• Sonuç bulunamadı

Hz Ali İle Muaviye Arasındaki Yazışmalarda Kabile Unsuru

A. EMEVÎ-HAŞİMÎ MÜCADELESİNİN DÖNEME YANSIMASI

1. Hz Ali İle Muaviye Arasındaki Yazışmalarda Kabile Unsuru

Hz. Ali ülkenin en önemli vilayetlerinden birinde idareci olan Muaviye b. Ebî Süfyan'a, kendisine bey'ate çağıran çeşitli mektuplar yazmış, buna karşılık Muaviye isyanını haklı gösteren gerekçelerle bunu reddetmişti. Bu mektupların birinde Hz. Ali

526Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 87; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 78–81. 527 Durî, İslâm Tarihi, s. 106.

halifeliğinin meşruluğunu ifade etmenin yanında, kendisine Muhacir ve Ensar'dan hatırı sayılır sahabenin bey'at ettiğini, böylelikle hilafetinin tıpkı Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'da olduğu gibi geçerli olduğunu, bu nedenle şayet bey'at etmezse isyankâr durumunda olacağını ve haklı olarak kendisiyle savaşacağını bildirdi. Hz. Osman konusunda suçsuz olduğunu ifade eden halife, Muaviye'ye düşen görevin önce ona bey'at etmesi, ardından bu konuda isteklerini dile getirmesi olduğunu, bunun bey'at ile ilgisinin bulunmadığını söyledi.529 Zaten Hz. Ali'nin bildiği Muaviye'nin de bahanelerle üzerini örttüğü gerçek, hangi şartlar altında olursa olsun Muaviye'nin iktidarı Hz. Ali'ye kaptırmak istemeyeceği idi. Hz. Osman'ın öldürüldüğü ilk anlardan itibaren Ümeyyeoğulları iktidarın Haşimoğulları'na geçmesinden korkuyordu. Muaviye başta olmak üzere Ümeyyeoğulları'nın en büyük tedirginliği bu konudaydı. Daha önce sözünü ettiğimiz, Ümeyyeoğulları'nın kendi aralarındaki mektuplaşmalarında da pek çok defa bunu dile getirmişlerdi.

Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Ali'ye cevap niteliğinde gönderdiği mektubunda onun hilafetinin şaibeli olduğunu öne sürerek, ona bey'at eden Muhacir ve Ensar'ı Hz. Osman'a karşı daha önceden cesaretlendirmiş ve yönlendirmiş olduğunu iddia ediyordu. Böylece sahabenin bu kanadının bey'atlerini de geçersiz göstermeye çalışıyordu. Hz. Ali'ye Arapların daha çok cahil ve güçsüz olanlarını destekleyerek bu sonucu hazırlamış olduğunu ifade eden mektubunda, Şamlılar'ın kendisiyle savaşmak üzere hazır olduklarını, halifeyi ise oluşturulacak bir şuranın seçmesi gerektiğini bildirdi.530 Bu durumda Muaviye başlangıçtan itibaren Hz. Ali'nin halifeliğini kesinlikle tanımadığını ifade etmiş oluyordu. Muaviye zihninde ülkeyi zaten ikiye bölmüştü. Şu durumda o Şamlılar'ın reisiydi, Hz. Ali de Iraklılar'ın. İki ayrı devlet gibi savaşa hazır haldeydi ve doğal olarak Cemel Savaşı'ndaki gruplar için söz konusu olan kararsızlık ve çözüm arama gayretlerini de taşımıyordu.

Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasında geçen yazışmalarda Hz. Peygamber döneminde Haşimoğulları'na yapılan baskı ve mücadeleler konusunda, gerek Kureyş'e gerekse Muaviye nezdinde Ümeyyeoğulları'nın büyük bir bölümüne karşı Hz. Ali'nin duygu ve düşüncelerini yansıtan en dikkat çekici mektuplarından biri Abdulhalik Bakır'ın İbn Ebî'l-Hadîd (ö. 1257)'in Şerhu Nehci'l-Belâğa adlı eserinden tercüme etmiş olduğu şu mektuptur:

529 Minkarî, Vak'atu Sıffîn, I, 29–30; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 84–85. 530 İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 91.

