• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de uygulanan para ve maliye politikalarının tarımsal üretime olan etkilerinin ekonomik analizi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de uygulanan para ve maliye politikalarının tarımsal üretime olan etkilerinin ekonomik analizi"

Copied!
202
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1.GİRİŞ

Tarımsal üretim 6 milyar yıllık tarihinde dünyamızın en eski iktisadi faaliyetidir. Tarımsal üretim insanoğlunun beslenme ve giyinme gibi acil ihtiyaçlarını karşılarken, günümüzde gelişmekte olan ülkelerde ekonomik kalkınmayı, gelişmiş ülkelerde ise sürdürülebilir insani gelişim hedeflerini gerçekleştirmede hala önemli bir role sahiptir. Ulusal ve uluslararası düzeyde politik, ekonomik ihtiyaç ve tercihlerin de etkisinde kalan tarım sektörü yaşanan ekonomik gelişmelerle artı değer yaratıp, diğer sektörlere girdi sağlayarak kalkınmaya ivme kazandırıcı görevler de üstlenmiştir.

Gelişen bir ülkede, tarım sektörünün görece olarak önemi giderek azalsa da, Türkiye tarım sektörünün hala önemini koruduğu ve tarımsal potansiyeli yüksek bir ülkedir. Özellikle 1980’li yıllarla birlikte yaşanagelen kıt kaynaklar, verimsizlik ve etkinliğin sağlanamaması gibi sorunlarına ek olarak siyasi ve sosyal istikrarsızlık sorunları nedeni ile de Türkiye’de tarım sektörü, acil olarak verimlilik ve piyasa kavramları çerçevesinde yeniden yapılanma ihtiyacı taşımaktadır.

Tarımın modernleşmesinde, tarım sektörünün yapısal sorunlarının çözülmesinde, tarımsal üretimin teknoloji ile bütünleştirilmesinde, sektörün örgütlenip ticarileşmesinde ve finansal problemlerinin giderilmesinde ekonomi politikalarının önemi açıktır. Bir ülkede kendi finansal ve yapısal sorunlarını giderip gelişen, yarışma gücüne sahip, üretim potansiyelini etkin olarak değerlendirebilme konumuna ulaşmış bir tarım sektörü ekonomiye sorun olmaktan uzaklaşarak, ekonomik ve sosyal katkılarını arttırma imkanı bulacaktır. Bu aşamada istikrar arayışları içinde sektörün öncelik ve ihtiyaçları doğrultusunda seçilecek, ülkenin ekonomik koşulları ile koordineli para ve maliye politikaları uygulamaları önem kazanmaktadır. Ekonomi politikalarının tercihinde hükümetler politik gerekçelerle de hareket ettiğinden, uygulamalardan her zaman beklenen sonuçlar elde edilememektedir. Aynı zamanda politika uygulamalarında kıt kaynak sorunu, daima tercih sorununu da beraberinde getirmektedir.

Tarım sektörü taşımakta olduğu önemden dolayı, tüm dünyada ülkelerin ekonomik koşul ve beklentilerine göre değişik şekillerde desteklenmektedir. Tarım

(2)

sektörünün desteklenmesi yarattığı sonuçlar ile tüm sektörlere de etki etmektedir. Tarımsal faaliyetlerin doğa koşullarına bağlı olarak gerçekleşmesi, arzın talebe uyumunun zaman alması, istikrarsızlık ve riski barındırması, tarımda çalışanların gelirlerinin göreceli olarak düşük olması, tarımsal üretimin besinsel ve stratejik açıdan taşıdığı önem tarımsal desteklemeyi gerekli kılmaktadır. Ancak sektörün desteklenme şekli, oranı ve desteklemenin sosyo-ekonomik etkileri gerek ulusal, gerekse uluslararası alanlarda eleştirilere neden olmaktadır. Tarım sektörü desteklenmelidir, ancak sorun bu desteklemelerin en etkin biçimi ile nasıl yapılacağıdır.

Türkiye’de tarım sektörü tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi desteklenmektedir. Türkiye’nin tarımda uyguladığı politikalarda zaman zaman istikrarsızlıklar görülebilmektedir. Bunun temel nedeni, Türkiye ekonomisinin gelişmekte olan bir ekonomi olmasının yanında, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklarından tüm sektörler gibi tarım sektörünü de olumsuz etkilemesidir.

Türkiye ekonomisinde devletin gelirlerinin az, buna karşılık giderlerin fazla olması tarımsal desteklemeleri olumsuz yönde etkilemektedir. Bu olumsuzluktan dolayı tarımsal üretimde düşüşler, buna karşılık tarımsal ürünler ithalatında artışlar yaşanmaktadır. Tarımsal desteklemelerde görülen istikrarsızlıklar, tarım sektörünün ekonomiye olan olumlu katkılarını da azaltmaktadır.

Tüm Dünya’da da olduğu gibi Türkiye’de de tarım sektörü desteklenmelidir. Ancak bu desteklemenin tarımsal üretim ve ülke ekonomisine katkılarının pozitif yönde nasıl geliştirilebileceği sorusu tüm ekonomilerde olduğu gibi Türkiye ekonomisinde de cevap aranan sorulardan biri olmalıdır.

Bu sorulardan hareketle bu çalışmada, Türkiye Ekonomisi’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı miras ile günümüze kadar uzanan zaman diliminde, uygulanan para ve maliye politikaları ile tarımsal üretime etkileri incelenmiştir.

Bu çalışmanın amacı politika araçlarının belirlenen amaçlara ulaşmaktaki etkinliklerinin ve yarattıkları sosyo-ekonomik etkilerin incelenmesidir. Tarım sektörünün

(3)

stratejik olarak taşıdığı önem ve sahip olduğu yapısal koşullar, sektörün desteklenmesini gerekli kılmaktadır. Çalışmada cevap aranan soru, tarımsal desteklemenin hangi politika araçları ile daha etkin şekilde sağlanacağıdır.

Çalışmanın ilk bölümlerinde, konunun önemi ve kapsamının açıklanması düşünülmüş, ardından, konuyla ilgili olarak daha önce yapılan araştırmalardan örnekler sunulmuştur. Çalışmanın analizinde kullanılan materyal ve yöntem üçüncü bölümde açıklanmıştır.

Tezin dördüncü bölümünde Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları para politikası ve maliye politikası başlıkları ile gruplandırılarak amaçları, araçları ve politikaların belirlenmesinde karar alıcı ulusal ve uluslararası kuruluşlar yönü ile açıklanmıştır. Hazine, Maliye, Merkez Bankası, Devlet Planlama Teşkilatı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Rekabet Kurumu ulusal karar birimleri iken Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü uluslararası karar birimleridir. Tüm bu birimler de genel olarak istihdam düzeyinin yükseltilmesi, üretimin artması, fiyat istikrarının sağlanması ve korunması, ödemeler dengesinin ve gelir dağılımında adaletin sağlanması gibi ekonomik kalkınmaya yönelik amaçlar taşımaktadır.

Türkiye’de tarım sektörünün genel olarak ele alındığı beşinci bölümün ardından, çalışmanın altıncı bölümünde Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları ve tarımsal üretime olan etkileri incelenmiştir.

Yedinci bölümde ise Türkiye’de uygulanan tarım politikaları, kullanılan araçlar ve Türkiye Ekonomisi’nde tarımsal gelişimi engelleyen faktörler ele alınmıştır.

Sekizinci bölümde bu çalışmada seçilen para ve maliye politikası araçlarının kısa dönemde tarımsal Gayri Safi Milli Hasıla’ya olan etkileri analiz edilmiştir. Elde edilen analiz sonuçlarına göre, para ve maliye politikalarının tarımsal üretime olan etkileri ve üretimi olumlu yönde etkileyebilmeleri için izlenilmesi gereken politikalarla ilgili önerilere tezin sonuç bölümü olan dokuzuncu bölümde yer verilmiştir.

(4)

2.KONUYLA İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

Ekonomi politikaları, tarım politikaları ve tarımsal üretime etkilerine yönelik bir çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda söz konusu değişkenler daha çok bağımsız olarak, birbirleri ile etkileşimleri dışında ele alınmıştır. Ancak tüm politika uygulamalarının tarımsal üretim üzerideki etkilerini inceleyen çalışmalar sayıca fazla değildir. Bu çalışmalardan bazıları içerik ve yaklaşım yönü ile farklılık göstermektedir.

