• Sonuç bulunamadı

Kabilecilik anlayışının Hz. Ali dönemi siyasi gelişmelerine etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kabilecilik anlayışının Hz. Ali dönemi siyasi gelişmelerine etkisi"

Copied!
163
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI

KABİLECİLİK ANLAYIŞININ HZ. ALİ DÖNEMİ SİYASİ

GELİŞMELERİNE ETKİSİ

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Hazırlayan Danışman

Yasemin BARLAK Yrd. Doç. Dr. Kenan AYAR

(2)
(3)

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü'ne

Bu çalışma, jürimiz tarafından İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı'nda YÜKSEK LİSANS tezi olarak kabul edilmiştir.

Başkan………...

Üye………

Üye………

Onay

Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

(4)

ÖNSÖZ

Toplumların gelişmesi bilime gereken değerin verilmesi ile mümkündür. Sosyal bilimler ise bir milletin diğer milletlere karşı özgüvenini oluşturması açısından oldukça önem taşımaktadır. Biz İslâm tarihi alanında yaptığımız bu araştırmamızla kendi kültür ve düşünce yapımızın temelinde var olan dini değerlerimizin doğduğu ortamı ve insanlarını çeşitli yönleriyle tanımayı amaçlıyoruz. Bunun bize dinî değerlerimizi daha doğru tanıma, yanlış kanaatlerimizi değiştirme ve geleceğimizi daha güçlü temellere oturtma imkânı vereceğine inanıyoruz.

İslâm tarihçileri tarafından, özellikle Hz. Peygamber ve ilk dört halife dönemi çok farklı yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Arap toplumu içinde Hz. Peygamber'in ölümünün ardından çok uzun bir süre geçmeden yaşanan ve İslâm inancı ile bağdaşmayan siyasi olaylarda Arap kabilecilik anlayışının oynadığı rol, Hz. Ali dönemi açısından münferit olarak ele alınmamıştır. Biz bu çalışmamızda İslâm dünyasında ve ülkemizde Hz. Peygamber'den sonra çok özel bir yerde tutulan Hz. Ali'nin iktidarı döneminde gerçekleşen talihsiz olayların sebeplerini doğru anlayabilmek açısından bu dönemi kabilecilik yönüyle değerlendirmeye çalıştık. Sosyal olayları tek bir sebebe dayandırmanın çok kısır bir bakışı ifade edeceği ve asla gerçeği tam olarak yansıtmayacağının bilincinde olmakla birlikte, çalışmamızın konusu gereği olayları kabile ilişkileri yönü ile görmeye çalıştık.

Araplar için kabile bağları özellikle İslâm'dan önce oldukça önem taşımaktaydı. Asabiyet adı verilen ve fert ile akrabalarını sıkı bir şekilde birbirine bağlayan bu güçlü duygu, Araplar için yaşam sigortası gibiydi. Coğrafi imkânsızlıklar Araplar arasında manevi değerlerin ön plana çıkmasına neden olmuştu. Soy ile övünmek, kahramanlık, cömertlik, fedakârlık; bununla birlikte kan davaları ve basit nedenlerle çatışmalara girmek Araplar için hayati konular arasında yer alıyordu.

İslâm inancının topluma yerleşmesiyle birlikte Hz. Peygamber'in gözetiminde özellikle kabilecilik anlayışının olumsuz yönleri kırılmaya çalışıldı. Dinin getirdiği kardeşlik, eşitlik ve barış mesajları bu insanlar üzerinde etkili oldu. Hz. Peygamber'in ardından ilk iki halifenin de eski geleneklere dönmeme konusunda oldukça hassas davrandıkları görülmektedir. Ancak üçüncü halifenin iktidara geliş şekli ve uygulamaları, ayrıca toplumda İslâm inancının ilk dönemlerdeki etkilerinin zayıflaması, tamamen olmasa da kabile kültürünün olumsuz yönlerini yeniden canlandırdı. Böyle

(5)

hassas bir ortamda yönetimi eline alan Hz. Peygamber'in sadık yardımcısı ve yakın akrabası Hz. Ali'yi bekleyen siyasi meseleler, kabilecilik yönüyle oldukça dikkat çekici olayları beraberinde getirdi.

Hz. Ali dönemini kabile yönü ile değerlendirdiğimiz çalışmamızın giriş bölümünü Arap soyları, asabiyet kavramı ve Hz. Peygamber döneminde kabilecilik konularına ayırdık. Birinci bölümde ilk üç halife döneminde kabilecilik açısından yaşanan gelişmeleri değerlendirdik. Araştırmamızın ikinci bölümünde Hz. Ali'ye karşı gelişen muhalefet hareketlerinde kabile faktörünü inceledik. Ayrıca iç savaşlara katılan Arap kabilelerinin siyasi beklentilerini ve siyasi tercihlerinin arka planında yer alan kabile faktörünü, edindiğimiz bilgiler ışığında değerlendirdik. Araştırmamızın üçüncü bölümü ise Haşimoğulları'nın lideri Hz. Ali ile Ümeyyeoğulları'nın lideri Muaviye arasında geçen liderlik çekişmesi ve Sıffîn Savaşı ile bu savaşın ardından yaşanan siyasi gelişmelerden oluşmaktadır.

Araştırma konusunun seçiminde ve her aşamasında görüş ve uyarılarından istifade ettiğim danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Kenan Ayar'a, çalışmam boyunca yakın ilgi ve desteklerini esirgemeyen diğer hocalarım Prof. Dr. Osman Zümrüt, Prof. Dr. M. Zeki Terzi, Yrd. Doç. Dr. İsrafil Balcı'ya ve eşim Hasan Barlak'a burada teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

(6)

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ………...IV İÇİNDEKİLER……….VI ÖZET………...VIII ABSTRACT………...IX KISALTMALAR………...X GİRİŞ………....1

A. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI…………...1

B. İSLÂM’DAN ÖNCE ARAPLARDA KABİLE HAYATI………...4

1. Arap Kabilelerine Toplu Bir Bakış………4

2. Araplarda Kabilecilik Anlayışı ve Asabiyet………..6

3. Mekke'nin KabileYapısı………..10

C. HZ. MUHAMMED DÖNEMİ VE KABİLECİLİK………..17

I. BÖLÜM………...23

İLK ÜÇ HALİFE DÖNEMİNDE KABİLECİLİK………23

A. HZ. EBÛ BEKİR DÖNEMİ……….23

B. HZ. ÖMER DÖNEMİ………..26

C. HZ. OSMAN DÖNEMİ………....28

II. BÖLÜM……….32

HZ. ALİ'NİN İKTİDARA GELİŞİNDE VE CEMEL OLAYI'NDA KABİLECİLİK……..………....33

A. HZ. ALİ’NİN HALİFE SEÇİLMESİ………33

1. Hilâfetinden Önce Hz. Ali….……..………33

2. Hz. Ali'nin İktidara Gelişi………....34

B. HZ. ALİ'NİN HALİFELİĞİNE KARŞI YAKLAŞIMLAR……….38

1. Hz. Ali'nin Halife Seçilmesine Kureyş'in Yaklaşımı………...38

2. Hz. Ali'nin Hilâfetine Ümeyyeoğulları'nın Bakışı………...………40

C. HZ. ALİ'NİN İLK SİYASİ KARARLARI………43

1. Hz.Ali'nin Vali Seçimlerinin Kabilecilik Açısından Değerlendirilmesi……..49

2. Yemenli Kabilelerin Hz. Ali Yönetimine Etkileri………...52

D. HALİFEYE KARŞI İLK MUHALEFET GİRİŞİMLERİNDE KABİLECİLİĞİN ETKİSİ………...55

(7)

1. Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam Ve Hz. Aişe'nin Muhalefeti……....55

2. Muaviye b. Ebî Süfyan ve Ümeyyeoğulları'nın Halifeye Baş Kaldırısı……..61

E. CEMEL SAVAŞI'NDA KABİLECİ YAKLAŞIMLAR…...……….67

1. Hz. Aişe, Talha Ve Zübeyr İle Ümeyyeoğulları'nın Bir Araya Gelişi……….67

2.Gruplaşmalara Karşı Tarafsız Kalanlar ………...73

a. Hicaz Grubu……….73

b. Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin Kûfeliler'e Etkisi……….77

3. Basra'lı Kabilelerin Tutumu……….80

4. Cemel Savaşı'nın Sonuçları……….86

III. BÖLÜM………...88

HZ. ALİ - MUAVİYE MÜCADELESİNDE KABİLECİLİK……...………88

A. EMEVÎ-HAŞİMÎ MÜCADELESİNİN DÖNEME YANSIMASI………....88

1. Hz. Ali İle Muaviye Arasındaki Yazışmalarda Kabile Unsuru………...89

2. Muaviye'nin Taraftar Toplama Politikasında Kabileciliğin Yeri………94

3. Kûfe'nin Kabile Yapısı Ve Hz. Ali Dönemine Etkisi ………...103

4. Hz. Ali ve Muaviye'nin Ordusunda Yer Alan Kabileler ………...105

5. Sıffîn Savaşı'nda Kabilecilik Görüntüleri………..108

B. KABİLECİLİK ANLAYIŞININ HAKEM OLAYINA ETKİSİ………...113

1. Hârici Çıkışının Kabile Boyutu……….123

2. Hz. Ali'nin Hâriciler'le Mücadelesi………....129

C. SIFFÎN SAVAŞI SONRASINDA YAŞANAN DİĞER SİYASİ GELİŞMELERDE KABİLE FAKTÖRÜ……….132

1. Muaviye'nin Basra Üzerine Yönelmesi……….132

2. Abdullah b. Abbas'ın Hz. Ali'den Ayrılışı……….134

3. Hırrît b. Râşid İsyanı………...135

4. Muaviye'nin Diğer Bölgelere Yaptırdığı Akınlar………..136

5. Hz. Ali İle Muaviye Arasında Yaşanan Hac Polemiği………..138

6. Yemen Seferi ve Haşimoğulları'na Gözdağı………..139

7. Hz. Ali'nin Öldürülmesi……….141

SONUÇ……….143

(8)

ÖZET

Araştırmamızın giriş bölümünde kabileciliğin tanıtımı ve İslâm inancı ile katı kabile kurallarında yaşanan yumuşamayı ele aldık. Birinci bölümde ilk üç halifenin Kureyş'e ve diğer Arap kabilelerine siyasi yaklaşımlarını ve yönetim stratejilerini ifade ettik. Üçüncü halifenin seçiminde yeniden canlanan Haşimoğulları-Ümeyyeoğulları rekabetine ayrıca dikkat çektik. Araştırmamızın ikinci bölümünde kabilelerinin isyanıyla birlikte Hz. Osman'ın öldürülmesinin ardından gittikçe belirginleşen kutuplaşmalara değindik.

