• Sonuç bulunamadı

Beyşehir Gölü Havzası planlama sorunları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Beyşehir Gölü Havzası planlama sorunları"

Copied!
149
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1.GİRİŞ

Dünya’da ve ülkemizde hızlı nüfus artışına bağlı olarak kişi başına su tüketiminin artması, sulu tarımın gelişmesi, hızlı kentleşme ve sanayileşme sonucu içme ve kullanma suyu ihtiyacının hızlı bir şekilde artması, sonlu bir doğal varlık olan su kaynaklarının kontrolsüz kullanımını beraberinde getirmektedir. Su havzalarının planlarda bütüncül yaklaşımla ele alınmaması, kullanıcıların havzalara yönelik üst ölçekli planlarda göz ardı edilmesi, yasal sorunlar ve kurumlar arası koordinasyon eksikliği su havzalarındaki en önemli sorunlardır.

Beyşehir Gölü Havzası, İç Anadolu Bölgesi’nin en büyük kapalı havzası olan Konya Kapalı Havzası’nın en önemli bileşenlerindendir. Havza içinde ve Göl’ü ikiye bölen iki adet milli park bulunmaktadır. Aşırı su kullanımı, kirlilik, kıyı kenar çizgisi tespiti ve üst ölçekli planların olumsuz etkileri, yönetim ve planlama sorunları havzadaki başlıca sorunlardır. Havza’da, doğal kaynakların sürdürülebilirliğini sağlamak ve içinde yaşayan insanların da bu kaynaklardan faydalanmasına imkan tanıyacak, koruma-kullanma dengesinin sağlandığı bir planlamaya ihtiyaç vardır.

Su kaynaklarının korunabilmesi ve kullanılabilmesi için bu doğal kaynakların koruma-kullanma dengesi gözetilerek planlanması yapılmalıdır. Bu planlamanın uygulanabilirliğini sağlamak, su kaynaklarının bütüncül bir yaklaşımla (doğal kaynaklardan herkesin eşit bir şekilde yararlanmasına olanak tanıyan bir yönetim anlayışı) ele alınıp yönetilmesi ve işletilmesine bağlıdır.

1.1. Çalışmanın Amacı

Ülkemizde doğal değerlerin korunması ve yaşatılması; aynı zamanda içinde yaşayan insanlar tarafından kullanılması (yararlanılması) arasında bir denge sağlanması genellikle mümkün olmamaktadır. Bu duruma, söz konusu doğal varlıklarla ilgili karar

(2)

alma mekanizmaları arasında eşgüdüm eksikliği veya eşgüdüm sağlamanın imkansızlığı; bunun araçlarının olmayışı gibi sebepler yol açmaktadır.

Çalışmada, Türkiye’de su kaynakları, kıyılar ve havzalardaki planlama ve yönetim sorunlarını ilgili yasal mevzuat ve kurumsal yapı içinde araştırmak ve çalışma alanı olarak seçilen havzada, üst ölçekli planlarla getirilen kısıtlamalar ve sorunların ortaya konup bu sorunların çözümüne yönelik öneriler geliştirilmeye çalışılmıştır.

Bu araştırma ile;

Kıyı ve kıyı kenar çizgisi kavramları, milli park kavramı, havza yönetimi ve planlama konuları ve bu konularla ilgili mevzuat süreçleri ayrı ayrı ele alınarak bahsedilen bu statülere tabi olan Beyşehir Gölü Havzası örneğinde bu konuların ilişkisinin kurulması,

havzada yaşanan yasal mevzuat sorunları, gölden sulama ve içme suyu amaçlı su çekilmesi, Göl çevresindeki tarımsal faaliyetler, balıkçılık teknikleri, evsel ve endüstriyel atıklar, doğal dengenin bozulması, havzaya yönelik üst ölçekli planlama sürecinin etkileri gibi konuların olumlu-olumsuz bütün yönleriyle ortaya konulması,

koruma-kullanma dengesi çerçevesinde bütüncül bir anlayış, planlama ve yönetimin gerçekleştirilebilmesi için çözüm önerilerinin araştırılması amaçlanmıştır.

1.2. Çalışmanın Kapsamı

Bu çalışmanın araştırma alanını Beyşehir Gölü Havzası ve Beyşehir Gölü Milli Parkı oluşturmaktadır. Beyşehir Gölü, Türkiye’nin en büyük tatlı su rezervidir. 1988 yılında yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ne göre Göl, “ İçme Suyu Rezervi ” olarak kabul edilmiş olup Çevre Kanunu’na tabidir. Beyşehir Gölü ve çevresi tarihi kalıntıları, jeomorfolojik oluşumları, tabi bitki toplulukları, zengin kuş toplulukları

(3)

ve hidrolojik özelliklerinden dolayı 1993 yılında “Beyşehir Gölü Milli Parkı” olarak ilan edilmiş ve Milli Park Kanunu gereğince milli park alanında Uzun Devreli Gelişim Planı hazırlanmıştır. Ayrıca 3621 Sayılı Kıyı Kanunu’na tabi olan Göl’de bu kanun gereğince kıyı kenar çizgisi belirlenme zorunluluğu bulunmaktadır.

Yerleşme alanı özelinde bir sınırlamaya daha gidilmiştir. Çevre problemlerinin ve yasal sorunların yaşandığı Beyşehir Gölü Havzası’nda 38 belediye bulunmaktadır. Havzadaki köy ve belediyelerde ayrı ayrı çalışılması yerine problemlerin daha yoğun ve daha çeşitli olarak yaşandığı Beyşehir kenti örnek alan olarak seçilmiştir.

Bu araştırma kapsamında, Beyşehir Gölü ve çevresinin tabi olduğu koruma statüleri ve bu konular ayrı ayrı ele alınmış; bunlar arasında ilişki kurulmuş ve ortaya çıkan sorunlar somutlaştırılarak hem havza geneli; hem de yerleşme bazında çözüme yönelik ilke ve öneriler araştırılmıştır.

1.3. Literatür Özeti

Akın (1998); kıyıya ilişkin çeşitli kavramlar; kıyı çizgisi, kıyı kenar çizgisi, alçak- basık kıyı, dar-yüksek kıyı kavramları açıklanmıştır. Kıyıların kamu malı niteliği, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunmasının anlamı ve bu durumdan doğan sonuçlar, kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanma, kıyıda ve sahil şeritlerinde yapılabilecek yapı, tesis ve yasaklar, kıyıda planlama öncesi işlemler, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi, kıyı ve sahil şeritlerinde denetim ve ceza hükümleri gibi konular işlenmiştir.

Kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunması kavramının, kamu malları içinde yer alan belirli bir kategoriyi ifade etmek üzere kullanıldığı, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunuşunun, Anayasa’dan kaynaklandığı ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan diğer kamu mallarından farklı bir hukuksal statüde bulunduğu ifade edilmiştir.

(4)

Kıyılarda ve sahil şeritlerinde uygulamaya geçilebilmesi için planlamanın öneminin büyüklüğü ve planlamanın, bu alanların bugünkü kullanım biçimlerinin belirlenmesi, kıyı ve sahil şeritlerindeki mevcut durumun hukuksal statüye uydurulmasının bir gereği olarak ortaya çıktığı, bu sebeple, devletin kıyı kullanımı bakımından üstlendiği görevlerin, söz konusu alanların geleceğe intikalini mümkün kılacak önlemleri içermek zorunda olduğu belirtilmiş, Devletin görevlerinin yerine getirilmesi ve kıyıların kamuya açılması için yapılması gereken ilk ve en önemli işin, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi ve kıyılarda ve sahil şeritlerinde, hukuka aykırı durumların ortadan kaldırılarak, bu alanlardaki kullanım biçimlerinin yasaya uygun hale getirilmesi için bu belirlemenin yapılması gerektiği vurgulanmıştır.

Eke (1995); kıyı mevzuatının gelişimi ( kıyı mevzuatının ilk aşamaları, 6785 Sayılı İmar Kanunu’na 1605 Sayılı Yasa ile eklenen Ek 7 ve Ek 8. Madde Yönetmeliği, 1982 Anayasası, 3086, 3621 ve 3830 Sayılı Kıyı Kanunları, ilgili yönetmelikleri ve iptal edilen kanunların iptal nedenleri ve genelgeler) yer almaktadır. Türkiye’de, kıyıların korunmasına ilişkin olarak yürütülen ve yasal mevzuata destek veren; Çevre Düzeni Planlaması, Akdeniz Eylem Planı Çalışmaları, Kıyı Alanları Yönetimi Türk Milli Komitesi gibi çeşitli çalışmalar ve kıyı mevzuatı ve planlamasında; ABD, İngiltere, Fransa gibi yabancı ülke deneyimleri konuları işlenmiştir.

Kıyı yağmalanması sürecinin, kıyıların mülkiyeti ve kıyı boyunca kullanımların sınırlandırılması hususlarının daha hassas bir şekilde ele alınması sonucunu getirdiği ve kıyılarımızın kamu malı sayılması ve toplumun yararlanmasına ayrılmış yapılara tahsis edilmesinin giderek Türk kıyı mevzuatında daha belirgin bir şekilde yer almaya başladığı ifade edilmiştir. Kıyılarda düzenli bir yerleşme sağlanması ve deniz, göl, ve nehir kıyılarından herkesin eşit ve serbestçe yararlanması amacıyla kullanım koşulları ve yapılanmaya yönelik ilk kapsamlı yasal düzenlemenin 6785 Sayılı İmar Kanunu’na 1605 Sayılı Kanun’la eklenen Ek 7 ve Ek 8. Maddelerle getirildiği, böylece kıyı bölgelerimizin imar düzenine tabi kılındığı vurgulanmıştır.

(5)

Erten (1997); su havzalarındaki genel sorunlar (havza sınırları, tarımsal kullanım, bitki örtüsü, katı atıklar, açık maden işletmeciliği, atık sular, havzalardaki nüfus artışı ve havza planlamasına ilişkin sorunlar), çözüm önerileri ve genel olarak havzaların korunması konuları işlenmiştir.