Hüseyin Şahin Cumhuriyet’in ilanından 2002 yılına kadar incelediği Türkiye Ekonomisi’ni belli dönemlere ayırarak, ilgili dönemlerde Türkiye’de ve dünya’da yaşanan ekonomik ve politik gelişmeleri, sonuçları ile ele almıştır. Yaşanan bu gelişim ve değişimlerin aynı zamanda sektörler üzerindeki etkileri de konjonktür içinde değerlendirilmiştir. Bu çalışmada ayrıca Türkiye’nin kronikleşen enflasyon sorununa çözüm arayışları ile 1998 yılı Haziran ayında IMF’ ye başvurusu, Niyet Mektubu ve Stand-by Anlaşması ile başlayan Türk Ekonomisi’ndeki 3 yıl içinde uygulanacak istikrar programları ile bu kapsamda uygulanacak para ve döviz kuru politikalarına da yer verilmiştir. 2000-2002 Enflasyonla Mücadele Programı ve 2002-2004 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde vergi ve sosyal güvenlik reformları, tarımsal destekleme politikalarındaki değişiklikler de güncel gelişmeler olarak ele alınmıştır (Şahin, 2002).

Gülcan Eraktan tarım politikaları ve seçenekleri ile ilgili teorik olarak bilgi verdiği çalışmasında Türkiye’de uygulanan tarım politikalarını tarihsel gelişimi içinde ve AB uyum sürecinde ele almıştır. Çalışmada önemle tarım politikası belirlemenin zaman zaman yapıldığı gibi basit bir konu olarak ele alınmaması gereği ortaya konmaktadır. Türk tarımının sorunlarının yapısal karakterli olduğu ve sorunların çözümünde kalite ve standartların AB standartlarına ulaştırılmasının gerekliliği vurgulanmaktadır (Eraktan, 2001).

Mahfi Eğilmez ve Ercan Kumcu yapmış oldukları ortak çalışma ile ekonomi politikası amaçlarını, araçlarını ve karar alıcılarını ulusal ve uluslar arası boyutları ile ele alırken, tüm ilgili kurum ve kuruluşlar arasındaki etkileşimi de incelemişlerdir. Bu

(5)

çalışmada serbest pazar koşullarının işleyişi ve kuruluşların özerk-özel yapıları ile devletin rolü de ayrıca ele alınmıştır (Eğilmez ve Kumcu, 2002).

Dong Fu ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada da maliye politikalarının büyüme üzerindeki etkileri incelenmiştir. Makro ekonomi açısından yaklaşıldığında mali politikalar ve büyüme arasındaki ilişki ilgi çekicidir. Maliye politikaları bileşenleri olan kamu harcamaları, vergiler ve bütçe açıkları gibi göstergelerin sağlıklı bir şekilde analiz edilememesi bu konuda ampirik çalışma yapanlar için hayal kırıklığına yol açmıştır. Bütçe açıkları ile finanse edilen vergi indirimleri, vergi artışları ile finanse edilen kamu harcamalarındaki artış şeklindeki alternatifli maliye politikası uygulamaları bu çalışmada VAR teknikleri yolu ile analiz edilmiştir (Fu v.d., 2003).

Lida ve Harada Japonya’da 1990’lı yıllarda yaşanan durgunluğu açıklamak için VAR Modelini kullanmışlardır. Yaptıkları çalışmada beş değişken kullanmışlardır. Bunlar, reel çıktı, parasal taban, kredi faiz oranları, reel faiz oranı ve fiyatlardır. Zaman periyodu olarak da 1984’ün dördüncü çeyreğinden 2003’ün dördüncü çeyreğini kapsayan üçer aylık veriler kullanılmıştır. Değişkenlerin birinci farklarından ve Akai Bilgi Kriteri’nden faydalanılmıştır. Sonuç olarak da, bu dönemde Japonya’da yaşanan durgunluğun temel nedenini parasal şoklarla açıklamışlardır. Bu yüzden, 2001 yılından sonra Japon ekonomisi’nin yeniden yapılanmasında parasal genişlemenin kritik bir rol oynayacağını belirtmişlerdir (Lida ve Harada, 2004).

VAR Modeli üzerine yapılan bir başka çalışmada, dinamik şokların, enflasyon, üretim ve döviz kuru gibi değişkenler üzerindeki etkileri, bir bakıma dinamik şokların para politikasına etkileri ortaya konmaya çalışılmıştır. Bunun için Avrupa Birliği’nin parasal birliğe dahil ülkeler açısından inceleme yapılmıştır. Clarida’nın yapmış olduğu bu çalışmada sonuç olarak, para birliğine dahil ülkelerin, dinamik şoklar üzerinde para politikalarının başarılı olabilmesi için ortak bir para politikasının önemi ortaya çıkmıştır (Clarida, 2001).

İspanya için yapılan bir başka çalışmada, para politikasının farklı bölgeler üzerindeki etkileri VAR Modeli yardımıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Lucio ve Izquierdo tarafından yapılan bu çalışmada, parasal şokların farklı bölgelerde reel değişkenler

(6)

üzerindeki etkileri incelenmiştir. Bunun için VAR Modeli, para politikasının istihdama etkisini belirleyebilmek için parasal ve reel değişkenleri içermektedir. Sonuç olarak, tüm bölgesel tepkiler uzun dönemde reel etkinin olmadığını, kısa dönemde ise dinamiklerin daha etkili olduğunu ortaya koymuştur. Fakat bu tepkiler de bölgeler arasında farklılıklar göstermiştir (Lucio ve Izquierdo, 2002).

Hsing ve Hsieh VAR Modeli kullanarak yapmış oldukları çalışmalarında, Çin’de uygulanan para ve maliye politikalarını incelemişlerdir. Uzun dönemde Çin’deki üretim seviyesinin faiz oranına, reel döviz kuruna, kamu borcuna, enflasyon oranına negatif bir tepki verdiği bulunmuştur. Aynı zamanda kamu açıklarına veya kendi gecikmeli üretim oranındaki bir şoka pozitif bir tepki vermiştir. Para politikası değişkeni olarak reel M2 seçildiği zaman Çin’deki uzun dönemli üretim, reel M2’ye veya kendi gecikmeli değerine pozitif tepki vermiştir. Aynı zamanda döviz kuru, kamu borcu veya kamu açıklarındaki şoklara da negatif bir tepki ortaya koymuştur. Enflasyonun bir şoka tepkisi, kamu borcu kullanıldığında negatiftir. Ancak değişken olarak kamu açıkları kullanıldığında ise pozitif bir etki ortaya çıkmıştır (Hsing ve Hsieh, 2004).

Hsing ve Hsieh’in yapmış oldukları çalışmada kısa dönemde Maliye Politikası dört örnek durum için de para politikasına nazaran daha etkili olduğu ortaya çıkmıştır. Uzun dönem için de para politikası maliye politikasına göre daha etkilidir. Bu suretle hükümetler kısa dönemde ve uzun dönemde farklı bir şekilde para ve maliye politikası uygulamayı düşünebilir (Hsing ve Hsieh, 2004).

Para ve maliye politikası etkileşimi problemi Avrupa Birliği Bölgesi için önemli bir konudur. Semler ve Zhang yaptıkları çalışmada Avrupa Birliği Bölgesi’ndeki para ve maliye politikası etkileşimleri üzerindeki ampirik bulgularla ilgilenmişlerdir. Öncelikle maliye rejimlerinin VAR modeliyle ortaya konarak, Almanya ve Fransa’da izlenilen maliye politikaları analiz edilmiştir. Sonuç olarak, özellikle uzun dönemde para ve maliye politikası arasında ilişki olduğu ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, Almanya’da maliye politikasının, para politikası beklentileri tarafından büyük ölçüde etkilenmediği de bulunmuştur (Semmler ve Zhang, 2004).

(7)

Kliesen ve Poole, para politikasının tarım sektörü üzerinde etkisinin son derece açık olduğunu belirtmişlerdir. Bunun da düşük ve istikrarlı bir enflasyon olduğunu açıklamışlardır. Bu durum tarım sektörünün istikrarının korunmasına yardımcı olur. dolayısıyla, para politikası, tarımsal gelir üzerinde önemli bir rol oynamaktadır. Aynı zamanda ortaya konan etkilerin sadece bir rol değil, uzun dönemde sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin başarılmasında da etkili olduğunu ifade etmişlerdir (Kliesen ve Poole, 2000).

