğu Kültürleri alanında çalışmalarda bulunan uzmanların pek hoşuna gitmediği de bir gerçektir, zira bu kişiler on dokuz veya yirminci yüzyılın başlarına kadar süren Batı Avrupa sömürgecilik tarihinde ele aldıklarında bu kelimeyi çok sisli ve anlamsız bulmaktadırlar (Said, 1998: 13).

Oryantalizmin, reformasyon süreci boyunca Doğu’nun nelere sahip olduğunun, Doğulunun kim olduğunun, alışkanlıklarının ve yaşayışlarının bilinmesi ile sınırlı olan uğraşları daha sonra akademik alanda profesyonel bir şekilde Doğu’nun bütününden en küçük parçalarına kadar ayrıştırılıp incelenmesine dönüşmüştür. Oryantalizm Doğu’nun bilinmezliğini ortadan kaldırmayı ve Doğu hakkında her alanda edinilebildiği kadar bilgi edinmeyi amaçlayan sistemli ve devasa bir bilim dalı haline gelmiştir (Clifford, 2017: 139). Böylece oryantalizm Avrupa Merkezci düşüncenin temeline oturmuş ve doğu hakkında yapılan araştırmalar, çalışmalar, yazılan bilimsel makaleler çoktan oryantalizmin bel kemiği olmuştur.

Bu noktada oryantalist kavramının içerdiği anlamlara daha yakından bakmak yararlı olacaktır. Oryantalist Doğu kültürüne geniş ölçüde hâkim olan bilim adamıdır (Abdülmelik, 2007: 41). Oryantalist (doğubilimci) Doğu’nun bilinmesini ve anlamlandırılmasını kolaylaştıran Batı tarafından görevlendirilen kişileri adlandırmak için kullanılan bir terimdir. Bu görevlendirilen kişiler bazen bir gezgin bazen bir asker bazen de bir dilbilimci olabiliyordu. Ancak daha sonra oryantalist olmak daha büyük bir amaca ve Avrupa’nın milli ruhu haline dönüşmüştür. Bunlara örnek olarak Abdülmelik’ in ikinci grupta ele aldığı oryantalistler kapsamında, işgal edilen bölgelerin halklarının bilinçlerine, Avrupalı güçlere köle olmalarının kuvvetlice işlenmesi ve bu amaçla ikna edilmelerine müsaade edecek gizli bilgileri toplamak için üniversite hocalarından, iş adamlarından, askerlerden, sömürge memurlarından, misyonerlerden ve maceraperestlerin bir karışımından oluşan

(32)

oryantalistler gösterilebilir. Bu maceraperestler hobi olarak çalışmalarına devam ediyormuş gibi görünseler dahi oryantalist çalışmalar yapılmaktaydı (Abdülmelik vd., 1998: 12). Batılı bir dilbilimcinin, antropoloğun veya başka alanda uzmanlaşmış bir bilim adamının oryantalizm karşısında veya yanında, olumlu veya olumsuz, Doğu hakkında fark etmeden yaptığı her çalışma Edward Said’e göre oryantalizm alanındaki bilginin hegemonik niteliğine ve böylece de kaçınılmaz bir şekilde Batı’nın oryantalizmine katkıda bulunuyordu.

…bilginin büyüyüp genişlemesi seçici bir biriktirme, yerinden etme, silip atma, yeniden düzenleme ve araştırma ‘muvafakatı’ denilen şeyde ısrar sürecidir. Oryantalizm gibi bir bilginin meşruluğu, önceki otoritenin onu yeniden kuran bir biçimde alıntılanmasıyla sağlanır (Said, 1998: 176).

