• Sonuç bulunamadı

Hegemonik Batı – Çaresiz Doğu: Meleğin Sırları

3.3. Oryantalist Söylemde Tekrarlanan Temsil Biçimleri

3.3.2. Hegemonik Batı – Çaresiz Doğu: Meleğin Sırları

Daha önce de belirtildiği gibi bilginin iktidarının sağladığı baskın gelme durumunu hegemonya olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Oryantalist söylemde hegemonik taraf Batı’dır. Çünkü Batı bilgiye sahiptir ve iktidarını bu yolla sağlamlaştırır. Batı kudretli, bilgili, modern, eşit ve efendi olarak tanımlanırken; Doğu, cahil, geleneksel, utangaç, el değmemiş, itaatkâr (köle) olarak tanımlanmaktadır.

Meleğin Sırları filminde de benzer bir yaklaşım söz konusudur. Filmin başından sonuna kadar Türkiyeli (Doğulu) kadını temsil edilen Ebru’nun evini, yurdunu dil öğrenmek amacıyla terk etmesiyle başlayan sorunlar anlatılmıştır. Ebru yaşadığı kültür şokunun yanı sıra yabancılara nasıl yaklaşılacağını bilemeyen, bilgisiz, saf, cahil, utangaç, el değmemiş ve kendi kararlarını veremeyen bir kadını temsil etmektedir. Ebru giyimi ve konuşması konusunda Türkiye’de modern-şehirli olarak nitelendirilebilecek bir imaj taşımaktadır. Ancak Türkiye’de bu şekilde tanımlanıyor olması, onun Amerika’da ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesinin önüne geçemeyecektir.

Ebru Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiş orada bir dil kursuna dil öğrenmek için yazılmıştır. Dil kursundaki sınıfına girerken hiçbir şey söylemeyen ve

doğrudan yerine oturan Ebru İngilizce hocasının davetkâr görünen sohbetine cevap verememektedir. Sınıftaki herkesin, kursa İngilizce öğrenmek amacıyla gittiği açıktır ancak Ebru, kendisine sorulan çok basit selamlaşma sorularını bile cevaplayamamaktadır. – Sana kısaca Ebi diyebilir miyim? Diyen İngilizce öğretmeni Kevin’ i bile hiç anlamamış, -Okey! diyerek geçiştirmiştir.

Kevin: Merhaba! (Hello!). Kevin: Merhaba! (Hello!)

Ebru: (Tepkisizce duymamazlıktan gelmektedir). Kevin: Hanımefendi! (Miss.)

Sınıftaki diğer kişiler bu sırada dönerek Ebru’ya garipçe bakmaktadır.

Kevin: (Yaklaşarak) (Excuse me ! Miss.)

Kevin: Bu sınıfa mı kayıtlısınız? (Are you enrolled in this class?) Kevin: Bu İngilizce sınıfı. (This is English class.)

Kevin: (Öğrencilere dönerek) Bu fırsatı değerlendirelim. (Ok class we use

this opportunity.)

Kevin: (Ebru’ya dönerek) İsmin nedir? (What is your name?) Ebru: Ebru!

Kevin: Ebru! Ne güzel bir isim. (That’s a beautiful name.)

Kevin: (Sınıfa dönerek Ebru’ya sınıfla birlikte soruyu yöneltir) Soyismin

nedir? Bir soyismin var mı? (Okey class. What is your surname? Do you have last name? Your las, Ebru….)

Ebru: (Yanlış bir telaffuzla) Benim soy, benim soy ismim Türkoğlu. (My

less, my last name is Türkoğlu.)

Kevin: Tukoglu? Ebru: Türkoğlu!

Kevin: Türksün değil mi? (It’s Turkish yeah?)

Kevin: Sana Amerikan nickname verebilir miyim? Bir Amerikan takma isim

ile çağırabilir miyim seni? (Can i give you American nickname? Cani call you by nickname?)

Ebru: (İngilizce öğretmeninin ne dediğini anlamayarak ve öğretmenin

dediklerinden sadece “nickname” kısmından “name” kısmını anlaması ile birlikte ismini söyleyecektir.) Ebru!