Hz. Ali'nin iktidara gelişinden rahatsızlık duyan Kureyş'in seçkinlerinin oluşturduğu blok ile halifenin ilk iç savaşı olan Cemel Savaşı'nı kabilecilik yönüyle ele aldık. Hz. Ali'nin iktidarı döneminde kabile bağları nedeniyle temas kurduğu Ensar ve Yemenli kabilelerle olan ilişkilerine özellikle dikkat çektik. Basra ve Kûfe'ye yerleşen kabilelerin yaşanan iç savaşlardaki tutum ve yönelişlerini değerlendirdik.

Üçüncü bölümü Haşimoğulları-Ümeyyeoğulları mücadelesinin Hz. Ali'ye karşı Muaviye'nin isyanıyla yeniden canlanması ve iki lider arasında yaşanan süreç ile Sıffîn Savaşı ve sonrasındaki gelişmelere ayırdık. Hakem olayında yaşanan gelişmelerde Arap kabileleleri arasındaki ittifakların ve düşmanlıkların oluşturduğu etkilerin üzerinde ayrıca durduk. Bu olayda kendini gösteren Hârici çıkışını kabile boyutuyla incelemeye çalıştık. Çalışmamızı iktidar mücadeleleri nedeniyle yaşanan iç savaşlar neticesinde ülkenin Hz. Ali ve Muaviye arasında fiili olarak bölündüğünü ifade ederek bitirdik.

(9)

ABSTRACT

Introduction part deals with the definition of tribalism and how the strict rules of tribes were saftened by the Islamic belief. The first chapter defines the administration strategies and the political attitudes of the first three caliphes towards Quraysh and other Arab tribes. In addition it points out the rivalry of Hashimis and Umayyads, which was activated again in the election of the third caliph.

The second chapter clarifies the polarization which became clear after the rebellion of tribes and the assassination of Othman. It also consists of the analysis of Camel War, which was the first civil war between the caliph and the elite of Quraysh who were against the government of Ali, from the tribalism perspective, and the explanation of the relations of Ali with Ansar and Yemenies tribes during his power. The chapter also includes the assessment of the attitudes and tendencies of tribes who migrated to Basra and Qufa towards civil war.

The third chapter consists of the revival of the struggle between Hashimis and Umayyads, after the rebellion of Muawiyah against Ali, the process between two leaders, Sıffın War and post-war events. The chapter also includes the effects of hostility and alliance among Arab tribes on the arbiter event and the analysis of the foreingner activity in the arbiter event from the tribalism perspective.

The conclusion part includes the process of the division of the country into two between Ali and Muawiyah as a result of power struggles which ended in civil wars.

(10)

KISALTMALAR A.Ş. : Anonim Şirketi

AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

b. : Bin

bk. : Bakınız

b.y.y. : Basım yeri yok çev. : Çeviren

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi H., h. : Hicrî

Haz. : Hazırlayan

Hz. : Hazreti

İA : İslâm Ansiklopedisi

İSTEM : İslâm San'at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi İÜEF : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

M., m. : Milâdî

MEB : Millî Eğitim Bakanlığı m.ö. : Miladdan önce

m.s. : Miladdan sonra

MÜİF : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

OMÜİFD : Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi öl. : Ölümü

s. : Sayfa

ss. : Sayfalar

S.A.V. : Sallalahu Aleyhi Ve Sellem T.C. : Türkiye Cumhuriyeti

thk. : Tahkik

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

tlk : Ta'lik

Tsh. : Tashih t.y. : Tarih yok yay. : Yayınları

(11)

GİRİŞ

A. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI Siyaset bilimi daha çok yönetenleri ifade eden bir kavram olarak tanımlansa da

toplumların tarihi seyrinde yönetenler kadar yönetilenlerin de etkisi olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Toplumlar kültürleri ile var olurlarken kültürlerinden edindikleri ortak düşünce ve değerleri doğrultusunda kendilerini geleceğe taşırlar. İster devlet adı altında olsun, ister olmasın her toplumun içerisinde siyaset yerini almıştır.

Tarih gerek siyasi, gerek coğrafi, gerek iktisadi ve gerekse kültürel birçok etkinin oluşturduğu çok yönlü bir mozayiği içinde barındırır. Tarihi anlayabilmek bu farklı yapıları tek tek çözebilmeyi gerektirir. İslâm Tarihine farklı açılardan objektif bir bakışla yaklaşabildiğimizde, kuşkusuz kendi gerçeklerimizi de daha doğru tanımamız mümkün olur. Bu bakımdan Hz. Ali döneminde yaşanan hadiseleri doğru bir şekilde algılayabilmek İslâm kavramı ile Arap geleneklerini birbirinden ayırabilmek adına önemli bir basamak olacaktır. Zira bu dönem itikat ile geleneğin birbiriyle mücadele ettiği, yer yer birbirinin üzerini örttüğü, yerine göre ise ayırt edilmesi zor bir şekilde iç içe girdiği bir dönemdir.

Asabiyet, başta ilkel toplumlarda olmak üzere, günümüze kadar birçok toplumda etkisini sürdürmeye devam eden sosyal bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. İslâm'dan önce kabileler halinde yaşayan ve kabilecilik anlayışını en belirgin şekilde sosyal hayatlarına yansıtmış olan Arap toplumundaki bu geleneğin, İslâm'dan sonra da çeşitli hadiselerde etkisini gösterdiği anlaşılmaktadır. Hz. Ali dönemi İslâm tarihinde daha çok iç savaşları ile dikkat çeken bir dönemdir. Bu iç savaşların meydana gelmesinde Arapların toplum yapısının kaynağında var olan kabile faktörü önemli bir rol oynamıştır.

Araştırmamızda Hz. Ali döneminde yaşanan toplumsal hareketliliği ve iktidar mücadelelerini kabilecilik anlayışının etkileri doğrultusunda ele aldık. Çalışmamızı hazırlarken, eserlerde yer alan tarihî bilgileri de özellikle bu yönü ile değerlendirmeye özen gösterdik. Gerek iktidar mücadelelerinde, gerekse kabilelerin iktidara bakışında kabilecilik anlayışının etkilerini doğru bir şekilde ortaya koyabilmek amacı ile kişi ve kabilelerin geçmişini ve kabile ilişkilerini araştırarak, anlatım içinde bunlara değinmeyi uygun gördük. Şüphesiz ki yazıldıkları dönemin sosyo politik şartları ve müelliflerin sempati duyduğu itikadi ve siyasi oluşumlar yazılarına da aksetmiştir. Biz araştırmamızı

(12)

yaparken bu gerçeği de görmeye çalıştık. Bu nedenle eserlerde yer alan bilgilerden çoğunlukla birkaç eserde verilmiş olanları kullanırken, bir kısım rivayetten de olayların akışına uygun olanlarını tercih ettik. Özellikle şahıslara ait olduğu ifade edilen bir kısım sözleri, gerçekliği olsun veya olmasın o dönemde yaşanan gelişmeleri yansıtması veya en azından halkın bu olaylar ve kişilere ilişkin kanaatlerini belirtmesi bakımından kullanmakta bir sakınca görmedik.

Araşmamızda anahtar kavramlar olarak önem taşıyan Araplar'da kabilecilik anlayışı ve bu anlayışın muhatapları olan Arap soyları ile ilgili olarak yararlandığımız kaynaklardan bazıları; İbn Hazm'ın (456/1064) "Cemheretü Ensâbi'l Arab",1 Nüveyrî'nin (733/1332) "Nihayetü'l-Ereb", İbn Haldun'un (808/1405–1406) Mukaddime", Ahmed Emin'in "Fecrü'l-İslâm", Şemseddin Günaltay'ın "İslam Öncesi Araplar ve Dinleri", Neşet Çağatay'ın "İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı", adlı eserleridir. Lugat olarak faydalandığımız eserler ise İbn Manzur'un (771/1369) "Lisânü'l Arab"ı ile Zebîdi'nin (1205/1790) "Tâcu'l Arûs"u olmuştur.

Hz. Peygamber dönemi ile ilgili ayrıntılı olarak bilgi edinebildiğimiz siyer ve meğazi eserlerinden İbn İshak'ın (151/768), "Sîretü İbn İshak"ını, Vakidî'nin (207/823), "Kitâbu'l-Meğazî"sini ve İbn Hişam'ın (218/833) "es-Sîretu'n-Nebeviyye"sini sayabiliriz. Bu kaynaklardan yalnızca Hz. Peygamber dönemi hakkında değil, İslâm'dan önce Kureyş kabilesi ve Mekke toplumunun yapısı hakkında da sağlam bilgilere ulaşma imkânımız oldu.

Çalışmamızda siyasi gelişmelerde etkili olan ve kabile bağlantılarının oldukça önem taşıdığı şahıslar ve kabileleri hakkında ayrıntılı bilgi verebilmek ve bu bağlantıları tezimizin amacı doğrultusunda kullanabilmek amacıyla Tabakat kitaplarından istifade ettik. Bu konuda İbn Sa'd'ın "et-Tabakâtü'l Kübrâ"sına (276/889), Belâzurî'nin (279/892) "Ensâbu'l-Eşrâf"ına, İbnü'l Esîr'in (630/1232) "Üsdü'l-Ğâbe"sine ve İbn Hacer'in (852/1448) "Tehzîbü't-Tehzîb"ine sıkça başvurduk.

Halife b. Hayyât'ın (240/854) "Tarih"i çalışmamızda yararlandığımız temel kaynaklardan birisi oldu. Bu çalışma oldukça erken bir dönemde kaleme alınmış olması ve net bilgiler vermesi nedeni ile bizim için önemli bir başvuru kaynağı oldu. Genel tarih kitaplarından, olayların kronolojik sırasına göre düzenli ve geniş bir şekilde bilgi vermiş olması nedeniyle Taberî'nin (310/922) "Tarih"i ve aynı düzen içerisinde daha

(13)

özet bir şekilde kaleme alınmış olan İbnü'l Esîr'in (630/1232) "el-Kâmil"i başvurduğumuz temel kaynaklar arasındadır.