Arıcan, döviz kuru krizleri çerçevesinde (1990-2004) Türkiye’de döviz kurları krizleri ve finansal serbestlik arasındaki ilişkiyi incelediği makalesinde, konuyu açıklamak ve analiz etmek için VAR Modelini kullanmıştır. 1994 Nisan ve 2001 Şubat krizleri dışsal şoklar sonucunda gerçekleşmiş ve bu yıllarda suni büyüme gerçekleşmiştir. Modelin sonuçları çerçevesinde krizin ortaya çıkışında döviz rezervleri açık bir şekilde belirleyici rol oynamıştır. Özellikle krizleri tetikleyen finansal liberalisazyon, dolarizasyon ve spekülatif ataklar olmuştur. Böylece, 1994 ve 2001 krizlerinin her ikisinde de uluslararası rezervlerdeki çıkışlar devalüasyon ile sonuçlanmış ve ülke parasal kriz olarak ifade edilen döviz krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumda, bu tür krizleri önlemek için hızlı bir şekilde değişen finansal piyasaların kırılgan yapısını azaltmak yararlı olacaktır. Bunu, cari işlemler dengesini güçlendirmek ve aynı zamanda sorunun çözümünde rezerv artışı da önemli bir faktör olacaktır (Arıcan, 2005).

(8)

3. MATERYAL VE METOD

3.1. Materyal

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tarımsal üretim, hükümetlerin ve uluslararası kuruluşların politika uygulamalarından etkilenebilmektedir. Bu nedenle araştırma materyali daha çok literatüre dayalı verileri içermektedir. Literatür taraması yapılırken veriler arasında tutarlılık sağlanması açısından daha çok Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ve Merkez Bankası verilerinden yararlanılmıştır.

Ayrıca, araştırma materyali olarak konu ile ilgili her türlü basılı yayın, araştırma, kitap v.b. ikincil kaynaklardan yararlanılmıştır.

3.2. Metod

Tarımsal üretimi olumlu ya da olumsuz etkileyen birçok faktör bulunmakla beraber ürünlerde üretim artış veya azalışları bazen ekonomi politikaları dışındaki uygulamalardan da olabilmektedir. (Bu nedenle araştırmadaki amaca uygun olarak tarımsal GSMH’ nın bağımlı değişken olarak seçilmesi uygun görülmüştür. Türkiye’de uygulanan ekonomi politikalarına göre tarımsal GSMH’ nın değişimi bağımlı değişken olarak Ekonometrik modelde kullanılmıştır.) Modelde bağımsız değişkenler olarak seçilen para ve maliye politikası araçları aşağıda belirtilen kısaltmalarla kullanılmıştır.

Para politikası araçları olarak; Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar Endeksi, Tarımsal Krediler, Faiz Oranı ve Döviz Kuru ($) kullanılmıştır. Bu değişkenler modelde sırasıyla; FND, TK, FO, KUR kısaltmalarıyla kodlanmıştır. Maliye politikası araçları olarak; Tarım Sektörünün Sabit Sermaye Yatırımlarından aldığı pay ve Üreticilere Doğrudan Yapılan Ödemeler kullanılmıştır. Tarım sektörünün sabit sermaye yatırımlarından aldığı pay, TSSY ile gösterilirken, üreticilere doğrudan yapılan ödemeler için ise ODEME kısaltması kullanılmıştır.

(9)

Modelde kullanılan değişkenler arasındaki ilişkileri incelemek için Vektör Otoregresyon (VAR) analiz yönteminden yararlanılmıştır. Modelin güvenilirliğini arttırmak için gözlem sayısı mümkün olduğunca yüksek tutulmaya çalışılmıştır.

Modelde zaman serisi verileri, iktisadi ilişkilerin tahmin edilmesine uygun olmaları nedeni ile tercih edilmiştir (Koutsoyiannis, 1989). Zaman serilerinin önemli özelliği, gözlem değerlerinin birbirine bağlı olmasıdır. Bu özellik nedeniyle bir zaman serisini bugünkü ve geçmiş değerlerini kullanarak gelecek dönemde alacağı değerleri tahmin etme imkanı olabilmektedir. Belli bir dönem için gözlenen bir seriyi ortaya çıkaran stokastik (belirli düzen içinde seyretmeyen) sürecin durağan olması şartları vardır. Şayet stokastik sürecin niteliği zaman boyunca değişiyorsa, yani seri durağan değilse, serinin geçmiş ve gelecek yapısını basit bir cebirsel modelle ifade etmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu değişkenlerin gelecek dönemde alacakları değerler tahmin edilemez. Tersine eğer stokastik süreç zaman boyunca sabit ise, serinin geçmiş değerlerinden faydalanarak ileriye ait katsayılı bir model elde edilebilir (Oğuzhan, 2005).

Yapılan bu çalışmada da öncelikle modelde kullanılan zaman serilerinin durağan olup olmadıkları test edilmiştir.

3.3. Durağanlık Testi

İktisadi değişkenlerin serileri, genellikle artma eğilimi göstermeleri nedeniyle durağan olmazlar. Serilerin varyans ve ortalamaları zamana bağlı olarak değişmektedir. Bu nedenle herhangi bir zaman serisi analizinde kullanılacak serilerin öncelikle durağanlaştırılması gerekmektedir (Kibritçioğlu ve Kibritçioğlu 1999).

Bu çalışmada da öncelikle verilerin durağanlığı test edilmiştir. Bunun için son dönemlerde yaygınlaşan birim kök sınaması yapılmıştır. Bu sınama modeli aşağıdaki gibi ele alınmaktadır (Gujarati 1999):

(10)

Burada ut olasılıklı bir hata terimidir. Eğer Yt-1’ in katsayısı 1’e eşitse durağan

olmama durumuyla, yani birim kök sorunuyla karşılaşılır. Dolayısıyla,

Yt = pYt-1+ ut (2)

regresyonunda p=1 bulunursa, o zaman Yt olasılıklı değişkenin bir birim kökü vardır.

Birim kökü olan bir zaman serisi rassal yürüyüş diye bilinir. Rassal yürüyüş ise, durağan olmayan bir zaman serisi anlamına gelir. İki nolu denklemin her iki tarafından Yt- 1

çıkarılırsa, denklem aşağıdaki gibi olur.

Y

t

=

(

p

1

)

Y

t−1

+

u

t (3) = δYt-1 + ut

Burada

δ

= p

( −

1

)

ve ∆Yt =YtYt−1= ut birinci fark olmaktadır. Rassal bir

yürüyüşün birinci farkları durağan bir zaman serisidir, çünkü varsayım gereği ut

bütünüyle tesadüfidir.

Bir serinin durağan olup olmadığını birim kök testi ile sınamak için aşağıdaki 4, 5, 6 nolu denklemler tahmin edilerek, buradan H0:δ =0 veya pˆ ’nın istatistiki bakımdan

bire eşit olup olmadığına bakılmaktadır. Geleneksel olarak P=1 sıfır hipotezi hesaplanan t istatistiği τ(tau) istatistiği diye bilinmektedir. Bunun eşik değerleri Dickey ve Fuller tarafından Monte Carlo simülasyonlarına göre hesaplanmıştır. Yazında tau sınaması, bu hesaplamayı yapanların isimlerine göre de Dickey-Fuller (DF) testi diye tanımlanmaktadır. Bu hesaplamaların geliştirilmişine Mackinoon kritik değerleri denilmektedir. Eğer τ istatistiğinin mutlak değeri DF’nın ya da Mackinoon kritik değerinin mutlak değerinden büyükse, verilmiş zaman serisi durağandır. Aksi durumda ise serinin durağan olmadığı ifade edilir. Gerek kuramsal, gerekse uygulamada Dickey-Fuller testi aşağıdaki denklemlere uygulanabilmektedir:

t t

t Y u

Y = +

(11)

t t t

Y

u

Y

=

+

+

β

1

δ

−1 (5) t t t

t

Y

u

Y

=

+

+

+

β

1

β

2

δ

−1 (6)

Yukarıdaki modelde t zaman ya da genel eğilimi göstermektedir. Her bir durum için δ =0, yani birim kök var biçimindedir. (4) nolu denklemle diğer denklemler arasındaki fark sabit terim ve eğim değişkenin denkleme katılmasıdır. Eğer ut hata terimi

otokorelasyonlu ise model aşağıdaki gibi yazılmaktadır:

t m i i t i t t t Y a Y Y = β +β +δ +

∆ +ε ∆ 1 2 −1 (7)

(7) nolu denkleme genelleştirilmiş Dickey-Fuller (GDF) testi denmektedir.