Yasal düzenlemelerdeki karmaşıklığın ve havza yönetimlerinin tek bir idari yapı dışında olmasının, su havzalarındaki sorunların başında geldiği, su havzalarının korunabilmesi için, su havzalarının bir bütün olarak ele alınmasının gerekliliği, merkezi hükümet, yerel yönetimler ve olaydan etkilenenlerin tümünün katkılarıyla bir politika oluşturulması ve o politikaya göre hareket edilmesinin gerekli olduğu ifade edilmiştir. Su havzalarında, ideal yönetimin sağlanmasının gerektiği, havza yönetiminde idealliğin ise yönetmelik ve kuralların çok net, açık ve kesin bir dille yazılmış olması ve uygulanabilir olmasına bağlı olduğu vurgulanmıştır.

Sesli (1999); kıyı mevzuatının gelişimi, kıyılarda kamu ve toplum yararı kavramları, kıyı kullanımı, kıyı sorunları, kıyı kenar çizgisi tespit işlemleri, sahil şeridi kullanımı ve kısmi yapılaşma, sahil şeridinde uygulama ve yapılaşma konuları işlenmiştir. İmar planı-mülkiyet ilişkileri, kıyı kenar çizgisi-planı-mülkiyet sınırı ilişkileri ve sahil şeridi kullanımı konuları örnek alan içerisinde irdelenmiştir.

Burak ve ark. (1997); ülkemizde su kaynaklarının mevcut durumu ve potansiyeli, su kaynaklarını etkileyen iklim, yağış gibi faktörler, su kalitesi ve su kalite yönetimi, su kullanımları (içme suyu, tarım, hidroelektrik enerji üretimi), su kaynaklarının yönetiminde mevcut kurumsal yapı (merkezi kurumlar ve yerel yönetimler), yasal ve finansal durum ve entegre su kaynakları yönetimi konuları işlenmiştir.

Suyun sınırlı bir kaynak olduğu, günümüzde su kaynaklarının etkin kullanımının en önemli problemlerden biri olduğu, gelişmekte olan Dünyamızda halen su kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir kullanımının sağlanamadığı, akarsu ve yer altı su kaynaklarının çevresel etkilere karşı hassas oluşları ve tarım, endüstri ve evsel su

(6)

kullanımlarının artmasının su kaynakları yönetimini gittikçe karmaşık ve zor bir problem haline getirdiği ifade edilmiştir. Sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmamızı sağlayacak, kendi koşul ve imkanlarımıza en uygun su kaynakları yönetim biçiminin; halkın katılımının sağlanması, su kalitesi ve su kullanımı ilişkisinin kurulması ve su sektöründe faaliyet gösteren kuruluşlar arasında koordinasyonun sağlanması gibi faktörlere bağlı olduğu vurgulanmıştır.

Anonim (1995); Beyşehir Gölü’nün; hidrolojisi (deniz seviyesinden yüksekliği, yüzey alanı, kapasitesi, derinliği vb.), su kalitesi, su kaynakları, balık popülasyonu, Göl’de balık üretimi ve balıçılık faaliyetleri, Göl’ün kullanım amaçları, Göl ve çevresinin iklimsel özellikleri, su toplama alanının nüfusu, su toplama alanındaki sektörel faaliyetler (tarım, turizm, balıkçılık, hayvancılık vb.), Göl’ün jeomorfolojik özellikleri, iklimsel özellikleri, flora ve faunası, Göl’deki su seviyesi gibi konular işlenmiş ve Göl’deki su seviyesi ve su kaynaklarının geliştirilmesi konularında matematiksel modellemeler yapılmıştır.

1.4. Materyal ve Metot

Teze yönelik olarak öncelikle literatür taraması yapılmış ve ilgili yayınlar tespit edilmiştir. Yazılı kaynaklardan (kitaplar, konferans, panel ve sempozyum bildirileri, tezler, web sitelerinde konuya yönelik çalışmalar, çeşitli kurumların yayınları ve makalelerden) faydalanarak teorik çerçeve oluşturulmuştur. Bu kapsamda konuyla ilgili yasal düzenlemeler, Anayasa Mahkemesi Kararları ve Yargıtay Kararları da incelenmiştir.

Sorunların sebepleri ve bu sorunların çözümüne yönelik ilke ve önerilerin geliştirilmesi için; karşılaştırma, betimleme metotları kullanılarak ölçme ve değerlendirme yapılmıştır.

(7)

Örnek alan çalışması kapsamında,Uzun Devreli Gelişim Planı, Havza Yönetim Planı, plan raporları, harita, dergiler ve çalışma alanıyla ilgili kaynaklardan faydalanarak, Beyşehir Gölü ve Havzası’nın ülke ve bölge içindeki yeri, doğal, kültürel ve ekonomik özellikleri temin edilmiştir. Bu çerçevede, yerel ve merkezi yönetim temsilcileriyle görüşmeler yapılmış, Beyşehir Gölü Havzası’nda yaşayan halkın milli park sınırları içinde çeşitli taleplerine ilişkin Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne gönderdikleri dilekçeler ve bunların cevap yazıları da incelenmiştir.

Beyşehir Gölü Havzası’nda üst ölçekli planların etkileri, bu planların hazırlanma sürecinde, bölge yerleşimlerinde (belediyelerde) bilgilendirme ve katılım oranı, Göl’ün iki farklı milli parka konu olmasından dolayı Konya ve Isparta tarafındaki koruma-kullanma farklılıkları gibi konular, Beyşehir Gölü çevresindeki belediye başkanlarıyla yapılan görüşmelerle analiz edilmiştir.

(8)

2. HAVZA YÖNETİMİ VE PLANLAMA

Beyşehir Gölü, Türkiye’nin en büyük tatlı su gölüdür. 1988 yılında yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ne göre Göl, “ İçme Suyu Rezervi ” olarak kabul edilmiş olup Çevre Kanunu’na tabidir. Beyşehir Gölü ve çevresi tarihi kalıntıları, jeomorfolojik oluşumları, tabi bitki toplulukları, zengin kuş toplulukları ve hidrolojik özelliklerinden dolayı 1993 yılında “Beyşehir Gölü Milli Parkı” olarak ilan edilmiş ve Milli Park Kanunu gereğince milli park alanında Uzun Devreli Gelişim Planı hazırlanmıştır. Ayrıca 3621 Sayılı Kıyı Kanunu’na tabi olan Göl’de bu kanun gereğince kıyı kenar çizgisi belirlenme zorunluluğu bulunmaktadır. Bu yüzden çalışmada; Beyşehir Gölü ve Havzası’nı ilgilendiren kıyı kenar çizgisi tespiti ve milli park konusu havza yönetimi ve planlama konusu başlığı altında ele alınmıştır.

2.1. Kıyı Kenar Çizgisi Kavramının Ortaya Çıkması

Kıyı; deniz göl ve nehirlerin kıyı çizgisi boyunca uzanan kara parçasıdır.

Kıyı kenar çizgisi; ise “ deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde devam eden, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, taşlık, sazlık, bataklık alanının tabii sınırı ” olarak tanımlanmıştır.

Kıyılar, plancılar tarafından kapsamlı ve geniş bir alan olarak düşünülmekte ve suyun en düşük düzey çizgisi ile tarım alanlarının başladığı çizgi arasındaki su hareketlerine konu olan ve etkisi altında oluşan alan şeklinde tarif edilmektedir ( Sesli 1999 ).

Kıyıların özel kişiler ve kamu kurumları tarafından yağmalanması, 1960’lı yıllara kadar toplumda bir huzursuzluğa yol açmamıştır. Bu dönemde kıyılara yönelik taleplerin artışı ile birlikte tepkiler başlamıştır. 1960’lı yıllarda kentleşme ve sanayileşmenin artışına bağlı olarak, kıyılara dinlenme amacıyla yoğun bir talep başlamıştır. Zamanla,

(9)

kıyı bölgelerine ulaşım olanaklarının artışı ve turizmin tek kalkınma yolu olarak gösterilmesiyle, kıyılarda farklı kullanımlara ilişkin çatışmalar artmaya başlamıştır ( Akın 1998 ).

Özellikle 1960’lı yıllardan sonra iç turizm hareketleri sonucunda Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarında, toprak, özel kişiler hatta zaman zaman kamu kuruluşları tarafından savurganca kullanılmıştır. “ Kıyı yağması ” olarak kamuoyunda bilinen bu gelişmede, sanayiciler, büyük ve küçük anamal sahipleri, turizm yatırımcıları, turizm alanlarında toprağı bulunan yurttaşlar, emlakçılar, iç turizm olanaklarından yararlanan orta sınıflar ve kamu kurumları farklı roller oynamışlardır ( Keleş 2000 ).

Kıyı yağmalanması süreci ise kıyıların mülkiyeti ve kıyı boyunca kullanımların sınırlandırılması hususlarını daha hassas bir şekilde ele alınması sonucu getirmiş ve kıyılarımızın kamu malı sayılması ve toplumun yararlanmasına ayrılmış yapılara tahsis edilmesi giderek Türk kıyı mevzuatında daha belirgin şekilde yer almaya başlamıştır ( Eke 1995 ).

1960’lı yıllardan sonra dünyada yaşanılan refah ekonomisi, kentli toplumların dinlenmeye ayırdığı zaman ve kitle turizmi olgusu tüm kıyıların daha fazla kullanılmasına sebep olmuştur. Böylece çok boyutlu kıyı mekânının nitelik ve nicelik açısından sağlıklı kullanımı diğer bir deyişle planlı kullanımı gereksinimi her ülke için gündeme gelmiştir (Eke 1995). Bu nedenle devlet, yerel yöntemler, basın, meslek kuruluşları ve bilim çevreleri, kıyıların korunmasını kamuoyuna mal etmek için 1970’li yıllarda toplantılar, yayınlar ve demeçlerle büyük çabalar harcamışlardır ( Keleş 2000 ).