Çalışmamızda Emevî-Haşimî çekişmesini incelerken özellikle Makrizî'nin (845/1444) "Resâilü'l-Makrizî"sinden yararlandık. Bu eserin İslâm öncesi dönemden itibaren Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki mücadeleyi Hz. Peygamber dönemi de dâhil olmak üzere dikkat çekici bir üslûpla ele aldığı bölümü bizim konumuz açısından oldukça yararlı oldu. Bunlardan başka İbn Şebbe (262/876) "Tarîhu Medîneti'l-Münevvere", Ya'kubî (294/897) "Tarîhu'l-Ya'kubî", Mes'ûdî (845/1444) "Murûcu'z-Zeheb", İbn Kuteybe (276/889) "el-İmame ve's-Siyase", yararlandığımız diğer müellifler ve eserler arasındadır.

Fetih hareketleri ve yeni kurulan vilayetlere yapılan kabile iskânları konusunda Belâzurî (279/892) "Futûhu'l-Buldân" ve İbn A'sem (314/926) "el-Futûh" başvurduğumuz eserlerdendir. Ayrıca Sıffîn Savaşı hakkında müstakil bir çalışma olan Minkarî'nin (212/827) "Vak'atu Sıffîn" isimli eseri de önemli ölçüde yararlandığımız eserler arasındadır. Bu eser Sıffîn Savaşı'nı geniş çaplı bir şekilde ele almış olması ve birçok ayrıntıyı içermesi bakımından önemli bir çalışmadır. İbn Kesîr'in (774/1372) "el-Bidaye ve'n-Nihaye"si ve Ahmed Cevdet'in "Kısas-ı Enbiya"sı olayları aktarırken yaptıkları ilgi çekici yorumları açısından yararlandığımız önemli çalışmalar arasında gösterilebilir.

Ayrıca Nu'aymî'nin "Hâricîlerin Doğuşu", Mehmed Hatiboğlu'nun, "Hilafetin Kureyşliliği", İbrahim Sarıçam'ın "Emevî Hâşimî İlişkileri", Fığlalı'nın "İbâdiye'nin Doğuşu Ve Görüşleri" Ahmet Önkal'ın "Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme" adlı araştırmaları da işlediğimiz konular doğrultusunda bize önemli ölçüde yardımcı oldu.

Araştırmamızda batılı bilim adamlarından Wellhausen'in, "Arap Devleti ve Sukutu", "İslâmın En Eski Tarihine Giriş" ve "İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri" adlı çalışmaları ile Watt'ın, "Hz. Muhammed Mekke'de", "İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri", "İslam'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu" ve Bernard Lewis'in, "Tarihte Araplar" adlı eserleri olaylara bakışımızda bize alternatif yaklaşımlar kazandırdı.

Çalışmalarında kabilecilik konusu üzerinde durmuş olan Durî', özellikle "İlk Dönem İslâm Tarihi" adlı eseriyle, Taha Hüseyin "el-Fitnetü'l Kübrâ", Câbirî "İslâm'da

(14)

Siyasal Akıl" ve Adem Apak "Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri" isimli çalışmaları ile zikretmemiz gereken yazarlar arasında yer almıştır.

Araştırmamızda özellikle döneme en yakın kaynakları öncelikli olarak kullanmaya özen gösterdik. İki ya da daha fazla kaynak gösterme durumunda, müelliflerin ölüm tarihlerini dikkate alarak önce yaşayandan geriye doğru verdik. Günümüzde yapılan genel tarih çalışmaları ve özel araştırmalardan ayrıca yararlandık. Bu konuda günümüz yazarlarının konularla ilgili değerlendirmelerini dikkate almaya çalıştık. Bunlar tarihi olayların günümüz bakışıyla ele alınması açısından bize yol gösterici olmuştur.

B. İSLÂM'DAN ÖNCE ARAPLARDA KABİLE HAYATI 1. Arap Kabilelerine Toplu Bir Bakış

Samî kavimlerin sayı ve yayılış olarak en geniş kitlesi olduğu ifade edilen Araplar'ın,2 tarihi geçmişleriyle ilgili bu günkü yapılan çalışmalarda genel olarak kabul edilen görüş, vatanlarının Arabistan bölgesi olduğudur. Kendileriyle ilgili elde edilen en eski bilgiler komşu devletlerin onlar hakkında yazdıkları belgelerden oluşmaktadır.3 Asurlular'a ve Babilliler'e karşı çeşitli savaşlarla mücadele ettikleri ve bazı dönemlerde onlara vergi verdikleri yine bu devletlere ait metinlerde ifade edilmektedir. Yaşadıkları coğrafyanın istilaya müsait olmaması nedeniyle Persler'den korundukları, ancak bir dönem Büyük İskender'in bu bölgeyi sınırlarına kattığı da tarihi bilgiler arasında yer alır. Roma İmparatorluğu, Mısır, Suriye ve Filistin'e hâkim olduğu dönemlerde Nabatî ve Palmira krallıklarıyla iletişime girmiş ancak yine de Arabistan'ın içlerine nüfuz edememiştir. 4

İslâm'dan önce Araplar çeşitli devletler kurmuşlardır. Bunlardan bilinenleri şunlardır: Main Krallığı (m.ö. 1400–650), Sebe Krallığı (m.ö. 750–115), Himyerî Krallığı (m.ö. 115-m.s. 525), Nabatî Krallığı (m.ö. IV. Yüzyıl-m.s. 106), Palmira (Tedmür) Krallığı (m.ö.3000-m.s. 273), Gassânî Krallığı (m.ö. III. Yüzyıl-m.s. 634), Hîre (Lahmî) Krallığı (m.s. III. Yüzyıl–634), Kinde Krallığı (m.s. V-VI. Yüzyıl). 5

2 Philip K. Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİF yay., İstanbul 1995, I, 23. 3 Hasan İ. Hasan bunun sebebini iki maddede ifade etmiştir. Ona göre eski Arap tarihi konusunda bilgi

yetersizliğinin birinci sebebi siyasi birliğin olmayışı, ikinci sebep ise okuma yazma bilmemeleridir bk. Hasan İ. Hasan, Tarîhu'l-İslâm, es-Siyâsî ve'd-Dînî ve’s-Sekâfî ve'l-İctimâî, Kahire 1979, I, 1.

4 Hakkı Dursun Yıldız, “Arap”, DİA, İstanbul 1991, III, 272. 5 Yıldız, “Arap”, DİA, III, 275.

(15)

Arap geleneğinde Araplar temel olarak iki büyük kısma ayrılmışlardır.6 Arab-ı bâide; tarihin eski devirlerinde yaşamış ve çeşitli nedenlerle yok olmuş Araplardır. Bu Arapların başlıca kavimleri Âd, Semud, Medyen, Tasm, Amâlika, Casim, Abdi Dahm, Ubeyl, Hadûra, Cedis ve Birinci Cürhüm kavimleri olarak ifade edilmişlerdir.7 Arab-ı bakiye ise soyları devam eden Araplardır. Bu da kendi içinde Arab-ı âribe ve Arab-ı müsta'ribe olmak üzere ikiye ayrılır.

Arab-ı âribe; Tevrat'ta geçen bilgilere göre Yekta'nın ( diğer adıyla Kahtan) neslinden gelen güney Araplarıdır.8 Geleneksel olarak Yemenliler ya da Kahtanîler diye anılmaktadırlar. Bunlar eski dönemlerde yok olan Araplardan sonra onların yerini alan gerçek Araplar olarak da ifade edilirler.9 Cürhüm ve Ya'rub, Kahtanîler'in iki büyük koludur. Ya'rub'dan meydana gelen Kehlân ve Himyer kabileleri ise birçok kabilelere ayrılmış ve değişik sebeplerle Arabistan'ın çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Kehlânîler'den Hicaz tarafına giden Sa'lebe b. Amr buradan Medine'ye göç etmiş, Evs ve Hazreç kabileleri de bunlardan oluşmuştur. Hârise b. Amr (Huzaa) ise Cürhümlüler'i kovarak Mekke'ye yerleşmiştir. Ezd kabilesi ise kuzeye gitmiştir. İmrân b. Amr Uman'a, Cefne b. Amr Suriye'ye, Lahm ve Cüzâm Hîre'ye, Tay kabilesi Ecâ ve Selmâ dağlarına, Kinde kabilesi çeşitli bölgelerden sonra Necid'e yerleşmiştir.10

Arab-ı musta'ribe ise sonradan Araplaşmış olarak ifade edilen Arap kabileleridir. Bunlar Kahtanî asıllı olan ve Mekke'ye yerleşen Cürhümlüler'le, Hz. İsmail'in soyundan türemiş olan Araplardır. Bu kabileler Adnanîler olarak ifade edilmekle birlikte İsmâilîler, Meaddîler, Nizârîler olarak da isimlendirilmişlerdir.11 Palmira'lılar, Nabatî'ler, Necd'liler ve Hicaz'lılar Adnanî kabilelerdir.12 Hz. Peygamber'in atası Adnân'a bağlı olan başlıca Arap kabileleri ve kolları şunlardır: Adnân, Mead, Nizar (İyâd, Enmar, Rebîa, Mudar), Rebîa (Esed, Aneze, Abdülkays, Vâil), Mudar (Kays-ı Aylân, İlyâs), Kays-ı Aylân (Süleym, Hevâzin, Gatafân), Gatafân (Abs, Zübyân), İlyâs (Temîm, Hüzeyl, Esed, Kinâne), Kinâne (Kureyş), Kureyş (Cemûh, Sehm, Adî,

6 Ahmed Emin, Fecrü'l-İslâm, Dâru'l Kitabi'l-Arabî,Beyrut 1964, s. 5; Bernard Lewis, Tarihte Araplar,

çev. Hakkı Dursun Yıldız, Anka yay., İstanbul 2000, s. 36; Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

7 Hitti, İslam Tarihi, I, 56; Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

8 İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, Cemheretu Ensâbi'l-Arab, thk. ve tlk. Abdüsselâm

Muhammed Harun, Dâru'l-Meârîf, Kahire t.y, s. 8.