Dickey-Fuller testlerinde hata terimlerinin normal dağılımlı, bağımsız ve sabit varyanslı olduğu kabul edilmektedir.

Modelde kullanılan değişkenler arasındaki nedenselliğin sınanabilmesi için zaman serisi verilerinin durağanlığının sağlanması gerekmektedir. Eğer durağanlık yoksa, t, F, Ki-kare testleri şüpheli hale gelebilmektedir. Daha önce açıklandığı gibi, bir zaman serisinin durağan olup olmadığını anlamak için grafik yöntemi, Dickey-Fuller testleri uygulanabilir testler arasındadır. Yukarıdaki Dickey-Fuller testinin açıklanmasından sonra aşağıda da Grafik yöntemiyle ilgili ayrıntılara yer verilmiştir.

Grafik Yöntemi

Zaman serisi verileri genellikle azalan veya artan bir trende sahip olabilmektedirler. Stokastik süreçlerin durağan olup olmadığını test etmek amacıyla otokorelasyon fonksiyonu ve kısmi otokorelasyon fonksiyonlarından yararlanılabilir.

(12)

Serinin gecikmeli değerleri söz konusu olduğunda ise, otokorelasyon fonksiyonu aşağıdaki gibi gösterilir (Oğuzhan, 2005):

[

]

2 ) )( ( X k t t o k k X X E p σ µ µ γ γ − − = = +

Uygulamada örnek otokorelasyon fonksiyonu pˆ ak şağıdaki şekilde hesaplanabilmektedir.

o k k p γ γ ˆ ˆ ˆ = n X X X Xt t k k ) )( ( ˆ =

− + − γ n X Xt o

− = ( ) ˆ γ

Eğer seri durağan ise, bu seri için hesaplanan otokorelasyon katsayıları birkaç gecikme sonra sıfıra yaklaşacaktır. Normal dağılım izleyen tesadüfi değişkene ilişkin gözlemlerin %95’i ortalamadan ±2/ N sınır değerlerinden büyükse otokorelasyonlar için verilen pk =0 hipotezi ret edilecektir.

Kısmi Otokorelasyon Katsayısı: Kısmi otokorelasyon katsayısı diğer değişkenlerin etkisi sabit kabul edildiğinde bir Xt değişkenden gecikmeli olarak türetilen her hangi bir

Xt+1,Xt+2,... değişkeni arasındakinin derecesini belirleyen istatistiksel ölçüye kısmı

otokorelasyon katsayısı adı verilir. Kısmı otokorelasyon katsayısı Yule-Walker denklem sistemiyle tahmin edilir.

Modelin uygunluğunun tespitinde otokorelasyon katsayılarının anlamlı olup olmamasına bakılmaktadır. Küçük gecikmelerde otokorelasyon katsayılarının sıfırdan anlamlı şekilde farkı olup olmadığı yani modelin uygun olup olmadığı ortaya çıkmaz. Bu gibi durumlarda modelin otokorelasyon katsayılarını tek tek incelemek yerine belirli sayıda hata otokorelasyon katsayısını bir arada incelemek modelin uygunluğunu daha açık ortaya koyabilir. Bu amaçla Box-Pierce tarafından geliştirilen Q istatistiği kullanılır:

(13)

= = k k k p n Q 1 2 ˆ ,k=1,2,3,...,k

Q istattistiği yaklaşık olarak ki-kare dağılımı gösterir.

Box-Pierce Q istatistiği orta büyülükteki seriler için zayıf uyum göstermektedir. Bu amaçla Ljung-Box tarafında geliştirilen Q istatistiği biraz daha geliştirilmiş değeri küçük örnekler için daha iyi uyum göstermektedir. Bu istatistik n hacminde ve k serbestlik derecesinde bir ki-kare dağılım göstermekte ve aşağıdaki gibi formüle edilmektedir:

= − + = k k k k n p n n Q 1 2 ˆ ) 2 (

3.4. Nedensellik: Granger Sınaması

Değişkenler arasında nedensellik ilişkisi, iktisat teorisi tarafından doğrulanmaktadır. Nedensellik anlamında iki değişken arasında hangi değişkenin hangi değişken tarafından etkilendiği - etkilediği veya nedeni olduğu Granger sınaması ile ortaya konabilmektedir. Değişkenler arasındaki ilişki tek yönlü (A→B) olabileceği gibi, çift yönlü (A↔B) de olabilmektedir. Dolayısıyla, iki değişken arasında tek taraflı bir nedensellik olabileceği gibi, iki taraflı nedensellik de ortaya çıkabilmektedir.

İki zaman serisi arasındaki nedenselliğin ilk işlemsel tanımı Wiener (1956) tarafından yapılmıştır. Söz konusu tanım Granger-Hatanaka (1964) tarafından yeniden düzenlenmiş ve son olarak Granger (1969) tarafından geliştirilmiştir. Bu tanıma en büyük katkıyı Granger’in yapması nedeniyle literatürde “Granger Nedensellik Tanımı” olarak adlandırılır. Bu tanım son yıllarda nedensellik ile ilgili bütün çalışmalara temel oluşturmuştur (Işığıçok, 1994).

Bu tez çalışmasında da para ve maliye politikası araçları ile tarımsal üretim arasında yukarıda bahsedilen ilişkilerin bulunup bulunmadığı Granger nedensellik testi ile test edilmiştir.

(14)

Granger nedensellik testi, bir değişken ile diğer bir değişken arasında varlığından şüphe edilen nedensellik ilişkisini test etmek için uygulamalı iktisatta çokça kullanılan bir testtir (Halaç ve Kuştepeli, 2003). Dolayısıyla zaman serisi verilerinde değişkenler arasında kointegrasyon ilişkisi kadar nedensellik ilişkilerinin de incelemeye değer ve önem arzeden bir konu olduğu sıklıkla dile getirilmektedir (Doğan ve Bozkurt, 2004).

İki değişken arasındaki ilişkiyi belirlemek için aşağıdaki modeller yazılabilir:

Y t =

= m i 1 α i X t-i +

= m j 1 βi Yt – i + u 1t (1) X t =

= m i 1 λi X t –i +

= m j 1 δi Y t- i + u 2t (2 )

Modelin anlamlılığının test edilmesi için aşağıdaki hipotezler yazılabilir (Işığıçok vd. 1994):

(1) nolu model için:

H 0 : α 1 = α2 =……….αj = 0 ( X Y’nin Granger anlamda nedeni değildir)

H 1 : α1 ≠ α2 ≠ ……….αj ≠ 0 ( X Y’nin Granger anlamda nedenidir)

(2) nolu model için;

H 0 : δ 1 = δ2 =……….δj = 0 ( Y,X ‘nin Granger anlamda nedeni değildir)

H 1 : δ1 ≠ δ2 ≠ ……….δj ≠ 0 ( Y X’nin Granger anlamda nedenidir)

Yukarıdaki model (1) ve model (2) için nedensellik yönleri aşağıdaki gibi açıklanabilir:

1. Eğer model (1) ‘deki gecikmeli X’ in tahmin edilen katsayıları bir küme olarak istatistik bakımdan sıfırdan farklıysa ( yani Σαi ≠ 0) X’ den Y’ ye doğru nedensellik

(15)

olarak istatistik bakımdan sıfırdan farklı değilse ( yani Σ δ = 0 ise), bu Y’ den X’ e doğru tek yönlü nedensellik gösterir.

2. Tersine , eğer model (1) deki X’ in tahmin edilen katsayıları bir küme olarak istatistiki olarak sıfırdan farklı değilse ( yani Σαi= 0) modelde gecikmeli x değişkenleri

arasında ilişki bulunmadığı ve dolayısıyla X’ den Y’ ye nedensellik olmadığı anlamına gelir. Model (2) deki gecikmeli Y ‘nin tahmin edilen katsayıları kümesi istatistik bakımdan sıfırdan farklıysa (yani Σ δ≠ 0) ,X’ ten Y’ ye doğru tek yönlü nedensellik vardır.

3. Her iki regresyondaki X ve Y katsayı kümeleri istatistik bakımından sıfırdan anlamlı derecede farklıysa bu geri besleme ya da karşılıklı nedensellik gösterir.