Kevin: Biliyorum ismin Ebru. Bak, Amerika’da bizler sana Ebi diyebiliriz.

Bu senin için sorun olur mu? Sana Ebi diyebilir miyim? (Yes i know Ebru. In America we will say maybe Ebi. It’s that ok? Can i call you Ebi?)

Ebru: Tamam. Teşekkürler. (Okey. Thank you. ) Ebru İngilizce öğretmeninin

ne demek istediğini ve ne dediğini anlamayarak, sadece Ebru kısmından yola çıkıp öğretmenine “tamam, teşekkürler” demiştir.

Filmden yapılan bu alıntının önemli olduğu vurgulanmalıdır. Sahnede Ebru bilgisiz, iki kelime İngilizce ile Amerika’ya gelen bir Türkiyeli kadını temsil etmektedir. Ayrıca Ebru bu sahnede medeni cesaretten yoksun görünmektedir. Ebru’nun düştüğü bu duruma sınıf arkadaşları da gülmektedir. Bu onu daha da utangaç kılacaktır. Oysaki İngilizce öğretmeni hariç orada bulunan herkesin eşit şartlarda oldukları ve aynı sınıfta olmalarından dolayı herkesin İngilizce bilmediği ve öğrenmek için oraya gittiği varsayılmaktadır. Sınıftaki diğer arkadaşlarının da bakışlarıyla birlikte aslında Ebru tamamen öteki konumuna taşınmıştır. Ebru’nun sınıfa sonradan girmesinin de etkisi tartışılmaz ancak Ebru dâhil olduğu İngilizce sınıfında dışlanarak sınıfın ötekisi konumuna gelmiştir.

Görsel 30 Görsel 31

Ebru’nun iletişim sorunu kaldığı yerde de devam etmektedir. Kaldığı yerin sahibine telefon etmek istediğini söylediğinde yerin sahibi ondan elli dolar avans istemektedir. Fakat Ebru yer sahibinin para istediğini anlamayarak “Tamam. Evet.” (“Ok. Yes.” ) gibi alakasız bir şekilde cevap verecektir. Ebru’nun parasını yönetememe, parasını koruyamama problemleri devam edecektir. Ebru ilerleyen sahnelerde parasını çaldıracak böylece parasız pulsuz kalacaktır ve bu süreçte, saf, herkese güvenen, parasını koruyamayan, iletişime geçemeyen ve anlaşamayan bir tablo çizecektir. Bu da izleyicide Türkiyeli kadınların başka bir ülkeye kısa süreliğine gitse bile hayata tutunamayacağı izlenimi yaratacaktır.

Ebru’nun annesi ve kaldığı yerin sahibi hemen hemen aynı yaşta görülmektedirler. Bu iki kadın, Ebru’nun bulunması için yapılan araştırma sırasında karşı karşıya gelecektir. Evin sahibi kendine güvenen ve verdiği cevaplardan emin bir duruş sergilerken, Ebru’nun annesi üzgün, güvensiz, bilgisiz bir imaj çizecektir. Ebru’nun

annesinin dil sorunu olduğu da göz önüne alındığında ev sahibinin dediklerini anlamak için yanındaki erkeğe muhtaç olması da ataerkil bir olgu olarak göze çarpmaktadır.

Görsel 32 Görsel 33

Ebru’nun kaldığı yerde kavga etmesinin ardından yanına evin dışarısından yardım etmek için koşarak gelen Kevin’in Ebru’yu kucaklayarak onu konuşturmaması, Ebru’nun da dil bilmediği için ahraz bir insandan farksızca konuşamaması, kendini savunamaması onu kendi işini halledemeyen, rasyonel düşünemeyen ve beceriksiz birisi konumuna getirmektedir. Ebru’nun böyle bir kimlikle tasvir edilmesi, Ebru’yu bir kadın olarak ikincil konuma getirmektedir. Kevin bu sahnede Batılı erkek olarak temsil edilirken; Ebru Türkiyeli/Doğulu kadın olarak temsil edilmektedir ve Kevin’in eril bakışının odağı konumuna gelmektedir.