9 Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5; Hitti, İslam Tarihi, I, 56. 10 Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

11 Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273. 12 Hitti, İslam Tarihi, I, 56.

(16)

Mahzûm, Teym, Zühre, Kusay), Kusay (Abdüddâr, Esed b. Abdüluzzâ, Abdümenâf), Abdümenâf (Abduşşems, Nevfel, Muttalib, Hâşim).13

Adnanîler nüfusları çoğalınca Mekke'den çeşitli bölgelere dağılmışlardır. Başlangıçtan itibaren Mekke ve civarında yerleşik bir hayat yaşayan Kureyş dışındaki kabileler Tihâme, Necid ve Hicaz'da göçebe ya da yarı göçebe olarak yaşamaya devam etmişlerdir.14

İslam öncesi dönemde güney Arapları ile kuzey Arapları arasında çeşitli yönlerden farklılıklar olduğu ifade edilmektedir. Güney Arapları göçebe olmayan medenileşmiş bir toplum olarak yaşıyorlardı. Kuzey Arapları ise çoğunlukla göçebe olmak üzere kısmen de yerleşik yaşayan Araplardı. Buna bağlı olarak nüfus yoğunluğu kuzey Araplarında yayvan bir görünüme sahipken güney Araplarında daha yoğundu. Güney Arapları ortak bir kültüre sahipken, kuzeyliler heterojen bir görünüme sahiptiler.15 Dil özellikleri açısından da birbirinden farklılık göstermekteydiler. Kuzeyliler Kur'an'da yer alan mükemmel Arapçayı konuşurlarken güneyliler ise kendilerine has Habeşçe ve Akkâd dili ile konuşmaktaydılar.16 Tüm bu özelliklerin etkisiyle iki bölge Arapları arasında fikir ve kültür seviyeleri de farklılık göstermekteydi.17

2. Araplarda Kabilecilik Anlayışı ve Asabiyet

K-b-l kökünden gelen ve Arapça bir kelime olan kabile, sözlükte bir babanın çocukları, bir ağacın dalları,18 karşılıklı duran ve birbirine geçmiş kafatası kemiklerinin her birinin ismi19 anlamlarına gelmektedir. Terim anlamı ise, üyelerini ortak bir soy altında birleştiren topluluk20 veya aynı atadan gelen ve birbirine kan bağıyla bağlı olan insan topluluklarına verilen addır.21

13 Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273. 14 Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

15 İrfan Shahid, "Araplar'ın Hâkimiyeti Ve Yükselişi", çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür ve

Medeniyeti, Kitabevi yay., İstanbul 1997, I, 33.

16 Hitti, İslam Tarihi, I, 55; Bernard Lewis, Tarihte Araplar, s. 36; Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5. 17 Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5.

18 İbn Manzur, Lisanü'l-Arabi'l-Muhît, Dâr-u Lisâni'l-Arab, Beyrut 1970, III, 12; Seyyid Muhammed

Murtaza Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, Dâru'l-Fikr, b.y.y. t.y., VIII, 72.

19 Zebîdî, Tâc,VIII, 72.

20 Hüseyin b. Muhammed Râğıb el-İsbehânî, El-Müfredât Fî Ğarîbi'l-Kur'ân, Kahraman yay., İstanbul

1986, s. 592; VIII, 72.

(17)

Araplar kabilelerini şa'b, kabile, imâre, batn, fahz gibi isimlerle büyükten küçüğe doğru sıralamışlardır.22 Ancak ister en küçük ister en büyük soy birliği olsun, kabile kelimesi bunlara ortak ad olarak da kullanılmaktadır.23

Araplarda kabile kavramı ile alakalı olarak kullanılan diğer bir kavram da asabiyettir. A-s-b kökünden gelen bu kelime, eklem bağları anlamına gelmekle beraber kişinin çocukları ve baba tarafından akrabaları anlamında da kullanılmaktadır.24 İslâm'dan önceki devirde asabiyet, bir kimsenin asabesini yani baba tarafından akrabalarını ya da çoğunlukla kabilesini, haklı olsun veya olmasın her konuda müdafaa etmeye hazır olması ve kabile fertlerinin, gerek kendi mal ve mülklerini korumak ve gerek başkalarının mal ve mülklerini zaptedmek için, bir söz üzerine, derhal birleşmesi demekti.25

Kabile üyelerinin birbirlerine nesep yoluyla bağlı olmaları kabile asabiyetini doğurmuştur. İslâm'dan önce düzenli bir siyasî birliğe ve hukuka sahip olmayan Arap kabilelerini, kendi kabilelerinden olan bir kişiyi her ne sebeple olursa olsun diğer kabilelerin saldırılarından korumaya veya yapılan saldırın maddi ve manevî zararını telafi için harekete geçmeye sevk eden etken asabiyet duygusuydu. İslâm'dan önce Araplar arasında sıkça yapılan savaşların temelinde de bu duygu yatmaktaydı.26

Araplarda asabiyet veya diğer adı ile kabilecilik anlayışı, "Bizim en kötümüz başkalarının en iyisinden daha iyidir."27, “Ben ve kardeşim amcaoğluna karşıyız, ben ve amcaoğlu yabancıya karşıyız."28 sözlerinde yerini bulmaktadır. Asabiyet anlayışı özellikle zor zamanlarda kabilelerin imdadına yetişen en doğal bağ olarak da değerlendirilebilir. Kabileler arasında akrabalık bağının kuvvetliliği oranında yardımlaşma eğilimlerinin de arttığı görülmektedir.29 Bununla birlikte kabilecilik anlayışı, en büyük soy birliklerinden başlayarak gittikçe daralabilmekte, amcaoğullarının birliğine, kardeşler birliğine ve hatta şahsın kendi ailesine kadar indirgenebilmektedir. Bu anlayış bir yandan ayrılmaz bir birliği, diğer yandan ise en yakın akrabalardan en uzak akrabalara kadar oluşabilecek çekişmeleri de beraberinde

22 Zebîdî, Tâc, VIII, 72.

23 Adem Apak, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, Düşünce yay., İstanbul

2004, s. 2.

24 İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, II, 790–792.

25 Ahmed Ateş, "Asabiyet", İA, Eskişehir 1997, I, 663. 26 Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 31.

27 Abdülaziz Kabbânî, el-Asabiyye Bünyetü'l-Müctemei'l-Arabiyye, Beyrut 1997, s. 40.

28 Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, çev. Zeki Megâmiz, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1974, s. 22. 29 İbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadirî Ugan, MEB yay., İstanbul 1989, I, 323-324.

(18)

getirmektedir. Zira Araplar asabesini müdafaada tam bir taraflılık içerisinde olmalarının yanı sıra saf bir ferdiyetçiliğe de sahiptirler.30

Araplarda asıl nesep baba tarafından kabul edilse de anne ve dolayısıyla dayı tarafı da onlar için önemli bir bağ sayılabiliyordu. Bu, Arapların hısımlık yoluyla başka bir kabilenin desteğini alma ve yardımlaşma ihtiyacından kaynaklanmaktaydı. Örneğin Hz. Peygamber'in Mekkelilerin baskıları karşısında Medineliler tarafından yardım ve destek görmesinin sebeplerinden biri olarak, annesinin Beni Neccar'dan olması gösterilmektedir.31

İslâmiyet'ten önce Araplar yaşayışlarına göre iki gruba ayrılmaktaydılar; bedevîler ve şehirliler. Çöl ve vahalarda develeriyle beraber konargöçer olarak çadırlarda yaşayanlara bedevî; köy, kasaba ve şehirlerde yerleşik hayat yaşayanlara da hadarî denilmekteydi.32 O dönemdeki Arap şehirlerinin en tanınmış olanları Hicaz'da Mekke, Medine, Taif ve Yemen'de Me'reb ve San'a şehirleriydi. Bu şehirlerde yaşayan halk, geçimlerini daha çok ticaretle sağlarlardı. Bedevîler ise Arapların çoğunluğunu oluşturmaktaydı. Kendilerini belirli bir bölgeye bağlı kılacak ve refah düzeyini artıracak hiçbir varlığın olmadığı bu çöl hayatında, onları birbirlerine bağlayan ve varlıklarını hissettiren en önemli unsurlar ise kabile ve dil birliği idi.33

Bedevî kabileler kendi içlerinde özel toprak mülkiyeti tanımazlar, otlaklar ve su kaynakları onlar için hayatî önem taşıdığından ortak mal kabul edilirdi. Kabilelerin önemli gelir kaynaklarından biri de diğer kabilelere karşı düzenledikleri yağma ve baskınlardan elde ettikleri ganimetlerdi.34 Yaşadıkları coğrafyanın ağır hayat şartları, onlar için yağmacılığı zorunlu bir geçim yolu yapmıştı. Özellikle reislik, şeref, çıkar çatışmaları gibi nedenlerle aynı kabile içerisinde de şiddetli savaşlar yaşanabilmekteydi. Adnanîler ile Kahtanîler arasında asırlarca yaşanan düşmanlık bu açıdan önemli bir örnektir. Aynı düşmanlığın uzantıları, aslen Yemenli Medine'li Evs ve Hazreç kabileleriyle aslen Adnanî olan Mekkeliler arasında İslam'dan sonra da yaşanmaya

30 C. Brockelmann, İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, çev. Neş'et Çağatay, AÜİF yay., Ankara 1964,

I, 4.

31 Zeydan, İslâm Medeniyeti, s. 26. 32Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 30. 33 Zeydan, İslâm Medeniyeti, s.16–17. 34 Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 31.

(19)

devam etmiştir.35 Yine Evs ile Hazreç, Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları ve Mudar ile Rebia mücadeleleri36 bu çeşit kabile çatışmalarının önemlilerindendir.