4. Her iki regresyondaki Y ve X katsayı kümeleri istatistik bakımından anlamlı değilse bu da bağımsızlık anlamını taşır.

5. Granger, operasyonel nedensellik tanımına dayanarak yeterince yüksek dereceli iki değişkenli otoregressif bir sürecin tahmini yardımıyla nedenselliğin test edilebilir hale gelmesini sağlamıştır. Genel olarak gelecek geçmişi kestiremeyeceğine göre, eğer X değişkeni, Y değişkeninin nedeniyse, X’teki değişmeler Y’deki değişmelerden önce gelmelidir. Y’nin başka değişkenlere göre regresyonuna X’in geçmiş ya da gecikmeli değişkenleri de eklendiğinde Y’nin kestirimi anlamlı biçimde iyileşiyorsa o zaman X, Y’nin (Granger) nedeni denilebilir. Benzeri tanım Y, X’in nedeniyse de (Granger) yapılabilir (Gujarati 1999).

Granger nedensellik sınamasının adımları Y ve X için aşağıdaki gibidir; (Gujarati 1999):

1. Cari Y nin bütün gecikmeli Y değerlerine göre sınırlandırılmış regresyonunu bulduktan sonra, bu regresyondan sınırlanmış kalıntı kareleri toplamı KKTS’yi elde

(16)

edecek X serisi için de aynı işlemler tekrarlanacaktır. Sınırlandırılmış modeller aşağıdaki gibi yazılabilir: Y t =

= m 1 i βi Y t-i + v 1 t (3) X t =

= m 1 i aiX t-i + v2t (4)

2. Şimdi de yukardaki (3) nolu modele gecikmeli Xt terimlerini, (4) nolu modele

gecikmeli Yt terimlerini katarak sınırlandırılmamış regresyon modelleri elde edilecektir.

Bu regresyonlardan ayrı ayrı sınırlandırılmamış kalıntı kareleri toplamı KKTSM ‘ler elde

edilecektir. Sınırlandırılmamış regresyon modelleri aşağıdaki gibi yazılabilir. Y t =

= m i 1 α i X t-i +

= m j 1 βi Yt – i + u 1t (5) X t =

= m i 1 λi X t –i +

= m j 1 δi Y t- i + u 2t (6 )

3. (5) nolu model için H 0: Σ β j = 0 Xi’ lerden Y’ e doğru nedensellik ilişkisi

yoktur ön savı test edilecek, (6) nolu model için H0: Σ δ j ≠ 0 ön savı test edilecektir.

4. H 0 ön savlarını sınamak için aşağıdaki F testi ayrı ayrı modellere uygulanır. F

testi : F = ) /( / ) ( k n KKT m KKT KKT SM SM S − − (7)

(17)

Bu da m ve (n-k) sd. ile F dağılımına uyar. Formülde m, model (3) için gecikmeli Xt terimleri sayısına eşit, model (4) için ise gecikmeli Yt terimleri sayısına eşittir. k, ise

sınırlanmamış regresyonlardaki tahmin edilen ana kütle katsayılarının sayısıdır.

5. Hesaplanan F değeri, seçilmiş olan bir anlamlılık düzeyinde eşik F değerini aşıyorsa, sıfır ön savları reddedilir. Bu durumda model (3)’te gecikmeli Xt değerlerinin

regresyonda yerleri vardır. Model (4)’te gecikmeli Yt değerlerinin regresyonda yeri

vardır. Yani model (3)’te Xt, Yt serisinin Granger anlamda nedenidir. Model (4)‘te Yt

serisi Xt serisinin Granger anlamda nedenidir.

3.5. Vektör Otoregresyon (Vector Autoregression VAR) Analizi

VAR modeli C.A. Sims tarafından geliştirilmiştir. Bu model, kullanılan değişkenlerin birbirleriyle olan ilişkilerini analiz etmeyi sağlar ve Granger Nedensellik testini temel alır (Ertek, 1996).

Bir ekonometrik modelde bazı değişkenler modeldeki diğer değişkenler tarafından açıklanabilirken, bazı değişkenler ise sadece açıklayıcı görevi yapabilmektedirler. Bir denklem sisteminde açıklanan değişkenler içsel (endogenous) değişkenler, açıklayıcı değişkenler ise dışsal veya önceden belirlenen (exogenous) değişenler olarak isimlendirilmektedir (Griffiths vd. 1993). Önceden belirlenen değişkenler de aralarında dışsal ve gecikmiş dışsal değişkenler olarak kategorize edilebilmektedir. Aşağıda Yt ve Xt

gibi iki zaman serisi ele alınmış olsun. Yt serisinin zaman içindeki hareketi Xt serisinin

şimdiki ve geçmiş değerlerinden, aynı şekilde Xt serisinin zaman içindeki hareketi de Yt

serisinin şimdiki ve geçmiş değerlerinden etkileniyorsa model şu şekilde ele alınabilir:

yt t t t t

X

Y

X

e

Y

=

β

10

β

12

+

γ

11 1

+

γ

12 1

+

xt t t t t

Y

Y

X

e

X

=

β

20

β

21

+

γ

21 1

+

γ

22 1

+

(18)

Yukarıdaki Xt ve Yt değişkenlerinin durağan seriler olduğu varsayılmaktadır. eYt

ve eXt , sırasıyla

σ

y,

σ

x standart sapmasına sahip ve birbirileri ile korelasyon ilişkisi

bulunmayan Beyaz Gürültülü hata terimleridir. Denklemler birinci mertebeden Vektör Otoregresyon (VAR) oluşturmaktadır. Denklem sisteminde - β12, Xt deki birim

değişmenin Yt ye etkisini, γ 21 ise Yt-1 deki birim değişmenin Xt ye etkisini

göstermektedir. eYt ve eXt ye etkisini göstermektedir. eYt ve eXt değişkenleri Xt ve Yt

üzerindeki yenilenmeler veya şoklar olarak anlaşılabilmektedir.

Yukarıdaki denklemler yapısal olarak bilinmektedir. Bu denklemleri kullanılabilir hale getirmek için denklemleri indirgenmiş kalıp denklemleri modeline dönüştürerek, aşağıda yer aldığı şekilde VAR standart modeli olarak da yazılabilir (Kutlar 2000).

t t t t Y X u Y1011 112 1 + 1 t t t t Y X u X2021 122 1 + 2

Bir modelin VAR olarak tanımlanabilmesi için gecikme değerleri eşit olmalı ve içsel değişkenlerin gecikme değerlerinin her denklemde yer alması gereklidir. Bununla birlikte VAR modelinden elde edilen katsayıların doğrudan yorumlanmasında zorluklar bulunmaktadır. VAR analizinin hedeflenen amacının, parametrelerin tahmini değil, buna karşın değişkenler arası ilişkinin belirlenmesi olduğu kabul edilmektedir.

VAR modeli ile tahmin edilen parametrelerin bazıları istatistiki olarak anlamlı çıkmamaktadır. Bilindiği gibi VAR modelinin en önemli özelliği parametrelerinin yorumundan ziyade, etki-tepki fonksiyonlarından yararlanmak suretiyle yorumlar yapmaktır. Bu çalışmada da etki-tepki fonksiyonlarından yararlanılmıştır.

(19)

3.6. Etki-Tepki Analizi

Etki-tepki analizleriyle VAR modeli içinde yer alan değişkenlerin hata terimlerinde meydana gelen şoklara karşı ne yönde ve ne ölçüde tepki gösterdikleri belirlenebilmektedir (Kibritçioğlu ve Kibritçioğlu 1999).

Etki-tepki fonksiyonları, her değişkenin diğer bir değişkene (aslında hata terimine) verilen bir standart sapmalık bir şok karşısındaki hareketini dinamik bir süreç içinde gösterebilmesi bakımından bilgilendirici bir özellik taşımaktadır (Yentürk 2003).

