• Sonuç bulunamadı

1765-1768 yılları arasında Konya'da sosyal ve ekonomik hayat (59 numaralı Konya şer'iye siciline göre)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1765-1768 yılları arasında Konya'da sosyal ve ekonomik hayat (59 numaralı Konya şer'iye siciline göre)"

Copied!
692
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

1765–1768 YILLARI ARASINDA

KONYA’DA SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT

(59 Numaralı Konya Şer’iye Siciline Göre)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Doğan YÖRÜK

HAZIRLAYAN

M. Faruk KARACAOĞLU 044202032002

(2)
(3)

ÖNSÖZ

Osmanlı tarihinin, özellikle de şehir tarihlerinin araştırılmasında şer’iye sicilleri, sosyal, iktisadî, hukukî, idarî, kültürel ve demografik açıdan önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle şer’iye sicilleri üzerine yapılan çalışmalar, son dönemlerde büyük bir artış gös-termektedir.

İncelediğimiz 59 numaralı Konya Şer’iye Sicili, Hicri 1179–1182/Miladi 1765– 1768 yıllarına ait mahkemeye intikal etmiş da’vâları ihtiva etmektedir. Sicilde mülk satış-ları, fermânlar, berâtlar, vasî ve kayyım tayinleri, mirâs, vakıf, mülk ve alacak da’vâları gibi konular yer almaktadır. Bunların içinde mülk satışları, fermânlar ve berâtlar sicilin büyük bir kısmını oluşturmaktadır.

Araştırmamız giriş bölümünden sonra dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde şer’iye mahkemeleri ile mahkeme görevlileri, şer’iye sicillerinin tanımı, tarihi gelişimi, önemi, bu sicillerin içindeki belgelerin sınıflandırılması ve incelediğimiz sicilin tanıtımı üzerinde durulmuştur. Belgelerden sağlanan bilgiler çerçevesinde; İkinci bölüm-de sosyal ve ekonomik hayat, üçüncü bölümbölüm-de hukukî hayat, dördüncü bölümbölüm-de ise idarî ve kültürel hayat incelenmeye çalışılmıştır.

Bu çalışmada yardımlarını benden esirgemeyen ve bana katlanan saygıdeğer ho-cam Yrd. Doç. Dr. Doğan Yörük başta olmak üzere, çalışmanın bitirilmesinde benimle birlikte aynı sıkıntıları yaşayan ailem ve emeği geçmiş olan ama ismini burada sayamaya-cağım bütün arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim.

M. Faruk KARACAOĞLU Konya 2008

(4)
(5)

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ... i İÇİNDEKİLER ... iii KISALTMALAR ... vii GİRİŞ ... 1 A. Araştırmanın Amacı ... 1

B. 59 Numaralı Şer’iye Sicilinin Transkripsiyonunda Takip Edilen Metodlar ... 1

C. Konya’nın Coğrafi Yapısı ... 2

D. Konya’nın Kısa Tarihçesi ... 3

E. 1765–1768 Arası Osmanlı Devletinin Vaziyeti ... 5

I. BÖLÜM ŞER’İYE SİCİLLERİ 1.1. Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Mahkemesi Görevlileri ... 7

1.1.1. Şer’iye Mahkemeleri ... 7

1.1.2. Şer’iye Mahkemesi Görevlileri ... 9

1.1.2.1. Kadı ... 9 1.1.2.2. Nâib ... 13 1.1.2.3. Şühûdu’l-hâl ... 14 1.1.2.4. Kassâm ... 15 1.1.2.5. Muhzır ... 16 1.1.2.6. Çavuş ... 16 1.1.2.7. Subaşı ... 16 1.1.2.8. Mübaşir ... 17 1.1.2.9. Müşavir ... 17 1.1.2.10. Kâtip ve Hademeler ... 17

1.2. Şer’iye Sicillerinin Tanımı, Tarihi Gelişimi, Önemi ... 18

(6)

1.2.2. Şer’iye Sicillerinin Tarihi Gelişimi ... 19

1.2.3. Şer’iye Sicillerinin Önemi ... 21

1.2.3.1. Genel Tarih Açısından Sicillerin Önemi ... 21

1.2.3.2. Hukuk Tarihi Açısından Sicillerin Önemi ... 22

1.2.3.3. Sosyal ve İdari Açıdan Sicillerin Önemi ... 22

1.2.3.4. İktisadi Tarih Açısından Sicillerin Önemi ... 23

1.2.3.5. Askeri Tarih Açısından Sicillerin Önemi ... 23

1.3. Şer’iye Sicillerinin İçindeki Belgelerin Sınıflandırılması ... 24

1.3.1. Kadı tarafından Kaleme Alınan Belgeler ... 25

1.3.1.1. Hüccetler ve Özellikleri ... 25

1.3.1.2. İlâmlar ve Özellikleri ... 27

1.3.1.3. Ma’rûzlar ve Diğerlerinden Farkları ... 29

1.3.1.4. Mürâseleler ... 29

1.3.2. Başka Makamlardan Gelen ve Sicile Kaydedilen Belgeler ... 30

1.3.2.1. Padişahtan Gelen Emir ve Fermânlar ... 30

1.3.2.2. Sadrazam, Beylerbeyi ve Kazaskerden Gelen Buyrultular ... 31

1.3.2.3. Berâtlar ... 31

1.3.2.4. Tezkereler, Temessükler ve Diğer Kayıtlar ... 31

1.4. 59 Numaralı Şer’iye Sicilinin Tanıtımı ... 32

II. BÖLÜM SOSYAL VE EKONOMİK HAYATA AİT BELGELER 2.1. Sosyal Hayata Ait Belgeler ... 41

2.1.1. Reâyâ (Müslim ve Gayrimüslim) ... 41

2.1.2. Aile ... 44

2.1.3. Eş Sayıları ... 44

2.1.4. Çocuk Sayıları ... 45

2.1.5. Namzedlik ... 46

(7)

2.1.7. Boşanma ve Muhâla’a ... 48

2.1.8. Mehr ... 51

2.1.9. Nafaka ... 52

2.1.10. Vasî ... 53

2.1.11. Vakıf ... 56

2.2. Ekonomik Hayata Ait Belgeler ... 59

2.2.1. Mülk Satışları ... 59

2.2.1.1. Ev Satışları ... 59

2.2.1.2. Bağ ve Tarla Satışları ... 67

2.2.1.3. Dükkân satışları ... 72

2.2.2. Esnaf Teşkilatı ... 74

2.2.3. Para ve Fiyat Durumu ... 78

2.2.4. Alınan Vergiler ... 83

2.2.5. Mukataalar ... 87

III. BÖLÜM HUKUKÎ HAYATA AİT BELGELER 3.1. Şahıslarla ilgili Da’vâlar ... 89

3.1.1. Darb Da‘vâları ... 89

3.1.2. Gasb Da’vâları ... 91

3.1.3. Yaralama Da’vâları ... 92

3.1.4. Öldürme Da’vâları ... 93

3.1.5. Alacak Da’vâları ... 94

3.2. Genel Ahlakla İlgili Da’vâlar ... 95

3.2.1. Fi’l-i Şenî Da’vâsı ... 95

3.3. Miras Da’vâları ... 96

(8)

IV. BÖLÜM

İDARİ VE KÜLTÜREL HAYATA AİT BELGELER

4.1. İdari Hayata Ait Belgeler ... 101

4.1.1. Beylerbeyi ... 103

4.1.2. Mütesellim ... 106

4.1.3. Diğer Görevliler ... 108

4.1.4. Mahalleler ... 111

4.1.5. Sicilde Geçen Nahiye, Kasaba, Köy, Derbend İsimleri ... 122

4.1.6. Sicilde Yer Alan Vakıflar, Camiler, Mescitler ... 125

4.2. Kültürel Hayata Ait Belgeler ... 126

4.2.1. Müslüman Şahıs İsimleri ... 126

4.2.2. Gayrimüslim Şahıs İsimleri ... 126

4.2.3. Müslüman Bayan İsimleri ... 127

4.2.4. Unvan ve Lakaplar ... 127 4.2.5. Giyim Eşyaları ... 128 4.2.6. Ev Eşyaları ... 128 4.2.7. Ziynet Eşyaları ... 129 SONUÇ ... 131 ÖZET ... 133 ABSTRACT ... 134 BİBLİYOGRAFYA ... 135

59 NUMARALI KONYA ŞER’İYE SİCİLİ BELGELERİNİN TASNİFİ ... 143

59 NUMARALI ŞER’İYE SİCİLİNİN TRANSKRİPSİYONU ... 149

59 NUMARALI ŞER’İYE SİCİLİNİN ÖZETLERİ ... 553

SÖZLÜK ... 657

(9)

KISALTMALAR

Bas. : Basımevi

C. : Cilt

Ed. : Editör

İA : İslam Ansiklopedisi

Kit : Kitabevi

KŞS : Konya Şer’iye Sicili MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

Neş : Neşriyat

OSAV : Osmanlı Araştırmaları Vakfı

S. : Sayı s. : Sayfa SÜ : Selçuk Üniversitesi TTK : Türk Tarih Kurumu VD : Vakıflar Dergisi Yay. : Yayınları

(10)
(11)

GİRİŞ A- Araştırmanın Amacı

Şer’iye sicilleri, insanlarla ilgili bütün hukukî olayları, kadıların verdikleri karar suretlerini, hüccetleri ve yargıyı ilgilendiren çeşitli yazılı kaynakları içeren defterlerdir. Merkezden taşraya gelen her türlü emir ve fermân kadıya gelir, ayrıca her türlü hukukî da‘vâ Şer’iye Mahkemelerinde görülür ve defterlere kaydedilirdi.

Bu yönleriyle şer’iye sicilleri Osmanlı Devleti’nin idarî, hukukî, sosyal, ekonomik tarihinin araştırılmasında çok önemli kaynaklardan biridir. Şehir tarihlerinin yazılmasında ise birincil kaynak konumundadır. Bu siciller olmadan Osmanlı gündelik yaşamını tam olarak anlamak mümkün değildir.

Bu çalışmadaki amacımız 1765–1768 yılları arası Konya şehrinin sosyal, ekono-mik, hukukî, idarî ve kültürel yapısının belirlenmesine katkı sağlayabilmektir. Bu bağ-lamda sicilde yer alan belgeler önce transkripsiyon edilmiş, sonra ise tasnifleri yapılmış-tır. Belgelerin yorumlanması ile Konya sakinlerinin sosyal yapısı, ikili ilişkileri, gündelik yaşamı, ekonomik yapısı, merkezî idare ile taşra arasındaki ilişkileri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

B- 59 Numaralı Şer’iye Sicilinin Transkripsiyonunda Takip Edilen Metodlar

59 numaralı Konya şer’iye sicili baştan sona okunarak transkripsiyon yapıldı. Da-ha sonra buradaki her bir belgenin özeti çıkarıldı. Bunlar konularına göre sınıflandırıldı. Çalışmamızın kullanılabilir olması için transkripsiyon aşamasında her bir kelime-ye titizlik gösterildi. Transkripsiyon yapılırken okunamayan kelime-yerler (……), boş bırakılmış yerler (boş), okunuşunda şüphe duyulan yerler (?) şeklinde gösterildi. Belgelerin hicri ta-rihleri miladi tarihe çevrildi. Belgelerin altındaki hicri takvimler ve miladi takvime çev-rilmiş halleri transkripsiyonun yanında özetlere de aktarıldı. Özetler kısmında bu belgeler ayrıca türlerine göre de ayrıldı.