Arap geleneğinde yabancı bir kabilenin arazisinde dolaşan veya her hangi bir malına zarar veren kimse düşman sayıldığından, ölüm ve soyulma tehlikesini göze almış olurdu. Bununla beraber farklı bir kabileden sığınma isteyen kimse himaye edilebilir, bir kabile azası bir yabancıyı kendi kabilesine dâhil edebilirdi. Böylece birkaç nesil sonra bu kabile bütün akrabalık haklarına sahip olurdu.37

Arapların kendi kabilelerini -haklı olsun veya olmasın- desteklemek zorunda olduklarına inanmaları, kuşkusuz sadece koyu bir taassupla açıklanamaz. Onlar, hayatta kalabilmek, diğer kabileler arasında nüfuz elde edebilmek ve dışarıdan gelecek baskınlara karşı mücadele edebilmek amacıyla birbirlerini korumak ve birbirlerinin çıkarlarını gözetmek zorundaydılar. Bu onların yaşam mücadelelerinin önemli bir kuralıydı. Bir kabilenin büyük, küçük, kuvvetli veya zayıf oluşu o kabile mensuplarının sayısına, nüfuzuna ve mal varlığına göre ölçülmekteydi. Bu nedenle kabileler arasında yardımlaşma, dayanışma ve antlaşmalar yapılmakta, çeşitli ittifaklar kurulmaktaydı. Yapılan bu antlaşmalara "hilf" adı verilmekteydi. Hilf yapacak olan kabileler törenlerle ve yeminlerle birlikte, tek bir kabile gibi düşmanlara karşı hareket etmek üzere anlaşırlardı. Artık içlerinden birine yapılacak her hangi bir saldırı diğerlerine karşı yapılmış gibi mütalaa edilir ve öylece savunmaya geçilirdi.38 Örneğin Mekke'de İslâm'dan önce "Ahlâf" ve "Mutayyebûn" adı verilen karşılıklı iki ittifak yapılmış, 39 bu ittifakların etkileri, Hz. Peygamber'e karşı yönelimlerde bir ölçüde belirleyici olmuştur.

Kabileler reisler tarafından idare ediliyordu. Şahsî meziyetleri veya servetleri nedeniyle reis seçilen kimselerin, genel olarak yapılan müzakerelerde her ne kadar sözleri geçerliyse de bu reislerin hukuki bir hakları yoktu ve idarecilik vazifesi emretmekten çok hakemlik yapmaktı.40 Ancak vazifeleri yetkilerinden çok daha fazlaydı. Kendilerinden harp zamanı hayatlarını, barışta ise servetlerini ortaya koymaları beklenirdi. Kabile reislerinin cinayetler konusunda da hukukî kaide uygulamaları mümkün değildi. Katil olayının intikamını almak, maktulün en yakın

35 Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6.

36 H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 88. 37 Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 4. 38 Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 31. 39 İbn Hişam, Sîre, I, 138–40. 40 Lewis, Tarihte Araplar, s. 43

(20)

akrabasının hakkıydı. Bunun sonucu olarak nesillerce devam eden kan davaları ortaya çıkardı.41

Çeşitli sebeplerle aynı kabilenin alt birimlerinde uzun süreli düşmanlıkların da yaşanabildiğini yukarıda ifade etmiştik. İşte bu özelliklere bağlı olarak Adnanîlerin iki kolu olan Mudar ile Rebia arasında ortaya çıkan ve asırlarca devam eden rekabet, yine Yemenliler ile Mudarlılar arasındaki düşmanlık özellikle Sıffin Savaşı'nda safların belirlenmesinde ve daha sonra meydana gelen hakem seçimi olayında kendilerini göstermiştir. Mekke'de Kureyş kabilesinin iki kolu Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki mücadele ise Arap İslam devletinin yönetim kadrosunu belirleyici iki temel unsur olmuş, devrin siyasi gelişmeleri bu iki kabilenin iktidar mücadeleleri ile şekillenmiştir.

3. Mekke'nin Kabile Yapısı

Mekke şehrinin bulunduğu bölgede çok eski dönemlerde Amâlika, Ad ve Semud kavimlerinin bir uzantısı olan Cürhümlüler yaşamaktaydı.42 Cürhümlüler döneminden kalan toplum burada yaşamaktayken Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve eşi Hacer'i buraya yerleştirdi.43 Anlatılanlara göre Hz. İsmail burada Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Böylece Adnanîler adı verilen yeni bir topluluk ortaya çıktı. Hz. Muhammed'in atası olan Kureyşliler de bu topluluktan meydana geldi.44

Cürhümlülerden sonra, Huzaa, Kinâne ve Kureyş kabilelerinin Mekke'yi yönettiği anlaşılmaktadır.45 Mekke'de yaşayan ve Kâbe ile ilgili yönetimi elinde bulunduran Cürhümlüler, görevlerini suiistimal etmeye başlayınca Kinane'den Benû Bekr ve Huzaa'dan Ğubşân yaptıkları savaş sonucunda onları Mekke'den sürdüler.46 Bunun ardından Huzaalılar, Benû Bekr kabilesini katmaksızın zulmen Beyt'in işlerini üstlendiler.47 Kureyş ise o dönemlerde dağınık cemaatler halinde birtakım aileler olarak yaşamaktaydı.48 Huzaalılar Kâbe'nin işlerini ve Mekke'nin yönetimini nesilden nesile

41 Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 4–5.

42 İbn Sa'd Muhammed, et-Tabakatü'l-Kübrâ, Dâru Sadr, Beyrut t.y., I, 51; Neşet Çağatay, İslâm

Öncesi Arap Tarihi Ve Cahiliye Çağı, AÜİF yay., Ankara 1982, s. 82.

43 Çağatay, Arap Tarihi, s. 82. 44 Çağatay, Arap Tarihi, s. 85.

45 İbn Hişam Ebû Muhammed Abdülmelik b. Eyyûb el-Himyerî, Sîretu'n-Nebeviyye, thk. Mustafa

es-Saka ve Diğerleri, Kahire 1936, I, 95–96.

46 İbn Hişam, Sîre, I, 119. 47 İbn Hişam, Sîre, I, 122. 48 İbn Hişam, Sîre, I, 123.

(21)

sürdürmekte iken onların sonuncusu Huleyl b. Hubşiyye kızını Kusay b. Kilâb ile evlendirince Kusay bu aileye dünür oldu. Daha sonra Kusay'ın Abduddâr, Abdumenaf, Abduluzza ve Abdukusay adlı çocukları dünyaya geldi. Çocuklarının büyüdüğü, malının çoğaldığı ve şerefinin arttığı bir zamanda ise kayınpederi Huleyl öldü. Bunun ardından Kusay, Kâbe'nin yönetimini eline geçirdi ve Huzaa ve Benû Bekr'i Mekke'den çıkardı.49 Böylece kuzey Arap kabilelerinden olan Kureyş kabilesi Kusay'ın büyük başarısıyla birlikte, İslâm'dan kısa bir dönem önce Mekke'yi işgal etmiş ve Kâbe yönetimini ele geçirmiş oldu.50

Kusay, Kureyşliler'i, Hz. İsmail'in soyundan geldikleri ve Araplar'ın en şereflileri oldukları konusunda ikna etmişti.51 Onların Kâbe'nin yakın çevresini mesken edinmelerini sağladı. Kâbe'ye karşı saygılarından dolayı Cürhüm, Huzaa ve Kinâne kabileleri daha önce bu bölgeye yerleşmemişlerdi.52 Kureyş kabilesinin Mekke'deki yerleşimi iki şekilde oldu. Birincisi Kureyş el-Bitah yani Kâbe'nin hemen yakınına yerleşenler, ikincisi ise Kureyş ez-Zevahir yani dış mahallelerde oturanlar.53 Bir de ehabiş denilen ve Mekke'nin dış çevresinde özellikle kuzey ve güney bölgelerinde yaşayan kabileler vardı ki bunlar Kureyş ile ittifak halindeki kabilelerdi.54 Kusay'ın amacı, Kâbe'nin kutsallığından da istifade ederek Araplara karşı Kureyş'in manevî bir saygınlık kazanmasını sağlamaktı.55 Böylece Kusay, Kureyş'i kendine itaat ettirerek Mekke'de otoritesini kurmuş oldu. Sonra da Kureyş'i Arapların itaat ettiği lider kavim durumuna getirdi.

Kâbe'nin kutsallığı, Kureyş'e üstünlük sağlıyordu. Bu ayrıcalığını ticarette de kullanan Kureyş, böylece diğer Araplar'a karşı imtiyazlı bir konuma geldi.56 Öyle ki Kureyş ayrı, Arap ayrı anlamları ifade eder olmuştu.57 Kusay'ın liderliği sonrasında onun soyundan meydana gelen kabileler Hz. Peygamber'in yaşadığı döneme gelinceye kadar bu özel konumu sürdürmüştü.

49 İbn Hişam, Sîre, I,123–124; Ya'kubî Ahmed b. Ebî Ya'kûb b. Ca'fer b. Vehb b. Vâzıh Kâtib

el-Abbâsî, Tarihu'l-Ya'kûbî, Dâru Sadr, Beyrut t.y., I, 239–240.

50 Lewis, Tarihte Araplar, s, 49. 51 İbn Hişam, Sîre, I,124. 52 Ya'kubî, Tarih, I, 239–240.

53 W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel, AÜİF yay.,

Ankara 1986, s. 12.

54 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan yay., İstanbul 1993, I, 279. 55 Ya'kubî, Tarih, I, 239–204.