Yukarıdan da anlaşılabileceği üzere Said’e göre aslında oryantalist bilginin hegemonyasına karşıymış gibi görünen savlar ve akademik alandaki bilgiler bile oryantalizmin var oluşunu asırlar süren devletlerden, imparatorluklardan daha uzun ömürlü kılmaktadır (Said; 1998: 63). Oryantalizm, geçmişinden bugüne kadar ayakta kalabilmesini, bahsettiği nosyonlardan ve içerdiği coğrafyadaki devletlerden bile uzun bir ömrünün olmasına, oryantalizmin birbirleriyle çelişen, birbirleri ile uyuşmayan hatta tamamen farklı bilgileri basit bir tekrarlanma sistematiğinden daha ileride bir yerde konumlandırmasına borçludur (Yeğenoğlu, 2017: 97).

1.2. Oryantalizmin Tarihsel Gelişimi

Genel anlamında oryantalizm kavramının ilk olarak ne zaman kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte Orient yani Doğu kelimesinin Romalılar zamanında kullanıldığı bilinmektedir (Barthold’dan akt. Kaya, 2010). Bir bilim dalının başlangıcı olarak ise Batı’da 1312 Viyana Konsilinde alınan Paris, Oxford, Bologne, Avignon ve Salamanque şehirlerinde Arap, Grek, İbrani ve Süryani dillerinde eğitim verecek kürsülerin kurulması kararlarları gösterilmektedir (Germaner ve İnankur, 1989: 9; Bulut: 2017: 1; Yıldırım: 2003: 20; Barthold, 2000: 109). Çoğu araştırmacı 1312 yılını oryantalizm için başlangıç olarak kabul etse de oryantalizm alanında ihtisas yapmış araştırmacıların bazıları Kur’an-ı Kerim’in

(33)

Latince’ye ilk tercümesinin tamamlandığı 1143 yılını başlangıç olarak önermektedir (Paret’den akt. Yıldırım, 2003: 20). Bazıları ise 1231-1315 yılları arasında yaşamış bir din adamı ve bunun yanında felsefe, edebiyat ve beşeri bilimler ile uğraşan, Hıristiyan Misyonerleri yetiştirebilmek için Mayorca Adası’nda Arapça öğreten bir okul kuran Raymond Lelle’ ü oryantalizmi Batı’da kuran kişi olarak tanır (Yıldırım: 2003, 21). Oryantalizmin akademik değerler anlamında bir disiplin olarak kabul görmesi 15. yüzyıl Avrupa’sında gerçekleşmiştir (Said, 1998: 59-60).

Hıristiyanların kutsal kitabı olan İncil’de geçtiği gibi Hıristiyanlar için önemli toprakların etrafında yaşayan Müslümanları daha iyi anlamak ve çözümleyici bir tavırla hayatın her alanında bilgi toplayabilmek için bazı girişimlerin olduğu bilinmektedir. Ancak bu girişimlerin en başarılısı, oryantalizmin Avrupa için öncesine göre daha kapsamlı ve daha analitik işlediği dönem, Fransa’nın Napolyon Bonapart’ı Mısır’a gözlem ve bilgi aktarımı için göndermesiyle gerçekleşmiştir. Bunu Said’in Oryantalizm adlı kitabında da görmekteyiz.

Her ne kadar Napolyon'dan hemen önce en az iki Oryantalist girişim olmuş idiyse de, Napolyon'un 1798' de Mısır'ı işgali ile Suriye'ye yaptığı kısa seferin neticeleri Oryantalizmin çağdaş tarihi bakımından çok daha mühimdir. Napolyon'dan önce Doğu'yu işgal konusunda yalnızca iki girişimde bulunulmuştu. Bu girişimler âlimlere aitti ve gaye Doğu'nun yüzündeki peçeyi kaldırarak ve mukaddes ülkelerin nispeten korunmalı sahasının ötesine geçerek Doğu'yu işgal etmekti. Bu âlimlerin ilki Abraham-Hyacinthe Anquetil-Duppe-rondur (1731-1805) (Said, 1998: 118).

