• Sonuç bulunamadı

Öteki, sözü edilen veya benzer iki nesneden önem ve konum bakımından uzakta olandır. TDK sözlüğünde sözcüğün bir başka tanımı “öbürü, diğeri" olarak ifade edilmektedir. Sosyal bilimlerde “mevcut toplumda dışlanmış olan” olarak tanımlanır (www.tdk.gov.tr). Foucault’ya göre ise öteki, “iktidarın dışında kalan herkes”tir (Chandler ve Munday, 2018: 316).

Antik Yunan döneminde ötekilik farklılıklara dayanmaktaydı. Ötekilerin nasıl algılanması ve onlarla nasıl iletişimde bulunulması gerektiğine dair karmaşık sosyal normlar bulunmaktaydı. Yerli-yabancı, Yunanlı-barbar, yurttaş olan- olmayan, özgür insan-köle, erkek-kadın gibi çeşitli farklılıklara dayanan karşıtlıklara sahip kategoriler bulunmaktaydı. Bu çeşitli kategorilerin arasında farklılık olduğuna dair fikir birliği bulunmaktaydı (Schnapper, 2005: 36).

Modern öznenin kurulumunda temel koşul ise, öznenin kendisini ayırt edebileceği başka bir nesnenin veya nesneleşmiş öznenin bulunmasıdır. Burada nesneleştirilen “şey” öteki nosyonu olarak sabitlenir ve bu nosyon modern öznenin otonomluğunun ve evrenselliğinin gereğidir. Bu kurulu yapıda öteki konumundaki nesneye öznenin özelliklerinin tam anlamda olumsuzlanmış hali atfedilerek özneyi, nesne ile sürekli bir kıyaslama halinde bulundurmak özne için döngüsel ve varoluşsal bir süreçtir. “Tüm insanı ilişkilerde kurucu olarak öteki fikri, bireysel ve kolektif düzeylerde ben ile öteki arasında daha geniş ölçeklerde uygulanabilir. Ötekilik farklılığın değişmez hatırlatıcısıdır” (Uluç, 2009: 33).

Biz konumundaki Batı, onlar konumundaki Doğu arasındaki ilişkide kendisini özne konumuna getirir. Bunu Doğu hakkında söylemler vasıtasıyla ve temsiller vasıtasıyla yapar. Ötekileştirme temelinde “ben”i yüceltme amacında olduğundan, benin yücelmesi ötekinin yani diğerinin alçaltılmasına bağlanmaktadır. Oryantalizmin prensiplerinden birisi de dost olan bizden olan “ben” i yüceltirken düşman olan bizden olmayan, yabancı olan “öteki” ni kötülemektir. Oryantalizmin

temel işleyiş prensibi bu şekildedir. Dolayısıyla buradan ötekileştirilen diğerinin ben’in mutlak tersi olduğu görülmektedir. İyi güzel özelliklere sahip olan ben, kötü olan öteki ile iletişime geçmeyi, ötekiyle bir bağa sahip olmayı reddeder (Bilgin, 2007:177). Dolayısıyla Batı da, Doğu ile aynı paydada olmayı özelde aynı tarihi geçmişe sahip olmayı reddeder. Batı’ya göre Doğu, Batı Doğu’yu metinlerde var edene kadar var olmamıştır. Batı’nın, Doğu’yu tanımaktan çok metinlerle veya temsillerle tanımlamaya yöneldiğini görmekteyiz. Batı’nın metinlerinde Doğu bilgisiz, adaletsiz, anti-demokratik, kendi kendini yönetemeyen, akla değil duygulara dayanan dolayısıyla duygusal olan olarak tanımlanmaktadır. Batı ise bu olumsuz özelliklerin tam tersinde konumlanmakta; bilgili, adaletli, kendi kendini yönetebilen, rasyonel, mantıklı olarak kendisini tanımlamaktadır. Bu tanımları Doğu üzerinden yapmaktadır (Said, 1998: 41-43). Buna örnek olarak Said’in kitabında Lord Cromer’den aşağıdaki bölüm gösterilebilir.