56 Yaşar Çelikkol, İslâm Öncesi Mekke, Ankara Okulu yay., Ankara 2003, s. 112.

57 Muhammed Âbid Câbirî, İslâm'da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi yay., İstanbul 1997,

(22)

Mekke, Kureyş'e mensup on kişinin yönetime katılmasıyla oluşan ve "Mele" adı verilen bir senato tarafından idare edilmekteydi. Ancak bu senato yürütme organı olmaktan ziyade danışma kurulu olarak görev yapmaktaydı. Her kabilenin kendi içinde bağımsızlığını korumaya özellikle dikkat ettiği58 bu ortam içerisinde, Mekke bilinen değerlerde bir devlet modeline geçmeye yatkın görünmemekteydi. Yine de Mekke'nin yönetim anlayışını bedevilerinkinden ayrı tutmak gerekmektedir. Çöllerdeki bedevi hayatına göre, oldukça gelişmiş olan Mekke'de yönetim bedevilere göre daha uygar bir görüntü arzediyordu.59 İslâm'ın ortaya çıkışından kısa bir süra önce Bizans İmparatoru Jüstinyen, Mekke'yi Bizans İmparatorluğuna bağlı bir krallık yapmak için bir girişimde bulunmuştu. Justinyen, Hıristiyanlık dinine girmiş olan Esedoğullarından Osman b. Huveyris'e taç giydirmiş, kendisini Mekke kralı tayin ettiğini bildirdiği bir mektupla birlikte Mekke'ye göndermişti. Osman b. Huveyris durumu Kureyşlilere bildirdiğinde ona ilk karşı çıkanlar kendi ailesinin ileri gelenleri olmuştu. Ona Mekke'nin özgürlüğüne düşkün olduğunu ve asla krallıkla idare edilemeyeceğini söylemişlerdi.60

Kusay dört oğlundan biri olan Abduddâr'a Kâbe görevlerini vererek öldü. Onun ölümünün ardından Kusay'ın diğer oğlu olan Abdumenaf'ın oğulları Abduşems, Haşim, Muttalib ve Nevfel, Abduddâroğulları'ndan hicabe, liva, sikaye ve rifadeyi almak istediler. Abdumenafoğulları ile Abduddaroğulları arasında Kâbe görevlerinin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık iki kardeş kabilenin ve buna bağlı olarak diğer kabilelerin karşılıklı gruplara ayrılmalarına neden oldu. Abdumenafoğulları ve müttefikleri kendilerini Mutayyebûn olarak isimlendirdiler. Abduddâroğulları ve müttefikleri ise kendilerini Ahlâf olarak isimlendirdiler. Her iki grup içinde yer alan kabilelerin, müttefiklerini çeşitli dönemlerde de gözetmeye devam ettikleri anlaşılmaktadır. Bu iki grubun yanı sıra, tarafsızlığı seçen kabileler de bulunmaktaydı.61 Mutayyebûn grubuna dâhil olanlar, Esedoğulları, Zühreoğulları, Teymoğulları, Hâris b. Fihroğulları idiler. Ahlâf grubunda yer alanlar ise Mahzumoğulları, Sehmoğulları, Cumahoğulları, Adiyyoğulları idiler. Âmir b. Luayy ve Muhârib b. Fihroğulları ise her iki gruba da dâhil olmayarak dışarıda kalmıştı.62 Abdumenafoğulları ile Abduddâroğulları, Kâbe

58 Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi, AÜİF yay. Ankara 1991, s. 51.

59 Osman Zümrüt, İslam'da Kamu Oyu Oluşumu, Kazancı yay., Ankara 1977, s. 185. 60 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed Ve Evrensel Mesajı, TDV yay., Ankara 2001, s. 13. 61 İbn Hişam, Sîre, I, 138–140.

(23)

görevlerini aralarında paylaştılar. Kureyş içerisinde bir savaş gerçekleşmedi.63 Ancak bu ittifakların ileriki dönemlerde kabileler arası ilişkilere yansıdığı, bir kısım Kureyşlinin zihninde sürekli bu kutuplaşmanın devam ettiği belirtilmektedir.64

Abdumenaf'ın oğullarından Haşim, Kureyş kabilesi içinde Şam ve Yemen'e ilk seferleri düzenleyen,65 Kureyş'in yaz ve kış yolculuklarını ilk defa gerçekleştirerek adet haline getiren kişiydi.66 Kâbe görevlerinden rifade ve sikaye de Haşim'in elindeydi.67 Kendisi Medine'nin soylu ailelerinden olan Adiyy b. Neccaroğulları'ndan Amr'ın kızıyla evlenmiş, bu eşinden Şeybe adında bir oğlu olmuştu. Haşim bir Şam seferi sırasında Gazze'de vefat ettiğinde, dul eşi oğlu Şeybe'yi Medine'de kendi yanında bakmaya başladı. Şeybe'nin Amcası Muttalib, kendilerinin Mekke'deki şerefli konumlarını ifade ederek bu çocuğun aşireti içerisinde kalmasının kendisi için daha hayırlı olacağına Selma binti Amr'ı ikna etti. Muttalib, Şeybe'yi annesinden alarak Mekke'ye getirdiğinde onu Muttalib'in kölesi zannederek Abdulmuttalib olarak isimlendirdiler. Muttalib'in, yeğenine böyle denilmesinden şiddetle rahatsız olduğu ifade edilmektedir.68

Haşim'in başka çocukları olduysa da neslinin yalnızca Abdülmuttalib ile devam ettiği, dolayısıyla Haşimoğulları denildiğinde Abdülmuttalib'in soyunun kasdedilmiş olduğu ifade edilmektedir.69 Kaynaklarda belirtildiğine göre Ali b. Ebî Talib Haşimî bir baba ve Haşimî bir anneden dünyaya gelen ilk kişidir.70

Muttalib'in ölümünün ardından Abdülmuttalib'in diğer amcası Nevfel'in, babasından kalan araziyi onun elinden almaya çalıştığı ifade edilmektedir. Abdülmuttalib, bu olay üzerine Yesrib'deki dayıları Neccaroğulları'ndan yardım istedi. Neccaroğulları seksen kişilik atlı bir grup halinde ona yardım için Mekke'ye geldiler. Bu durum üzerine Nevfel'in Abduşems ile Abdülmuttalib'e karşı anlaştığı da rivayet edilmektedir. Nevfel, Neccaroğulları'nın yeğenlerine sahip çıkmaları üzerine Abdülmuttalib'e arazisini geri verdi.71

63 İbn Hişam, Sîre, I, 140. 64 Çelikkol, Mekke, s. 216. 65 İbn Hişam, Sîre, I, 143.

66 Nüveyrî, Şihabüddin Ahmed b. Abdülvahhab, Nihayetü'l-Ereb fî Fünîni'l-Edeb, Dâru'l-Kütüb,

Kahire t.y., II, 358.

67 İbn Hişam, Sîre, I, 143. 68 İbn Hişam, Sîre, I, 145.

69 İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, TDV yay. Ankara

1997, s. 71

70 Nüveyrî, Nihayetü'l-Ereb, II, 359.

(24)

Abdulmuttalib amcasının ölümünden sonra sikaye ve rifâde işini üstlendi. Kendisi hem baba hem de anne tarafından asaletliydi. Yeri kaybolmuş olan zemzem kuyusunu o ortaya çıkardı. Bu sırada Kureyş'in kendisine zorluk çıkardığı ifade edilmektedir. Zemzemin ortaya çıkışının ardından ise Kureyş onda ortaklık iddia etmişti.72 Tüm bu olaylara karşı Abdülmuttalib Kureyş'in kendisine saygı duymasını başardı. Kişiliği ve erdemliliği ile kavmi içinde çok şerefli bir konuma geldi.73 Ancak bu gelişmeler sırasında sürekli olarak gözümüze çarpan Abdülmuttalib sonrasında Kureyş'in, özellikle Ahlâf birliğinin sürekli Haşimoğullarına baskı uygulama girişimlerinde bulunduğudur.74 Abdülmuttalib'in on evladı olursa birini Kâbe'ye kurban edeceğini söyleyerek meydan okuması da onun çeşitli çevrelerden baskı gördüğünü kanıtlamaktadır.75

Haşim ile Muttalib'in, Şeybe (Abdülmuttalib)'nin Medine'den Mekke'ye getirtilmesi ve onun korumasını üstlenmesi konusunda anlaşmasının ardından Abduşşemsoğulları ve Nevfeloğulları'nın, Haşim ve Muttaliboğulları'na karşı bir düşmanlık içerisine girdikleri belirtilmektedir.76 Kardeş kabileler arasındaki bu ayrılmanın Mekke içinde ticari anlamda yapılacak haksızlıkların giderilmesi amacıyla Mutayyebûn'un bir uzantısı olarak kurulan Hılfu'l-Fudul'a Abduşşemsoğulları ile Nevfeloğulları'nın katılmamasıyla devam ettiği görülmektedir.77 Zannediyoruz kardeşler arasındaki bu uzaklaşmanın sebeplerinden biri de Abdülmuttalib'in anne tarafından Medine'li oluşudur.

Abdülmuttalib'in ölümünden sonra rifade ve sikaye görevini oğlu Zübeyr aldı. Onun ardından Ebû Talib yürütmekteyken,78 kendisinin diğer kardeşi Abbas'a borçlanarak bu borcunu ödeyememesi nedeniyle bu görevler Abbas'a geçti.79 Diğer bir rivayete göre rifade Ebû Talib'te kalmış, sikaye görevi de Abbas'a devredilmiştir.80

72 İbn Hişam, Sîre, I, 154–155. 73 İbn Hişam, Sîre, I, 150. 74 Çelikkol, Mekke, s. 217. 75 İbn Hişam, Sîre, I. 160. 76 Çelikkol, Mekke, s. 216–217. 77 İbn Hişam, Sîre, I, 140–141.

78 Belâzuri, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Ensâbu'l-Eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Dâru'l-Fikr,

Beyrut 1996, I, 64.

79 Belâzuri, Ensâbu'l-Eşrâf, I, 64.

80 Ezrakî Ebu'l-Velid, Kâbe ve Mekke Tarihi, çev. Y. Vehbi Yavuz, Feyiz yay., İstanbul 1974, s. 100–

(25)

İslâm'ın gelişinin ardından Hz. Peygamber Kâbe görevlerinden birçoğunu kaldırmakla birlikte Abbas'ın görevini onda bıraktı.81

Hz. Peygamber döneminde Haşimoğullar'nın genel anlamda lideri Ebû Talib idi. O dönemde kendisi pek varlıklı olmamakla birlikte onun ölümü ile Haşimoğulları'nın Mekke'deki nüfuzunu doğal olarak azaltmıştı.82

Abbas'ın oğulları babalarına ait olan sikâye görevini devam ettirdiler. Söylenenlere göre Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye bu görevi Abdullah b. Abbas'dan almak istemiş, o ise " Sen kim, sikaye kim? Cahiliyet devrinde de, İslâmiyet devrinde de biz bu işe senden daha liyakatliyiz. Senin baban da bu konuda ileri geri konuşarak hak iddia etmişti, fakat ben onu, deliller göstererek susturmuş; ayrıca Talha b. Ubeydullah, Âmir b. Rebia, Ezher b. Abd b. Avf ve Mahzeme b. Nevfel'i de şahit göstermiştim. Cahiliyet devrinde de babam Abbas b. Abdülmuttalib babasından sonra sikâye işini elinde bulundurmuştu. Hâlbuki senin deden Ebû Talib o zaman çölde, Urene denilen yerde develeri ile meşgul oluyordu. Mekke fethedilince Resulullah bu görevi, Abdülmuttalib'in diğer oğullarına vermeyip yalnız Abbas'a verdi." demiştir.83 Abbasoğullarının yönetim işindeki iddialı yaklaşımları da bu tarihi geçmişten geliyor olmalıdır. Hz. Ali döneminde halifenin en yakın idari çevresini onlar oluşturmuştur.84 Zaman zaman Hz. Ali ile Abdullah b. Abbas'ın anlaşmazlıklar yaşadıkları, İbn Abbas'ın Hz. Ali'nin yönetim anlayışını eleştirdiği, Hz. Ali'nin de İbn Abbas'ı yönetici olarak hesaba çektiği dönemler olmuştur. Bu konuya sonraki bölümlerimizde ayrıca değineceğiz.