Nihayet, ülkemiz kıyılarında toplum kullanımına açık alan ile özel mülkiyet arasındaki sınırın kesinleşmesi yani kıyı kenar çizgisi kavramının ortaya çıkması için 1972 yılında çıkarılan 1605 Sayılı İmar Yasası ile hukuki temel oluşturulmuştur (Eryoldaş 1993). Kıyılarda düzenli bir yerleşme sağlanması deniz, göl, ve nehir kıyılarından herkesin eşit ve serbestçe yararlanması amacıyla kullanım koşulları ve

(10)

yapılanmaya yönelik ilk kapsamlı yasal düzenleme 6785 Sayılı İmar Kanununa 1605 Sayılı Kanunla eklenen Ek 7 ve Ek 8. Maddelerle getirilmiştir. Böylece kıyı bölgelerimiz imar düzenine tabi kılınmıştır ( Eke 1995 ). 1605 Sayılı Yasa’nın Ek 7 ve Ek 8. Maddeleri kıyı kenarı kavramını geliştirerek kıyıda mülkiyet sınırının belirlenmesinde önemli bir adımın atılmasına neden olmuştur. Söz konusu maddelerle kıyılara ilişkin planlama, koruma ve denetleme yetkisi ve sorumlulukları İmar ve İskân Bakanlığına verilmiştir. 1975 yılında çıkarılan Ek 7 ve Ek 8. Maddelere ilişkin uygulama yönetmeliği ile ilk defa kıyıya ilişkin bazı tanımlamalara açıklık getirilmiş, kıyı çizgisi, kıyı ve kıyı kenar çizgisi kavramları tanımlanmıştır. Deniz, göl ve nehir kıyılarının kara yönünde bittiği çizgi, kıyı kenar çizgisi olarak adlandırılmıştır.

2.1.1. Kıyı kenar çizgisi kavramı

Kıyı kenar çizgisinin mevzuattaki tanımı

Kıyı kenar çizgisi, 30.03.1994 Tarihli son yönetmelikte, “ deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumsal ve kıyı kumullarından oluşan kumluk, çakıllık, kalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı, dar yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise şev ya da falezin üst sınırı” olarak tanımlanmıştır. Yönetmeliğe göre bu sınır doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilemez.

Kıyı kenar çizgisinin hukuki tanımı

Kıyı kenar çizgisi, kıyı çizgisi ile ilişkili olarak oluşturulmuş idari bir işlemin sonucuna bağlı, hukuki bir kavramdır. Kıyının tüm boyutlarıyla ortaya konulması, kıyı alanlarında sık sık tartışmalara konu olan özel mülkiyet hakları, kazanılmış haklar ve sınır uyuşmazlıklarına ilişkin tartışmalar kıyı kenar çizgisinin hukuki boyutunu ortaya koymaktadır ( Doğan ve ark. 2002 ).

(11)

Kıyı kenar çizgisi tespit işlemi kıyının kullanıma sunulması açısından yasal bir zorunluluktur. Bu durum Anayasanın ilgili kanunları ve yargı kararlarıyla desteklenmiştir. Kıyının kamunun kullanımına açılabilmesi ve tüm boyutlarıyla somut olarak ortaya konulabilmesi için kıyı kenar çizgisi tespit işleminin yapılması gereklidir ( Y.İ.B.H.G.K 1997 ).

2.1.2. Kıyı kenar çizgisinin işlevi

Kıyı kenar çizgisi, bir taraftan sahipsiz mal niteliğindeki kıyı alanlarının rejimini belirlerken, öte yandan özel mülkiyet konusu taşınmazların sınırını da çizmektedir. Ayrıca kıyı kenar çizgisi, kimi durumlarda devletin hüküm ve tasarrufu altındaki araziler ile mera, yaylak, kışlak gibi kamu mallarının sınırını da belirlemektedir ( Y.İ.B.H.G.K 1997 ).

Bu duruma göre; kıyı kenar çizgisinin üç temel işlevi üstlendiği açıkça ortaya çıkmaktadır:

• Kıyının kara yönünde sona erdiğini gösterir. • Özel mülkiyete konu arazinin sınırını oluşturur.

• Bazı durumlarda da kamu mallarının deniz yönünden sınırını oluşturur.

Kıyı alanının hemen nihayetinde özel mülkiyete konu olan bir arazinin yer alması halinde kıyı kenar çizgisi; kıyı alanını belirtme yanında özel mülkiyet rejiminin başlama sınırını da gösterir. Kıyıya ilişkin hukuksal çekişmeler, genellikle özel mülkiyet açısından ortaya çıktığından, hukuksal uygulama, kıyı kenar çizgisinin saptanmasını daima özel mülkiyetle bağlantılı olarak ele almıştır. Bu bağlamda denilebilir ki; kıyı kenar çizgisi, aralarında hukuksal açıdan önemli fark ve ayrılık bulunan üç taşınmaz mal rejimini belirlemesi yönünden önemli bir işleve sahiptir. Bu çizginin sağlıklı bir şekilde ortaya konulabilmesi ile bir yandan kıyılardan beklenilen fonksiyonlar yerine getirilebilecek ve özel mülkiyete ilişkin haklar korunup yasal teminat altına alınacaktır ( Y.İ.B.H.G.K 1997 ).

(12)

2.1.3. Kıyı kenar çizgisi tespiti

2.1.3.1. Kıyı kenar çizgisi tespitinin gerekliliği

Deniz, göl ve nehir kıyılarının ve bunların devamı olan sahil şeritlerinin ekolojik ve ekonomik olarak korunması, kamunun kullanımına sunulabilmesi ve sağlıklı bir planlamaya konu olabilmesi için kıyı alanlarının idari ve yasal açıdan sınırlarının belirlenmiş olması gerekir. Hukuki olarak sınırları net olmayan kıyı alanlarındaki kıyı sınır uyuşmazlıkları, özel mülkiyet, müktesep hak ( kazanılmış hak ) vb. konulara ilişkin tartışmalara son vermek için teknik olduğu kadar hukuki bir işlem olan “ kıyı kenar çizgisi ” nin belirlenmesi şarttır ( Doğan ve ark. 2002 ).

Kıyılarda ve sahil şeritlerinde uygulamaya geçilebilmesi için planlamanın önemi büyüktür. Planlama her şeyden önce bu alanların bugünkü kullanım biçimlerinin belirlenmesi ve kıyı ve sahil şeritlerindeki durumun hukuksal statüye uydurulmasının bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra, söz konusu planlama faaliyetinin, geleceğe ilişkin de bir işlevi bulunmaktadır. Devletin görevlerinin yerine getirilmesi ve kıyıların kamuya açılması için yapılması gereken ilk ve en önemli iş, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesidir. Kıyılarda ve sahil şeritlerinde, hukuka aykırı durumların ortadan kaldırılarak, bu alanlardaki kullanım biçimlerinin yasaya uygun hale getirilmesi için bu belirlemenin yapılması gerekmektedir ( Akın 1998 ). Kıyı kenar çizgisi tespit işlemi, kıyı kullanımı konusunda önemli hukuksal sonuçları bulunan idari bir işlemdir. Her şeyden önce bu çizgi, kıyı alanının kara yönünde devamı niteliği taşıyan sahil şeritlerinin belirlenmesinde kullanılacak bir sınır çizgisidir ( Doğan ve ark. 2002 ).

2.1.3.2. İdari bir işlem olarak kıyı kenar çizgisi tespiti

Kıyı kenar çizgisinin tespitine ilişkin işlem doğurmuş olduğu hukuki sonuçları bakımından idari bir işlemdir. Her şeyden önce bu çizginin belirlenmesine ilişkin komisyonun oluşumu, çalışma usul ve esasları, alınan kararların hukukilik değerleri,

(13)

onay ve itiraz talepleri idare hukukunun konusu içine girmektedir. Önemli olan ve en çok karşılaşılan bu konudaki durum, kıyı kenar çizgisinin tespitine ilişkin işlemin idari bir işlem olması nedeniyle ilgililerin, bu tespitin hukuka aykırılığını ileri sürerek iptal davası açma haklarının olduğudur. Kıyılar, toplumun bütün üyelerinin yararlanması gerekli alanlar olduğu için herkesin kıyılardan faydalanmada önemli bir işlevi olan bu işleme karşı dava açabilmesi gerekir (Akın 1998).

Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur. Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İlgili bakanlığın onayından sonra yürürlüğe girecek olan bu belirleme, organik ve fonksiyonel yönden idari olması, kamu hukuku kurallarına göre tesis edilmesi, tek yönlü bulunması, doğrudan uygulanabilmesi ve hukuki bir değer taşıması nedeniyle idari bir işlem niteliğindedir. Bu işlem planlama, uygulama, imar, ruhsat, iskan ve yıkım gibi idari işlere esas alınır ( Y.İ.B.H.G.K. 1997 ).

Kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevi Adli Yargıya aittir. Ancak 3621 Sayılı Kıyı Kanunu’nun 9. Maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresi içinde idari işleme karşı dava açılmamış ve idari yargı yolu kapanmış ise idari işlem o kişi veya kurum yönünden bağlayıcı nitelik kazınır. Yani, idari işleme uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin Adli Yargı tarafından saptanması gerekir ( Y.İ.B.H.G.K. 1997 ).

2.1.3.3. Kıyı kenar çizgisinin tespit edilmesi ve onaylanma süreci

Kıyı kenar çizgisi tespit komisyonunun oluşumu

Kıyıda gerek yapılaşma gerekse de özel mülkiyet yasaklanmış olduğundan ve kazanılmış hak mümkün olmadığından, kıyı bölgelerinde yer alan ve üzerinde mülkiyet iddiası bulunan arazilerle ilgili tapu iptal işlemleri ve kıyıları ve sahil şeritlerini eylemli

(14)

olarak işgal eden binaların yıkımı, bunun gibi kıyıların korunması ve kıyılardan yararlanmanın kolaylaştırılmasına yönelik devlete ait ödevlerin yerine getirilmesi ancak kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinden sonra olanaklı hale gelir ( Akın 1998 ).

Şuan yürürlükteki 3621/3830 Sayılı Kıyı Kanunu’nun 9. Maddesi’ne göre;

Kıyı kenar çizgisi tespit komisyonu, valiliklerce kamu görevlilerinden en az beş kişiden oluşturulur. Komisyonda, aşağıda belirtilen meslek gruplarının her birinden an az bir kişinin bulunması zorunludur. Bunlar:

• Jeoloji mühendisi ve/veya jeolog ve/veya jeomorfolog, • Harita ve kadastro mühendisi,

• Ziraat mühendisi,

• Mimar ve/veya şehir plancısı, • İnşaat mühendisi’dir.