Transkripsiyonda belgelere verdiğimiz numaralar orijinal numaraları değildir. Ko-laylık olsun diye, ilk sayfadan itibaren tarafımızdan numara verilmiştir. Her sayfada kaç belge varsa 1–1, 1–2, 1–3 şeklinde numaralandırılmıştır.

(12)

C. Konya’nın Coğrafi Yapısı

Konya, İç Anadolu’nun güney kısmında şehir ve vilayet merkezi olup aynı ismi taşıyan geniş ovanın kuzey batısında ve batı Toros dağlarının eteklerinde yer alır1. Bu dağlar kuzeyde Lycaonia (Likaonya), Kapadokya (Cappadoce) ile güneyde Taşlık Kilikya (Cilicie Trachee) arasında sınır teşkil ederler2.

Konya dünya üzerinde 38 derece kuzey enlemi ve 32 derece doğu boylamı üzerin-de yer almaktadır. Bölgenin kuzeyinüzerin-de ve güneyinüzerin-de doğu-batı istikametinüzerin-de uzanan sıra dağlar, denizle olan bağlantısını zorlaştırır. Bu özelliğiyle tam bir kapalı havza niteligindedir. Konya’nın içinde yer aldığı bu bölge Türkiye’nin en az engebeli bozkırıdır. Ara sıra küçük göllere ve bataklıklara tesadüf edilir. Bunlar ilkbahar sularıyla artar ve yazları tuz oranı nispeten yüksektir.

Konya kuzey yarımkürede deniz seviyesinden 1020 metre yükseklikte yer alır. Batı-sında ve güneyinde yer alan 2400 metre yüksekliğinde ki dağların eteğinde uzanan şehir, etra-fını saran bozkır topraklarının içine yerleştirilmiş bir vaha görünümündeki yayla gibidir3.

Konya, Orta Anadolu’yu kuşatan Toros dağları ile Karacadağ, Konya Bozdağları ve Takkelidağ arasındaki çukurluğun kuzey yakasındadır. Konya sınırları içinde Beyşehir Gölü, Akşehir Gölü, Seydişehir Gölü, Akgöl, Çavuşçugöl ve Acıgöl yer alır4.

İklimi bozkır iklimi olup kışları çok serttir. Yılda ortalama 59 gün karla kaplıdır. Yazları ise oldukça sıcak ve kuraktır. Yağışlar yetersiz olmasına rağmen, yağmurlar, bit-kilerin en çok ihtiyaç hissettiği an olan ilkbaharda yağar ve tahıl ziraatına uygun ortam sağlar. Konya şehri geniş ve düz bir bozkırda olmasına rağmen ilkbaharda dağlardan inen suların da etkisiyle etrafı yemyeşil bağ ve bahçelerle kaplıdır. Bu karakteriyle “vaha şeh-ri” görünümündedir5.

1 Besim Darkot, “Konya”, (Kısaltma: Konya), İA, C. VI, MEB Yay., İstanbul 1998, s. 841. 2 İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, (Kısaltma: Konya), Enes Kitap Sarayı, Ankara 1997, s. 7. 3 Muhittin Tuş, Sosyal ve Kültürel Açıdan Konya, (Kısaltma: Konya), Tablet Yay., Konya 2007., s. 21-22. 4 Mehmet Önder, Mevlânâ Şehri Konya, (Kısaltma: Konya), Güven Matbaası, Ankara 1971, s. 3. 5 Tuş, Konya, s. 22–23.

(13)

D. Konya’nın Kısa Tarihçesi

Konya’nın en eski adı İconium’dur6. Konya en eski çağlardan itibaren aynı ismi taşıyan şehirlerden biridir. Bu isim Roma hakimiyetinde Iconium, Bizans devrinde Toxovıov, muhtelif haçlı kaynaklarında Yconium, Conium, Stancona, İtalyan sâhil-nâmelerinde Conia, bazı eserlerde ise Cogne veya Cogna, Arap kaynaklarında Kûniya, yeni garp eserlerin de Conia, Konieh, Konia şeklinde geçmektedir7.

Anadolu’daki en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Konya, en eski dinlerin ve geleneklerin şehri olarak tarihte yer almıştır. Bu yöredeki Çatalhöyük’ün tarihi MÖ. Altı ile yedi bin yıllara kadar, Karahüyük’ün tarihi ise, Hitit dönemine kadar uzanmaktadır. Hititlerden Frigyalılara geçen Konya, MÖ. IV. yüzyılın ortalarında İran hâkimiyetiyle ta-nışmıştır8.

M. Ö. 546 yılında Pers Kralı Kyros, Lydia Kralı Kroisos’la yaptığı savaşı kazana-rak bütün Anadolu’ya egemen olmuştur. Büyük İskender’in Pers İmparatorluğu’nu yık-ması sonucu bu bölge de Makedonya Krallığı’nın eline geçmiştir. Büyük İskender’in ölümüyle ise imparatorluk komutanları arasında paylaşılmıştır. Bu sırada batıdan gelerek Boğazları geçen Galatlar Helenistik krallarla yaptıkları mücadeleler sonucu Yukarı Phrygia’ya yerleşmeyi başararak kısa sürede Orta Anadolu’yu ellerine geçirmişlerdir. Ga-latlar bölgede Roma Dönemi’ne kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. GaGa-latlardan sonra ise bölgede Seleukoslar’ın etkisi görülmeye başlasa da burada ki gelişmeler Roma’nın kont-rolü altında olmuştur. Romalılar zamanında bölgedeki Galat gruplarının yanında Phryg halklarından da yaşayanlar olduğu sanılnaktadır. Bergama krallarından III. Attalos M. Ö. 138 yılında Bergama Kenti ve onun toprakları dışındaki bütün topraklarını Romaya bı-rakmıştır. Roma, zaman zaman Anadolu’da idarî düzenlemelere gitmiştir. Bu düzenleme-lerle kurulan yapı Bizans dönemine kadar devam etmiştir9.

6 Hayri Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapısı,

(Kı-saltma: Konya), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2001, s.24.

7 Darkot, “Konya”, s. 842. 8 Erten, Konya, s. 24.

9 Hasan Bahar-Özdemir Koçak, Eskiçağ Konya Araştırmaları 2 (Neolitik Çağ’dan Roma Dönemi So

(14)

VII. yüzyıl ortalarında başlayan İslâm akınları sırasında Konya, Bizans’ın elinde bulunuyordu10. Bir Bizans şehri olan Konya, İslâm Devletlerinin sınır şehirlerine yakın olduğu için güneyden gelen her istilâ veya gaza hamlesisinin ilk uğrak yeri idi. Emevi hükümdarlarından Abd-ül-Melik zamanında miladi 704’de Konya alınmış, burada bir İs-lamî idare kurulmuşsada bu durum uzun sürmemiş, kısa bir süre sonra şehir tekrar Bi-zanslılar’ın eline geçmiştir11.

XI. yüzyıl Türk tarihinin en mühim dönüm noktası olarak kabul edilir. Anadolu Türklerinin ataları olan Oğuz Türkleri Anadolu’ya gelmezden önce Samani, sonra Karahanlı ve Gazneliler arasında sıkışıp kaldıkları için rahat ve huzur içinde oturabilecekle-ri yeni bir yurt arayışına girmişler, bu bağlamda 1016’dan itibaren Doğu Anadolu’ya kadar uzanan akınlar başlatmışlardır. 1040 da Gaznelileri yenilgiye uğrattıktan sonra ise de Ana-dolu’nun yolu Selçuklulara açılmış, 1048’de Pasinler Savaşıyla da Bizans yenilgiye uğra-tılmış, Malazgirt Savaşı öncesi 1067’de Konya Selçuklu egemenliğine girmiştir12. Fetih ta-rihiyle alakalı değişik rivayetler olsa da Konya’nın Selçuklular ve Anadolu için arz ettiği önem ve üstlendiği rol bizim için önemli olandır.

Günümüz Konya’sının yerleşim düzeninin belirlenmesinde önemli bir yer olan Alaaddin tepesinin çevresinin iskân yeri olarak kullanılmaya başlanması, MS. XI. asrın başla-rına uzanmaktadır. Selçukluların eline Sultan Alparslan zamanında geçen Konya bundan son-ra İslam kültürü ile karşılaşmış ve Anadolu’da Müslüman bir topluma başkentlik yapmıştır13. Karamanoğulları Selçuklu sultanı I. Alâal-Din Kaykubât zamanında 1228’de Kamar al-Din adı da verilen Ermenak vilayetine yerleştirilmişlerdir14. Selçukluların çökü-şünden sonra, onların başkenti Konya’ya sahip olmalarından dolayı, Selçuklular’ın top-raklarının tamamına vâris olduğunu iddia eden Karamanoğullarının hakimiyeti başlamış-tır15. Konya H. 872 M. 1467 yılında kesin olarak Osmanlı Devleti’nin sınırlarına dahil

10 Yusuf Küçükdağ, Lâle Devri’nde Konya, (Kısaltma: Konya), (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi), Konya 1989, s.10.

11 Konyalı, Konya, s. 33.

12 Mustafa Kafalı, “Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi”, (Kısaltma: Anadolu’nun Fethi), Türkler, C.VI,

Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.177-181.

13 Erten, Konya, s. 24.

14 M. C. Şihâbeddin Tekindağ, “Karamanlılar”, (Kısaltma: Karamanlılar), İA, C.6, MEB Yay., İstanbul

1988, s. 316.

(15)

edilmiştir. Karaman ilin’de asâyiş temin edildikten sonra Gedik Ahmet Paşa’nın sadra-zamlığı zamanında Fâtih Sultan Mehmet tarafından Muslıh-ıd-din ve Kasım adlı büyük Türk Alimlerine bu ilin evkaf ve emlâk tahriri yaptırılmıştır16.

XV. yüzyılın ikinci yarısında kesin olarak Osmanlı idaresine girmiş olan Konya Böl-gesi önce şehzade sancağı daha sonra da Beylerbeyilik (Mîr-i Mirânlık-Eyalet) olmuştur. Osmanlı taşra teşkilatındaki en büyük idarî birim olan Beylerbeyilik değişik sayıdaki sancak-lardan meydana gelmiştir. Bu terim başlangıçtan beri böyle kullanılırken XVI. yüzyıldan son-ra Eyalet, daha sonson-ra Vilayet tabirleri ile kullanılmış yöneticisine de vali denmiştir.