Bu iki kardeş oğullarından Abbasoğulları'nın akıllıca bir taktik ve uzun bir çalışmanın ardından asırlarca sürecek olan Abbasî hanedanlığını kurdukları görülmektedir.85

Haşim, kardeşi Abduşşems seferlere fazla çıktığı için Kâbe görevlerinden rifade ve sikaye görevini üzerine almıştı.86 Kıyâde görevi ise Abduşşems'e verildi.87

81 Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 102.

82 Adnan Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, Beyan yay., İstanbul 2002, s, 20. 83 Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 102–103.

84 Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât Halife b. Hayyât Tarihi, çev. Abdulhalik Bakır, Ankara

2001, s. 249; İbnü'l Esîr, İzzüddin Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdülkerim, el-Kâmil fî't-Tarih, Dâru Sadr, Dâru Beyrut, Beyrut 1965, III, 222.

85 Hakkı Dursun Yıldız (İlmî Müşavir ve Redaktör), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,

Kombassan A.Ş., Konya 1994, III, 15.

86 Takıyyuddin el-Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, et-Tenazu' ve't-Tehâsum Fî ma Beyne Benî Ümeyye ve

(26)

Abduşşems çok çocuk sahibiydi. Buna karşılık Haşim oldukça zengindi. Hacca gelenlere bol bol ikramda bulunurdu.88 Abduşşems'in çocukları olan Ümeyyeoğulları'nın89 savaşlardaki liderlik konumu da bu paylaşımdan gelmektedir.90 Hatırlanacak olursa Ebu Süfyan da Mekkeliler'in Hz. Peygamber'e karşı mücadelelerinde onlara öncülük etmişti.91 Böylece Kureyş Ümeyyeoğulları'nı komutanlık yönü ile benimsemiş oluyordu. Haşimoğulları'nın aldıkları görevlerin ise daha çok erdemlilik içerdiği görülmektedir. Kanaatimizce bu görev dağılımı sayesinde Haşimoğulları'nın Kureyş içindeki saygınlığı korunmuş, Ümeyyeoğulları'nın ise siyasi anlamda girişkenlikleri artırmıştır. Bu durum ise Ümeyyeoğulları için ileriye dönük bir avantaj olmuştur.

Haşim ile Abduşşems arasında bir çatışma söz konusu olmamasına karşın, zamanla Abduşşems'in oğullarının, Mekke'deki gözde konumları nedeniyle Haşim ve onun oğullarını çekememeye başladıkları görülür. Anlatılanlara göre Ümeyyeoğulları Haşim'in rifade ve sikaye görevini başarı ile yapmasını, Haşim'in oğlu Abdülmuttalib'in zemzem kuyusunu bulmuş olmasını, kendilerini Kureyş'e karşı övünme vesilesi yapar, olayı Abdumenaf'a bağlayarak bu üstünlükleri Haşimoğulları'nda özelleştirmezler, kendilerini de bu duruma ortak ederlerdi.92

Haşim ile yeğeni Ümeyye arasında çıkan anlaşmazlık Emevî-Haşimî çekişmesinin kaynağını oluşturur. Haşim Mekkeliler'e ve özellikle de Hacılara yaptığı çeşitli ikramlarla insanların takdirini kazanmıştı. Onun insanlar nezdindeki konumunu kıskanan Ümeyye, zenginliğini de ortaya koyarak ihsanlarda bulunmak istedi. Böylece aralarında sürtüşme başladı. Ümeyye amcasını hakeme gitmeye davet etti. Kureyşliler de bu işi yakından takip etmekteydiler. İddiaya göre kaybeden Mekke'den on yıl boyunca uzaklaşacak, kazanan ise elli deve keserek insanlara yedirecekti. Huzaalı bir Kâhine gittiler. Kâhin Haşim lehine karar verdi. Ümeyye anlaşma şartı gereği Mekke'yi

87 Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 101–103. 88 Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 24–25.

89 İbn Kuteybe Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî,, el-Meârif, tsh., tlk. Muhammed İsmail

Abdullah es-Sâvî, İhyau't-Türasi'l-Arabî, Beyrut 1970, s. 33.

90 Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 104.

91 Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 85. 92 İbn Hişam, Sîre, I, 158–159.

(27)

terk ederek Şam'a gitti. Haşim ise develeri keserek halka ikram etti.93 Bu olay Ümeyyeoğulları ile Haşimoğullarının arasını açan ilk çekişme olarak ifade edilmektedir. Ümeyyeoğulları zenginlik ve nüfuz açısından Hz. Peygamber döneminde Haşimîlere karşı daha avantajlı duruma gelmişlerdir. Kendileri mal ve çocuklar açısından Haşimoğulları'na kıyasla daha kalabalıktılar.94 Bu dönemde Ümeyyeoğulları ve özellikle Ebû Süfyan ticarî hayatta söz sahibiydiler. Gerek diğer kabilelerle yapılan anlaşmalarda, gerekse komşu ülkelerle ticarî ilişkilerde oldukça saygın bir yere sahiptiler.

C. HZ. MUHAMMED DÖNEMİ VE KABİLECİLİK

Kendisi Haşimoğulları'ndan olan Hz. Muhammed, 95 Peygamber olduğunu ifade ettiğinde Kureyş'in bu duruma daha çok Haşimoğulları açısından yaklaştığı görülmektedir. Şayet Hz. Muhammed Peygamber olarak kabul edilirse bunun sonucunda Haşimoğulları Kureyş içerisinde çok üstün bir konuma gelmiş olacaktı. Hatta bu üstünlüğün başka bir kabileye geçmesi bir daha mümkün olmayabilirdi. Bu nedenle, Mekke'de Haşimoğulları ile müttefiki olan kabileler bu yeni oluşumu daha çabuk kabullenirlerken, başta Haşimoğulları'nın rakibi Ümeyyeoğulları ve Mahzûmoğulları olmak üzere onların müttefiki olan diğer kabilelerin rahatsızlıkları ve düşmanlıkları ise uzun yıllar devam ettiği görülmektedir.96

Hz. Muhammed peygamberlik görevini aldığında Kur'an-ı Kerim'de emredildiği üzere,97 İslâm'ı tebliğe ilk olarak yakın akrabalarından başlamayı uygun gördü.98 Ancak akrabalarının onun davetini kısa zamanda kabul ettiklerini söylememiz mümkün değildir. Buna rağmen kabile dayanışması gereği Ebû Talib başta olmak üzere Haşimoğulları onu himaye etmekten de uzak durmamışlardır.99 Bilindiği gibi Ebû Talib o dönemde Haşimoğulları'nın lideriydi. Kaldı ki Hz. Peygamberle küçük yaşlarından itibaren o ilgilenmişti.

93 Belâzurî, Ensâb'l-Eşrâf, I, 68; Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr Taberî, Târîhu't-Taberî;

Târîhu'l-Umem ve'l-Mulûk, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye,Beyrut 1987, II, 68.

94 Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 81.

95 İbn İshak, Muhammed b. Yesâr, Sîretü İbn İshak, thk. ve Ta'lîk: Muhammed Hamidullah, Hayra

Hizmet Vakfı, Konya 1981, s. 1; İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Abdurrahman, El-Vefa bi

Ahvali'l-Mustafa, thk. Mustafa Abdülvahid, Dâru'l-Kütübi'l-Hadîse, Mısır 1966, I, 76.

96 Câbirî, Siyasal Akıl, s. 171. 97 Kur'an, Şuara (26): 214. 98 İbn Hişam, Sîre, I, 280. 99 İbn Hişam, Sîre, I, 282.

(28)

Diğer bir amcası Ebû Leheb ise ona karşı muhalefet edenlerin yanında yer almakla kalmayıp, bu konuda aşırıya varan bir düşmanlık sergilemiştir. Bu çeşit çıkışlar Arap kabilecilik anlayışı içerisinde rastlanılmayan bir durum değildi. Nihayet, Haşim ile kardeşi Abduşşems'in oğlu Ümeyye arasında ve daha birçok kabilede aynı durumlar yaşanmıştı. Câbirî'nin ifadesine göre Ebû Leheb'in, yeğeni Hz. Muhammed'e muhalefetinin en önemli sebebi; eşi Ümmü Cemîl'in Ümeyyeoğullarının önde gelen isimlerinden Ebû Süfyan'ın kız kardeşi olmasıydı. Diğer bir sebep de Ebû Leheb ve Abbas'ın Hz. Peygamber'in babası Abdullah ile ana-baba bir değil, baba bir kardeş olmaları gösterilmiştir.100 Bu durumda Ebû Leheb, menfaatleri gereği daha güçlü gördüğü hısımlarıyla yakın ilişkiler içinde olmayı yeğenine tercih etmiş olmalıydı.

Ebû Talib'in Hz. Muhammed'i himayesi, onun İslâm'a girmesi nedeniyle olmamıştı. Onun İslam'ı din olarak seçmeyişinde de, yeğenini diğer kabilelerin baskılarına karşı müdafaa etmesinde olduğu gibi kabilevî faktörler rol oynamıştır.101 Öyle ki bir yandan ölünceye kadar Hz. Muhammed'i Kureyş'in baskılarına karşı korurken, bir yandan da iki grubu uzlaştırmaya çalışmış, fakat Hz. Peygamber'in kararlarına asla olumsuz bir müdahalede bulunmamıştı.102 Ebû Talib'in bu davranışları her ne kadar çelişik gibi görünüyorsa da, öyle zannediyoruz ki kabile asabiyeti açısından tutarlı bir yaklaşımdı.