Eleştirel bir türde yazdığı Oryantalizmin Kısa Tarihi isimli kitabında ise Bulut’ a göre oryantalizmin tarihi daha eskilere dayanmaktadır. “Oryantalizmin bir disiplin haline gelişi ve kurumlaşması her ne kadar, 18. Yüzyılın son çeyreği ve tüm 19. Yüzyılda gerçekleşmişse de, oryantalistlerin ya da daha geniş bir ifadeyle Batılıların, zorda kaldıkça başvurdukları oryantalist arşivin tarihi çok daha eskilere gitmektedir. Bu tarihi sürecin irdelenmesi, Batılıların zihnindeki Doğu ve Doğulu

(34)

hakkındaki muhayyilenin zenginliğini, farklılığını ve değişkenliğini görebilmek açısından önemlidir.” (Bulut, 2017: 10).

Daha da eskilere, Hegel’in köle efendi diyalektiği olarak bilinen meşhur metnine gittiğimizde oryantalizmin temelini oluşturan kimlik kavramının oluşum aşamasında “Özbilinç, bir başka Özbilinç için varolduğu ölçüde, ondan dolayı kendinde ve kendisi için var olur; yani o ancak kabul edilmiş-varlık olarak vardır” cümlesi karşımıza çıkacaktır (Hegel’den akt. Bulut, 2002:23). Hegel’in bu sözüne bakarak bir insanın var olabilmesi için başka bir insanın da var olmasının gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla toplumlar, insanlardan oluştuğundan bir toplumun var olabilmesinin önkoşulu olarak başka bir toplumun var olması kuralı kabul edilmiş olur. İlkçağlardaki benlik algısının ve var olabilmenin başka insan ve toplumların var olabilmelerine dayandıran Hegel’in diyalektiğine Köle-efendi diyalektiği denmesinin sebebi bu iki bilinç arasında bir hegemonik savaşın da var olduğunun yapı-sökümünü ortaya dökmüş olmasındandır (Yeğenoğlu, 2017:16-19; Bulut, 2002: 23).

İlkçağlardan Rönesans’a doğru geldiğimizde ise Avrupa bu yüzyıllara kadar kilisenin Avrupa’nın sosyal ve beşeri hayatındaki her alanına olumsuz etkisi ve yoğun baskısından bunalmış haldeydi. Kilisenin bilim hayatına da yoğun baskıları ve kısıtlamaları vardı. Doğu’da (coğrafi olarak değil Oryantalist söylemsel olarak Doğu’da) İslam Medeniyetleri bilimde ve sosyal hayatta Batı’ya göre daha ilerideyken İslam’ın Batı’ya yaptığı bu baskının da sonucunda Avrupa’da Rönesans ihtiyacı hissedilmeye ve sonrasında yaşanmaya başlandı. Bu hareketlenme sonucunda kilisenin Avrupa’nın sosyal hayatına olan baskısı son iki yüzyılda azalmaktaydı ve böylece her alanda hızlı bir “yeniden doğuş” yaşanmaktaydı. Bu “yeniden doğuş” amacıyla Batı her alanda her türlü bilgiyi Doğu’dan Batı’ya getirilmesi hususunda Doğu dillerini bilenleri Doğu’nun daha iyi anlaşılması maksadıyla incelemelerde ve araştırmalarda bulunmak üzere Doğu’da görevlendirmiş, araştırma yapılacak ülkenin dillerini bilmeyenlere ise dil kürsülerinde dil eğitimi vermiştir. Böylece önce başka ırklarla çalışabilme fırsatı yakalamış antropologlar ve yabancı diller alanında özellikle de Doğu dilleri üzerine

(35)

ihtisas yapmış filologlar görevlendirilmiş, bu görevlendirmeleri kâşifler, askerler de takip etmiştir.

Rönesans ve reform döneminde Doğu üzerine yapılan araştırmaların, gezginlerin seyahatlerinin ve ilk kez 14. yüzyılda kurulan Arapça dil okullarının sayıları giderek artmıştır. Diğer taraftan bu dönemle birlikte Avrupa’da eskiye oranla daha objektif araştırmalar yapılmaya başlanmıştır (Zakzuk, 1993:18).