XVII. yüzyılda Karaman Beylerbeyliğine bağlı sancakların sayıları zaman zaman değişiklik gösterse de Konya Paşa Sancağı merkez olmak üzere Akşehir, Aksaray, Beyşe-hir, Kayseri, Kırşehir ve Niğde olmak üzere toplam yedi tanedir17.

Yine 1750–1835 yılları arasında Karaman Eyâlet-i sancaklarına bakacak olursak Konya, Akşehir, Aksaray, Beyşehir, Kayseri, Kırşehir, Niğde olarak karşımıza çıkmakta-dır. Bu yıllar arasında zaman zaman ise Larende, Alâiye, İç-il sancakları görülmektedir. 1836’dan sonra ki sancaklar Konya, Akşehir, Aksaray, Beyşehir, İç-il, Niğde, Hamid, Te-ke, Tanzimat’tan sonraki sancaklar ise Konya, Hamid, İç-il, Nevşehir, Niğde, Teke olarak görülmektedir18.

E. 1765–1768 Arası Osmanlı Devletinin Vaziyeti

Padişah olarak başta III. Mustafa vardır. III. Ahmed’in hayatta olan en büyük oğlu-dur. III. Osman’ın vefatı üzerine kırk iki yaşında hükümdar olmuştur. III. Mustafa devlet işlerini idare eder, mali işlerde santimine kadar tekip eder ve hesap sorardı. Uyanık fikirli ve yenilik taraftarı olması nedeniyle Avrupa tarzı askeri ıslahatlar yaptırmak istemiş böyle-ce kara ve deniz mühendishaneleri onun zamanında kurulmuştur. III. Mustafa’nın veziri Koca Ragıp Paşa bizzat I. Mahmut tarafından takdir olunarak yetiştirilmiş ilim, fazilet ve kiyaset sahibi bir devlet adamıdır19.

16 Konyalı, Konya, s. 111.

17 Bayram Ürekli, “ 17. Yüzyılda Osmanlı Taşra Teşkilatında Görevliler: Konya Örneği”, (Kısaltma:

Kon-ya Örneği), Uluslar Arası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti

Kongresi 07–09 Nisan 1999, Konya 2000, s. 707–708.

18 Tuş, Konya, s. 28.

(16)

1768 yılından itibaren ise Osmanlı-Rus savaşı yaşanacaktır. Bu savaşın çıkmasında Lehistan’a Rusların egemen olmak istemesi önemli bir etkendir. Osmanlılar ta XVI. yüzyıl-dan itibaren Lehistan krallığına seçilecek olanların Avusturya ve Rus kökenli olmamasına önem vermiştir. Fakat 1739–1768 arası Rus-Avusturya ve İran’la yapılan savaşlar Osmanlı-ları yıpratmış yorgun düşürmüş çekingen bir siyaset izlemesine neden olmuştur. 1768’de başlayıp 1774’e kadar altı yıl sürecek olan Osmanlı-Rus savaşı Osmanlılar açısından bir dönüm noktası olmuştur. Lehistan’da başlayan savaş Bulgaristan’a kadar ilerlemiş, Kırım dahil olmak üzere pek çok yer kaybedilmiştir20.

                     

(17)

I. BÖLÜM ŞER’İYE SİCİLLERİ

1.1. Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Mahkemesi Görevlileri 1.1.1. Şer’iye Mahkemeleri

Şer’iye mahkemeleri (meclis-i şer) Osmanlı Devleti’nin başlangıcından Tanzimat dönemine kadar yüzyıllar boyu hukukî uyuşmazlıkların çözüldüğü yer olmuştur. Teorik de İslam hukukuna göre toplu hâkimli mahkemeler mümkün olmakla birlikte uygulama ya baktığımız da tek hâkimli mahkemelerin var olduğunu görmekteyiz21.

Osmanlı Devletini etnik, dinî ve kültürel farklılıklar bakımından zengin, ama aynı zamanda da problemli olan bir coğrafyada altı asrı aşan bir süre ayakta tutan faktörlerin ba-şında bu devletin sahip olduğu hukukî yapı ve bunu işletiş biçimi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Osmanlı hukukunun esâs temelini İslâm hukukunun oluşturduğu inkar edilemez. Bu realite Osmanlı Devletinin çağdaşı veya daha önce kurulmuş olan diğer İslâm devletleri için de geçerlidir. Ancak her devletin İslâm hukuku uygulamasında gerek mezhep ayrılığına ge-rekse sosyal, siyasî ve kültürel farklılıklara bağlı olarak bir takım değişikliklerin olduğu da bir gerçektir. Bu farklılıkları Osmanlı Devletinde de görmek mümkündür.

Ayrıca, buna İslâm hukukunun ayrıntılı olarak düzenlemediği veya düzenlemesini devlet başkanlarına havale ettiği alanlarda Osmanlı padişahları tarafından dönemin ihti-yaçları ve anlayışı ışığında hukuk kurallarının konduğu olgusu da eklenmelidir. Örfî hu-kuk da denen padişah iradelerinden oluşan kurallar, örf ve adet kaideleri, şer’î şerifin hü-kümlerini tamamlayan kanunlar gibidir. Padişah kanun yapabilir. Ancak bu kanun şer’-i şerifin teferruatı kabilindendir. Osmanlı Devletinde şeyhülislâm, hâkim ve müftülerce şe-riata uygunluğu kabul edilmeyen hukukî düzenlemeler, yürürlük şansını kaybederler. Gö-rüldüğü gibi, Osmanlı Devletinde kanunlar, padişahın keyfi emirleri değildir22.

21 Halil Cin-Gül Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, (Kısaltma: Hukuk), Sayram Yay., Konya 2008, s. 143-144. 22 Halil Cin, Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku ve Yargılama Usulleri, (Kısaltma: Yargılama

(18)

Osmanlı Devletinde yargılama hukuku sahasında, İslam Hukuku ve özellikle Ha-nefi mezhebinin kuralları uygulanmıştır. Şer’iye mahkemelerinde uygulanmış olan bu hu-kukun kaynakları, Hanefi mezhebine ait fıkıh kitaplarının kaza, da’vâ, şahadet, ikrar, beyyinat, yemin, sulh ve vekâlet bölümlerinde geçen hükümlerdir. Bazı konularda özel yargılama usulleri de mevcuttur23

Şer’iye Mahkemeleri kadıların şer’-i hükümlere göre yargılama yaptıkları mah-kemelerdir. Şer’iye Mahkemelerini ifade için mehâkim-i şer’iye, meclis-i şer’-i, meclis-i şer’-i enver veya nebevi gibi tabirler kullanılmaktadır.

Şer’iye mahkemeleri, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Tanzimat dönemine ka-dar geçen sürede her türlü ihtilafların çözüldügü bir yerdir. Osmanlının ilk padişahı Os-man Bey’in tayin ettiği iki memurdan birisi kadı olmuştur. İlk dönemde kadıları yetiştire-cek kaynak tesis edilemediğinden, ilk Osmanlı kadıları hep Anadolu, İran, Suriye, Irak ve Mısır gibi İslâm ülkelerinden seçilmiştir24. Osmanlı adliye teşkilatı İslam’ın ilk dönemle-rinde ortaya konan adli yapının, Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Memluklu devletlerinin bi-rebir kopyası değil onların değişime ve gelişime uğramış halidir25.

Önceleri Şer’iye Mahkemelerinin belli bir makam binası yoktur. Ancak kadıların yargı işlerini yürütebilecekleri ve tarafların kendilerini her an bulabilecekleri muayyen bir yerleri vardır. Bu yerler, kadının evi, cami, mescit veya medreselerin belli odaları olabilir. II. Mahmut döneminde, 1837’de İstanbul kadısının makamı Bab-ı Meşihat’taki boş odalara taşınmış ve ilk kez resmi bir mahkeme binasında yargı görevi îfâ edilmeye başlanmıştır. İlk yıllardan beri kadılar kazaskerlere ve kazaskerlerde padişahın mutlak vekili olan sadrazamlara bağlı olarak şer’-i hükümleri uyguladıkları halde, kazaskerler Tanzimat’ın başında Şeyhülislamlığa bağlanmıştır. Bu arada kadıların idarî mahalli idare yetkileri de kaldırılmıştır. 1867 tarihinde Şer’iye mahkemeleri dışında bir takım idarî ve adli mahkemeler kuruldu. 1873 yılında Şer’iye mahkemelerinin bir üst mahkemesi mahi-yetinde bulunan ve yüksek Şer’-i mahkeme olan Meclis-i Tetkikat-ı Şer’iye kuruldu. Bu

23 Abdulaziz Bayındır, “Osmanlı’da Yargının İşleyişi”, (Kısaltma: Yargının İşleyişi), Osmanlı, C.VI, Yeni

Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 429.

24 Ahmed Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, (Kısaltma: Siciller), C.I, TDAV Yay, İstanbul 1988, s. 76. 25 M. Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, (Kısaltma: Hukuk), Beta Yay., İstanbul 2001, s. 77.

(19)

mahkeme kendisine havale edilecek da’vâları bir temyiz mahkemesi olarak inceleyecekti. 1913 yılında Kanun-u Muvakkat ile Şer’iye mahkemelerinin teşkilat ve görevleri yeniden düzenlendi. 1916 tarihli bir kanun ile kazaskerlik, muhallefat ve evkaf mahkemeleri de dâhil olmak üzere bütün Şer’iye mahkemeleri adliye nezaretine bağlanmış ve temyiz mahkemesinde Şer’iye adıyla yeni bir daire oluşturulmuştur. 1919 tarihli bir kararname ile Şer’iyye Mahkemeleri tekrar şeyhülislamlığa bağlanmıştır. TBMM’nin teşkilinden sonra 4 yıl daha aynı kararname uygulanmış, ancak 1924 tarihli Mehakim-i Şer’iye’nin ilgasına ve Mehakim’in Teşkilatına ait Ahkâmı Muaddil Kanun ile Şer’iye mahkemeleri ortadan kaldırılmıştır26.

1.1.2. Şer’iye Mahkemesi Görevlileri 1.1.2.1. Kadı

Arapça’da kazâ kökünden ism-i fâil olan kâdî, fıkıh terimi olarak insanlar arasında meydana gelen çekişme ve davaları şer’-i hükümlere göre çözümlemek için yetkili ma-kamca tayin edilen kimseye denir27.