Ebû Talib'in Hz. Peygamber'e karşı asabiyet duygularını belirgin şekilde yansıtan şu olay gerçekten dikkat çekicidir: Ebû Seleme, Habeşistan'a hicretinin ardından Mekke'ye dönebilmek için, Ebû Talib'den kendisini himaye etmesini ister. Kendisi Mahzumoğulları'ndandır. Bunun üzerine Mahzumoğulları'ndan birkaç kişi gelerek Ebû Talib'e, kardeşinin oğlu Muhammed'i korumasını anladıklarını, ancak neden kendilerinden bir kişiyi himaye ettiğini anlayamadıklarını söylerler. Ebû Talib onun kız kardeşinin oğlu olduğunu ifade eder ve şöyle söyler: "Eğer ben kız kardeşimin oğlunu koru-ya-mazsam, erkek kardeşimin oğlunu da koru-ya-mam." Ebû Talib'in bu sözünün ardından Ebû Leheb duruma müdahale eder ve: "Ey Kureyş topluluğu, Allah'a yemin olsun ki, bu ihtiyarın üzerine çok gittiniz. Kabilesinden olan kimseleri ahd ve emanına alması nedeniyle sürekli ona karşı geliyorsunuz. Allah'a yemin olsun ki, ya ondan uzak durursunuz veya onun yapmakta olduğu her şeyde onunla birlikte oluruz ve

100 Câbirî, Siyasal Akıl, s. 160. 101 İbn Hişam, Sîre, II, 59. 102 İbn Hişam, Sîre, II, 58–59.

(29)

o, istediğine kavuşur."103 Dikkat edilirse bu olayda Ebû Leheb'in bir şekilde Hz. Muhammed'i koruduğu görülmektedir. Ancak asıl müdafaa ettiği Ebû Talib'in ve dolayısıyla Haşimoğulları'nın Mahzumoğulları'na karşı pozisyonudur. Haşimoğulları'nın atası geçmişte yapılan ittifaka göre Mutayyebûn grubunda yer alırken, Mahzumoğulları Ahlâf grubunda yer almışlardı.104 Bu ise unutulmayacak bir düşmanlık sebebiydi.

Kureyş'in diğer Arap kabileleri arasında saygın bir yeri vardı. Birçok Arap kabileleri Mekke'ye gelerek Kutsal Kâbe'yi ziyaret ediyorlar, alış verişle ilgileniyorlar, Kureyş ise onlara ev sahipliği yapıyordu. Kureyş suresinde hatırlatılan Mekkelilerin bu konumu onların uzun ticarî yolculuklarda yağmaya uğramasını engelliyor ve kervanlarıyla Yemen'den Şam'a kadar geniş bir sahada güvenle yolculuk yapabilmelerini sağlıyordu.105 Ebû Süfyan ve Velid b. Muğire gibi özellikle Mekke'nin önde gelen tüccarları, gerek Mekke'de, gerekse diğer Arap kabileleri arasında Kureyş'in bu konumu ve itibarının, dolayısıyla menfaatlerinin, bu yeni din ile birlikte ellerinden gideceği endişesine kapılmışlardı.106 Ayrıca bu durum Arapların artık Kureyş'i tanımamaları ve saldırılara açık bir duruma düşmelerine de sebep olabilirdi.107 Bu durum onların Hz. Muhammed'e ve Müslüman olan her Kureyşli'ye karşı cephe almalarına neden olmuştu. Müslümanlar'dan arkasında güçlü kabile bağları bulunanlara eziyet edememekle beraber, özellikle konumu daha zayıf olanlara karşı işkenceye varan davranışlarda bulunmuşlardı.108 Habeşistan'a hicret fikri de böyle bir durumda ortaya çıkmıştı.109 Kureyş kabileleri arasında Haşimoğulları ile Muttaliboğulları'na karşı alınan ve yaklaşık üç yıl süren boykot kararını da hatırlamak gerekmektedir. Bu karar Müslüman olup olmamaları ayırt edilmeksizin tüm kabile üyelerine karşı alınmıştı.110

Mekke dönemi, Kureyş'in istenilen desteği vermemesi nedeniyle Hz. Peygamber'in istediği başarıya ulaşma çabaları açısından verimli olmamıştı. Peygamber'in hedefi Mekkeliler'in tahminlerinin çok üstünde ve ötesindeydi. O, bütün Arap kabilelerine ulaşmak ve tek bir çatı altında onları toplamak arzusundaydı. Bu ise Arapların o günün şartlarında tahayyül edemeyeceği bir düşünceydi. Artık Hz.

103 İbn Hişam, Sîre, II, 10–11. 104 İbn Hişam, Sîre, I, 139.

105 H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 83–84. 106 Cabirî, Siyasal Akıl, s. 194–195, 197 107 Cabirî, Siyasal Akıl, s. 194.

108 İbn Hişam, Sîre, I, 287.

109 İbn Hişam, Sîre, I, 344; Watt, Hz. Muhammed Mekke'de, s. 147. 110 İbn Hişam, Sîre, I, 375–379.

(30)

Peygamber'in diğer Arap kabilelerine ulaşmasını engelleyen Kureyş baskısından bir şekilde kurtulması, hatta kendisine her açıdan destek olacak güçlü bir topluluktan himaye görmesi gerekmekteydi. Bu nasıl olacaktı? Sadece Hz. Peygamber'in kendisi değil, onunla birlikte diğer Müslümanlar'ın da destek göreceği, sayıca kalabalık, genel Arap kültüründen farklı olarak peygamber olgusuna tanıdık111 bir topluluğa ihtiyaç duyulmaktaydı. İşte tüm bu alt yapıyı içerisinde barındıran Medine halkı böyle bir zamanda Hz. Peygamber'e kucak açmıştı. Bu yeni gelişme, Hz. Peygamber'in Taif'ten aradığı desteği bulamamasının ardından,112 Kureyş'in baskısından kurtularak diğer Arap kabileleriyle irtibat kurabilmesi ve rahat hareket edebilmesi açısından büyük bir fırsat olmuştu. Taifliler, Hz. Peygamber'den önceki dönemde ortaya çıkan Ahlâf-Mutayyebûn çekişmesinde, Hz. Peygamber'in soyunun karşısında yer alan Ahlâf grubunun müttefikiydi.113 Taifliler'in Hz. Peygamber'e gösterdikleri büyük tepkinin ardında yatan sebepler arasında bu ittifakın da etkileri olabilir.

Medine'de aynı dönemlerde Hazreç, Evs ve Yahudiler arasında çekişme ve kan davaları vardı. Özellikle Evs ve Hazreç kabileleri, Yahudiler karşısında gittikçe nüfuz kaybetmekteydiler. Kabile asabiyeti onların birlik oluşturmalarını engellemekteydi. Hz. Peygamber'in ise Medinelilerle kan bağı vardı. Böyle bir durumda, iki kabileyi birbirine bağlayacak, yine kendilerinden kabul edebilecekleri saygın bir kişinin ortaya çıkması onlar için değerlendirilmesi gereken bir olaydı. Kabilecilik anlayışı her iki yönüyle de Medine'de Hz. Peygamber'e istediği ortamın oluşmasında yardımcı olmuştu.114

Hz. Muhammed Medine'ye geldiğinde, gerçekleştirmeyi plânladığı devlet bilincinin oluşmasına büyük bir engel olan, kabilecilik duygularını kontrol altına almak için, çeşitli önlemler almıştır. Zira Hz. Peygamber'in getirdiği din ve onun kutsal kitabı olan Kur'an, sadece Araplara değil tüm insanlığa yönelik genel ifadeler içermekte,115 emirleri ve yasakları tüm Müslümanlar için genellemekteydi. Buna bağlı olarak din, yalnızca Arap kabileciliğinin değil, Arap milliyetçiliğinin dahi ötesinde bir yapıya sahipti. Hz. Peygamber'in en yakın akrabalarından başlayarak Kureyş'e, ardından diğer

111 Anlatıldığına göre Yahudiler kendilerine bir peygamber geleceğini ve bu sayede onlarla harb ederek

Ad ve İrem topluluklarının katledildiği gibi onları katledeceklerini söyleyerek Evs ve Hazreçlileri korkutmaktaydılar. Bu korku Medinelilerin Hz. Muhammed'in peygamberliğini kısa zamanda kabul etmelerinde etkili olmuştur. bk. İbn Hişam, Sîre, II, 70.

112 İbn Hişam, Sîre, II, 60–61.

113 H. Lammens, "Tâif", İA, Eskişehir 1997, II, 672.

114 A. Aziz Durî, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, Endülüs yay., İstanbul 1991, s. 81. 115 bk. Kur'an, A'raf (7): 158, Yunus (10): 57; Sebe (34): 28; Nas (114): 1–3.

Referanslar

Benzer Belgeler

Az çok kibar, içtimai mevki sahibi bir aile çar­ şı hamamına gitmeye karar verdi mi, iki üç gün evvelinden, teklifsiz birkaç ahbaba haber gön­ derilir, o gün

Gavsi Ahmed Dede was the first in a Mevlevi fa m i­ ly which served as şeyh o f the lodge until the mid- 18th century, a nd they were succeeded by Safi Musa Dede, şeyh

Sonuç olarak örgütsel adalet algısının prosedür adaleti ve etkileşim adaleti boyutları ile örgütsel vatandaşlık davranışının özgecilik, nezaket ve centilmenlik

(Milliyet Fıkra Yazarı) görüşleri TT■ T l ŞljbO Nail Gönenli'yi A vrupa şam piyonu olduğu yarışta

Sarayı,onarılması son derece güç, problemle­ ri çok büyük, çok büyük yatırımı gerektiren ve çok uzun süre sonra hizmete girebilecek olan bir bina olarak

Ondan sonra 5 milyarlık Çırağan Sarayı nı yaptırabilmek için, silah tüccarlarından çeşitli adamlara kadar el atıp, proje bekliyor.. Bu kadar koskoca yönetime

Makalede, din kişiliğinin oluşumunda bireyin bebekliğinden itibaren karşılaştığı ilk tecrübelerin önemine değinilmiş ve ‘karşılaşma’ (encounter) kavramı ele

Cerir-i Taberî'nin sözünü naklediyoruz: "...Bu ayet Gadir-i Hum'da indikten sonra Peygamber şöyle buyurdu: Cebrail, burada durup bütün hacılara, Ebu Talip