Kıyı kenar çizgisi tespit komisyonunun çalışma usulü

Türkiye’nin deniz, göl ve nehir kıyıları ile bunların devamı niteliğinde olan sahil şeritlerini koruma ve kamu yararı doğrultusunda kullanma esaslarını belirlemenin ilk aşaması kıyı kenar çizgisinin tespit edilmesidir. Kıyı kenar çizgisi tespiti kıyıda uygulama yapılabilmesi için bir zorunluluktur.

Kıyı kenar çizgisi tespit komisyonu üyelerinin çalışma usulleri şöyledir ( Akça 2004 ):

Jeoloji mühendisi ve/veya jeolog ve/veya jeomorfolog: Bölgenin incelenen arazinin jeolojik ve jeomorfolojik incelemesini yapar. Zeminin özelliklerini ve oluşum şartlarını ortaya koyarak su hareketlerinin kara yönündeki etkisinin sınırlarını tespit eder.

(15)

Harita ve kadastro mühendisi: Kıyı kenar çizgisinin tespitinde kullanılacak halihazır haritanın arazinin güncel durumunu yansıtıp yansıtmadığını belirleyerek kıyı kenar çizgisi için arazide belirlenen kırık noktaların ölçümü ile harita üzerine aktarılması işleminin yapılmasını ve bunun kontrolünü sağlar.

Ziraat mühendisi: İncelenen arazinin genel olarak florasını belirler, su hareketlerinin etkin olduğu yerler arasındaki bitki örtüsü değişimi ve farkını, tatlı ve tuzlu su etkisinde yetişebilen bitki türlerini, zeminin tarımsal niteliğini ve topraklaşma sınırını tespit ederek bu zeminde yetişen bitki türlerini belirler ve su hareketlerinin etkisinin sınırlarını tespit etmeye çalışır.

Mimar ve/veya şehir plancısı: Gerek arazi incelemelerinde gerekse büro çalışmalarında fiilen bulunarak, konuları ile ilgili görüşleri doğrultusunda kıyı kenar çizgisi tespitlerine katılırlar. Tespit işlemine kıyıdaki planlama süreciyle ilgili konularda katkıda bulunurlar.

İnşaat Mühendisi: Arazi incelemelerinde ve büro çalışmalarına fiilen katılırlar. Kıyı kenar çizgisi tespitlerinde konu ile ilgili görüşlerini bildirirler.

Kıyı kenar çizgisinin tespiti, haritalara geçirilmesi ve onaylanması

Su ortamı özenle korunması, en verimli şekilde ve uygun amaçlar için kullanılması gereken doğal kaynakların bir parçasıdır. Doğal kaynakların korunması, yararlı kullanılması ve insan sağlığı açısından su ortamı kapsamına giren alanların sınırını çizmek zordur. Bu sınır kıyıların doğal niteliklerine göre bazı bölgelerde dar, bazı bölgelerde ise geniş olabilir (DPT 1997). Kıyı kanununun uygulanmasına dair yönetmeliğin 7. maddesine göre onaylı kıyı kenar çizgisi bulunmayan alanlardaki tespit işlemleri, valiliklerce bir program dahilinde ve en kısa sürede gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla yıllık tespit programlarına göre yapılır. İlgililerin kıyı kenar çizgisini tespit talebi halinde ise yıllık programda olup olmadığına bakılmaksızın kıyı kenar çizgisi tespiti yönetmelik esaslarına göre öncelikle yapılır. Kıyı kenar çizgisinin, talep

(16)

halinde, talep tarihini takip eden üç ay içinde tespit edilmesi ilgili idare bakımından bir zorunluluktur.

Kıyı kenar çizgisi tespitleri muhtemel kıyı kenar çizgisinden itibaren 200 metrelik alanı içeren halihazır haritalar üzerine işlenir. Valilikçe oluşturulan kıyı kenar çizgisi tespit komisyonu tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisi, onaya sunulmadan önce Bakanlıkça 3621/3830 Sayılı Kıyı Kanunu ve Uygulama Yönetmeliği Hükümleri çerçevesinde incelemeye tabi tutulmaktadır.

Bahsedilen yönetmelik esaslarına göre kıyı kenar çizgisi arazide tespit edilir. Tespit edilen noktaların meydana getirdiği kıyı kenar çizgisi, usulüne uygun olarak 1/1000 ölçekli onaylı halihazır harita üzerine yoksa, 1/1000 veya 1/5000 ölçekli standart topoğrafik harita üzerine geçirilir. Bu şekilde düzenlenen kıyı kenar çizgisi geçirilmiş halihazır haritalar ile kıyı kenar çizgisinin hangi esas ve verilere göre geçtiğini açıklayan tutanak komisyon tarafından imzalanır. Tespit ile ilgili belgeler, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na gönderilir. Uygun bulunan kıyı kenar çizgileri Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onaylanarak yürürlüğe girer.

2.1.3.4. Kıyı kenar çizgisi tespitiyle ilgili sorunlar

Kıyı Kanunu’nun 9. Maddesi’ne göre kıyı kenar çizgisi tespite konu olan kıyı alanlarının bulunduğu bölgelerde ayrı ayrı belirlenir. Fakat bu belirleme esnasında komisyon oluşumuyla ilgili ve kıyı kenar çizgisinin geçirildiği haritalarla ilgili çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Tespit komisyonunun oluşumu ile ilgili sorunlar

Kıyı kenar çizgisi tespit işlemlerine daha pozitif bakış açılarıyla, yerel idare temsilcileri ve üniversite temsilcilerinin de katılması gerekirken baskı altında kalabilen merkezi idare temsilcileri katılmaktadır ( Doğan ve ark. 2002 ).

(17)

Kıyı kenar çizgisi tespit komisyonunda yer alacak üyelerin “Kamu Görevlisi” olmaları zorunlu kılınmış fakat bu üyelerin hangi kamu kurumundan olacağı açıkça belirtilmemiştir. İmar Kanunu hükümlerine göre planlama yapmak belediyenin görevlerinden olduğundan ve planlamada kıyı kenar çizgisi ve sahil bandının işaretli bulunması zorunlu olduğu halde kıyı kenar çizgisi tespit edilirken yetkili bir belediyecinin bulunması mümkün olmamaktadır ( Mutlu 1993 ).

Kıyı içeren bölgelerde yapılacak imar planları kıyı kenar çizgisinin tespitinden sonra yapılması gerektiğinden ve tespit komisyonunun oluşumunda mülkiyet ve zilyedlik konularında çıkacak uyuşmazlıklarda bilgisine başvurulacak hukuk uzmanının komisyonda yer almaması büyük eksikliktir ( Akın 1998 ). Kıyı ile ilgili sınırlamaların doğru bir şekilde tespiti, kıyıları etkileyen güncel dış etken ve süreçlerin iyi bilinip yorumlanması ile olanaklıdır. Bu konu ise jeomorfologların çalışma alanına girmektedir. Fakat jeomorfologlar, kıyı kenar çizgisi tespit komisyonunda yedek üye konumundadır.

Kıyı kenar çizgisi tespit komisyonundaki üyelerin bazen araziye çıkmadan sadece imzaları ile görev yaptıkları görülebilmekte bu durum da kıyı kenar çizgisinin sağlıklı bir şekilde tespit edilmesini engellemektedir (Doğan ve ark. 2002).

Tespit işlemine konu olan haritalarla ilgili sorunlar

Haritalara ilişkin en önemli sorun kıyı kenar çizgisi işlenecek halihazır haritaların güncel olmamasıdır. Bu durum kıyı kenar çizgisi tespitlerinin sağlıklı bir şekilde yapılmasını engellemektedir. Ülkemizde sınır uyuşmazlıklarına son verecek nitelikte teknolojik verilerin kullanıldığı kadastro haritaları bulunmamaktadır. Kıyı kenar çizgisi tespitlerinin muhtemel kıyı kenar çizgisinden itibaren en az 200 metrelik bir alanı içeren halihazır haritada gösterilmesi gerekir. Fakat önceden tespit edilen kıyı kenar çizgilerinin daha az bir alanı kapsayan veya güncel olmayan haritalarda yer alması, aktarma işlemlerinde sorunlara sebep olmaktadır.

(18)

Hukuki ve yasal sorunlar

Kıyıda yapılaşma ve özel mülkiyet yasaklanmış olduğundan ve kıyı kenar çizgisinin tespit edilmesiyle birlikte kıyıda kalarak üstünde mülkiyet iddiası bulunan arazilerle ilgili tapu iptal işlemleri ve kıyıları, sahil şeritlerini işgal eden binaların yıkımı gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir ( Akın 1998 ). Kıyı kenar çizgisi tespit işlemlerinde kişilerin, mülkiyet ve ayni haklarına ilişkin gerek komisyon nezdinde gerekse komisyon kararı sonrası ne gibi işlem yapacakları ve haklarını nasıl arayacakları konusunda yasalarda herhangi bir düzenlemenin öngörülmemiş olması çeşitli sorunların çıkmasına sebep olmaktadır ( Y.İ.B.H.G.K. 1997 ).

Kıyıya sınır bulunan arazi sahiplerine komisyon çalışmalarında dikkate alınacak, kayıt, belge, tapu ve diğer kanıtlarını gösterebilme imkanının tanınmaması, kıyının yer aldığı köy ve beldelerde, belirleme işlemimin yapılacağına dair ilanlara gerek görülmeyişi, yasalarda kıyıların bitişik olduğu diğer sahipsiz kamu malları ve özellikle ormanlar yönünden, belirlemenin hangi temsilcilerle ve hangi esaslara göre yapılacağı yolunda bir hüküm yer almayışı da çeşitli sorunları ortaya çıkarmaktadır (Y.İ.B.H.G.K. 1997). Ayrıca idare tarafından kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi işlemi, kadastrosu olmayan bölgelerde yapılabildiği gibi kadastrosu kesinleşen yerlerde de yapılabilir. Kıyı Kanunu’na göre kıyı kenar çizgisi tespiti sonucunda kıyıda kalan yerlerin tapu iptal işlemleri yapılır. Oysa Kadastro Kanunu’na göre bir yerde iki kez kadastro yapılamayacağı hükmü yer almaktadır. Kıyı kenar çizgisi tespitinde, bu gibi yasalardaki çelişkilerden kaynaklanan sorunlar da vardır.