" Allah'ın kulu, Mü'minlerin Emîri Ali'den Muaviye b. Ebî Süfyan'a.

Muhammed'i ve Allah'ın ona bahşettiği doğru yolu ve vahyi anlattığın mektubun bana ulaştı. Onun zaferini tamamlayan ve vadini doğrulayan, kendisini memleketlere ve ona karşı düşmanca tavır takınan kavminin kötüleri üzerine hâkim kılan Allah'a hamd ederim. Kavmi (Kureyş) ona (Hz. Peygamber'e) buğz ettiler ve onu yalanladılar. Ona açıktan düşmanlık yaptılar ve onu, arkadaşlarını ve yakınlarını memleketlerinden uzaklaştırmaya çalıştılar. Arapları, ona karşı kışkırttılar, savaşmak için topladılar, sonra onu etkisiz hale getirmek maksadıyla her yola başvurdular ve önüne türlü türlü engeller çıkardılar ta ki Allah, istemedikleri halde onları yüzüstü bıraktı, emelleri kursaklarında kaldı. Ona (Hz. Peygamber'e) karşı en fazla olumsuz davranışta bulunanlar kendi ailesi olmuştur, sonra da diğer akrabaları, bu işe sadece Allah'ın kendilerini korumak istediği kişiler bulaşmadılar ey Hind oğlu (Muaviye)!

………Allah eğer insanlara İslâm'daki faziletleri ve Allah ve Resûlü için çalışmaları nispetinde ecir ve sevap verecekse, bütün kalbimle isterim ki, bizim payımızı da büyük kılsın. Muhammed (S.A.V.), Allah'a iman etmeye ve O'nu birlemeye çağırdığında, ona, herkesten önce iman eden ve getirdiklerini doğrulayan biz (Ehl-i Beyt) olduk. Çok kötü günler yaşadık. Arapların hiçbir bölgesinde bizden başka, Allah'a tapan yoktu. Kavmimiz, Peygamberimizi öldürmek ve kökümüzü kazımak istediler. Bizi üzüntülere boğdular ve bize çok kötü muamelelerde bulundular. Bizi toprağımızdan attılar, susuz bıraktılar, çeşitli yollarla tehdit ettiler, üzerimize gözcüler ve casuslar gönderdiler. Sonra bizi sarp bir dağa yerleşmeye zorladılar ve bize karşı savaş açtılar. Daha sonra aralarında bir antlaşma imzalayarak bize yiyecek ve içecek vermemeye, bizimle evlenmemeye, alış veriş yapmamaya ve Peygamber'i (S.A.V.), öldürmeleri için kendilerine teslim etmeden can güvenliğimizi sağlamamaya karar verdiler. Onlara ancak hac mevsiminde güvenebiliyorduk. Allah, onu (Hz. Peygamber'i) korumamız, ondan kötülükleri defetmemiz, yanında savaşmamız ve gece gündüz korku anlarımızda bile kılıçlarımızla çevresinde nöbet tutmamız için bize güç ve dayanıklılık verdi. Bunu yaparken, Mü'minimiz mükâfatı, kâfirimiz ise aşiretini korumayı amaçlıyordu. Kureyş'e mensup olup da sonradan Müslüman olanlar bizim neler çektiğimizi bilemezler. Onların bazıları başka kabilelerle birleşerek kendilerini korudular. Bazıları da kendilerini koruyabilecek aşirete sahiptiler ve onlar, kavmimizin bize karşı yaptıkları kötülükler kadar kötülük görmediler. Zira onlar, ölüm korkusundan