Osmanlı Devleti’nde beylik döneminden beri fethedilen yerlere hukuku temsilen bir kadının, idareyi temsilen bir subaşının tayini yerleşmiş bir gelenektir. Osmanlı kadısı İslâm devletleri içinde özgün bir yeri olan adliye ve mülkiye görevlisidir. Memuriyeti, kendinden önceki İslâmî asırlardaki meslektaşlarına göre daha geniş yetkilerle donatılmıştır. Osmanlı kadısının mülkî, beledî, malî, askerî ve adlî sahaları kapsayan görevleri göz önüne alınırsa onun kadar geniş bir görev alanı bulunan bir başka memuriyet yoktur28.

Kadı, şer’î ve hukukî hükümleri tatbik edici demek olup aynı zamanda hükümetin emirlerini de yerine getiren bir makamdır. Kadılara hâkimü’ş-şer’-i daha sonraları ise ale-lıtlak denilmiştir29.

26 Ahmed Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”, (Kısaltma: Şer’iye Mahkemeleri),

Türkler, C.X, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 55–56.

27 Fahrettin Atar, “Kadı”, (Kısaltma: Kadı), İA, C.24, Türk Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2001, s. 66. 28 İlber Ortaylı, “Kadı”, (Kısaltma: Kadı), İA, C.24, Türk Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2001, s. 69. 29 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, (Kısaltma: İlmiye), Türk Tarih

(20)

Osmanlı hukuk düzeninde halk ile devlet arasındaki münasebeti sağlayan en önemli kurum, kadılıktır. Kadıların ilk görevi mahkemeyi işletip halkın sorunlarını çöz-mektir. Osmanlı taşra idaresindeki kadı hâkim ve merkezi bir unsurdur. Kadılar belli bir süreliğine taşra da bulunan merkezi görevliler gibiyse de yetkileri icabı bağımsızdırlar30.

Osmanlı hukukçuları kadıyı, insanlar arasında meydana gelen da’vâ ve anlaşmaz-lıkları şer’î hükümlere göre karara bağlamak için devletin en yüksek icrâ makamı tarafın-dan tayin edilen şahıs diye tarif etmektedirler. Osmanlı adli teşkilatının temel taşı olan kadılar, bulundukları yerin hem hâkimi hem belediye başkanı hem emniyet amiri, bazen hem mülki amiri ve hem de halkın her konuda müracaat edebileceği sosyal güvenlik ma-kamıydı. Kadıların ne gibi vazifelerinin olduğunu Şer’iye sicillerinden görmekteyiz31.

Genel olarak kadıların görev ve yetkileri şunlardır; - Şer’-i hükümleri icra etmek

- Hanefi mezhebinin tartışmalı olan görüşlerinden en muteber olanı araştırıp uygulamak

- Şer’iyye sicillerinin yazımı

- Veli veya vasîsi olmayan küçükleri evlendirme - Yetimlerin ve gaiblerin mallarını muhafaza - Vasî ve vekilleri tayin ya da azl etmek - Vakıf ve muhasebelerini kontrol etmek - Evlenme akdini icra etmek

- Vasîyetleri tenfiz etmek

Kısaca bütün hukukî işleri takip kadıların görev ve yetkileri arasındadır. Kadılar, devletin siyasi ve idarî meselelerine karışmazlar ve bu konuları ilgili mülki amirlere terk ederlerdi. Ayrıca merkezden gelen emir ve talimatları icra da kadıların görevleri arasında yer almaktadır32. Bu görevlerinin yanında avarız vergilerinin toplanıp merkeze veya

30 Tuncer Baykara, Osmanlı Taşra Teşkilatında XVIII. Yüzyılda Görev ve Görevliler (Anadolu),

(Kı-saltma: Taşra Görevlileri), Vakıflar Genel Müdürlüğü Yay., Ankara 1990, s. 6-7.

31 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 55.

(21)

ferde bulunan orduya ulaştırılması, zahire, hayvan tedariki ve sevki, menziller hakkındaki emirler, asker toplanması, emtiaya narh konulması, belediye hizmetlerinin yerine getiril-mesi kadıların vazifelerindendir33.

Kadıların derecelerine gelince; dereceleri itibariyle iki büyük gruba ayrılırlar: Birin-cisi, Mevleveyit denilen büyük kadılıklardır. Büyük eyaletlere ve bazı önemli sancaklara mevleviyet denilen kadılar tayin edilirdi. Bunlar da aldıkları maaşlar yönünden iki kısma ayrılıyordu: a- Üç yüz akçe yevmiyeli mevleviyetler ki, bunlara devriye mevalisi de denirdi. b- Yevmiyesi daha yüksek olan mevleviyetlerdi ve son sınır beş yüz akçe yevmiyeli mevleviyet makamı idi. Bunlar devletçe çok önem verilen mühim eyaletlerin kadılarıydı.

Mevleviyetlerin kendi aralarındaki derecelerini kısaca su şekilde özetleyebiliriz: A- Rumeli Kazaskerliği

B- Anadolu Kazaskerliği

Bundan sonrakileri ise söyle sıralayabiliriz: a- İstanbul Kadılığı

b- Haremeyn Mevleviyeti c- Bilad-ı Hamse Mevleviyeti d- Mahrec Mevleviyeti e- Devriye Mevleviyeti f- Paye-i Mücerrede Sahipleri

Osmanlı Devleti’nde dereceleri yönüyle ikincisi kaza kadılarıdır. Kazalardaki işle-ri yürütmekle sorumludurlar. Bunların en yüksek derecesine Esvef-i Kuzat denirdi. Bun-ların dışında olağanüstü hallerde ülkenin asayişini temin için toprak kadıları adıyla seyyar kadılar ile bazı önemli da’vâ ve şikâyetleri dinlemek üzere merkezden görevlendirilen nehâyif müfettişleri de mevcuttur34.

33 Mehmet Ali Ünal, “Osmanlı Devleti’nde Merkezi Otorite ve Taşra Teşkilatı”, (Kısaltma: Taşra

Teşkila-tı), Osmanlı, C.VI, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 119.

(22)

Kadıların tayin usüllerine değinecek olursak; medreseden mezun olup mülâzımlık hakkını kazanmış olan adaylardan Rumeli’de görev almak isteyenler Rumeli kazaskeri-nin, Anadolu’da görev almak isteyenler ise Anadolu kazaskerinin matlab defterine isimle-rini yazdırır ve sıralarının gelmesini beklerlerdi. Kadı ve müderrislerin tayinleri Dîvân-ı Hümâyunda kararlaştırılıp, dîvân toplantısı sonunda padişaha arz edilir, kesinlik kazan-dıktan sonra ise kazasker tarafından adaya göreve başlama tarihini, süresini ve ücretini belirten kısa tayin buyrultusu yazılırdı. Sadrazam da ruûs ve beratının yazılması için mu-ameleyi kaleme havale ederdi. Beratta tayin esasları ana hatları ile belirtilirdi35.

1574 yılından itibaren kaza kadıları ve bazı küçük dereceli müderrisler dışında ka-lan mevâli kadılarını, müderrisleri ve hatta kazaskerleri tayin yetkisi şeyhülislâmlara ve-rildi36. Ondördüncü asırdan on altıncı asrın ortasına kadar tüm kadıların tayin ve tercih yetkisi kazaskerlere aitken, onaltıncı asrın ikinci yarısından sonra mevleviyet kadılarını tayin yetkisi şeyhülislâmlara devredildi. Diğer kadıları yine kazaskerler tayin ediyordu. Kaza kadılarının görev süreleri iki sene idi. (Sonra yirmi aya indirildi). Mevleviyet kadı-larının görev süresi ise bir sene idi. Görev süresini dolduran kadı İstanbul’a gelir ve eğer kaza kadısı ise her çarşanba günü kazaskerin makamına devam ederlerdi. Mevleviyet ka-dıları ise, cuma günü veziriazamı paşa kapısında ziyaret ederlerdi. Tanzimat’tan sonra bu usûl değiştirilmiştir. Mülazemet usulünün amacı, kadıların mazul oldukları zaman içinde kendilerini mesleki açıdan yetiştirmeleridir. 1598 yılında mülazemet usulü bozuldu ve su-iistimaller başladı37.

Son olarak kadılarda aranan şartlara değinecek olursak; Osmanlı ülkesindeki hak ve adalet esasları, kadıların ehliyeti ve sahip oldukları vasıflarla doğru orantılı olarak yer-leşmiş ve uygulanmıştır. Bu sebeple kadı olacak bir şahısta bazı vasıflar ve şartların ol-ması istenmiştir. Kadılarda aranan vasıflar kısaca şöylece özetlenebilir.

a) Kadıların tam ehliyetli olmaları, yani baliğ, akıllı ve hür olmaları şarttır. Küçük-ler bunaklar, kör, dilsiz ve sağırlar kadı olamazlardı.

35 Mehmet İpşirli, “Klasik Dönem Osmanlı Devlet Teşkilatı”, (Kısaltma: Devlet Teşkilatı), Osmanlı

Dev-leti Tarihi, (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), C.I, Feza Gazetecilik Yay., İstanbul 1999, s. 264.

36 Yusuf Halaçoğlu, “Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, (Kısaltma:

İslam Tarihi), C.12, Kombassan Yay., İstanbul 1989, s. 427.

(23)

b) Kadıların Müslüman olmaları şarttır. Fakat zimmînin zimmîye caiz görülmüştür. c) Had ve kısas cezaları ile ilgili da’vâlar dışında erkek veya kadın olması caizdir. Uygulamada kadın hâkime rastlanmamıştır.

Bütün bunların yanında kadıların yerli yerinde hüküm verebilen, anlayışı kuvvetli, dürüst, güvenilir, şahsiyet sahibi, sağlam iradeli, hukukî meselelere ve yargılama usulüne vakıf ve kendisine gelecek hukuk da’vâları şer’-i esaslara göre karara bağlayacak yeterli-likte olmaları gerekir. Bu son şarta her zaman riayet edildiği söylenemez; zaten bunlar şart değil, kadılarda bulunması gereken vasıflardır38.

Kadı, adalet dağıtmak, haksızlığı önlemek, taraf tutmamak ve Hz. Peygamberin yolunda yürümek gibi dinin yapılmasını istediği şeyleri yapmalı; katı, kaba, kibirli ve inatçı olmamalıdır. Bundan başka, makamını ve şahsiyetini koruyabilmesi için uyması ge-rekli görülen ahlakî kurallar şunlardır:

1. Kadı mahkemede kendisi için alışveriş yapmamalıdır. 2. Kadı mahkemede hiç kimseyle şakalaşmamalıdır. 3. Taraflar ile da’vâlar dışı hiç bir şey konuşmamalı.

4. Kadı taraflardan hiçbirisinin hediyesini kabul etmez ve başkalarından da almaz. 5. Kadı taraflardan hiçbirinin davetine gitmez.