Ayrıca kavga eden tarafların ikisi de Amerika’da göçmen veya turist konumundayken (vatandaş olmayan konum), Ebru’yu Batılı bir erkek kollarken, kavga ettiği Uzak Doğulu karakteri (Taki)’yi Batılı bir kadın kollamaktadır. Oryantalist söyleme göre Taki ve Ebru Doğulu konumundadır ancak bu sahnede oryantalist söylemin klasik metninin dışına çıkılarak özelde Türkiyeli kadını temsil eden Ebru sahnedeki herkesin ötekisi konumuna getirilmiştir. Dolayısı ile Doğulu da olsa İngilizce’ yi yeteri kadar konuşabilen ve oraya adapte olabilen (kültürel kaynaşma yaşayan veya asimile olan) kadının, bu sahnede, konuşamayan ve henüz adapte olamamış Ebru’ya Batılı bir kadının korumasında galip geldiği gösterilecektir.

Görsel 34 Görsel 35

Daha sonraki bir diğer sahnede Ebru, bir süredir birlikte yaşadığı Kevin ile cinsel ilişkiye girip girmeyeceği konusunda arkadaşı Aslı’dan fikir alacaktır. Bu sahneden anlaşılabileceği üzere Ebru bakiredir ve hayatında o güne kadar kimse olmamıştır. Bu sahne oryantalist söylem ile okunacak olunursa Ebru el değmemiş Doğulu bir hazine gibidir ve kendi bedeni üzerinde söz hakkına sahip değildir. Bu sahnede yardım istediği Aslı Türkçe konuşmasına rağmen Amerika’nın kültürüne alışmıştır ve giyim konusunda, davranış konusunda Ebru’ya kıyasla farklılıklar barındırmaktadır. Dolayısı ile yine Doğulu Ebru’nun bir üstün akla yani Aslı’ya muhtaç olduğu hissettirilmektedir. Ebru’nun Amerika’da en çok önemsediği ve tek sahip olduğu şey olarak bekâreti gösterilmektedir ve bunun hakkında da karar verememesi Ebru’yu rasyonellikten uzak bir kadın konumuna getirmektedir.

Ebru, Kevin ile cinsel ilişkiye girer ancak bu ilişkinin sunumu ve yarattığı etki tartışılmalıdır. Ebru kamera tarafından dikizci bir bakış ile parçalara bölünerek gösterilir. Dolayısıyla Ebru’nun bedensel bütünlüğü bozulmaktadır. Sahne Mulvey’in “eril bakış” teorisini akla getirmektedir. Bir erkek bir kadını nasıl izlerse, aynı eril bakış ile kamera Ebru’nun vücudunu parçalara ayırarak izlemekte, fetişleştirmektedir. Ebru’nun ilk ilişki gecesinin tasarlanan mekânı klasik olarak Doğu’yla özdeşleştirilen mekanlardandır. Yatak odası sahnesi törenleştirilerek anlatılır. Kullanılan ışık sahneyi ve Ebru’yu egzotikleştirmektedir. Böylece sahne, zihinlerde Batı’nın, Doğu’nun egzotik hazinelerini ve birikimlerini sömürmesini, Batı’ya dahil etmesini canlandırır. Filmdeki kamera açılarıyla ve kullanımıyla, Ebru’nun yüzünden kolayca çekingen ve endişeli bir durumda olduğu okunabilir.