uzaktaydılar ve güven içinde yaşıyorlardı. Bu böyle sürüp gitti, sonra Allah, Elçisi'ne hicret etmeyi emretti, arkasından da müşriklerle savaşması için izin verdi. Bu sırada meydana gelen savaşlarda ve mübarezelerde akrabalarını ön saflara yerleştirdi, sahabilerini ise, kılıç ve mızraklardan korudu. Ubeyde Bedir, Hamza Uhud, Ca'fer ve Zeyd Mu'te savaşlarında şehit düştüler. O da –ismini söylememi istersen söylerim- (Hz. Ali, burada kendini kastediyor) onlar gibi, Peygamberle (S.A.V.) şehit olmayı defalarca istedi, fakat onların ölümü çabuklaştı, onun (Hz. Ali'nin) ölümü ise, gecikti…………

Halifelere olan kıskançlığımı, onlara bey'at konusunda ağır davranmamı ve kendilerine karşı çıkmamı belirtmişsin. Onlara karşı çıkmak mı? Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım, bey'at konusunda ağır davranmam ve bu husustaki hoşnutsuzluğum meselesine gelince, ben bunun için kimseden özür dilemem. Zira Allah Azze ve Celle, Peygamber'inin (S.A.V.) ruhunu kabzedince, Kureyş mensupları "halife bizden olsun" dediler. Ensar da "halife bizden olsun" dedi. Sonra Kureyş "Allah'ın Elçisi Muhammed bizdendir, bu sebepten dolayı da devlet yönetimi hususunda biz daha haklı sayılırız" dedi. Ensar, onların bu teklifini kabul ederek devlet idaresini onlara teslim etti. Muhacirler, eğer hilafeti, Ensar dışında Muhammed (S.A.V.) sayesinde elde ettilerse, ona, akrabalık yönünden daha yakın olanlar daha da layıktırlar. Aksi takdirde arkadaşlarım hakkımı gasp etme konusunda doğru mu hareket etmişlerdir. Yoksa Ensar'a mı zulüm yapılmıştır. Fakat ben hakkımın elimden alındığına inanmıştım……"531

Yukarıda Hz. Ali'ye ait olduğu ifade edilen, en azından Hz. Ali'nin konumunu değerlendirmesi bakımından önemli açıklamalar içeren sözlerde İslâm dininin gelişinden itibaren o güne kadar yaşanılan süreçte Hz. Ali'nin, kavmine ve yönetime karşı duygu dünyasının nasıl şekillendiğini açık bir şekilde görmekteyiz. Çok küçük yaşlarda Müslüman olan ve Kureyş'e karşı varlığını bu yönü ile kabul ettiren Hz. Ali, kabilesinin Ümeyyeoğulları ile İslâm öncesinden gelen husumetini farklı bir noktada ve derinden yaşamıştır. Görüldüğü gibi gerek Kureyş'in gerekse Ümeyyeoğulları'nın Müslümanlar'a ve özellikle Haşimoğulları'na uyguladıkları şiddetli baskı, hilafet sırası kendisine geldiğinde Ümeyyeoğulları'nı ülkenin yönetiminden çekme konusunda Hz. Ali'yi tavizsiz bir yaptırıma itmiş, bu konuda kendisini tamamen haklı pozisyonda görmesine neden olmuştur. Konuyu duygusal anlamda değerlendirerek, Hz. Peygamber

önderliğinde ve sahabenin verdiği mücadele sonucunda kurulan devleti, başta kendisine ve diğer zoru göğüsleyenlere ait olarak gören Hz. Ali, Kureyş'in ve özellikle Ümeyyeoğulları'nın o dönemde gösterdikleri düşmanlıkların ardından yönetim kademlerinde yerleşmiş olmalarından ve daha önce olduğu gibi toplumun elit tabakasını oluşturmalarından şiddetle rahatsız olmuştur.