Bununla birlikte, on üçüncü yüzyılda Arapça’ dan yapılan masal ve kitap tercümeleri İslam-Doğu kültürünü Batı’ya biraz daha yaklaştırmış ve bu kültürü daha doğrudan tanımaya başlamışlardır. Buna rağmen, on birinci yüzyıl ve sonrasında Avrupa oryantalizm ışığı altında Doğu’yu halk efsanelerinden ve masallardan oluşan bir seraptan ibaret görmüş, öznel ve Batı merkezli bir perspektifi benimsemiştir (Watt’dan akt. Yıldırım, 2003: 22). On altıncı yüzyıl ve sonrasında Rönesans dönemiyle ortaya çıkan hümanist eğilimler, Avrupa’da eskiye nispetle tarafsız ve bilimsel nesnelliğe daha yakın çalışmalara yol açmıştır (Yıldırım, 2003: 24).

1539 yılında Paris’te kurulan College de France Üniversitesi’nde oluşturulan Arapça kürsüsünün başına Fransa’nın ilk gerçek Oryantalisti kabul edilen Guillaume Postel getirilmiştir. Postel, 1536 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na Fransa Kralı I. Francis tarafından görevlendirilerek gitmiş ve daha sonra Kudüs ve Suriye’den topladığı çeşitli el yazmalarının (1548–1551) tercümelerini yaparak Doğu kültürlerini Batı’ya açmıştır (Yıldırım, 2003: 25).

1586 yılında Kardinal Meclisi’nin kurduğu matbaa sayesinde Avrupa’da o yıllarda İbn-i Sina’nın tıp ve felsefe kitaplarının içinde bulunduğu birçok kitap dâhil Arapça kaynakların basılması ve çoğaltılması mümkün olmuştur. Avrupa’da Arapça eğitimin gittikçe yaygınlaştığını o yıllarda basılan Arapça kitaplara bakarak daha da iyi anlayabiliriz.1 On sekizinci yüzyıla kadar süren bu bilgi paylaşımı, kilisenin İslam dinini yayıyor düşüncesiyle Arapça eserleri yasaklamasına kadar devam eder (Yıldırım, 2003: 25).

1 Örneğin Fransa, 1795 yılında Doğu dilleri ve edebiyatı çalışmalarını geliştirmeye başlamıştır. Bunun

nedeni bu yolla ülke yararına pratik kazançlar elde etmektir. Napolyon Mısır’ı işgal etmeye gittiğinde (1798–1801) yanında Fransız Oryantalizm’in üstatlarından sayılan Slyvester de Sacy’nin öğrencilerinden oluşan bir grubu, tercüman ve danışman olarak görevlendirmiştir. (Yıldırım, 2003: 27)

(36)

On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda Batı düşünce ve bilimin yörüngesini kendisine doğru çevirmeye başlamış böylelikle söz konusu düşünce veya bilim olduğunda söz hakkına sahip olmuştur. Bilmenin iktidar demek olmaya başladığı 15. ve 16. yüzyıllarda Batı, kendi iktidarını Doğu üzerinde “daha çok şey bilme” ve böylece “daha çok şey hakkında daha çok söz sahibi olma” nosyonlarıyla kurmaya başlamıştır. On altıncı yüzyılda Doğu ne bir “hayaliydi” ne de bir “bastırılmıştı”. Bu yüzyılda Doğu hakkındaki çalışmalar çok taze denilebilecek kadar yeniydi ve kapsamları sonraki yüzyıllara göre daha gerçekçiydi. Bu yüzyılda Machiavelli gibi daha önceki yüzyıllarda yaşamış fakat yaşadığı çağda hak ettiği değeri görememiş sosyal ve siyaset bilimcilerin eserleri tekrardan anlaşılma yoluna gidilmiştir (Bulut, 2002: 23-26).

1683’de girişilen II. Viyana Seferi başarısızlıkla neticelendi. Aynı yıllarda Fransa’daki aydınlanma Doğu’nun dini olmayan bir şekilde araştırılmasının yolunu açmıştı. Asya’ya duyulan genel ilgi de akademik araştırmaların teşvik etmekteydi (Bulut, 2002: 81).