Görsel 36 Görsel 37 Görsel 38

Görsel 39 Görsel 40 Görsel 41

Ebru evlerine gelen ve kendisini Kevin’in kardeşi olarak tanıtan Mimi’nin aslında Kevin’in kardeşi olmadığını ve sevgilisi olduğunu, Kevin ile seviştiği günün ertesinde öğrenecektir. Böylelikle Ebru sadece Batlı erkek tarafından değil, Batılı kadın tarafından da kolayca aldatılabilecek, kandırılabilecek bir kadın imajı çizmektedir. Kolay kandırılan Doğulu / Türkiyeli kadın Ebru elindeki her şeyini kaybetmiştir. Saf, cahil konumuna getirilerek, aynı zamanda da ataerkil ideolojinin kadının, erkek tarafından kolayca kandırılabileceği düşüncesini de desteklemiştir. Bu noktada ataerkil ideoloji haricinde de Doğulu / Batılı kadın kıyaslaması çerçevesinde Doğulu kadının saf, kararsız, gizemli, egzotik olarak temsil edildiği görülmektedir. Batılı kadın bu durumda kurnaz, zeki, Doğulu kadını zekâsıyla kolayca alt edebilen olarak sunulmaktadır.

Sonraki sahnede Ebru kalmak için ayarladığı ortak salonlu hostel tarzı mekanda Amerikalılar ve diğer göçmenler bir arada görülmektedir. Ebru’nun Afro Amerikan yeni oda arkadaşının (Elvira) odadaki diğer kişilere Ebru’yu tanıtması ve sonrasındaki diyaloglar aşağıdaki gibidir:

Elvira: Millet bu benim yeni oda arkadaşım. Türkiye’den geliyor. ( Ebi!

She’s my ew roommate, from Turkey)

Amerikalı Adam 1: Ortadoğu’dan olman ne hoş. Sizi destekliyorum

çocuklar. (How so cool you being from middleeast. I support you guys.)

Amerikalı Adam 1: Orada hangi dili konuşuyorlar? (What languages do

they speak there?)

Amerikalı Adam 2: Arapça!. (Arabic!)

Ebru: Hayır! Türkçe konuşuyoruz. Arap değiliz.

Amerikalı Adam 1: Fakat Müslümansın. (But you’r muslim) Amerikalı Adam 2: Evet kesinlikle Ortadoğulusun.

Amerikalı Adam 1: O kara çarşafların altında pişmiyor musunuz? (He do

you warm under black sheets?)

Amerikalı Adam 2: Evet! Sen neden giymiyorsun? (Yeah! Why don’t you

wear one?)

Yukarıdaki diyalogdan anlaşılabileceği üzere, Türkiye’nin Amerika coğrafyasından bakıldığında simgesel olarak Ortadoğu olarak görüldüğünü göstermektedir. Ülkenin ismiyle bir ülke olarak değil de tıpkı Çin, Japonya ve Uzakdoğu’daki diğer ülkelerin Uzakdoğulu olarak tek adlandırmaya sahip olması Oryantalist söylemde sıkça kullanılan yöntemler arasındadır. Bu sahnede de Amerikalılar ve diğerlerinin konuşmalarına tanık olunmaktadır. Ebru’nun modern Türkiyeli kadını temsil etmesine rağmen Amerikalıların Ebru’ya neden çarşaf giymiyorsun diyerek aslında mevcut varlığını reddetmeleri zihinlerdeki yüzyıllarca birikmiş oryantalist ideolojinin metinsel varlığını göstermektedir. Aslında konu Amerika’dan ötede Batılı zihniyetin Doğululara bakış açısıyla alakalıdır. Bilindiği üzere Amerika nüfus yapısı bakımından değişik ülkelerden değişik ırklardan oluşmaktadır. Durum bu bilgi göz önüne alınarak değerlendirildiğinde görülecektir ki bir ırkın bir ırka bakışı değil, Batılının Doğuluya bakışı yansıtılmaktadır. Oryantalizmin coğrafik ötekileştirilmesine maruz kalan sadece Ebru’nun fiziksel benliği değil, temsil ettiği coğrafyanın hem kadını hem erkeğidir. Sahne feminist bakış açısıyla ele alınacak olursa Ebru’nun erkek karşısında ayakta durması, buna karşı erkeklerin uyuşturucu içerken kadını fevrice yargılayarak çarşafa veya zihinlerindeki imaja büründürmesi önemlidir. Eril zihinde kadının nesneleştirilerek arzu nesnesi haline getirilmesi bu sahnede çarşaf ile olmaktadır. Ayrıca bu sahnede Amerikalıların elinde uyuşturucularıyla uyuşmuş bir şekilde Ebru’yu hem kadın olduğu için hem de Batılı olmadığı için yargılayarak konuşmaları aslında Amerika’nın bu konudaki politikalarına atıfta bulunmaktadır.