Hz. Ali'nin Şam üzerine yürüdüğü ve Fırat nehri kenarlarına geldiğinde, Muaviye'ye yazdığı şu mektubu ise direkt olarak Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları'nı kıyaslamakta ve özellikle İslâm öncesi dönemde kabileler arasında sık sık geçen atışmaları hatırlatmaktadır: "…Hâşim b. Abdimenaf bizden, Ümeyye sizdendir. Şeybetü'l-Hamd (Abdülmuttalib) bizden, yalancıların yalancısı sizdendir. Câfer Tayyâr bizden, İslâm'ın ve sünnetin düşmanı sizdendir. Allah'ın arslanı bizden, Hz. Peygamber'in kovduğu sizdendir. Kadınların efendisi bizden, "Hammâletü'l-Hatab" sizdendir. Hz. Peygamber'e akraba olmam ve onun kızı Fatıma ile evlenmiş olmam benim için yeterlidir…….'aramızda kılıçtan başka bir şey yok' diyorsun. Ey ciğer yiyen kadının oğlu! Beni ağladıktan sonra güldürdün……..kardeşinden, dayından, dedenden ve diğer geçmişlerinden tanıdığın kılıçlar sana ulaşacak….."532

Hz. Ali Ümeyyeoğulları'nın özellikle İslâm'a ve Hz. Muhammed'e düşmanlıklarını dile getirerek onları kınayıcı sözler sarf ederken buna mukabil Muaviye kendi akrabalarından İslâm düşmanı olanları müdafaa etmeksizin kendileri ile Haşimoğulları arasındaki akrabalıklarını hatırlatarak Hz. Ali ile bu konuda denklik kurmayı tercih ediyordu.533 Hz. Ali ise geçmişte kendilerine yapılan yoğun baskıları kesinlikle göz ardı etmeye yanaşmaksızın "……Abdümenâfoğulları olduğumuzu ifade eden sözüne gelince, andolsun ki durum öyledir. Ancak Ümeyye, Hâşim gibi değildir. Harb, Abdülmüttalib gibi değildir. Ebû Süfyan, Ebû Talib gibi, Tâlik (Muaviye), Muhacir (Ali) gibi ve batılı savunan hakkı savunan gibi değildir. Haşimoğulları olarak bizim elimizde peygamberlik fazileti vardır ki, onunla zelil aziz olur, aziz de zelil olur."534 sözleri ile asla Ümeyyeoğulları ile her hangi bir ortak noktalarının olamayacağını, kendi kabilelerinin çok özel bir üstünlüğe sahip olduklarını vurguluyordu.

532 İbn A'sem, Futûh, I, 581–582.

533 Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 272. 534 İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 103–104.

Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasındaki mektuplaşmalarla ilgili olarak Adnan Demircan'ın yorumu da dikkate değer görünmektedir. O Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı bakışını şöyle değerlendiriyor: "Hz. Muâviye ile Hz. Ali arasında, Sıffîn Savaş'ndan önce meydana gelen mektuplaşma sırasında ve bazı diyaloglarda, Bedir savaşında Hz. Ali tarafından öldürülen Hz. Muâviye'nin akrabalarına göndermede bulunması dikkate alınarak, birbirlerine karşı besledikleri duygularda, Bedir'de öldürülenlerin hatırasının da kısmen etkili olduğunu söylemek büyük bir iddia sayılmamalıdır. Zira kabîle toplumunda kabîlenin ve kabîle bireylerinin çıkarlarını savunmak bir erdem sayılmaktadır. Temel belirleyici etken olmasa da, aradan yıllar geçtiği halde Hz. Muâviye'nin Hz. Ali'ye karşı iç burukluğu duymasında bu olayın etkisi olduğu söylenebilir."535 Görülen o ki Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasında geçen diyaloglar onları kesinlikle uzlaşmaya yaklaştırmamakla birlikte geçmişten gelen problemleri ve iki kabile arasındaki rekabeti daha da artırmış, bu iki önemli şahsiyetin Sıffîn Savaşı'na bir hesaplaşma psikolojisi ile girmelerine neden olmuştur.536