Avrupalı sürekli mantık yürütür. Hükümlerinde muğlaklık yoktur; mantık tahsil etmemiş olsa bile, tabiaten mantıkçıdır; doğal olarak şüphecidir ve herhangi bir önermenin gerçekliğini kabul etmeden önce ispat ister; eğitilmiş zekâsı bir mekanizma gibi çalışır. Öte yandan Doğulunun kafası, şehirlerinin o tabloluk caddeleri gibi, simetriden fena halde yoksundur. Yürüttüğü mantık, laçkadır. Eski Araplar diyalektik ilmini bir derece biliyor idiyseler de, onların evlâtlarının mantık melekesi fevkalâde eksiktir. Ekseriya hakikatini kabul ettikleri basit bir hükümden çıkacak en bariz sonuçlan düşünemeyecek durumdadırlar. Herhangi sıradan Mısırlı'dan açık bir hüküm koparmaya çalışınız. Yapacağı izah genellikle uzun ve berraklıktan yoksun olacak, belki de hikâyesi bitinceye kadar on kere kendi sözüyle çelişkiye düşecektir. Ekseriya en basit sorgulama bile onun zihnini yoracaktır” (Said, 1991: 24).

Öznede olması arzulanan olumlu ve güçlü özelliklerin, nesnede olmadığı durumlarda, ötekileştirilen nesneye atfedilen olumsuz özelliklerin abartılarak daha da güçlendirilmesiyle ve nesneden geriye kalan ya da nesnenin sahip olmasına izin verilmeyen olumlu ve güçlü özelliklerin özne konumundaki benlikte toplanmasıyla,

özne, nesnenin sahip olamayacağı olumlu bir “kimlik” elde etmiş olur. Öznenin elde ettiği bu olumlu kimlik nesneyi daha da ötekileştirir, ötekileştirilen nesnenin kimliği ise öznenin kimliğini daha da pekiştirir. İki taraflı işleyen bu süreç paradoks halini alarak sınırsız bir döngüye girer ve daimi olarak özneye hizmet eder.

Daha önce de belirtildiği gibi Said oryantalizmi temel anlamda Batı ile Doğu arasında varoluşsal ve epistemolojik bir ayrımı formüle ederek, dilbilimsel açıdan Doğulunun, Batılının sahip olduğu sosyolojik özelliklerden yoksun olarak belirtilmesi olarak tanımlar (Said, 1998: 26). Doğu’nun Batı’ya göre ötekileştirilmesi, Özne konumunda olan Batı’nın “gerçekte var olmayan” özelliklerinin olumsuzlanıp nesne konumuna getirilen Doğu’ya atfedilmesi yoluyla sağlanır (Yeğenoğlu, 2017: 15).

Nesnenin pratikte “öteki” (the other) olarak gösterilmesinin çeşitli uygulama yolları bulunmaktadır. Kitabında benlikten ötekinin tamamlayıcısı olarak bahseden Claude Levi-Strauss’a göre bu ikizcilik yeni değildir ancak anlaşılması güç bir ilişkidir. Keyman, Mutman ve Yeğenoğlu kitaplarında “ötekini tanıma konusunda yaygın olan eğilimlere açıklık getirmek için “öteki”ni R.S. Khare’nin makalesinden faydalanarak sosyolojik, antropolojik söylemler ve yaygın eğilimler çerçevesinde beş farklı anlayışla açıklamıştır (Keyman vd. 1999: 76-77).

Ampirik bir nesne olarak öteki: Öteki hakkında toplanan veriler tamamen deneylere yani tecrübelere dayanmaktadır. Her ne kadar öteki hakkında edinilen bilgi, deneyimleyenin kendi yaşamsal süzgecinden geçip tecrübe edilmiş olsa da, öteki hakkında genelleştirilmiş ve her zaman aynı sonuca varılacağı ima edilen bilgiler olduğu ve bu bilgilerin her zaman geçerli olacağı savunulur. Toplanılan bilgiler nesnelmiş gibi gösterilir. Çünkü bu bilgiler sözde deneyimlere dayanan ve deneye tabi tutulabilen, gözlemlenebilen bilgilerdir.