Ender durumlarda da Devletin yürütme organı yapılması gerekeni yapmaya başladığında, Devletin uygulamasına karşı hakkını arayan vatandaş idari yargıyı devreye sokarak, önce yürütmeyi erteletebilmekte ve idari yargının ağır işlemesinden yararlanarak kazanılan zaman içinde belirli çevreler de etkilenerek yürütme tümden durdurulabilmektedir ( Örs 1998 ).

(19)

2.1.4. Bölüm sonucu

Kıyı kenar çizgisi tespiti işlemi, kıyıda ve sahilde planlama ve uygulama yapılabilmesi için zorunlu bir işlem olup bu tespitin de sağlıklı olabilmesi, kıyı ve kara alanlarının jeolojik, jeomorfolojik, tarihi, kadastral vb. özelliklerinin bilinmesine bağlıdır. Kıyı ve kara alanlarına ait bu özellikler komisyon üyelerince ele alınıp değerlendirilmeli ve kıyı alanlarının yapısına uygun tespitler yapılmalıdır. Kıyı ve sahil şeritlerindeki kullanım biçimlerinin yasaya uygun hale getirilmesi ve bu alanlarda düzenli gelişimin sağlanması için kıyı kenar çizgisi tespiti, zorunlu bir işlemdir. Tespit komisyonunda hukuk uzmanının bulunmamasının tapu iptali vb yasal işlemlerde sorunların çıkmasına sebep olduğu görülmektedir. Komisyonda bir hukuk uzmanının bulunması, tespit ve tespit sonrasında yasal sorunların çıkmasını en aza indirecektir.

Kıyılarla ilgili ülkemizde görev yapan çok sayıda kurum bulunmaktadır. Her kurumun kıyılar üzerinde çeşitli yetki ve görevleri vardır. Kurumlar arasındaki bu eşgüdüm eksikliği ve yasal çelişkiler kıyılardaki sorunların en önemli nedenlerindendir. Bu sorunların en aza indirilmesi için kurumlar arasında eşgüdüm sağlanmalı, yasal düzenlemelerdeki çelişkiler giderilmelidir.

2.2. Milli Park Kavramı

2.2.1. Milli parkın tanımı

2873 Sayılı Milli Park Kanunu’na göre milli park; “ Bilimsel ve estetik bakımdan, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçaları ” olarak tanımlanmıştır.

Milli park, geniş bir yurt parçasının belli hudutlar içinde kalan bütün tabiat varlıklarının orijinal karakterinde, bitki örtüsü ve hayvanları ile birlikte olduğu gibi muhafaza edilmesidir. Biyolojik, jeolojik, morfolojik, doğal özellik ve güzellikleri

(20)

taşıyan tabiat varlıklarının korunması ve turistik tesislerle bezenmesi milli park kuruluşunun esas ilkesini teşkil eder (Bayer 1966). Milli park, devletin yasal kaidelerle koruma altına aldığı ve bu bölgelerden yararlanma faaliyetlerinin belirli kurallara bağlandığı ekosistemlerdir (Doğanay 2002). Uluslararası milli parklar komitesinin tarifine göre milli parklar; çok üstün değerde manzara güzelliği ve milli önemi bulunan, flora ve faunanın korunması maksadıyla tesis edilmiş, ziyaretçilerin zevk aldığı, umuma tahsisinde fayda görülen sahalardır. Tabii varlıkları ve kültür tesisleri ile tam bir ahenk içinde bulunan milli parklar; yol sistemleri ve tesis sahalarının tertibi bakımından da modern ve ideal bir imara örnek teşkil eder ( Bayer 19661 ).

2.2.2. Milli parkların özellikleri ve kriterleri

Milli parklar, belirli bir büyüklüğe sahip biyolojik, coğrafik, jeolojik, morfolojik özellikler ve estetik bütünlük gösteren ve bunlarla birlikte uzun çağlardan beri şekillenmiş farklı kültürlerin izlerini taşıyan, görüntülerini veren milli ve uluslararası değerlere sahip alanlardır ( Palaşoğlu 1985 ). Milli parkların genel özellikleri şöyle sınıflandırılabilir ( Bayer 1966 ):

 İlmi bakımdan yeri

Milli parklar, flora, fauna ve jeolojik bünyeleri ile birer araştırma objesidirler. Sosyal hayatta insan toplulukları ile tabiat arasında ilişkilerin tetkikinin yapılacağı sahalardır. Genel olarak hayat gelişmesi ile çevre şartları arasındaki bağlantının en güzel örneğini verirler.

 Ekonomik bakımdan yeri

Milli parklarda korunan sahalarda tabii denge meydana geleceğinden tabii afetler önlenmiş olur. Geniş bir sahanın korunması neticesinde, ormanlar, su rezervuarları gibi alanlardan amenajman planlarına göre faydalanma imkanı sağlanır.

(21)

 Kültürel bakımdan yeri

Milli parklar, memleket özellik ve güzelliklerinin iyi muhafaza edildiği ve bunlardan faydalanmanın planlı yapıldığı sahalar olarak kültürel faaliyetlerin ve vatan sevgisinin aşılanabileceği yerlerdir. Milli parklar açık hava müzesi karakterinde sahalar olup eğitim ve öğretimin ayrılmaz unsurlarıdır.

 Turistik bakımdan yeri

Milli ekonominin gelişmesine yardımcı olarak turistik tesislerle bezenmiş ve çevresinde turizm endüstrisinin kurulmasına imkan veren milli parklar, vatandaşların turistik aktivitesini artıran sahalardır.

2.2.3. Milli parkların tesis ve kuruluş özellikleri

Milli parkların kuruluş amaçlarına uygun kuralları ve prensipleri bulunmaktadır. Bunların birincisi, milli park kuruluşunun mutlak surette özel bir kanuna dayatılmasıdır. Bu kanunun başlıca prensibi, milli parkın devlet tarafından idare edilmesi, sınırlarının tabii hudutlara göre tespit edilmesi ve bu sınırlar içerisinde kalan özel kişilere ait arazilerin kamulaştırılması, milli parkın muhafazası için gerekli harcamaların kısıtsız olarak sağlanması ve bu parkların bir tabiat müzesi olması bakımından tamamıyla yapay bir görünüş ve müdahalelerin etkisi dışında bırakılmasıdır ( Huş 1966 ).

Milli parkların tesis ve kuruluş özellikleri dört unsurda toplanabilir ( Bayer 1966 ):

 Tabii çatı

Milli park tesis edilecek her bir sahanın biyolojik, jeolojik, morfolojik ve doğal güzellikleri taşıyan tabii bir bünyesi olması lazımdır. Bu bünyenin milli park olarak ayrılmasında tabii çatı olarak aşağıdaki incelemeler yapılır:

(22)

Mevzuat bakımından: Sahanın milli park olarak ayrılması için gerekli ve yeterli nitelikte bir mevzuatının olup olmaması oldukça önemlidir.

Arazi kullanma haritası bakımından: Her memleketin yaşama şartları ve topraklarının tarım bakımından elverişlilik derecesi de önemlidir. Bu bakımdan milli park sahasının genişliği ile tarım sahası arasındaki ilişkinin incelenmesi gerekmektedir.

Mülkiyet bakımından: Milli park sahasında bütün faaliyetlerin kamu hizmetine tahsis edilip mutlak surette devlet arazisi olması şarttır. Bu yüzden mülkiyet ayrılığı bulunan yerlerde sınırların geçirilmesi önemli bir konudur.

Tabiatı koruma bakımından: Milli parklarda, tabiat varlıklarının orijinal karakterleri ile muhafaza edilmesi esas olduğuna göre, saha sınırlarının tespitinde tabiatı koruma önemli bir unsurdur.

Milli parkı karakterize eden varlıklar bakımından: Her milli parkın ayrılma sebebi olarak özel bir karakter unsurunun bulunması gereklidir. Sahada yapılacak çalışmalarda yatırım potansiyeli bu şartlara göre belirlenir.

 Turistik çatı

Milli parklarda, yerleşme planının esasını turistik çatı teşkil eder. Genellikle milli park olarak ayrılan sahanın, her memleketin yaşama şartları ve arazi kullanma haritalarına göre 1/3 veya 1/2 ‘ lik kısmı turizm faaliyetlerine tahsis edilir.

 Ekonomik çatı

Milli park olarak tesis edilmesi düşünülen sahanın bölge planlaması yönünden sosyal ve ekonomik etütlerinin yapılması şarttır.

 Yönetim çatısı

Milli parklar idaresinin bir merkezi kuruluşunun bulunması ve bu kuruluşa bağlı olarak her milli parkın ayrı bir ünite olarak yönetilmesi şarttır.

(23)

2.2.4. Dünya ülkelerinde milli parkların özellikleri ve kriterleri

Doğa koruma ve milli park kavramı ülkelere göre farklı yorumlar bulmuş, ülkelerin sosyo-ekonomik yapısı, tarihi ve kültürel değerleri doğrultusunda çeşitlilik göstermiştir.

Uluslararası ilişkilerde milli parklar ilk defa Londra’da 1933 yılında Afrika’nın flora ve faunasının korunması kongresinde tespit edilmiştir. Bu kongreye, Afrika Kıtasında toprak sahibi bütün memleketlerin resmi temsilcileri ile Hollanda, Hindistan ve Amerika’dan yetkililer katılmıştır. Kongre kararlarına göre milli park nitelikleri şöyledir ( Bayer 19661 ):

 Milli parklar, kamu hizmetlerine ayrılan ve hudutları tabii unsurlara dayanan sahalardır.

 Milli parklarda kamu hizmetleri dışında arazi ayrılamaz.

 Milli parklar; flora ve faunanın muhafazası ile kamunun istifadesi, dinlenmesi, eğlenmesi yönünden estetik, jeolojik, prehistorik, arkeolojik ve ilmi değer taşıyan tabii varlıkların korunması için ayrılan sahalardır.

 Milli parklarda flora ve faunanın tahribi ve işletilmesi yasaktır.