Herhangi bir Vektör Otoregresif model aşağıdaki gibi yazılabilir (Greene 2000):

t t t

t N Y Y v

Y = +α1 12 2 +

şimdi daha iyi anlaşılması açısından bir dönem gecikmeli bir süreç ele alınsın;

t t

t N Y v

Y = +α1 −1+

gecikmeli değişken operatörü kullanılarak yukarıdaki ifade seri halde yazılabilir;

LYt =Yt−1 t t t LY v Y1 =α + t t N v Y L = + − ) 1 ( α L v L N Y t t α α + − − = 1 1

(20)

t i i iv N − =

+ − = α α α 0 1 α − = 1 N Yt

test eğer vti’lerden birini, değiştirerek (yani 0’dan farklı bir değer vererek, sistemi

şoklayarak) sistemin dengesine ne kadar zaman sonra döneceğinin görülmesi istenmesi durumunda; t zamanında bir innovasyon vt olsun. Bu takdirde, YtY dengeden ne

kadar uzak olunduğunu gösterir. O takdirde;

− +1

t

Y Y = dvt =vt−1−vt

=φ(1)dvt yazılabilir. Bu durumda φ(i),i=1,....n fonksiyonu, etki-tepki

(21)

4.TÜRKİYE’DEKİ EKONOMİ POLİTİKASI UYGULAMALARI

4.1.Genel Olarak Ekonomi Politikası; Tanımı ve Konusu

Piyasa mekanizması içinde dengenin oluşması ve ekonomik faaliyetlerin bu denge içinde gerçekleşmesi belki de en önemli ekonomik hedeftir. Ancak hedeflenen bu dengeden sapmalar da ekonomik faaliyetlerin adeta bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Piyasa mekanizmasının işleyişindeki bu aksaklıklar, devletin ekonomiye müdahalesini gerekli kılmaktadır. Bu müdahale makroekonomik dengelerin ne şekilde ve nasıl değiştirileceğine ilişkin yaklaşımları da içermektedir. Makroekonomik dengelerin oluşumunda gelirin hangi faktörlerden etkilendiği, zaman içinde nasıl dalgalandığı ve ekonomik birimler arasında nasıl dağıldığı sonuçları açısından da önem taşıyan konuların başında yer almaktadır. Bu dengelerin kurulmasında ya da bozulan dengelerin düzeltilmesinde piyasa mekanizmasının işlerliğinin yeterli olması amaçlansa da, gerçekleşmesi her zaman mümkün olmamaktadır. Bu yüzden hükümetler toplumsal refahın arttırılması amacı ile belirledikleri makroekonomik dengelere ulaşmak için ekonomi politikalarını kullanmaktadır.

Maliye politikası ve para politikası olarak gruplandırılan iki alt dalı içeren ekonomi politikası; bozulan dengeyi yerine oturtmak, aslen de mevcut dengede bir bozulma olmasa dahi hedeflenen dengeye ulaşmayı sağlayacak politikaları uygulamak gibi iki işlev üstlenmektedir. Daha yüksek büyüme hızı, daha iyi gelir dağılımı, daha düşük enflasyon, daha az kamu borçlanması, daha az bütçe açığı, daha fazla istihdam, daha fazla yatırım gibi hedefler ulaşılmak istenen yeni dengeleri ifade ederken, uygulanacak ekonomi politikaları seçimini de gündeme getirir.

Genel politikanın bir alt dalı olan ve “politika” ile “ekonomi”nin etkileşim alanlarından ortaya çıkan ekonomi politikasının çeşitli tanımları yapılmıştır. 1960’lı yıllardan günümüze kadar uzanan bu tanımlar belli bir amaca ulaşmaya yönelik, uygun araçların seçimini ve kullanımını temel almaktadır. Bu tanımların birleştirilmesiyle ekonomi politikasının; “Belirlenmiş sosyo-ekonomik amaçlara ulaşmak için, ekonomik düzen, ekonomik yapı ve ekonomik sürecin belli karar birimlerince seçilmiş uygun

(22)

araçların kullanımını ve denetimini konu alan bilim dalıdır” (Erkan, 1990) şeklindeki tanımına ulaşmak mümkündür. Bu tanımda; ekonomik düzenin, ekonomik yapının ve sürecin şekillendirilip, yönlendirilebileceği varsayılmaktadır ki, kendine özgü yasaların, koşulların etkilenmesiyle ekonomik olaylar ve sonuçlar da yönlendirilmektedir.

Belli bir ekonomik amaca nasıl ulaşılacağı sorunu ile ilgilenen ekonomi politikası, çok çeşitli amaçlar veya çok çeşitli araçlarla da karşı karşıya gelebilir. Böylesi bir durumda “ekonomi politikası modelleri” kurularak, karşılaşılan karmaşık durum, yönetilebilir bir büyüklüğe indirgenir. Kurulan model ile ekonomik olayı meydana getiren unsurlar ve aralarındaki ilişki de gösterilir. Sadece en önemli sayılan unsurların dahil edildiği model, gerçeğin basitleştirilmiş bir örneğidir.

Bir ekonomi politikası modeli; a. Yaratacakları etkinin içeriğine göre - Veriler

- Araçlar; 1- Kalitatif (nitel), 2- Kantitatif (nicel)

- Amaçlar; (ulaşılmak istenen hedefler) şeklinde gruplandırılan unsurlardan oluşur.

b. Gösterdikleri ekonomik özelliklere göre - Mali araçlar

- Parasal araçlar - Dışsal araçlar - Kontrol araçları

- Kurumsal yapı değişikliği şeklinde gruplandırılan unsurlardan oluşur. Amaçların veri, araçların ise bilinmeyen olduğu ekonomi politikasında amaçlar arasında tutarsızlık olması sık rastlanan bir durumdur. Aynı zamanda ekonomi politikası, saptamalarda ve tercihlerde neyin olması gerektiğine her politikacı kendi yargılarıyla cevap vereceğinden, amaçların seçimini ve öncelik sıralamasını kendi öngörüleriyle

(23)

yapacağından “sübjektif” nitelik taşımaktadır. Bu olgu aynı şekilde araç seçiminde de geçerlidir (Savaş, 1998).

Bilimsel Ekonomi Politikası ve Pratik Ekonomi Politikası olarak iki gruba ayrılan ekonomi politikasının temel alanları şu şekilde gruplandırılmaktadır (Erkan, 1990):

1- Ekonomik sistem ve düzen politikası, 2- Ekonomik yapı politikası,

2a- Mekansal (bölgesel) yapı politikası,

- Kuruluş ve yerleşim yeri politikaları - Çevre politikası - Yerel politikalar - Bölgesel politikalar - Ulusal politikalar - Uluslar üstü politikalar - Uluslararası politikalar

2b- Sektörel Yapı Politikası

- Genel sektörel yapı politikası: Sektörler arası analiz - Özel sektörel yapı politikası

- Tarım politikası - Sanayi politikası - Hizmetler politikası - Ticaret politikası - Küçük işletmeler politikası - Ulaştırma politikası - Enerji - Turizm v.b.

(24)

3- Ekonomik süreç politikası

3a- Amaçlar açısından süreç politikası - İstikrar politikaları

- İstihdam politikaları

- Büyüme-kalkınma politikaları - Ödemeler dengesi politikası - Gelir dağılımı politikası 3b- Araçlar açısından süreç politikası

- Para politikası - Maliye politikası

Ekonomi politikası içinde her sektör ayrı bir önem taşımaktadır. Ancak, hükümetler sahip oldukları farklı koşullar gereği, her sektörü ayrı ama diğer sektörler ile koordineli politikalar ile yönlendirmek durumundadırlar. Tarım sektörü de doğrudan ve dolaylı katkıları ile ekonomide önemli bir rol oynamaktadır. İstihdama olan katkısı, dış ticarete katkısı, milli gelire katkısı ve diğer sektörlere sağladığı desteğin yanı sıra tarım sektörü talep yaratarak da ekonomiye ayrı bir katkı sağlamaktadır. Ancak, tarım sektörünün sorunlarını gidermeye yönelik yapısal çözümlerin uygulanamaması yanında mevcut politika uygulamalarının da etkinsizliği sektörün ekonomi içindeki payını giderek azaltmıştır. Dolayısı ile kaynakların etkin kullanımı ile ilgili olarak; hangi mal ve hizmetlerin ne kadar üretileceği, üretimin hangi yöntemlerle ve nasıl yapılacağı, mal ve hizmetlerin kimler için üretilip, nasıl bölüştürüleceği sorularına yanıt aranırken tarım sektörünün potansiyeli hassasiyetle dikkate alınmalıdır.

İktisat ve istikrar politikaları bazen aynı anlamda kullanılmaktadır. Oysa, kullanılan araçlar aynı olmakla beraber iktisat politikasının amaçları; iktisadi etkinlik, eşitlik, ekonomik büyüme ve ekonomik istikrardır. Ekonomi politikası, hükümetlerin bu amaçlara ulaşmak için yaptıkları müdahaleleri içermektedir. İstikrar politikasında ise

(25)

temel hedef, ekonomi politikasına göre daha kısa dönemde ekonomik istikrarın sağlanmasıdır. Kısa dönemde fiyatlar genel düzeyinde ve üretimde meydana gelebilecek dalgalanmaların azaltılması istikrar politikaları ile amaçlanmaktadır. Bu da ancak toplam talep düzeyini etkileyerek gerçekleştirilebilir.