6. Mahkeme sonuçlanmadan kadı, taraflardan yalnız birisini evine kabul etmek, mahkemede biri ile baş başa kalmak, ikisinden birine el, göz ve baş ile işaret etmek, on-lardan birisi ile gizli konuşmak, diğerinin bilmediği dil ile söz söylemek gibi töhmet ve kötü zanna sebep olabilecek hal ve hareketlerden sakınmalıdır.

7. Kadı taraflar arasında eşit davranmak zorundadır39.

1.1.2.2. Nâib

Sözlükte “birini temsil etmek, birine vekalet etmek” anlamındaki nevb masdarından türeyen nâib, “bir makamın sorumluluğunu asıl sahibi yerine geçici bir zaman için

38 Abdullah Saydam, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, (Kısaltma: Medeniyet Tarihi), Derya Kit., Trabzon

1999, s. 284-285.

(24)

nen kimse” demektir40. Daha ziyade bir yere tayin olunan kadıların, kendileri gitmedikleri takdirde yerlerine gönderdikleri kimseye denir41.

Nâiblik Osmanlılar’da başlangıcından beri mevcuttur. Yeni fethedilen yerlere ida-reyi temsilen sancakbeyi veya subaşı, hukuku temsilen kadı yahut nâib tayin edilmesi bir fetih geleneğidir. Nâibler, medrese eğitimi alarak özellikle fıkıh alanında kendi kaza dai-resinde ihtilâfları çözebilecek bir seviyede tahsil görmüş ilmiye mesleği mensubu kimse-lerdir. Osmanlı adlî teşkilâtında kadı yardımcısı ve vekili olan nâib kadı tarafından belir-lenir, Anadolu veya Rumeli kazaskeri tarafından tasdik edilirdi. İstanbul’da nâiblerin ta-yininde İstanbul kadısı yetkilidir. Nâibler genelde süresiz olarak tayin edilirdi, ancak be-lirli süreler içinde görev değişiklikleri olurdu. Nâibler kendisini göreve getiren kadı tara-fından re’sen görevden alınamayacağı gibi nâibi olduğu kadının azli veya ölümüyle de görevleri sona ermezdi. Ancak yetersizlikleri, bilgisizlikleri, bir yolsuzluğa karışmaları, ehl-i örf ile işbirliği yapmaları gibi sebeplerle azledilirlerdi42.

Nâibler belirli bir süre veya belirli bir iş için tayin edilirlerdi. Onlar da kadıların ver-dikleri yetki çerçevesinde görevlerini yaparlardı. Belirli bir iş için tayin edilenler keşif göre-viyle veya bir başka görevle belirli bir süre için tayin edilenler ise kadının görevi başında ol-madığı zamanlarda onun vazifesine vekâleten bakanlardır. Zaman içinde bu uygulama kadılık mesleğinde yozlaşmalara da sebep olmuş, hem zaman zaman ehil olmayan kimselerin kadılık yapmalarına, hem de nâiblerin gelirlerinden asıl kadıya pay vermek durumunda olmaları on-ların gelirlerini artırmak için çeşitli suistimallere yönelmelerine yol açmıştır43.

1.1.2.3. Şühûdu’l-hâl

Mahkemelerde şehrin ileri gelenlerinden bazılarının önemli da’vâlarda hazır bulu-narak verilen kararların veya da’vâ tutanaklarının altlarına isimleri yazılanlar anlamına gelmektedir44.

40 Casim Avcı, “Nâib”, (Kısaltma: Nâib), İA, C.32, Türk Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2006, s. 311. 41 Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, (Kısaltma: Lûgat), Enderun Kit., İstanbul 1986, s. 235–236. 42 Mehmet İpşirli, “Nâib”, (Kısaltma: Nâib), İA, C.32, Türk Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2006, s. 312. 43 Aydın, Hukuk, s. 84; Uzunçarşılı, İlmiye, s. 117.

44 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, (Kısaltma:

(25)

Mahkemede yargılamaya bir anlamda müşahit sıfatıyla katılan şühudu’l hâl, aslın-da yargılamanın seyrine etki eden şahitler olmayıp, mahkemedeki yargılamanın bir nevi gözlemcisi durumundaydılar. Şühûdü’l-udül “Udûlü’l Müslimin” de denilen ve yargı merkezinin ileri gelenlerinden 5–6 kişinin veya daha fazlasının katıldığı bu görevliler, ka-dıya müdahale etmemekle birlikte mahkeme alanındaki varlıklarıyla kadının adalet ilkesi içerisinde hüküm vermesine dolaylı bir etki yaparlardı. Diğer İslâm devletlerinde de rast-ladığımız bu görevlendirme içinde bazı zamanlar ileri gelen hukukçular da yer almışlar-dır. Kadı sicili defterlerindeki kararların altında bu şahısların isimleri ve imzaları da bu-lunmaktadır. Şühudu’l-hâl olarak kazanın önde gelenleri olduğu gibi eski kadı ve kazas-kerler de bulunurdu45.

Şühudu’l-hâl ile yargının denetimi sağlandığı gibi, yargı bağımsızlığının denetimi de sağlanmıştır. Kadı’ya karşı gelebilecek müdahalelerin önlenmesinde şühudun azımsa-namayacak kadar fazla önemi vardır. Şühudu’l-hâl ile kadılar kamuoyu baskısı altında tek başlarına bırakılmayarak böylece hem yargı bağımsızlığının sağlanacağı hem de adaletin daha iyi gerçekleşeceği düşünülürdü46.

1.1.2.4. Kassâm

Sözlükte kassam kelimesi kısmet mastarından türemiş olup taksim eden, kısım kı-sım ayıran, bölüştüren manalarına gelir. Terim olarak İslam Hukukunda ise miras da’vâlarında bizzat da’vâ mahalline giderek, gerekli tahkikatı yapıp ihtilaf hakkında bir neticeye vardıktan sonra da’vâyı hükme bağlayan, ev, tarla, arsa gibi gayrimenkulleri va-risler arasında taksim eden memura denmektedir47.

Osmanlı adliye teşkilâtında iki çeşit kassâm vardı. Birincisi; askeri sınıfın (kamu görevlilerinin) terekelerini taksim eden kazasker kassâmlardı. İkinci ise, Şer’-i Mahkeme-lerin bulunduğu yerlerdeki beledi kassâmlardı. Her kadılıkta hususi bir kassâm defteri bu-lunurdu. Kassâmlar taksim ettikleri terekelerden “resm-i kısmet” adıyla bir harç alırlardı.

45 Aydın, Hukuk, s. 84–85.

46 Hasan Tahsin Fendoğlu, “Osmanlı’da Kadılık Kurumu ve Yargının Bağımsızlığı”, (Kısaltma: Kadılık

Kurumu), Osmanlı, C.VI, Yeni Türkiye Yay., s. 465.

47 Said Öztürk, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri, (Kısaltma: Tereke

(26)

Bu harç binde belirli bir oran olmakla birlikte kadı ve kazaskerlerin gelirlerinde önemli bir yer tutardı. Tanzimattan sonra bu müessese kaldırılmış ve sadece İstanbul Kassamlığı görevine devam etmiştir48.

1.1.2.5. Muhzır

Şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimsedir49. Mahkemede kadıların yardımcısıdırlar. VI. yüzyıl sonlarına kadar padişah beratı ile Altıbölük sipahileri arasın-dan atanırken sonraları Yeniçeriler onların görevlerini almaya başlamışlardır. Muhzırlar duruşmayla ilgili kişi ya da kişileri götürür karşılığında “ihzariye ücreti” alırlardı. Muhzırbaşları berat-ı şerif ile atanırlar ve gerektiğinde mühürlü temessük ile yerlerine vekil tayin ederlerdi50.

Küçük kaza merkezlerinde; mahkeme mübaşirliği, mahkeme katipliği, emniyet görevlisi ve savcının görevlerini îfâ etmekteydi. Bu hizmetleri karşılığında “izhariye” de-nilen ve taraflarca karşılanan bir ücret alırdı. Muhzırların tayini bir seneliğine kurumun işleyişinden sorumlu olan muhzırbaşları tarafından yapılırdı51.

1.1.2.6. Çavuş

Dergâh-ı Ali Çavuşları da denen bu memurlar, Mahkeme ilâmlarının icrasını, borçlunun mallarını satarak borcunun ödenmesini, îcâb ederse mahkeme kararıyla borçlu-nun hapisle cezalandırılmasını sağlardı. Ayrıca hukuken kesinleşen bedeni ve nakdî ceza-ların infazından da çavuşlar sorumluydu. Günümüzdeki icra memurları ve kısmen de sav-cıların ve emniyet görevlilerinin vazifelerini ifa ederdi52.

1.1.2.7. Subaşı

Hükümet merkezindeki çavuş teşkilâtının görevlerini, sancak, kaza, nahiye ve köylerde subaşı yürütürdü. Sancaklarda; sancak Beyinin ücretli adamı ve emniyet amiri, kaza ve daha küçük merkezlerde ise, idare amiri olan subaşıları, şer’iye mahkemelerinde

48 Cin, Akgündüz, Hukuk, C.I, s. 276.

49 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, (Kısaltma: Lûgat), Aydın Kitabevi Yay.,

Ankara 2007, s. 676.

50 Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, (Kısaltma: Osmanlı Toplumu), YKY Yay., İstanbul

2008, s. 229; Çadırcı, Sosyal ve Ekonomik Yapı, s. 89.

51 Cin, Akgündüz, Hukuk, C.I, s. 276. 52 Cin, Akgündüz, Hukuk, C.I, s. 276.

(27)

de icrâ ve infaz memuru olarak görev yaparlardı. Köy ve kasabalardakine il subaşıları, di-ğer büyük merkezdekilere ise şehir subaşıları denirdi. Günümüzde zabıta ve belediyelerin görevlerini yaparlar ve kadıların emr-i altında çalışırlardı. Subaşıların atanmasını sancak Beyleri veya dirlik sahipleri yaparlardı. Subaşılara hizmetleri karşılığında subaşı mektûu denen bir ücret ödenirdi53.

1.1.2.8. Mübaşir

Sözlük anlamı olarak bir işe başlayan demektir. Mahkemeden evrakı getirip götü-ren ve mahkemeye girecek olanlar ile şahitleri yüksek sesle okuyan adliye memuruna de-nir54. Adli memur olarak iki manası vardır. Biri celp ve tebliğ işlerinde kullanılan memur anlamıdır. Diğeri ise; Tanzimat’tan önce devletçe gördürülmesi veya soruşturulması la-zım gelen bir iş için görevlendirilen memur demektir. Bu görevi karşılığı “mübaşiriye” denen bir ücret alır55.

1.1.2.9. Müşavir

Lügattaki manası kendisine danışılan, istişare edilen demektir. Kadılar ihtiyaç du-yulan hallerde müftülerden ve İslâm hukukunu iyi bilen şahıslardan fetva isteyebilirler. İşi çok olan mahkemelerde ihtiyaca göre bir veya iki müşavir bulunur. Müşavirler; kadılık yapabilecek şahıslar arasından seçildiği için bazı kadılıkların müşavirleri tek başına hü-küm verme yetkisine sahiptir56.