Görsel 42 Görsel 43 Görsel 44

Sahnenin sonunda Ebru’nun Amerikalılara “-Biliyor musunuz? Şimdi Amerika’nın neden göçmenlere ihtiyaç duyduğunu anlıyorum.” Demesi dikkat çekicidir. Düzgün ve akıcı bir İngilizce’ ye; kendine güveni yerinde bir duruşa sahiptir. Bu sefer susup arkasını dönüp gitmek yerine konuşmuş ve direnmiştir.

Meleğin Sırları filminde Ebru sadece Türkiyeli bir kadını temsil etmemekte aynı zamanda Doğulu bir kimliği de temsil etmektedir. Sömürüye açık, el değmemiş saf, kandırılabilir, güçsüz, muhtaç gibi özellikler film boyunca tekrarlanmıştır. Ebru ataerkil bir bakış açısıyla bakılırsa eğer evinden uzaklaştığı için zorluklarla baş başa kalmıştır. Sokaklara düşmüş, aç kalmış, ölümle yüzleşmiş hatta yetmemiş sonunda aklını da kaybetmiştir. Dolayısıyla ataerkil ideolojinin ve Batı’nın Doğu’ya bakışının bir sonucu olarak, Ebru’nun yabancı bir yerde sınırları zorlaması, sonunda anlatı aracılığıyla cezalandırılması olarak okunabilir. Bunlar hem oryantalist söylem bağlamında analiz edildiğinde hem de feminist bir okumaya tabi tutulduğunda birçok kez karşılaşılan klasikleşmiş temsillere başvurulduğu görülecektir.

3.3.3. Takiye: Allah Yolunda

Takiye: Allah Yolunda Türk-Alman ortak yapımı olan film, incelenen diğer iki film gibi ulusötesi sinema kapsamında oryantalist söylem bağlamında değerlendirilecektir.

Filmde olaylar ana karakter Metin üzerinden kurulur. Metin’in doğum yeri kesin bilgi olarak filmde dile getirilmemişse de , Almanya’da doğan üçüncü nesil Türk olabileceği sezdirilmektedir. Metin babasını on yıl önce kaybetmiş, bu olaydan sonra da evlenerek ailesini kurmuştur. Almancasının iyi olmasından Almanya doğumlu olabileceği sezdirilen Metin, evleneceği kadının da Türk kökenli ve Müslüman olmasına dikkat etmiştir.

Filmde Metin’in ve ailesinin halen geleneklere bağlı olduğu gösterilmektedir. Metin ile abisi Numan ele alındığında, Metin, geleneksel, saf, öfkesine yenik düşen ve mantıktan uzak Doğuluyu, abisi Numan ise rasyonel, zeki, kontrollü, kararlı Batılıyı temsil etmektedir. Dolayısıyla Numan bir ölçüde de olsa Batılılaşmıştır. Metin, Numan’a kıyaslandığında Numan’ın ötekisi konumundadır ancak hem Metin hem Numan birlikte ele alındığında ikisi de Batı’nın ötekisi durumundadır. Eğitim seviyeleri söz konusu olduğunda Metin liseyi bitirmiş Numan ise liseye gelmeden terk etmiştir. Dolayısıyla göç eden aileler için eğitim seviyesinin kısıtlı olarak gösterildiği filmin başındaki bir sahnede iki kardeşin de aidiyetinin Almanya olmadığı aktarılmaktadır.