Bu gruplandırmalar çerçevesinde hükümetler politika belirlemede ülkenin ve sektörlerin koşulları yanında politik tercihlerin de etkisinde kalmaktadır. Yapılacak orta ve uzun vadeli planlar kapsamında seçilecek doğru politika uygulamaları ekonomiye ivme kazandıracağı gibi, yanlış tercihler yeni sorunların da oluşmasına kaynak olacaktır. Dolayısıyla ekonomi politikaları uygulamalarındaki başarı öncelikle seçim sürecindeki tutarlılığa bağlı olmaktadır.

4.2 . Ekonomi Politikasının Amaçları

Ekonomi politikası önceki bölümlerde de belirtildiği gibi “Devletin belli ekonomik amaçlara ulaşmak için kararlar alıp, uygulaması” olarak tanımlanmaktadır. Burada belirtilen; ekonomik amaçlarda bireysel tercihlerin etkili olmasına rağmen, toplumsal tercihlerin belirleyici oluşudur. Bu toplumsal-sosyal tercihler belirlenirken, o an toplumun içinde bulunduğu koşullar, politik ortam ve sosyal gelişme düzeyi, düşünce akımları da etkili olmaktadır. Ancak, tüm bu süreç içinde karar birimlerinin değer yargıları belirleyici faktörlerin temelini oluşturmaktadır.

Ekonomi politikasında etkinlik, eşitlik, büyüme ve ekonomik istikrar amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik olarak hükümetlerin düzenlemeleri ve müdahaleleri yer almaktadır. Bazen ekonomi politikası kavramı yerine kullanılan istikrar politikalarında ise ekonomi politikalarına göre daha kısa dönemde ortaya çıkan, daha çok fiyatlar genel düzeyi ile üretimde meydana gelen dalgalanmaların azaltılması amaçlanmaktadır.

Diğer taraftan istikrar politikaları, Ortodoks ve Heterodoks İstikrar Politikası olarak ikiye ayrılmaktadır. Ortodoks İstikrar Politikaları, para ve maliye politikalarını içerirken; Heterodoks İstikrar Politikaları ise bunlara ek olarak gelirler politikalarını da içermektedir (Özkazanç vd, 2003). Bununla birlikte, bireysel tercihlerden hareketle,

(26)

toplum tercihine ulaşmayı hedefleyen ekonomi politikası karar birimleri, amaçları saptarken hem kendi değer yargılarını ortaya koymakta, hem de amaçlar arasında tutarsızlıkla karşılaşmaktadır. Bu gerçekler çerçevesinde iktisat teorisinde araçlar “veri”, amaçlar ise “bilinmeyen”dir. İktisat politikasında ise amaçlar “veri”, araçlar ise “bilinmeyen” dir .

Ekonomik amaçların belirlenmesinde toplumda mevcut olan bireysel farklılıkların yanında, siyaset ve bürokrasiden kaynaklanan sorunlar, siyasal ve ekonomik amaçların bağdaştırılması, kişi ve kurumlardan kaynaklanan sorunlar, dünya ekonomisinin konjonktürü de belirleyici olmaktadır.

4.2.1. Ekonomi Politikasının Temel Amaçları

Ekonomi politikası, temelde toplumun refahını arttırmayı hedeflese de, bu genel amaca ulaşmak için spesifik amaçlardan faydalanır. Bu spesifik amaçların sıralaması ise aşağıdaki gibi yapılabilir;

1- Yüksek istihdam düzeyine ulaşmak, 2- Üretimi ve/veya verimliliği arttırmak, 3- Fiyat istikrarı sağlamak ve korumak, 4- Ödemeler dengesini sağlamak,

5- Gelir ve servet dağılımını düzenlemek, 6- Faktör dağılımını düzenlemek,

7- Kamusal ihtiyaçları karşılamak,

8- Kalkınmada öncelikli bölge ve sektörlere destek vermek, 9- Özel tüketim alışkanlıklarını düzeltmek,

10- Temel mallar arzını güvence altına almak, 11- Nüfus yapısını düzeltmek,

12- Çalışma saatlerini azaltmak (Savaş,1998).

Yukarıda sıralanan ilk beş hedef, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan her ülkenin gerçekleştirmek istediği amaçlar olduğu için “temel amaçlar” olarak ifade

(27)

edilmektedir. Yine sıralanan bu amaçların neredeyse tamamı özel olarak tarım sektörü için de geçerli amaçlardır.

Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşmesi halinde Maastricht kriterleri, AB üyeliği sonrasında yerine getirilmesi gereken ve AB üyesi ülkelerin Ekonomik ve Parasal Birliğe dahil olmalarını sağlayan koşullar da ekonomi politikası amaçları ile ilgili olarak net hedeflerin konmasını sağlayacaktır. Türkiye, üyelik süreci görüşmeleri sürerken dahi bu hedefleri dikkate alarak ekonomi politikalarına yön vermektedir.

4.3. Ekonomi Politikası Araçları

Ekonomik sistemleri ne olursa olsun her hükümet istikrar,ekonomik büyüme, gelir dağılımının iyileştirilmesi gibi refah artışını sağlayacak gelişmeleri gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Devletlerin bu amaçlara ulaşabilmek için alacağı önlemler ve yapacağı değişiklikler de iktisat politikasının araçlarını oluşturmaktadır.

Amaçlara uygun araçların seçilmesinde karar alıcılar; ferdi tercihlerden daha çok toplumsal tercihlerini, grup davranış ve kararlarını, toplumun politik ilgi ve bilgi düzeyini, kurumsal ve hukuki yapıyı; ekonomik kalkınma düzeyi, işçi-işveren kurumları, finansal kurumların konumları ile, ekonomik ve politik konjonktürü de dikkate almaktadırlar.

Ekonomik birimler zaman içinde sürekli planlar yapıp, kararlar alarak alınan kararları uygulamaya koymaktadır. Bu uygulamalara bağlı olarak üretim, tüketim ve alışveriş dolayısıyla üretici ve tüketicilere yönelen iktisat politikası araçları ekonomik süreci belirlemeye yöneliktir. Bu yaklaşımla fiyatlar, üretim ve tüketim miktarları, ücret ve faiz oranları, kredi miktarları, vergiler, döviz kurları, sübvansiyonlar ve benzeri büyüklükler süreç politikasının araç değişkenlerini oluşturmaktadır.

Piyasa ekonomilerinde ekonomik süreç politikasının temelini para ve maliye politikası oluşturmaktadır (Erkan, 1987). Diğer yandan iktisat politikası araçları farklı açılardan gruplandırılsa da çalışmamızda bu ikili ayrım dikkate alınacaktır.

(28)

4.4. Para Politikası Amaçları ve Araçları

Her ülkenin yönetimi toplam talep ve fiyat şokları gibi sorunların neden olacağı iç ve dış dengesizlikleri gidermeyi misyon kabul eder. Mevcut ekonomik yapı;

1- Fiyatlar genel düzeyindeki artışların makul bir düzeyde kalması,

2- İktisadi büyümenin tatmin edici bir düzeye ulaşması ve istikrarlı olması, 3- Cari ödemeler bilançosunda denkliğin sağlanması,

koşullarını gerçekleştirmiş ise iktisat politikasının yeterli bir performans gösterdiği kabul edilir. İktisat politikasının içeriği olarak kabul edilen bu üç hedef, “sihirli üçgen” olarak ifade edilir ki, üç hedefe aynı anda ulaşmanın güçlüğüne işaret edilmiş olunur (Paya, 1994). Bu hedeflere ulaşılması da büyük ölçüde para politikası uygulamalarına bağlanmaktadır. Para politikası en geniş anlamı ile; varolan koşullara göre, ekonominin likiditesini (harcama potansiyelini) artırmak ya da azaltmak demektir. Bu da para hacminin değiştirilmesi yoluyla ya da tedavül hızının değişmesi ile sağlanır (Aren ,1992).