Milli park gibi yasal koruma bölgeleri, sularla ilgili ekosistemler, floristik ekosistemler, fauna ekosistemleri ve çeşitli yerleşme ekosistemleri olabileceği gibi, tek bir ekosistemi korumak için de oluşturulabilir. Milli parklar, turistik çekim merkezleri olmaları bakımından, bulunduğu ülkeye gelir getiren önemli doğal kaynaklardır. Örneğin, Everglades Milli Parkı (Florida) ve Seysel Adaları Anne Mercan Kayalıkları Parkı (Hint Okyanusu), yoğun turistik akımlara sahne olmaktadır. Bu yüksek aktivitenin çevreye zarar vermesini önlemek için milli park olarak ayrılmışlardır. Dolayısıyla milli park bölgeleri, turizmi destekleyen önemli doğal turistik kaynaklardır. Milli parklar, yabani hayvanları barındırmalarından dolayı da doğal hayvan çiftlikleri olarak adlandırılırlar ( Doğanay 2002 ).

(24)

ABD’de ve Kanada’da milli parklar kanunlar tarafından korunan doğal güzelliklerin, manzara karakteristiklerinin, tarihsel ve arkeolojik kalıntıların ve bunların yanı sıra orijinal durumlarına sadık kalınarak korunacak fauna ve floraya sahip yerlerin, insanların eğlence, eğitim ve yararı için ayrılmasıyla oluşmaktadır. ABD’deki milli parklarda, tarımsal faaliyetler, balıkçılık, avcılık, orman işletimi, iskan amacıyla yer ayırmak gibi çeşitli faaliyetler yasaklanmıştır (Erdoğan 1995).

İngiltere’deki milli parkların önemli bir özelliği, milli parkların kapsadıkları alanın çok büyük bir kısmının özel mülkiyete ait olmasıdır. Köylerin, kasabaların, çiftliklerin ve tarım alanlarının bulunduğu milli park alanlarında yönetim ve koruma, arazi sahipleri ile yapılan çeşitli anlaşmalarla sağlanmaktadır. Almanya’da, önceleri sadece doğal değerleri nedeniyle korunan alanlar, daha sonraları rekreasyon olanağı sağlayacak şekilde planlanmış ve geliştirilmiştir. Belçika’da milli parklarda giriş, yol, otel ve restaurant gibi tesislere yer verilmemiştir. Ancak bilimsel amaçla gelen ziyaretçilerin milli park alanına girmelerine izin verilmektedir. Meksika’da bazı sınırlamalarla ancak bir takım tesislere müsaade edilmektedir ( Erdoğan 1995 ).

Birleşmiş Milletler’in Milli Parklar ve Benzeri Araziler Hakkındaki Muhtırası’nın esas prensibinde ise milli parklar veya benzeri araziler olarak vasıflandırılan sahaların tabii kaynaklarının, insan tarafından işletilmesi aynı zamanda sahanın bütünlüğüne zarar veren herhangi bir duruma karşı kanunen tam manasıyla korunmaları gerektiği belirtilmiştir ( Bayer 1966 ).

1972 yılında ABD’de yapılan 2. Milli Parklar Dünya Kongresi’nde kabul edilen tavsiyeler arasında milli parklarda bir bölgeleme sisteminin bulunması yer almaktadır. 1972 yılında IUCN’ nin ( Uluslararası Tabiat ve Tabiat Kaynaklarını Koruma Birliği ) önerdiği bölgelendirme sistemlerini, ülkeler kendi sosyo-ekonomik yapıları doğrultusunda geliştirerek kullanmışlardır. ABD’de milli parklar; doğal bölge, park gelişme bölgesi, tarihsel bölge, özel kullanım bölgesi olmak üzere dört bölgeye, Kanada’da milli parklar özel koruma bölgesi, doğal çevre bölgesi, yaban alanları

(25)

bölgesi, açık hava rekreasyon bölgesi ve park hizmetleri bölgesi olarak beş bölgeye, Japonya’da ise özel koruma bölgesi, koruma bölgesi ve olağan bölge olarak üç bölgeye ayrılmaktadır (Erdoğan 1995). Ülkemizde de milli parklar, mutlak koruma bölgesi, tampon bölge ve gelişme bölgesi olarak ayrılmaktadır

Milli park ve benzeri uygulama statüleri içerisinde yer alan sahalardaki uygulamaları, her ülkenin farklı olarak tabiata aksettirmesini önlemek üzere Uluslararası Tabiat ve Tabiat Kaynaklarını Koruma Birliği ( IUCN ) bazı ana esaslar tespit etmiş ve bunlara uyulmasını tavsiye etmiştir. Ülkemizde de bu tavsiyelere uygun çalışmalar yapılmaktadır ( Palaşoğlu 1985 ).

IUCN’ ye göre, milli park aşağıdaki amaçlar için tahsis edilmiş doğal alanlardır ( Welch ve ark. 2004 ):

 Şimdiki ve gelecek kuşaklar için bir ya da daha fazla ekosistemin ekolojik bütünlüğünü korumak

 Alanın tahsis amacına ters düşecek kullanım ve yerleşimi önlemek

 Çevresel ve kültürel açılardan uygun manevi, bilimsel, eğitsel, rekreasyonel ve ziyaret amaçlı etkinliklere olanak sağlamak.

2.2.5. Türkiye’de milli parkların özellikleri ve kriterleri

Türkiye’de milli park anlamının yabancı ülkelerdeki örneklerden farklı özellikte olduğu kabul edilmelidir. Her şeyden önce Türkiye’de milli parka duyulan ihtiyaç, tabiatı koruma mecburiyetinden doğmaktadır. Bu mecburiyet, Türk Halkının yaşayışı ve varlığını devam ettirmesi bakımından hayati önem taşımaktadır. Çünkü büyük medeniyetlerin beşiği olan tarihi Anadolu, zaman zaman imar görmüş, fakat bir yandan da tahrip edilmiştir. Bu tahripten en çok zarar gören de flora (bitki örtüsü) olmuştur. Milli parklarımız, ülkemizin turistik önemdeki varlıklarını, yerli ve yabancı turistlere

(26)

tanıtma bakımından da büyük ölçüde kültürel, bilimsel, geleneksel ve ekonomik önem taşımaktadır ( Aran 1966 ).

Ülkemizdeki milli park çalışması, tabiata ve onun güzelliklerine son derece saygı göstermek suretiyle kurulan bir kültür fizyonomisi ve yeni bir peyzaj perspektifi ortaya koyabilme etkinliğidir. Tabiat varlıklarının prestijini koruma pahasına girişilen müspet karakterli bir fiziki planlamadır. Bir Türk milli parkı, estetiği kara tercih eden bir tertiptir ( Aran 1966 ). Türkiye’deki milli parkların büyük çoğunluğunun içinde orijinal flora ve fauna elemanları yanında, çok zengin bir prehistorik, arkeolojik ve tarihi kültür mirası bulunmaktadır. Bu çevrelerin koruma altına alınmasının en önemli sebeplerinden biri de beşeri kültür mirasını korumaktır ( Doğanay 2002 ).

Yozgat Çamlığı Milli Parkı (264 ha), botanik ve morfolojik özellikleri bakımından, Karatepe Aslantaş Milli Parkı (7715 ha), arkeolojik özellikleri ve kültürel değerleri, Beyşehir Gölü Milli Parkı (88.750 ha) da jeomorfolojik oluşumları, tarihi kalıntıları, zengin kuş toplulukları, tabi bitki toplulukları ve hidrolojik özelliklerinden dolayı milli park olarak ayrılmışlardır.

Ülkemizdeki milli parkların özelliklerini aşağıdaki şekilde açıklamak mümkündür ( Aran 1966 ):

 Tabii görünüşü ve içinde yaşayan insanın bütün kültür izleri ile gelişmesi kontrol altına alınmış bir memleket parçası ve yaşama mekanı,

 Sınırları içinde esaslı bir arazi kullanma etüdüne dayanan dengeli bir yerleşmenin güzel bir örneği,

 Tabii vejetasyonu, özellikle yeşil alanları ve tabii peyzajı titizlikle korunmuş bir yurt parçası,

 Tabii fizyonomiyi bozan karayolu sirkülasyonundan ve trafiğinden korunmuş bir memleket parçası

(27)

 Pastoral hayatın bütün sihirli güzelliklerini tattıran bir zirai peyzaj ve orman peyzajı,  Gelişigüzel yapı istilasından ve iskan afetinden korunmuş bir peyzaj,

 Arkeolojik kalıntıları, kendi tarihi atmosferi ve huzuru içinde yaşatılan bir bölge.

2.2.5.1. Türkiye’de milli park kriterleri

Orman Genel Müdürlüğü’nce 24.02.1960 Gün ve 87 Nolu Tebliğ ile yayınlanan Milli Parkların Ayrılma, Tesis, İdare ve İşletilmelerine Ait Talimatname’ye göre; ilim hayatının istifadesine tahsis edilmek üzere, milli park olarak ayrılacak ormanlarla, orman rejimine tabi tutulacak flora ve fauna bakımından kültürel, biyolojik özellik taşıması ve arazinin jeolojik yapısının incelemeye değer istisnai bir bünye arz etmesi gerekir. Yurdun güzelleştirilmesi ve halkın çeşitli spor ve dinlenme ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bir sahanın milli park olarak ayrılması için o yerin şu kriterlere sahip olması gerekir ( Bayer 1966 ) :

 Şehir ve kasaba civarında olması

 Motorlu araçlarla gidilip görülmeye müsait bir yerde olması

 Mevkii, tabii özellikleri ve varlıkları bakımından yurdun tanınmış yerlerinden olması  Dağ ve kış sporlarına müsait topoğrafik yapıda olması

 Memleket çapında su toplama havzası veya bir barajı ihtiva etmesi  Yazlık kamplar için uygun sahaları bulunması

 Su sporlarına uygun yerleri bulunması gibi özellikleri, kısmen veya tamamen ihtiva etmesi aranır.