Kültürel bir nesne olarak öteki: Batılının kültürü ile Doğulunun kültürü arasında metinlerde veya pratikte bir noktaya konumlandırılan ötekinin kültürel olarak ele alınmasıdır. Burada Batı ve Doğu kültürü arasında Doğu kültürünün ötekileştirilerek modern olmayan (geleneksel olan), rasyonel düşünmeyen ve mantığını kullanamayan olarak tanımlanması ve bunlardan geriye kalanları ise yani

diğer bir deyişle modern olan, rasyonel düşünen ve mantığını da olaylara dâhil ederek davranan benliğin Batılıyı temsil etmesi söz konusudur. Dolayısıyla burada ötekinin ne olduğunun açıkça tanımı yapılmaz ama atfedilen özellikler yoluyla ne olmadığı tasvir edilir. Modern benliğin temsili Batı kültürünün aynadaki yansıması olan öteki, Doğu kültürünü ne olmadıklarıyla temsil etmek zorunda kalır.

Bir varlık olarak öteki: Batı benliğinin var olması ötekinin var olabilmesine ve bu iki kültürün karşılıklı ilişkilerine bağlıdır. Benlik ötekine ben’de var olmaması gereken özellikleri atfedebilmek için ötekinin mutlak varlığını kabul eder, mutlak bir varlığı yoksa da ötekinin inşasını üstlenir. Öteki, Batı benliğinin gözükmeyen gönderim noktası’dır. Ötekini bir varlık olarak kabul etmek hem ampirik olarak hem de kültürel olarak ele almaktan köklerinde farklıdır. Ötekini varlıksal olarak kabul etmek, ötekinin belirli bir lineer çizgiye sahip olmasını ve böylece aslında ötekinin de tarihsel bir geçmişinin var olduğunu kabul etmek anlamına gelir.

Söylemsel bir yapı olarak öteki: Ötekine bu yaklaşımla yaklaşıldığında ötekinin söylemler ve kurumlar tarafından kurulan bir bilgi nesnesi olduğunu görürüz. Oryantalizm adlı kitabında Edward Said “Doğu” olarak adlandırılan yapının aydınlanma sonrası dönemde Avrupa kültürü tarafından nasıl kurulduğunu ve üretildiğini gösterir. Doğu ve Batı arasındaki epistemolojik ve ontolojik ayrım çerçevesinde, Doğulu öteki Avrupa’nın maddi uygarlık ve kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak kurulur ve işlev görür. Bu söylemsel bir kuruluştur ve ötekinin tarihsel varlık olarak anlatılışını reddeder.

Farklılık olarak öteki: Sömürge ve sömürge sonrası dönemleri incelediğimizde bu dönemlerin farklı kimlik kurulmasındaki etkilerini ve bu kurulan kimlikleri nasıl ötekileştirdiğini, Batı’nın Doğu’yu temsil yöntemiyle nasıl ötekileştirdiğini de görmekteyiz. Ötekinin sömürge sonrası ve tarihsel/söylemsel kurulmuş bir kimlik olarak algılanması ötekinin bu sürecinin sorunsallaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Said’in Oryantalizm isimli kitabında ötekinin söylemsel niteliğini ortaya çıkarmak yolundaki girişimleri önemlidir ancak öteki hakkında fazla bir şey anlatmamasından dolayı bu süreç sorunsallaştırılmalı ve Said’e bir eleştiri olarak yöneltilmelidir. Bu

noktada öteki kavramına kimlik kavramını inceleyerek devam etmek, kimlik-öteki ilişkisini anlamak açısından yararlı olacaktır.