Filmdeki cami sahnesinde Müslümanlar yer almaktadır ancak sadece Türk olan Müslümanlar gösterilmektedir. Bu sahnede bir ibadethaneye giden Müslüman Türklerin ibadet etmedikleri, bunun yerine bir cemaatleşmeye yöneldikleri görünmektedir. Bu aşamada yine Cemaat-Cemiyet (Gemeinschaft- Gesellschaft) sorunsalı ile Müslüman Türkler bir grup yapılanması içinde sunulur. Doğulu toplumlarda sıkça görülen gruplaşma, cemaatleşme gibi özelliklerin bu sahnede camideki gruba atfedildiği görülür. Camide konuşmayı yapan Jimpa şirket görevlisinin diğer kişiler gibi dini bir giyimle değil, bir iş adamı gibi resmi kıyafetle ve düzgün diksiyonla görüntülenmesi de Jimpa görevlisinin Müslümanlardan farklı olduğunu göstermektedir. Bundan yola çıkılarak Jimpa çalışanının Müslümanları modern kıyafetiyle ve düzgün konuşmasıyla kolayca kandırabileceğine tanık olunmaktadır.

Görsel 45 Görsel 46

Ardından Metin ile Numan’ın konuşmasına tanık olunmaktadır. Diyalog şöyledir:

Metin: Hiç hoşgörülü değilsin. Ama inan bana sen de bizden (Müslüman)

olacaksın.

Numan: Ancak beni çok eşlilikle döndürebilirsin. Sizin dinde en çok

sempati duyduğum şey bu.

Diyalogdan görülebileceği üzere bu sahnede Numan’a Batılı, Metin’e Doğulu imajı çizilmiştir. Sahne, Numan’ın bir Batılı bakış açısıyla Müslümanlığı sadece çok eşlilikle tanıdığını göstermektedir.

Sonraki sahnede Metin’in cemaat yapılanmasında üst düzey görevi olan aile dostu Hüseyin’i ziyareti aktarılır. Bu sahnede Hüseyin modern Batı tarzında döşenmiş evinde Metin’i karşılamaktadır. Hüseyin Batı'ya büyük ölçüde entegre olmuş modern erkeği, Metin geleneksel Doğu erkeğini temsil etmektedir. Metin’e onu geleneksel olarak stereotipleştirmeye izin veren sakallı bir imaj çizilmiştir Metin bu sahnede basit bir hediye ve basit bir övgü ile kandırılmaktadır. Hüseyin, Metin’e onu terfi için önereceğini söyleyince Metin safça buna inanır ve mutlu olur.

Görsel 47 Görsel 48 Görsel 49

Bu sahne Napolyon zamanından bu güne kadar süregelen oryantalist söylemdeki, doğuluların ufak yalanlarla ve basit övgülerle kandırılabileceğini savunan ideolojinin sinemaya yansıması sayılabilir. Sahne, oryantalist söylemdeki Doğuluların saf ve sorgulamadan uzak olduğunu, Batılıların ise kıvrak zekâya sahip olduğunu, böylelikle işlerinde Doğuluları kolayca kullanabildikleri ideolojisini tekrarlamaktadır.

İlerleyen bir sahnede ise Metin ve karısı Sevde evlerinde ibadet etmektedir. Oryantalizmin varlığından bu güne kadar devam eden ve önce 16. yüzyılda Mısır’da uygulanan egzotik doğunun açığa kavuşturulması, kapalı kadınların çarşaflarının / başörtülerinin altındaki yüzlerinin açık edilmesi ve doğuluların en mahrem yerlerine sızılması amaçlarının sergilendiği görülmektedir.