On yedinci yüzyıldan sonra ise oryantalizm farklı kültürler söz konusu olduğunda bu kültürlerdeki “derin ötekilik” hissiyatına kaynaklık yapmıştır. Kaynaklık edilen farklı kültürlerin içinde barındırdığı “ötekilik hissiyatı” modern olmayan toplumlardaki antropolojik projelerin çıkış noktasıdır (Hodgen’den akt. Turner, 2003: 269). Linguistik bir yüzyıl olan 18. yüzyılda ise Batı filolojiye daha önceki yüzyıllardan daha çok önem vermiştir. Çünkü filoloji sayesinde oryantalizmin altyapısının inşasını kurabilecekti. Bu inşa için var olmayanlar var edilebilecek, var olanlar ile de bilmediklerini bilebileceklerdi. Bilmek gerekliydi çünkü bilmek sayesinde bir olguyu görünür kılabileceklerdi. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllar filologların katkıları sayesinde Batı’nın oryantalizm’ de kavram anlamında ileriye doğru en hızlı sıçrama yaptığı yüzyıllar olmuştur. Peki filolog ve filoloji ayrımı nasıl yapılmalı? Filoloji incelediği bir dili, aynı dilde verilmiş bütün eserlere dayanarak inceleyen ve böylece dilin kullanıldığı coğrafyadaki devletlerin, imparatorlukların ve halkların kültürel dokusunu ve mirasını; o dile has özellikleri inceleyen bilim dalı ise; filolog da bu bilim dalında incelemelerde bulunan ve bu alanda çalışan bilim insanıdır diyebilir miyiz? Bu durumla ilgili Said şöyle

(37)

söylemektedir: “Aslında bir tarafta filoloji, karşı tarafta filolog neydi? Eğer filoloji bütün insanları ilgilendiren bir ilim dalı; konularının başına hep insanı koyan ve bütün insanı değerleri en ince ayrıntılara kadar inceleyen bir yol ise, filolog bunun karşısında nasıl bir tavır takınacaktı?” (Said, 1998: 192).

Görüldüğü gibi Said filoloji ile filoloğu ayrı yerde hatta karşı karşıya incelemiştir. Said’e göre filolog filolojiyi ilim alanı olarak değil “karşı tarafı” çözümlemek amacıyla kullanmaktaydı (Said, 1998: 190-193). Filoloji bir ırkın kendi dili var olduğundan beridir biriktirdiği kültürel mirası da özümseyerek o kültürün anlaşılabilmesini sağlayabilecek bir bilim dalıyken, Avrupa-Merkeziyetçi düşüncenin beraberinde getirdiği bir anlayış çerçevesinde Batı dışında (Doğu) kalan medeniyetlerin kolonize edilmesine yardımcı olarak kullanılıyordu. Bilinen Doğu dilleri sayısını artırmak önemli bir noktaydı. “Doğu Dilleri” ni bilmek ve Doğulu’ları anlayıp Doğulularla “onlardan biriymiş gibi” bilgi alışverişinde bulunmak çok önemliydi. Bu amaçla yazılan eserler, kaynak gösterilebilecek derecede önemseniyordu. On dokuzuncu yüzyılın başlarına kadar “Doğu Dilleri” deyimi Sami Dilleri anlamına gelmekteydi. Sami dillerinde (İndo-İran) yazılmış bir eser olan Herbelot’ un “Bibliohteque” adlı eseri bu anlamda önemli bir eserdi. Herbelot’un oryantalizm açısından bu önemli eserinden sonra ilk cildi 1708 yılında yayınlanan Simon Oackley’in “History of Saracens” isimli eseri oryantalizme ve oryantalizm alanında çalışanlara bir kaynak olmaktaydı (Said, 1998: 114).

Aslında on sekizinci yüzyıl sonu ve on dokuzuncu yüzyıl itibarı ile “filoloji” den her söz edildiğinde başlıca başarıları mukayeseli dil bilgisi dalında ortaya çıkmış, dil ailelerinin sınıflandırılmasında yeni görüşler dalında ortaya çıkmış, dillerin ilahı kökenleri konusunda yerleşmiş bir bilim dalı akla gelmelidir (Said, 1998: 194).

On dokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren Batı’nın Doğu dünyasına bakışında sömürgecilik önemli bir rol oynamış ve oryantalistlerin eserlerinden fazlasıyla yararlanılmıştır. Böylece Oryantalizmi akademik bir disiplin olarak kurumlaştırma çabaları başlamıştır. Bu gelişmeleri desteklemek amacıyla Avrupa ve Amerika’da çeşitli dernekler kurulmuş ve bu dernekler tarafından çıkarılan dergiler

(38)

ve yayınlar oryantalist incelemeleri sürdürmüşlerdir. On dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren yükselen romantizm ile birlikte Batılı sanatçılar hiç gitmedikleri ve görmedikleri Doğu’yu resmederler. Örneğin Delacroix’nın, Byron’ın bir tragedyasına dayanan “Sardanapal’in Ölümü” ve Silvestre de Sacy’ nin çalışmalarıyla oryantalizmin çalışma alanı filoloji dışında tarih, coğrafya, resim ve dini konulara da kaymıştır ( Kırpık, 2008). Avrupa’nın on dokuzuncu yüzyıldaki emperyalist tutumu, sömürgeci ülkelerin siyasetçilerinin amaçlarına hizmet etmesi doğrultusunda bazı Oryantalistlerin dışişleri bakanlıklarında (Fransa ve İngiltere) danışman olarak görevlendirilmelerine yol açmıştır. Haçlı savaşlarındaki kilisenin görevini bu dönemde sömürgeci ülkelerin siyasetçileri almıştır. Oryantalizm böylece Batılıların siyasi ve askeri yönden istila ettikleri Doğu ülkelerini, tamamen kendilerine boyun eğdirmelerinde, yani emperyalizmde rol oynamıştır (Yıldırım, 2003: 28). Bu dönemde yazılan ve sunulan ‘Avrupa tarihi’ artık ‘Dünya tarihi’ anlamına gelecek ve Batı çıkarlarının evrenselleştirmesinden öteye geçemeyecektir (Bulut, 2006: 87).

On dokuzuncu yüzyıl Batı’nın dünya üzerinde egemenliğini yayma dönemidir. Avrupa bu süreçte yeniden şekillenir. Yeni kurumlarla, yeni bilim dallarıyla (örneğin sosyoloji ve antropoloji) bu yüzyılda tanışır (Bulut, 2006: 86). Yine bu yüzyılda da Batılı özbilincin, Doğulu özbilinci anlama ve anlamlandırma çabasının sonucu olarak Avrupa'da daha önce kurulmuş olan enstitü kürsüleriyle, Doğu’dan yapılan çevirilerle oryantalizm alanındaki diğer çalışmalar hem hızlanmış hem de daha kapsamlı hale gelmiştir.

On dokuzuncu yüzyıl Batı tarihi içerisinde bir dönüm noktasıdır. Fakat aynı zamanda, bu yüzyıl, etkilerini 20. Yüzyılda da sürdüren bir şekilde. Dünyanın geri kalan kısmı için de bir dönüm noktası olmuştur. 18. Ve 19. yüzyılda Batı’da gerçekleşen devrimlerin aynı zamanda dünyayı etkileyecek devrimler olduğu, emperyalizmle birlikte görülecekti. (Bulut, 2006: 97)

On dokuzuncu yüzyıl Batı’sında Doğu hayranlığı güçlü bir şekilde hissedilmiştir. Victor Hugo ünlü yapıtı “Les Orientales’de” , İslam Dünyası’nın hem

(39)

zihinler için hem de hayaller için bir tür saplantı haline geldiğini belirtir. Batı’nın on sekizinci yüzyılda hayal ettiği Doğu imgelemi on dokuzuncu yüzyılda yerini gidip görülebilir bir Doğu’ya bırakmıştır. Doğu, Batılı sanatçıların eserlerinde hayal ürünü olmaktan çıkıp gerçekler ve anlatılar haline dönüşmüştür (Germaner ve İnankur, 2002: 36).