Turistik hareketlere imkan verilmek amacıyla bir yerin milli park olarak ayrılması için de o yerin;

 Tarihi eserleri ihtiva etmesi

 Tabii, morfolojik, arkeolojik ve merak çekici özelliklere sahip olması  Sıhhi tesisleri bulunması veya bu tesislerin kurulmasına elverişli olması

(28)

 Turistik tesislerin yapımına uygun olması gibi özellikleri kısmen veya tamamen ihtiva etmesi aranır.

Talimatnameye göre, sayılan bu kriterlerin bir kaçını bünyesinde toplamış ormanlarla orman rejimine tabi tutulacak sahalar tercihen milli park olarak ayrılır.

Ülkemizdeki “ Milli Parklar ”, 09.08.1983 Tarih ve 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu ve bu kanuna bağlı olarak çıkarılan 12.12.1986 Tarihli Milli Parklar Yönetmeliği’ne göre korunmaktadır. Bu yasa ve yönetmelikte belirtilen milli park kriterleri şöyledir:

 Tabii ve kültürel kaynak değerleri ile rekreasyonel potansiyeli, milli ve milletlerarası seviyede özellik ve önem taşımalıdır.

 Kaynak değerleri, gelecek nesillerin tabii ve kültürel miras olarak devralacakları ve sahip olmaktan gurur duyacakları seviyede önemli olmalıdır.

 Kaynak değerleri tahrip olmamış veya teknik ve idari müdahalelerle ıslah edilebilir durumda olmalıdır.

 Saha büyüklüğü, kaynak değerleri yoğunluğu yönünden, özel haller ve adalar dışında en az 1000 ha olmalı ve bu alan bütünüyle koruma ağırlıklı zonlardan meydana gelmelidir. İdari ve turistik amaçlı geliştirme alanları bu asgari saha büyüklüğünün dışındadır.

Ayrıca milli parklar, ziyaretçilerin sanatsal, eğitsel, bilimsel, kültürel, rekreasyonel yararlanmalarına olanak sağlamalı, iç ve dış turizm aracılığıyla milli ekonomi içinde belli bir katma değer üretecek seviyede olmalıdır. Milli parklarda devlet mülkiyeti esastır ( Sakarya 1985 ).

Milli parklarda tespit işlemleri kanun ve yönetmelik esaslarına göre yapılır ve uzun devreli gelişme planı da bu yasal hükümlere göre hazırlanır.

(29)

2.2.6. Bölüm sonucu

Milli parkların ayrılması, sınırlarının belirlenmesi ve işletilmesinde her ülkenin yaşam koşulları, sosyo-ekonomik durumu, tarihi ve kültürel değerleri, arazi ve toprak yapısı gibi hususlar dikkate alınmaktadır. Örneğin; çok geniş arazilere sahip Kanada’da bir milli park 4 milyon ha alanı kapsarken Amerika Birleşik Devletleri’nde bir milli park sadece 300 ha olarak ayrılabilmektedir.

Bazı ülkelerde milli parklardaki doğal ekosistem, flora, fauna, tarihi ve kültürel varlıklar çevrelerindeki yerleşmeyle birlikte koruma altına alınabilirken kimi ülkelerde de bu değerler çevresindeki alanlar dahil edilmeden koruma altına alınabilmektedir. Bu durum ülkelerin yaşam koşullarının bir göstergesidir.

Türkiye’nin diğer ülkelerden farklı olarak kendine has özel bir tarihi, kültürü ve doğal yapısı vardır. Milli park alanlarımızın tespiti de, bu özel kuruluşun gerektirdiği çeşitli faktörlerin etkisi altındadır. Bu sebeple milli parklarımızın diğer ülkelerdeki milli parklardan farklı olacağı açıktır.

Sonuç olarak; milli parklar ve çeşitli doğa koruma alanları, ülkelerin doğal, sosyo-ekonomik, kültürel, tarihi değerleri, arazi yapıları ve yaşam koşulları dikkate alınarak belirlenmekte, korunmakta, planlanmakta ve işletilmektedir. Her ülke kendi yasal çerçevesi içerisinde bu alanların korunması ve işletilmesini sağlar. Fakat ülkelerin milli park tesis etmelerindeki asıl amaç, doğal varlıkların korunması ve kamu yararına geliştirilmesi ilkelerine dayanmaktadır.

(30)

2.3. Havza Yönetimi ve Planlama

2.3.1. Su kaynaklarında mevcut durum

Su, insanların ve diğer bütün canlıların varlıklarını devam ettirebilmeleri için vazgeçilemez ve bir başka şeyle değiştirilmesi mümkün olmayan büyük bir nimettir.

Dünyamıza yaşanabilir tek gezegen özelliği veren ve yaşam için gerekli iki maddeden biri hava, diğeri ise sudur. Su, tüm canlılara hayat vermekle kalmayıp büyük medeniyetlerin gelişmesi için de önemli bir madde olmuştur. Su kaynaklarının sınırlı oluşu ve bölgelere göre eşit dağılmaması önemli sorunlar meydana getirmektedir. Bazı yörelerde ihtiyacı karşılayacak düzeyde su bulunmaması bu alanlara uzak yörelerden su getirilmesi için büyük yatırımlar yapılmasını gerekli kılmaktadır. Su aynı zamanda ülkeler arasında potansiyel savaş sebeplerinden biri olarak görülmektedir ( Tatar 1994 ).

Sürdürülebilir kalkınma için en önemli yaşamsal kaynaklardan biri sudur. XX. yüzyılda Dünya nüfusu XIX. yüzyıla oranla üç kat artmasına rağmen su kaynakları kullanımının altı kat arttığı belirlenmiştir. Fakat bu hızlı tüketim, kaynaklardan yararlananlara eşit fırsatlar sağlayacak şekilde sürdürülebilir özelliklere sahip değildir. Bazı tahminler, 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insanın su kıtlığı ile yüz yüze geleceğini göstermektedir. Bunun nedeni, Dünya’daki su kaynakları miktarının yetersizliği değil, yönetiminin iyi yapılamamasıdır. Küresel ölçekte herkese yetecek kadar su bulunmasına rağmen sürdürülebilir bir yönetim politikası benimsenmediği için geleceğe ilişkin tehditler ciddi boyutlara ulaşmıştır ( Orhon ve ark. 2002 ).

2.3.1.1. Dünya’da su kaynakları

Dünya’daki toplam su miktarı 1400 milyon km3’ tür. Bu suyun %97’5’i denizlerdeki ve okyanuslardaki tuzlu sulardan oluşmaktadır. Suyun sadece %2,5’i tatlı su kaynağı olup çeşitli amaçlar için kullanılabilir niteliktedir.Dünya’daki toplam suyun

(31)

yaklaşık yılda ortalama 500.000 km3’ ü denizlerde ve toprak yüzeyinde meydana gelen buharlaşmalar ile atmosfere geri dönmekte ve hidrolojik çevrim içinde yağmur ve kar olarak tekrar yeryüzüne düşmektedir. Dünya yüzeyine yağışla düşen su miktarı yılda ortalama 100.000 km3 olup, bunun 40.000 km3’ ü akışa geçerek nehirler vasıtasıyla denizlere ve kapalı havzalardaki göllere ulaşmaktadır ( Şekil 2.1.) Bu miktarın 9000 km3’ ü ise teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir niteliktedir ( DPT 2001 ).

Şekil 2.1. Su döngüsü ( http://www.wwf.org.tr/tr/su_konya_nhoehy.asp )

Yeryüzündeki toplam su miktarı çok fazla olsa da, buzullar ve çok derinlerdeki yer altı suları hesaba katılmadığı takdirde, kullanılabilir nitelikteki tatlı su toplam su miktarının binde üçü civarında olup bu miktar sabit durumdadır. Yağış-buharlaşma-yağış şeklindeki su döngüsüne bağlı olarak, Dünya’daki tatlı su sürekli yenilenebilir özelliğe sahiptir. Ancak derin seviyelerdeki yer altı suları fazla çekildiği zaman, bunların

(32)

yenilenmesi iklimsel ve jeolojik koşullara bağlı olarak yüzlerce hatta binlerce yıl alabilmektedir ( Tatar 1994 ) ( Tablo 2.1.)

Tablo 2.1. Dünya tatlı su varlığı ( Tatar 1994 )

Kaynak Toplam tatlı suyun %’si

Tüm buzullar 77.23

Yer altı suları (800 m derine kadar) 9.86 Yer altı suları ( 800-4000 m arası ) 12.35

Toprak nemi 0.17

Göller ( tatlı su ) 0.35

Akarsular 0.003

Minerallerin bileşimine bağlı su 0.001 Canlıların bünyesindeki su 0.003

Atmosfer 0.04

Toplam tatlı su 100.00

Kullanılabilir su yeryüzünde dengeli dağılmamıştır. Bu nedenle günümüzde Dünya nüfusunun 1/3’ü yeterli ve sağlıklı su kaynaklarına sahip olamadıkları için su sıkıntısı yaşamaktadır. Dünya’da kişi başına su tüketimi yılda ortalama 800 m3 civarındadır. Dünya nüfusunun yılda ortalama 80 milyon kişi arttığı göz önünde bulundurulduğunda Dünya’daki tatlı su ihtiyacının yılda 64 km3 artması kaçınılmaz görülmektedir. Bugün pek çok insan tatlı su kaynaklarının, Dünya’da insanlığın yararına sunulmuş sonsuz bir doğal kaynak olduğunu düşünmektedir. Oysa sonlu bir doğal kaynak olan tatlı su, Dünya’nın vazgeçilmez bir unsurudur. İnsanlık tarihinden çok daha önce, yerkürede bulunan su, insanlık tarihi boyunca doğanın işlevsel ve dinamik bir parçası olarak milyarlarca yıl varlığını sürdürecektir ( DPT 2001 ).

(33)

2.3.1.2. Türkiye’de su kaynakları

Ülkemizde yapılan inceleme ve ölçümler sonucunda yıllık ortalama yağış miktarının 640 mm ve tatlı su kaynaklarının da 234 milyar m3 olduğunu ve bazı iyileştirmeleryapıldığı takdirde bu miktarın yılda sadece toplam 110 milyar m3 kadarının kullanılabilir kaynak haline dönüştürülebileceğini ortaya koymuştur ( Tatar 1994 )( Şekil 2.2.).