1.1.2.10. Kâtip ve Hademeler

Sözlük anlamı olarak kitâbet eden, yazan, yazıcı anlamındadır57. Yazıları düzgün, güvenilir, becerikli kimseler arasından kadı tarafından seçilirlerdi. Kadı kimi kâtip seç-mişse bir yazı ile başkâtibe bildirirdi. Kâtiplerin asıl görevleri mahkemede yapılan du-ruşmaları anında mahkeme defterine kaydetmek, merkezden gelen resmi yazılarla benzeri belgeleri olduğu gibi sicillere geçirmektir.

53 Cin, Akgündüz, Hukuk, C.I, s. 276–277. 54 Devellioğlu, Lûgat, s. 700.

55 Cin, Akgündüz, Hukuk, C.I, s. 277. 56 Devellioğlu, Lûgat, s. 754.

(28)

Başkâtiplerin görevi kâtiplerin tutacakları her çeşit kaydın yazım kurallarına uy-gun olmasını denetlemek, kayda geçirilen fermân, buyrultu ve benzeri resmi yazıların asıllarına uygun biçimde yazılmasını sağlamaktır. Başkâtipler ayrıca kadının veya nâibin izni ile nikâh kıyabilirler, gerektiğinde keşiflere gidebilirlerdi. Sicillerin korunmasından da başkâtipler sorumluydular58.

XVIII. yüzyılda dikkat edilen hususlardan biri ise yerliden yani yöre halkından bi-rinin kâtip olmaması için dikkat edilmektedir. Bunun nedeni yerli halktan kâtip olanların yolsuzluklara karıştığının bilinmesidir.

Hademeler ise mahkeme işlerinde ilgili evrakların getirilmesi ve diğer ayak işle-riyle meşgul olurlardı59.

1.2. Şer’iye Sicillerinin Tanımı, Tarihi Gelişimi, Önemi 1.2.1. Şer’iye Sicillerinin Tanımı ve İçeriği

Sözlükte okumak, kaydetmek not etmek, karar vermek, hükmetmek, sicil ve zabta ge-çirmek anlamına gelen sicil kelimesi, terim olarak; insanlarla ilgili bütün hukukî olayları, ka-dıların verdikleri karar suretlerini, Hüccetleri ve yargıyı ilgilendiren çeşitli yazılı kaynakları içeren defterler anlamındadır. Bu defterlere Şer’iye Sicilleri (sicillât-ı şer’iye), kadı defterleri, mahkeme defterleri, zabt-ı vakâyi sicilleri veya sicillât defteri de denmektedir60.

Sicillerdeki bu belge çeşitliliğinin yanında, muhtevâ itibariyle çok değişik husus-larda belgeler mevcuttur. Bu belgeler genellikle mülk satışları, alacak anlaşmazlıkları, mîrâs da’vâları, vasî ve vekîl ta’yînleri, evlenme-boşanma, nafaka bağlanması, darb, kü-für, hırsızlık, köle ve câriye azâdı, gibi konuları içermektedir. Bu kadar değişik konuda ve türde belgeyi içermesinden dolayı şer’iye sicilleri genel, hukûk, iktisât ve askeri tarih açı-sından da büyük öneme sahiptir. Şer’iye sicilleri özellikle mahallî târîh ve şehir târîhi ça-lışanlar açısından vazgeçilmez kaynaklardır. Bu defterler sayesinde halkın gündelik haya-tını; örf, adet, gelenek ve göreneklerini; yiyecek, içecek, giyecek, emlâk ve hayvan fiyat-larını; halkın devlet merkezi ve devletin taşradaki görevlileri ile olan ilişkilerini; halkın

58 Çadırcı, Sosyal ve Ekonomik Yapı, s. 88–89. 59 Özkaya, Toplum, s. 231.

(29)

devlete karşı olan yükümlülüklerini ve ödedikleri vergileri, kısaca halkın hayat tarzı ve yaşayışı hakkında her türlü bilgiyi bulmak mümkündür61.

Şer’-i makkemeler tarafından verilen her çeşit ilam, hüccet ve şer’-i evrak istisna-sız asıllarına uygun olarak bu defterlere kaydedilirdi. Sicil defteri belli usullere göre tutu-lur ve belli ölçüleri otutu-lurdu; defterler uzun boylu, dar ve enli otutu-lurlardı. Mesela 40 cm bo-yunda olan bir sicilat defterinin 16–17 cm eni olurdu. Ancak bütün sicillerin aynı ölçüde olduğu söylenemez. Mahkemelere bazen de kadılara göre defterlerin ebatları değişmiştir. Yazıları çok zaman talik kırması denilen yazı şeklidir. Kâğıt çok sağlam, parlak ve mü-rekkepleri de bugün bile parlaklığını muhafaza edecek kadar sabittir. Çoğunlukla defterle-rin üzerledefterle-rinde kadıların isimleri mevcuttur. Şer’iye sicilledefterle-rinin tetkikinden, bir kadı göre-ve başlar başlamaz ilk işi, adını, sanını göre-ve vazifeye başladığı tarihi bu defterin ilk sayfası-na yazmak olduğu ve vazifesi sosayfası-na erince bu söz konusu defteri bizzat kendisi veya emini vasıtasıyla halefi olan hâkime devir ve teslim ettiği anlaşılmaktadır62.

Şer’iye sicillerinde kullanılan dil XVI. asrın sonlarına kadar Arapça iken zamanla neredeyse Türkçe’ye dönmüştür. Yine de vakfiyeler, bazı tereke ve aile hukukuna ilişkin kayıtlar ile sicilleri tutan kadının göreve başlamasını gösteren kısımlar Arapça kaleme alınmıştır. Bazı siciller Rumca yazılmıştır. Bu sicillerde kullanılan yazılar ise rika kırma-sı, talik kırmakırma-sı, divanî gibi yazı türleridir63.

1.2.2. Şer’iye Sicillerinin Tarihi Gelişimi

Sicil tutma, da’vâların kayda alınması geleneği İslam inancı ile ilgilidir. Hz. Pey-gamber döneminde hukukî ve ticari akitleri “Zeyd b.Erkam”, “Ala b. Ukbe”, “Hüseyin b. Numeyr” isimli sahabeler yazıyordu. Herhangi bir anlaşmazlık durumunda Hz. Peygam-ber mahkemeye sunulmak üzere bir alışveriş akdini yazdırtmıştır. İkta arazileri için ispat belgesi mahiyetinde yazılı bir kâğıt vermiş olduğunu kaynaklardan görebiliyoruz. Bu def-terlerin tutulması ile evlenme, boşanma, satış, vakıf kurma, vesayet, velayet gibi

61 İzzet Sak, 47 Numaralı Konya Şer’iye Sicili (1128-1129/ 1716-1717) Transkripsiyon ve Dizin,

(Kı-saltma: 47 Numaralı Sicil), Tablet Kit., Konya 2006, s. 23.

62 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s.57–58.

63 Fethi Gedikli, “Osmanlı Hukuk Tarihi Kaynağı Olarak Şer’iye Sicilleri”, (Kısaltma: Şer’iye Sicilleri),

(30)

rın kayıt altına alınması ileride çıkabilecek sorunların çözümünde kolaylık sağladığı gibi yapılan işlere resmiyet de kazandırmıştır. Ayrıca kayıt altına alınan bu hükümler sonraki-lere örnek teşkil ettiğinden büyük kolaylık sağlardı. İslam tarihinde da’vâların tescili Hic-ri 120 taHic-rihinde baslar. Küfe kadısı Abdullah b. ŞübHic-rime da’vâların çoğalması üzeHic-rine hü-kümleri tescil ettirmeye başlamış ve bu tarihten itibaren de hükümler kayıt altına alınmış-tır. Mısır da ise Muaviye’nin ilk kadısı “Süleyman b. Anz” ile başlamışalınmış-tır. Abbasiler za-manında ise “Yahya b. Ekrem” ‘in kadılıgı zaza-manında başlamıştır. Daha sonraki dönem-lerde ise her hâkimin kendi bölgesinde “ Divanül-kadi” denilen birer arşiv oluşturduğu görülür. Bu arşivlerde sicil defterleri, da’vâ dosyaları bulunurdu. Bunlara “Harita” veya “Kımter” denilirdi64.

Türk-İslam devletlerinde ve bunlara müteakiben Selçuklu ve Osmanlı devletlerin-de, devletin sınırları içerisinde bulunan her yere İslam hukukunu yani ser’i hükümleri uy-gulamak üzere kadılar gönderilmiştir. Kadılar ser’i yani hukukî işlerin yanı sıra devletin temsilcisi konumunda bulunduğundan sancak ve kazalarda halkın umumi işlerine ve dev-let işlerine de bakmışlardır. Kadılar çok geniş yetkilere sahip olduklarından sorumlulukla-rı da o derece fazladır. Kadılar yaptıklasorumlulukla-rı bütün işleri kayda geçirmişlerdir. Bu kayıtlarda merkezden, kazaskerlik makamından, beylerbeyliğinden, validen ve diğer makamlardan gelen bütün yazılı emir ve belgeleri saklıyor, gerektiğinde daha sonra ona göre hareket etmek ve kendinden sonra gelenlerin işini kolaylaştırmak için sicile kaydederdi65.

Kadı sicillerinin tutulması adaletin tam tecellisi ve kontrol mekanizmasının da vazgeçilmez bir unsurudur. Bilinen en eski kadı sicili 15.yy’a aittir. Bu da 1455 tarihli Bursa’ya ait kadı sicilidir. Siciller bu tarihten XX. yy. başlarına kadar, dolayısıyla devle-tin yıkılmasına kadar varlığını devam ettirmiştir. Kadı sicilleri 472 yıllık Türk tarihini, Türk iktisadını ve Türk siyasi, sosyal ve hukukî hayatını yakından ilgilendirmekte ve kı-saca Türk kültür ve tarihinin temel kaynaklarının başında gelmektedir66.

64 Öztürk, Tereke Defterleri, s.19–20. 65 Öztürk, Tereke Defterleri, s.20. 66 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, s. 11.