Bu yüzyılda Fransız İhtilali tarihin hızlanmasında önemli bir katalizör etkisi yarattı. Şartların daha da uygun olmasını sağladı ve bir sonraki aşama için gereken şartları, zemini yumuşatarak geçiş aşamasına hazırladı (Bulut, 2006: 97).

On dokuzuncu yüzyıl Batı’nın dünya üzerinde egemenliğini kesinleştirmesine paralel olarak, aynı zamanda, Avrupa’nın bu yeni konumuna uygun yeni bir yapılanmanın içine girdiği, yeniden şekillendiği bir yüzyıl olmuştur. Yeni kurumların, yeni bilim dallarının ortaya çıkışı bu yüzyılda olmuştur.

Bu dönemde oryantalist geleneğin oluşumu açısından da önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Her şeyden önce oryantalizmin akademik bir disiplin olarak kurumlaşması, modern Batılı sosyal bilimlerden de destek alarak yöntemlerin gelişmesi bu dönemde gerçekleşmiştir. Önceki yüzyıllarda Avrupa’da yaygın olan İslam ve Doğu hakkındaki imaj, yeni üretilen söylemler, yöntemler ve bilimler ışığında daha bilimsel bir çerçevede sunulmaya başlandı. Bu dönemin oryantalist çalışmalarında görülen bir diğer husus da, Batı’nın üstünlüğünü vurgulayıcı Doğu imajının Doğululara da kısmen kabul ettirilebilmiş olmasıdır. Batı dünyası siyasal ve ekonomik anlamda dünya egemenliğini ele geçirmesine paralel bir şekilde ve yeni konumunun bir sonucu olarak kendini Dünya tarihinin doğal gelişiminin nihai halkası ve tarihin amacı olarak tanıtmış ve bu yeni Batılı bilinç Batı dışı halklara dayatılmıştır (Bulut, 2006: 99).

On dokuzuncu yüzyıl, netice itibariyle Batı’nın Doğu karşısında üstün duruma geldiğinin bilincine vardığı bir yüzyıl olmuştur. Artık, kendisinde, Doğu’yu çürümüşlüğünden kurtarma, onu biçimlendirme gücü görmektedir. Fakat bu yüzyılda Batı, bir yandan Doğu’nun olumsuzluklarına dikkat çekerken, öte yandan ona hayranlığını da dile getirecektir. Bu, bir yönüyle Doğu’ya olan ilgiyi canlı tutmaya, oraya insanların gitmesini teşvik etmeye dönük bir çabadır da. İkinci olarak Doğu,

Referanslar

Benzer Belgeler

In this case, we report a death related to a huge mesenteric atypic lipomatous tumor/well dif- ferentiated liposarcoma (ALT/WDL) which is rarely localized in mesentery.. This case

This paper presents the optimization of two PID controllers for a quadruped robot to ensure single footstep control in a desired trajectory using a bio-inspired

determined that 0.05% Chi group has similar number of TAMB with control group, the number of TAMB decreases depending on the increase of chitosan application and there are

(SFG: süperiyor frontal girus, MFG: middle frontal girus, CRa/s/p: korona radyata anteriyor, süperiyor, posteriyor, CCg/ b/s/F: korpus kallozum genu/body/spleniyum/fiber,

Son 6 ay içinde cinsel ilişkisi olan erkek katılımcıların (n=802) alkol alma durumlarına göre erektil disfonksiyon durumu incelendiğinde, erektil disfonksiyon

Grabar, yazıyı açıklamak için kullanmış olduğu XV. yüzyıl İran resmine, farklı bir açıdan yaklaşarak, bu resimde görülen motifin yazı olarak değil de, kare bir

Epidemiology of Traumatic Brain Injury 中文摘要 在世界各個國家,事故傷害一直都是公共衛生上重要的議題,所造成的