Ayrıca Sevde’nin başını ibadetini bitirir bitirmez hızlıca açtığı sahnede kameranın Sevde’yi çekerken kullandığı öznel açı izleyici de Sevde’yi dikizleyici bir konuma getirmektedir. Eril bakış açısıyla çekilen bu sahnede izleyici görsel bir hazza kavuşmaktadır. (Mulvey, 2010: 213-216) Arka plandaki müzik bir rüyaya eşlik eder niteliktedir. Batılının Doğulu kadın üzerindeki kolonyal istekleri/arzuları bu sahnede Sevde üzerinde toplanmıştır. Sevde’nin başörtüsünü bu müzikle izleriz. Metin ile oğlu Bilal’in boğuşma sesleri de bu sahneye yansımaz. İzleyici egzotik bir müzik eşliğinde ve Almanya’ya ait olmayan çölü anımsatan turuncu renkte aydınlatma ile Sevde’nin örtüsünü açmasını izler. Metin arka planda konuşurken kamera halen Sevde’dedir. Sevde’nin hareketleri yavaş ve etkileyicidir. Az önce ibadet eden çiftin şakalaşmasına ve özel anlarına izleyici de dahil olur. Metin bir şakalaşma sırasında aniden karısının üstüne çıkar. Bu sahne bu eylem izleyicinin doyuma ulaştırılması gereken eril bir arzusudur ve doyuma ulaştırılır. Oryantalist bakış açısına geri dönüldüğünde Doğulu mistik bir çerçeveyle aktarılan sahnede ailenin en özel yerine ibadet ettiği evine girilmiştir. On altıncı yüzyıl ile on dokuzuncu yüzyıl arasındaki oryantalist resim sanatının binlerce kez resmettiği çerçeve bu sahnede kamera tarafından kaydedilmiştir.

Görsel 50 Görsel 51 Görsel 52

Sonraki sahnede Metin eşiyle yolda yürürken karşısına Almanya’da çeşitli işlerle uğraşan ve Jimpa’ya Metin’e güvenerek para yatıran ancak paralarını kaybeden Türkler çıkmaktadır. Bu çerçevede görünen Almanya’daki göçmenlerin para için bir birleriyle çatıştığı, itişip kakıştığı görülmektedir. Doğu’yu temsil eden Türkler modern Batılı insanlar gibi konuşarak problem çözmenin aksine geleneksel bir şekilde itişip kakışmaktadırlar. Modern – geleneksel çatışmasının yüklendiği bu sahnede ayrıca Batılı olmayan bu insanların birbirlerine en ufak şeyde güvenlerini kaybettikleri ve kavga ettikleri gösterilmektedir. Metin’i bu durumdan modern Batılı’ yı temsil eden abisi Numan toplanan insanlara yönelerek, “-Kabahat sizde onlara

para yatırın diye sizi zorlayan mı oldu? Şimdi iki yüzlülük etmeyin!.” diyerek çıkartacaktır. Takip eden sahnede Numan ile annesinin diyaloğu dikkat çekmektedir.

Numan: Gerizekalılar! Gözleri paradan başka bir şey görmüyor ki. Bunun

tuzak olduğunu bilmeyecek kadar beyinsizler.

Anne: Ne oldu?

Numan: Yok bir şey anne. Anne: Bana hiç öyle gelmedi.

Sevde: Jimpa ofisi birdenbire kapanmış. Anne: Bu ne demek oluyor?

Numan: Sakin ol bize ne bırak parasını kaptıran salaklar düşünsün.

Diyaloğa bakıldığında Numan’ın Batılı bakış açısıyla Doğuluları paraya aç, gözü dönmüş, para için her şeyi yapacak kadar basit gördüğü anlaşılmaktadır. Sahnede Numan, Müslümanların paraya dinlerinden bile daha çok değer verdiklerini ve kolay para kazanma hırsı içinde olduklarını ima etmektedir.

Görsel 53 Görsel 54

Ayrıca filmde Metin’in evini taşlayanların da, Hoca’nın evine bombayı koyanın da, Hoca’yı camide tehdit edenin de kimliğinin Türk asıllı olması dikkat çekicidir. Bununla göç eden Müslüman Türklerin özelde Almanya’nın genelde Batı’nın düzenine karşı geldiği ve kendi sorunlarıyla Batı toplumunu huzursuz ettiği anlatılmaktadır. Filmde göç edenlerin iyi düzeyde Almanca konuşması ile göçmenlerin Almanya’ya entegre olmuş olsalar dahi, her zaman o toplumun ötekisi durumunda olacağını ve toplum için risk taşıyacağını anlatmaktadır.

Bir diğer sahnede ise Alman istihbaratı için çalışan ve Hoca’yı kullanarak Hoca’nın ölümüne sebep olan Karl’ın Türkiye’yi ziyareti sırasında üst düzey Türk