(31)

1.2.3. Şer’iye Sicillerinin Önemi

1.2.3.1. Genel Tarih Açısından Sicillerin Önemi

Osmanlı tarihinin kaynakları arasında kadı sicilleri, birinci derecede önemli bir kaynak olma özelliğini taşırlar. Kadıların devlet merkeziyle yaptıkları resmi yazışmaları, halkın şikayet ve dileklerini, mahallî idarelere ait hukukî düzenlemeler olarak kabul edi-len fermân ve hükümleri, en önemlisi de ait olduğu mahallin sosyal ve iktisadî hayatını yansıtan mahkeme kararlarını ihtiva eden bu siciller incelenmeden, Osmanlı Devleti’nin siyasî, idarî ve sosyal tarihini hakkıyla ortaya koymak mümkün değildir. Sicillerin her konuda tarihe temel kaynak olacağında şüphe bulunmamakla beraber özellikle şu konu-larda başvurulacak tek kaynaktır: Son zamankonu-larda ortaya çıkan şehir tarihleri ve yurdun muhtelif bölgelerindeki mahalli hayata ait ilmî araştırmaların birinci derecede kaynağı kadı sicilleridir. Özellikle bir bölgenin tarihî ve iktisadî şahsiyetini ve bütünlüğünü mey-dana çıkarmak gayesiyle kaleme alınan bu çeşit tarihler, geçmişi bütün canlılıklarıyla ye-niden yaşatan kadı sicilleri incelenerek ve bu değerli tarih malzemesi tahlil edilerek sen-tezi yapılmadıkça, daima eksik kalmaya mahkûmdur.

Sicillerin genel tarihe katkıları, önemli tarihî olayların, tarihî şahsiyetlerin, mahallî yer adlarının ve önemli tarihî müesseselerin bütün ayrıntılarıyla doğru olarak tespitinde de birinci derecede önem arz edecektir.

Ayrıca, şeyhülislâmlar, kazaskerler ve sadrazamlar gibi büyük devlet adamlarının hayat hikâyelerini bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkarabilmek için sicillere müracaat etmek gerekir. Zira sicillerde kimin nereye tayin edildiği, hangi tarihte, hangi vasıfla, nasıl bir devlet hizmeti ifa ettiği mutlaka kaydedilmektedir. Kadı sicilleri, bütün Osmanlı ülkesinin yer isimlerini tespitte ve hatta mahalle isimlerinin bile tayininde mühim rol oynarlar67.

Açıkça görüleceği üzere şer’iye sicilleri Osmanlı tarihi ve Türk tarihi kaynakları arasında birinci dereceden öneme sahiptir. Merkezle yapılan belli başlı yazışmalarının, halk dileklerinin, fermânların, kanunnamelerin ve şer’-i hüccetlerin geçirildiği bu sicil defterleri incelenmeden Osmanlı Devletini tam olarak anlamak mümkün değildir68.

67 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, s. 12–13.

68 Nuri Köstüklü, 1820-1836 Yıllarında Hamid Sancağı ve Türkiye (182 Numaralı Isparta Şer’iye

(32)

1.2.3.2. Hukuk Tarihi Açısından Sicillerin Önemi

Kadı sicilleri sayesinde eski hukukumuzla ilgili birbirini tutmayan görüşleri de ob-jektif bir biçimde görme imkânına sahibiz. Bu sicillerin tetkikiyle Osmanlı hukukunun kaynakları, şer’î şerif denilen İslâm hukukunu ne dereceye kadar uyguladıkları padişahla-rın yasamaya ne kadar müdahale ettiği ve ülül-emr denilen devlet yetkililerinin yasama yetkilerinin sınırları bütün açıklığıyla ortaya çıkar. Bunlar incelenmeden Osmanlı hukuku hakkında verilen hükümler fazla isabetli olmayacaktır. Zira tatbikat, nazari bilgileri doğ-rulayan müşahhas delillerdir.

Kadı sicillerinin hukuk tarihi açısından asıl önemi, kamu hukuku alanında kendini göstermektedir. Zira bu konuda çok değişik görüşlerin bulunduğu görülmektedir. Ceza hukuku alanındaki kararlardan Osmanlı Devletinin bu konuda İslâm hukukunun hükümle-rini uyguladığını; had cezalarını ve şahsa karşı işlenen cürümlerde İslâmiyet’in öngördü-ğü cezaları aynen, bunların dışında kalan tazir ve siyaset cezalarını tanzim ile uyguladığı-nı anlamaktayız. İçki içme ve iffete iftira cezası dışındaki cezaların gayrimüslimler hak-kında da aynen tatbik edildiğini, yine mevcut kadı sicilleri ifade etmektedir.

Kadı sicillerindeki kayıtların önemli bir kısmını da malî hukuka dair mahkeme ka-rarları ve hüccetleriyle, idare hukukuna ait fermânlar, buyrultular, tezkereler ve benzeri kayıtlar teşkil etmektedir.

Kısaca kadı sicilleri tetkik edilmeden Osmanlı hukuku hakkında, hatta bir yerde İslâm hukuku hakkında yapılan her araştırma eksik olur kanaatindeyiz. Zira hukukun mücerred kaidelerini tam olarak tanımanın yolu, tatbikatı öğrenmekten geçer69.

1.2.3.3. Sosyal ve İdari Açıdan Sicillerin Önemi

Kadı sicilleri, eski idarî teşkilâtımızı aydınlatması açısından da tetkike değer vesi-kalardır. Kaza, sancak ve eyalet taksimatı, beylerbeyilik, sancakbeyliği, kethüdalık ve voyvodalık gibi idarî; kadılık, nâiblik, muhzırlık, mübaşirlik, bostancı başılık, çavuşluk ve subaşılık gibi adlî müesseselerin hem idarî yapısını, hem de ifa ettikleri fonksiyonlarını kadı sicillerindeki kayıtlardan çıkarmak mümkündür. Vakıf, gedik, narh ve benzeri sosyal

(33)

ve iktisadî müesseselerin de aynı şekilde sicillerdeki kayıtlardan bütün ayrıntılarıyla öğ-renilebileceğini ifade etmek gerektir. Türk halkının aile yapısı, ticarî ahlakı ve benzeri sosyal yapıyı ilgilendiren meselelerde de, sicillerin aydınlatıcı rolü büyüktür70.

1.2.3.4. İktisadi Tarih Açısından Sicillerin Önemi

Her kadı sicili, bulunduğu yerin iktisadî hayatına dair birinci elden orijinal tarih vesikalarıdır. XV. ile XX. asır arasında Türk halkının özellikle Anadolu insanının hayat ve geçim tarzı, ithalat ve ihracat malları, Anadolu halkının yetiştirdiği tarım ürünleri, imal ettiği sanayi mamulleri, meşgul oldukları zanaat ve meslek çeşitleri, toplanan vergiler, câri para cins ve değerleri, para, enflasyon ve paranın değerinin düşmesiyle alakalı husus-ları bize anlatan en önemli kaynaklardandır71. Özellikle narh ve gedikle alâkalı yazılı ka-yıtlar, iktisat tarihi açısından birinci derecede öneme sahiptir72.

1.2.3.5. Askeri Tarih Açısından Sicillerin Önemi

Kadı sicillerinin bir diğer özelliği de harp tarihi ve askerî konularla ilgili ayrıntılı kayıtlar içermesidir. Osmanlı ordusu sefere çıktığında, hem Anadolu hem de Rumeli’ye ait muhtelif konak yerlerinde, hem asker hem de erzak ve benzeri ihtiyaçların tedariki yo-luna gidilmiştir. Savaş yapılmadan önce, sefer hazırlıklarına dair; beylerbeyi ve sancak-beylerine yazılı emirler gönderildiği gibi, ordunun ihtiyacı olan gıda maddeleri, gemi, at, kürekçi, araba, cephane ve benzeri ihtiyaçların karşılanması amacıyla kadılara da yazılı emirler gönderilirdi. Gönderilen bu yazılı emirlerin içinde, savaşın kime ve hangi sebeple açıldığı izah edilir ve konuyla ilgili şeyhülislâm fetvası hatırlatılarak halkın savaşın zaru-retine inanmaları temin edilirdi. Kısaca, 470 küsur yıllık harp tarihimizi, bütün tafsilatıyla kadı sicillerinin genellikle sonlarında yer alan ve kadılara hitaben yazılan yazılı emirlerde bulmak mümkündür. Şer’iye sicilleri askeri hareketleri bütün ayrıntılarıyla aydınlatmak, ordunun teşkilat ve durumunu göstermek bakımından, vakanüvislerde ve diğer kaynak-larda rastlanmayan birçok ayrıntıya sahiptir73.

70 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, s. 16. 71 Öztürk, Tereke Defterleri, s. 23–25. 72 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, s. 15. 73 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, s. 16–17.

(34)

1.3. Şer’iye Sicillerinin İçindeki Belgelerin Sınıflandırılması

Kadı sicilleriyle ilgili olarak üç temel mefhumun bilinmesi şarttır. Bunlardan bi-rincisi “mahdar” kavramıdır. Mahdar sözlük anlamı itibarıyla huzur ve hazır olmak de-mektir. Terim olarak iki manası mevcuttur. Birincisi; hukukî bir da’vâ ile ilgili kayıtlar; tarafların iddialarını ve delillerini ihtiva eden, ancak hâkimin kararına esas teşkil etmeyen yazılı beyanlardır. Kadı, taraflarla ilgili bilgiyi hatırlamak ve müzakere etmek üzere yazılı hale getirir, fakat vereceği karara bu yazılı kayıtları ihtiva eden da’vâ dosyasındaki bilgi-ler esas teşkil etmez. İkincisi; herhangi bir mesele hakkında düzenlenen yazılı belgenin muhtevâsının doğruluğunu îlam için, belgenin altında, mecliste hazır bulunan ve mesele-ye vakıf olan başta subaşı, çavuş ve muhzır gibi şahısların yazılı olarak takrir ettikleri şahâdet beyanlarına ve imzalarına da mahdar denir. Bazen bu yazılı şahitlik beyanlarını ihtiva eden belgeye de mahdar adı verilir ve bu durumda hüccet ile eş anlamlı olur

İkinci temel kavramımız “Sicil” tabiridir. Fakat biz yukarıda sicil kavramına de-ğindiğimiz için burada sicil kavramına ve özelliklerine değinmeyeceğiz.

Sicil defterlerine yazılan vakfiye, nafaka, miras da’vâları, resm-i kısmet, ilâm, husûmete müteallik dâvalar, nikah vesaire şer’i mahkemelere mahsus bir usûl ve kaide al-tında kaleme alınır ve bu tahrir tarzına sakk-i şer’î denilirdi74.

“Sakk” kavramı, Farsça çek kelimesinin Arapçalaştırılmış şeklidir ve sözlükte berât, hüccet, temessük, tapu tezkeresi ve kısaca yazılı belge manalarını ifade eder. Terim olarak ise, şer’i mahkemelerin sicile kaydettiği veya yazılı olarak tarafların eline verdiği her çeşit belgenin düzenlenmesinde ve yazılmasında takip edilen yazım usulüne veya bu çeşit yazılı belgelere Sakk-ı Şer’i denmektedir. Başta ilâm ve hüccetler olmak üzere bütün kayıtların tanzim ve tahrir şekillerini açıklayan numuneler yazılarak sakk kitapları te’lif edilmiş ve şer’iyye sicillerindeki kayıtların tanzimi meselesi düzenli ve sağlam bir kaide-ye oturtulmuştur75.