Şekil 2.2. Türkiye su kaynakları ( Tatar 1994 )

Türkiye, jeolojik yaş olarak oldukça genç ve akarsuları topoğrafya nedeniyle genellikle düzensiz rejimlidir. Havza ortalama eğimleri yüksek olup gerekli düzenleme yapılmadan doğrudan su kullanımı mümkün değildir. Türkiye’de su bol görünse de zaman içinde ihtiyaçlarla uyuşmamaktadır. Hidrolojik açıdan ülke yirmi altı akarsu havzasına ayrılmıştır ( Burak ve ark. 1997 ).

Türkiye’de yaşanan hızlı nüfus artışına paralel olarak, hayat standardının yükselmesi nedeniyle kişi başına tüketim artışı, sanayinin gelişmesi, sulu tarımın

(34)

artması, Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de su tüketimini hızla artıran faktörlerdir. Ayrıca ormanların azalması, kirliliğin artması ve yoğun yapılaşma nedeniyle bazı yer altı suyu havzalarının kullanılamaz hale gelmesi de su kaynaklarını olumsuz etkilemektedir (Tatar 1994). Su kaynaklarının kullanımına yönelik sektörel bazda yoğunlaşan bu taleplerin karşılanması sonlu bir kaynak olan suyun yönetimini ve planlanmasını daha da zorlaştırmaktadır.

2.3.2. Su kaynaklarının yönetimi

Su, insan hayatı için en önemli unsurdur ve sanılanın aksine sınırlı bir kaynaktır. Günümüzde su kaynaklarının etkin kullanımı, en önemli problemlerden biridir. Eski çağlarda Mezopotamya’da Hammurabi’nin su kanunlarından bu güne ülke yönetimleri, su kaynaklarının idaresini bir bütün olarak elde tutmak istemişlerdir. Gelişmekte olan Dünyamızda halen su kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir kullanımı sağlanamamıştır. Ayrıca akarsu ve yer altı su kaynaklarının çevresel etkilere karşı hassas oluşları ve tarım, endüstri ve evsel su kullanımlarının artması su kaynakları yönetimini gittikçe karmaşık ve zor bir problem haline getirmektedir ( Burak ve ark. 1997 ).

Benzer problemlerle karşı karşıya olan Türkiye’de su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi uzun dönemli ekonomik kalkınmada önemli bir rol oynamaktadır. Ülke su kaynakları potansiyeli her ne kadar yüksek görünüyorsa da mevcut kaynakların dağılımı ihtiyaçlara göre olmamaktadır. Suyun % 76’sı sulamada, % 14’u içme ve kullanma suyu olarak, % 10 kadarı da endüstriyel amaçlar için kullanılmaktadır. Su kaynakları potansiyeli doğu yörelerinde ağırlıkta iken, ihtiyaçlar batı bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Yerel olarak su kıtlıkları ve bazı bölgelerde tahsis problemleri görülmekte ise de suyun, içme suyu olarak ve tarımsal alanda daha ekonomik kullanımı açısından önemli bir potansiyel vardır. Bazı alanlarda da tarım ve endüstride uygun olmayan kontrolsüz kullanımlar nedeniyle su kalitesi problemleri yaşanmaktadır ( Burak ve ark. 1997 ).

(35)

Dünya tarihinde su kaynakları yönetimi uygarlıkların gelişmesinde ve hatta çöküşlerinde her zaman etkili olmuştur. Dünya tarihi boyunca bu kural hiçbir zaman değişmemiştir. Su kaynaklarını koruyup iyi yöneten iktidarlar tarımsal üretimlerini ve güçlerini artırmışlar, kötü yönetenler ise tarımsal üretimlerini düşürmekle kalmamışlar, su ve toprak kaynaklarını da kaybetmişlerdir ( DPT 2001 ).

Su kaynaklarının geliştirilmesi çalışmalarında göz önüne alınan sistem bir akarsu havzasının bir kısmı olabileceği gibi, bir havzanın tümü de olabilir. Benzer şekilde, birden fazla havza bir arada bir sistem olarak düşünülebilir. Bu sistemin çevre ile olan ilişkileri, girdi ve çıktılarıyla belirlenir. Bu durumda sistem (havza), girdileri, bir takım çıktılar haline dönüştüren bir mekanizma olarak tariflenebilir. Su kaynaklarının yönetimi ise “ bu mekanizmanın en iyileşmesi ” şeklindedir ve bu yönetimin unsurları planlama, karar verme ve işletmedir. Entegrasyon (bütünleşme) ise bu unsurların havza kavramı ile ele alınmasını zorunlu kılmaktadır ( Burak ve ark. 1997 ).

2.3.3. Havza yönetimi ve planlama

2.3.3.1. Havza ve havza yönetimi

Sözlük anlamı ile havza; akarsuları aynı ırmağa, göle veya denize boşalan kara parçasıdır ( Doğan 1996 ). Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nde havza; bir akarsu, göl, baraj rezervuarı veya yer altı suyu haznesi gibi bir su kaynağını besleyen yer altı ve yüzeysel suların toplandığı bölgenin tamamı olarak ifade edilmektedir.

Havza, yalnızca bir alan değil doğal unsurları ve insan girdileri olan bir üretim sistemidir. Aynı zamanda doğal, sosyal, ekonomik, politik ve kurumsal etmenlerin değiştiği karışık bir yapı ve ekonomik kazanç mekanizmasıdır (Burak ve ark. 2002 ). Bir nehir havzası, nehrin kaynağı ve sonlandırıldığı yer arasında kalan ve nehire su veren tüm alanı kapsamaktadır. Bazı nehir havzaları özellikle denize çıkışı olmayan iç bölgelerde, göllerde veya iç deltalarda son bulur. Bu havzalar, kapalı havza olarak

(36)

adlandırılır. Bu nedenle nehir havzaları, yönetsel ya da politik bölümler yerine doğal ve hidrolojik sınırlara dayanır. Havzalar, su kaynakları ile ekosistemlerin korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını planlamak için en elverişli birimlerdir ( http://www.wwf.org.tr/tr/su_konya_nhoehy.asp ).

Havza, kendi içerisindeki biyofizik ve sosyo-ekonomik karakteristikleri itibariyle benzerlik ve bütünlük gösteren, dolayısıyla diğer arazi parçalarından olan farklılıkları kendi içerisindeki benzerlikten daha büyük olan bir arazi parçasıdır (http:// kelkit.gop.edu.tr/txt/havzayonetimmodeli.doc). Bir su havzasında topoğrafik durum, iklimsel değerler; su, toprak, hava, flora, fauna ve tüm doğal kaynaklar bir bütünlük arz etmektedir.

Havza yönetimi, hem ekosistem kavramını hem de ekolojiyle ilgili bilim prensiplerini pratikte uygulama ve sürdürülebilir kalkınmaya uygun yaklaşıma dönüştüren bir yönetimdir ( Burak ve ark. 2002 ).

Mart 2000 tarihinde Hollanda’nın Den Haag kentinde toplanan “ 2. Dünya Su Forumu ” unda, Dünya su krizi, uluslararası gündemin üst sıralarında yer almıştır. Konferans gıda güvenliği ve çevresel güvenliğin sağlanması için “ su güvenliği ” hedefini ortaya atmıştır. Forum’un anahtar mesajı “ su herkesi ilgilendirir” ( water is everyone’s business ) delilidir. Yoksulluk ve su güvenliği ilişkisi sürdürülebilir kalkınma ile ilgili uluslararası tartışmalarda odak noktalardan biri olmuştur. Bu forum su krizinin yönetim krizi olduğunu vurgulamış ve “ bütünleşik su kaynakları yönetimi ” etkin su yönetiminin çerçevesi halini almıştır. Bu noktada su kaynakları yönetiminin “ havza bazlı yönetim ” esasına dayanması gerekliliği ortaya çıkmıştır ( Orhon ve ark. 2002 ).

Pek çok gelişmiş ülkede, su kaynaklarının akılcı kullanılması gerektiği bilinciyle kaynaklar havza boyutunda ele alınmış, bütüncül, uzun vadeli ve katılımcı planlamalar hazırlanmış, su sisteminin korunmasını garanti altına alacak ekolojik kriterler oluşturulmuştur. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı çerçevesinde koruma-kullanma

Şekil

Şekil 2.1. Su döngüsü  ( http://www.wwf.org.tr/tr/su_konya_nhoehy.asp )
Tablo 2.1. Dünya tatlı su varlığı ( Tatar 1994 )
Şekil 2.2. Türkiye su kaynakları ( Tatar 1994 )
Şekil 3.1. Beyşehir Gölü Havzası’nın ülke ve bölge içindeki yeri ( Tüstaş 1999 )
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

taklidle ilgili değerlendirmelerde iki farklı yön ortaya çıkmaktadır: "T aklid · ümmet içi ihtilafları çoğaltmı§tır. Bunun doğal bir sonucu olarak

iki dogum araSl sliresinde oldugu gibi, G2 genotip grubu G1 genotip grubuna gore listlinlligtine servis periodu baklmlndan da gostermi~ ve ortalama 8 glin daha

Öksürük ve reflü yak›nmalar› nedeni ile hekime baflvuran hastada gastroözofageal reflü düflünülerek proton pompas› inhibitörü (PPI) ve metoklopramid

Örneğin: Bengoa ve Sanchez-Robles (2003), Latin Amerika için yaptığı çalışmada ilişkiyi pozitif bulmuşlardır, Alfaro ve Charlton (2007), 29 OECD ülkeler

Buna göre ölçek geliştirme ve uyarlama çalışmalarında sadece ölçek maddelerine veri- len yanıtlar değil aynı zamanda bireye ilişkin değişkenlerin de (kodeğişkenler) dikkate

Ortaya çıkan bu sonuca göre, araĢtırmaya katılan katılımcıların kültür ve sanat sponsorluklarına yönelik tutum düzeyinin Türkiye ĠĢ Bankası’nın kültür-sanat

趺陽脈浮而濇,少陰脈如經者,其病在脾,法當下

Tutuklanmış lipaz katalizörlüğünde atık kızartma yağının metanolizi ile biyodizel üretimine, enzim türü, yağ/alkol mol oranı, reaksiyon ortamındaki