Kadı sicil defterlerinde mevcut olan yazılı kayıtları önce iki ana gruba ayırabiliriz. Birincisi; kadı tarafından inşa edilerek yazılan kayıtlardır. Bunlar da kendi aralarında

74 Uzunçarşılı, İlmiye, s. 116.

(35)

cetler, i’lâmlar, ma’rûzlar, müraseleler, diğer kayıtlar diye beşe ayrılır. İkincisi; kadıların kendilerinin inşa etmedikleri, belki kendilerine hitaben gönderildiği için sicile kaydedilen fermânlar, tayin beratları, buyrultular ve diğer hüküm çeşitleridir. Biz bu iki ana gruba giren ve kadı sicillerinde, kaydı bulunan belge çeşitlerini ayrı ayrı anlatmaya çalışacağız.

Sakk-ı Şer’î kitaplarında genellikle bu guruba giren belgeler anlatılır ve tasnif edi-lir. Kadı sicillerindeki kayıtların da % 90’ını bu gruba giren belgeler teşkil etmektedir76. Bundan dolayı kadılar tarafından kaleme alınan belgelerin özelliklerini bilmek ve anla-mak gerekmektedir.

1.3.1. Kadı tarafından Kaleme Alınan Belgeler 1.3.1.1. Hüccetler ve Özellikleri

Arapça kökenli bir kelimedir, delil ve sika sened anlamına gelir. Osmanlı Devleti’nde hüccet iki anlamda kullanılır. Birincisi; sahitlik, ikrar, yemin veya yeminden nükül gibi bir da’vâyı ispat eden hukukî delil, ikincisi; kaza-i ve ser’i konularda kadının mührünü ve imza-sını taşıyan belge olarak kabul edilir ki77 şer’iyye sicillerinde yer alan bu durumdur.

Tanzimat’tan sonraki Osmanlı mevzuatında hüccet tabiri yerine senet mefhumu da kullanılmıştır. Şer’î hüccetlere senedât şer’îyye denmiştir. Halkın dilinde, hükmü ihtiva et-sin etmeet-sin üst tarafında hâkimin imza ve mührü taşıyan her belgeye hüccet dene gelmiştir.

Kadı sicillerindeki yazılı kayıtların çoğunluğunu bu hüccetler teşkil etmektedir. Bu sebeple kısaca özellikleri ve çeşitleri üzerinde duracağız.

Hüccet metinlerinin ortak özellikleri şunlardır:

a) Taraflara verilen hüccetlerin üst tarafında hücceti veren kadının imzası ve müh-rü mutlaka bulunur. Hâlbuki sicil defterlerindeki hüccetlerin başında bulunmaz. Bunlarda kadıların imza ve mühürleri; sadece sicilin baş tarafında veya kadının başladığı tarih baş kısmında kaydedilir. Göreve başlama tarihi de yazılır.

b) Tarafların adı ve adresleri her çeşit şüpheyi ortadan kaldıracak şekilde açıklanır.

76 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 59–60.

77 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili, (Kısaltma: Belgelerin Dili), Kubbealtı Neşriyat,

(36)

c) Hüccetin konusunu teşkil eden mal veya hak, bütün tafsilatıyla tanıtılır.

d) Hukukî muamelenin şekli, şartları ve varsa teslim ve tesellüm işlemleri beyan edilir. e) İkrarda bulunan tarafın karşı tarafı ibra ettiği ve konunun da’vâ ve çekişme ko-nusu yapılmayacağı te’yiden belirtilir. Lehine ikrar yapılan taraf da ikrar beyanını tasdik edince, talep üzerine durumun sicile kaydedildiği zikredilir.

f) Her muamelede olduğu gibi hüccetlerin sonunda da tarih yıl, ay, gün ve bazen de günün belli bir dilimi halinde mutlaka zikredilir.

g) Ve hüccetin altına mutlaka “şuhûdu’l-hal durumun şahitleri” veya “şuhûd-u muhzır” başlığı ile hukukî muameleye şahit olanların isimleri ve unvanları kaydedilir78.

Ayrıca hüccetlerin başında genellikle “mahrûse”, “mahmiye”, “medine” gibi şehir adları, keşif ve muayene hüccetlerinde olduğu gibi “Zikri âtî hususu mahallinde muayene ve tahrir için” ya da “Husus-ı ati’l-beyanın mahallinde keşf ve tahriri iltimas olunmağın” veya “Budur ki”, “Oldur ki”, “Sebeb-i tahrir-i kitab oldur ki”, “Sebeb-i tahrir-i hurûf” ve benzeri şeklinde ifadeler yer alır79

Mahiyetleri ve düzenleniş tarzları aynı olmakla beraber, hüccetlerin de konularına veya bazı farklı özelliklerine göre çeşitleri mevcuttur. Konularına göre hüccetlerin çok çeşitleri mevcuttur. Ana konular ve bazı önemli hüccet çeşitleri şunlardır:

Evlenme akdine ilişkin hüccetler, küçüğün anası, babası veya kadı tarafından velayeten evlendirilmesi, karının vekil tarafından evlenme akdinin icrası evlenme akdinin sübutu ile ilgili hüccetler gibi; boşama ile ilgili hüccetler, ayırıcı boşama (talak-ı bâin), boşamanın tefvizi, taliki ve benzeri konularla ilgili hüccetler, karı-kocanın şiddetli geçim-sizlik sebebiyle karşılıklı rıza ile ayrılmalarına dair hüccetler, evlenmenin feshine ilişkin hüccetler, mehir hüccetleri, nafaka hüccetleri, terbiye velayeti (hidâne) hüccetleri, kadının vasî tayinine dair hüccetler, köle azadı ile ilgili hüccetler, izin ve yetki verilmesine dair hüccetler, satım akdi hüccetler, ferağ hüccetleri, geri alım hakkı ile satım hüccetleri, şüfa hüccetleri, bağışlama, vedia, rehin, istihkak (zabt), ikrar, havale, şahadet, kefalet, şirket, vekâlet, kısas, deyüt, sulh, ibra ve iflas gibi hüccetler, kethüda, subaşı ve benzeri görevli-lerin tayini ile ilgili hüccetler de mevcuttur.

78 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, s. 21–22. 79 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 61.

(37)

Hüccetler içinde nev’i şahsına münhasır bir hüccet çeşidi de vakfiyelerdir. Vakfi-yeler hem üslupları hem de muhtevaları itibariyle diğer hüccetlerden ayrılırlar. Vakfiye, vakıf hükmî şahsiyetinin tüzüğü münasebetinde olan ve ferazî bir da’vâ sonucu şer’i mahkeme tarafından tasdik edilen yazılı belgelere denir. Vakfiyelerin hüccetlere ait genel özellikler dışında başında mutlaka bir başlangıç bölümü vardır.

Hüccet çeşitleri arasında üzerinde durulması lazım gelen bir de hüccet-i zahriye vardır. Zahriye, resmi belgelerin arkasına yazılan veya konan ve yine resmi olan beyanlar, emirler ve haşiyeler manasındadır. Hücce-i zahriye ise, arkasında sebep ve müstenedi ya-zılı olan hüccetlere denilir80.

1.3.1.2. İlâmlar ve Özellikleri

Bir mahkemeden sâdır olan hüküm ve kararı havi verilen resmî kâğıt hakkında kullanılan bir tâbirdir. İlâm bildirmek, bildirilmek demektir81. Kadının herhangi bir mese-le hakkında yaptığı tahkikatın kendi imzası altında merciine veya vâki’ suamese-le cevaben arz eylemesine ilâm denilir82.

Her ilâm belgesi, da’vâcının iddiasını, dayandığı delilleri, da’vâlının cevabını ve def’i söz konusu ise def’inin sebeplerini, son kısımda verilen kararın gerekçelerini ve na-sıl karar verildiğine dair kayıtları ihtiva eder, ilâm belgelerini diğer kadı sicil kayıtların-dan ayıran en önemli özellik, hakimin verdiği kararı ihtiva etmesidir. Hakimin kararını ihtiva eden her belge ilâmdır; hüccet, ma’ruz veya bir başka belge çeşidi değildir.

Şer’iye Mahkemelerinde yargı görevini îfâ eden hakim, yargılamayı tamamladık-tan sonra mevcut da’vâ dosyasını esâs alarak şer’î hükümlere göre kararını verir. Verdiği kararı önce taraflara şifahi olarak tefhîm eyler. Daha sonra verilen kararın gerekçelerini de ihtiva eden bir ilâm tanzîm eder; hem da’vâcıya hem de icap ederse da’vâlıya birer su-retini takdim eder. Bir susu-retini sicile kaydeder.

80 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, s. 26–29.

81 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, (Kısaltma: Sözlük), C. II,

MEB. Yay., İstanbul 2004, s. 51.

Şekil

Tablo 1 - Sicilde Yer Alan Belgelerin Yıllara Göre Dağılımı    Hicri Yıl
Tablo 2 - Kadılar Tarafından Kaleme Alınan Belgeler
Tablo 3 – Resmi Nitelikli Belgeler  Hicri
Tablo 4 – Ev Satışları
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

İbnü‘l-i Arabî‘nin vahdet-i vücut felsefesinin ve harf sembolizminin Seyyid Nigârî üzerindeki en önemli tesiri şairin daha çok tevhit, münacat ve ilahi

1963 yılında Kayseri’de doğdu. İlk orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı.1986 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun

Although variation of task processing times between different models in mixed-model lines is likely to cause several problems (as explained above), the lexicographic

Meşrutiyet döneminde, 1908 seçimlerinde İzmir’den milletvekili seçilmekle bilfiil siyasetin içinde de yer almış ve daha sonra 1912 ve 1914 seçimlerinde de İzmir mebusu

2AP, elektrokimyasal yöntemlerle Camsı Karbon (GC) yüzeyine kaplanarak, elde edilen modifiye elektrot yüzeyinin (2AP-GC) elektrokimyasal karakterizasyonu yapılmıĢ,

ifade etmektedir. EbUızlya ' nın değişik NUmune-ı Edeblyyat' ı Osmanlyye baskılannda ulaştığı · basım ı:nuke~mellyetl ile resim basımcıh!lndakl öncülük ve

Trabzon Vilâyet-i celîlesi dâhilinde Rize Kazâsına muzâfe Gürgen Karyesi ahalisinden olub bundan akdem vefât eden Selimoğlu Yakub bin Abdullah’ın verâseti

Mahkeme durumu İvaz’a sorduğunda inkâr etmesi üzerine aynı köyden olan Hüseyin bin İsa Beşe ve Süleyman bin Hamza olaya şahit olarak sorduğunda onlar da