Optimal para politikasının üretim, fiyat seviyeleri ve nominal faiz oranlarının, ekonomik davranışlar üzerindeki etkilerine yönelik analizler üçlü bir ayrımla gerçekleştirilmektedir. Bunlar Fisheryan Bakış, Keynezyen Bakış ve Friedmancı Bakış açısıdır. Fisher 20. yy.’ın başında ticari döngünün geniş ölçüde doların bir dansı olduğunu ifade ederek, fiyat istikrarının parasal otoritenin merkezi bir görevi olduğu fikrini ortaya koymuştur. Fisher’e göre nominal faiz oranları fiyat seviyesi stabil olduğunda meydana gelen reel üretimde ortaya çıkan değişimlerle beraber dalgalanır. Keynezyen Bakış açısı ise ; piyasadaki üretim miktarının etkisiz olabileceğini savunmuştur. Daha çok üzerinde durduğu konu, parasal ve mali otoriteler tarafından reel ekonomik faaliyetin stabilizasyonu olmuştur. Çünkü yaşanan şoklar nominal faiz oranları ve toplam talep üzerinde etkiler yaratarak, ekonomik sistem üzerinde hasarlara yol açmaktadır. Friedman ise; uzun dönemde esnek fiyatlar çerçevesindeki bir para politikasını değerlendirmede mikro bir uygulama geliştirmiştir (Khan vd., 2003).

(29)

Para politikası uygulamaları ekonomide diğer değişkenlerden ve genel anlamda istikrardan da etkilenmektedir. Amaçlanan başarı için gerekli olan ise, ekonomi politikalarının, siyasi bir istikrar ile de desteklenerek, diğer politikalarla uyumlu biçimde uygulanmasıdır. 1990’lı Yıllarda Latin Amerika’da yaşanan gelişmeler ve enflasyona karşı mücadele para politikaları stratejilerinde Mishkin ve Savastona’ya göre belirli bir mantalite değişikliği meydana getirmiştir. Bu çerçevede para politikasının yürütülmesi esnasındaki tartışma nominal kurların esnek ve sabit olmasından çok, uygun bir para politikası rejimi açısından para politikası yapma sürecindeki sağduyulu davranışları gerektirmesi olarak ortaya konmaktadır (Mishkin ve Savastona, 2001).

Para politikası dizaynı üzerine yapılan son çalışmalar, para politikası araçları üzerinde genel bir uzlaşıyı yansıtırken, amaçları hakkında aynı netlik söz konusu değildir. Örneğin enflasyon oranlarındaki istikrar hedeflenen amaç olsa da hangi seviyede olması konusunda tam bir uzlaşı sağlanamamıştır (Walsh, 2001)

Genel olarak tam istihdam, fiyat istikrarı, ekonomik büyüme ve ödemeler bilançosu dengesi para politikasının kabul gören temel amaçlarıdır.

4.4.1. Para Politikası Amaçları

Para politikası amaçları genel olarak dört başlıkta ele alınmaktadır. Bu amaçlar, tam istihdam, fiyat istikrarı, ekonomik büyüme ve ödemeler bilançosu denkliğidir.

4.4.1.1. Tam İstihdam

İstihdam dar anlamda yalnızca emeğin kullanımını ifade ederken, geniş anlamda tüm üretim faktörlerinin kullanılmasını ifade etmektedir. Genellikle kullanım şekli ise dar anlamı iledir. İstihdam, çalışma ve gelir elde etme arzusu ve yeteneğinde olanların çalışır konumda olmasıdır. Halen çalışanlar ile iş arayanlar toplamı da bir ekonominin işgücünü oluşturmaktadır (Tunca, 1997). Diğer taraftan tam istihdamın tanımını yapmak oldukça zordur.

(30)

Tam istihdamın hesaplanmasında uygulanan alışılagelmiş yöntem, işsiz sayısı ile açık işyerlerinin ya da başka bir ifade ile işgücü talebi ile işgücü arzının karşılaştırılmasıdır (Serter, 1993). Gerçekte bu iki oranın birbirine eşit olması olanaksızdır. Genelde, tam istihdam düzeyi olarak normal kabul edilen işsizlik oranı %4 olarak belirlenmiştir (Salvatore ve Diulio, 1998). Bu oran gelişmiş ülkeler için %3, gelişmekte olan ülkeler içinse %5’lik bir işsizlik oranının tam istihdam olarak kabul edildiği şeklinde de açıklanabilir (Parasız, 1996).

Tam istihdam amacına ulaşıp, refah düzeyinin yani yaşam kalitesinin yükseltilmesinde “altın zincir” olarak ifade edilen eğitim-verimlilik ve istihdam ilişkisi çözüm arayışlarının temelini oluşturmalıdır (Ekin ,1997).

Tarım sektörü için de, beşeri yatırımlara dolayısıyla eğitime öncelik ve önem veren yatırımlar hem emek, hem de tüm üretim faktörleri üzerinde istihdamı, verimliliği, üretimi ve dolayısı ile de yaşam kalitesini makro düzeyde arttıracak olumlu sonuçlara kaynak olacaktır.

İşgücü, ekonomik üretim sürecinde tarım, sanayi ve hizmetler sektöründe istihdam edilmektedir. Azgelişmiş ülkelerde tarım sektörü, gelişmekte olan ülkelerde sanayi sektörü istihdam açısından önemli yer tutmaktadır. Gelişmiş ülkeler ise, bilgi ve teknolojiye verilen öneme paralel olarak hizmet sektörü istihdamda ön plana çıkmaktadır.

4.4.1.2. Fiyat İstikrarı

Fiyat istikrarının temel göstergesi enflasyondur. Enflasyon en yalın şekliyle, fiyatlar genel düzeyinin devamlı artması ve paranın değerinin düşmesidir (İmren ve Akman, 1994). Toplam mal ve hizmet arzının, toplam talebi karşılayamaması yani dengenin kurulamaması enflasyonun genel özelliğidir.

Son yirmi yılı aşkın süredir, düşük enflasyonun sürekliliği yani fiyat istikrarı, dünya çapında merkez bankalarının temel bakış açısı haline gelmiştir. Aynı zamanda bu

(31)

bakış açısı kısa dönemli fiyat istikrarı amacı için maliye politikasına oranla para politikasının daha uygun olduğunu da ortaya koymaktadır (Svenson, 2003).

Para politikası finansal piyasalar yoluyla makroekonomik değişkenleri ve sonunda da enflasyon düzeyini etkiler. Para politikasının etkileri üzerindeki en fazla literatür çalışması para veya faiz oranları üzerinde yoğunlaşmıştır. Para politikasının belirgin bir kayması piyasadaki faiz oranlarının değişmesine öncülük eder. Böylece reel üretim ve enflasyonda da bir değişim gözlenir (Sellin ve Riksbank, 2001).

Türkiye’de yaz aylarında ya da tarımsal ürün arzı arttığında enflasyon üzerinde düşme eğilimi yaşanırken, tarımsal desteklemeler, sektöre gelir transferi olarak görüldüğünden enflasyonun nedenleri arasında sayılmaktadır.

Tablo 4.1: Enflasyon Rakamlarındaki Gelişmeler (2001-2004)

TEFE Artışları % TÜFE Artışları %

Dönemler Dönemler Haziran (Aylık) Ocak-Haziran (Kümülatif) Haziran -Haziran (Yıllık) Haziran (Aylık) Ocak-Haziran (Kümülatif) Haziran-Haziran (Yıllık) 2001 2,9 44,5 61,8 3,1 32,3 66,1 2002 1,2 12,5 46,8 0,6 12,0 42,6 Değişim % -58,6 -71,9 -24,3 -80,6 -62,8 -24,1 2003 -1,9 11,5 29,6 -0,2 12,0 29,8 Değişim % -260 -8,2 -36,7 -128,3 -0,2 -30,1 2004 -1,05 8,14 10,53 -0,13 3,05 8,93 Değişim % -45,6 -29,0 -64,4 -23,5 -74,5 -70,0

Kaynak: Veriler Maliye Bakanlığı’nın internet sitesinden derlenmiştir.

Tablo 4.1 incelendiğinde Türkiye’de enflasyonla mücadele programı uygulaması ile elde edilen başarı görülmektedir. 8. BYKP’ nda enflasyonun kalıcı şekilde tek haneli rakamlara indirilmesi hedeflenmiştir. Para ve maliye politikalarının da fiyat istikrarını sağlamaya yönelik olarak uygulanacağı planda belirtilmiştir. Fiyat istikrarını sağlamaya yönelik mali uyum ve uygun gelirler politikası uygulanacağı ve özelleştirme programına hız verileceği ayrıca programda yer almıştır. Bu plan döneminde 14 Şubat 2001 tarihinde

(32)

uygulamaya geçilen Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde, dalgalı kura geçilerek, enflasyonu düşürmedeki dayanak olarak “enflasyon hedeflemesi” belirlenmiştir. Enflasyon hedeflemesi; gerçekleşmesi beklenen enflasyonun önceden tahmin edilerek bu hedefin tutturulmaya çalışılmasıdır. Kamuoyuna da açıklanan bu hedefe ulaşılması için, para politikası başta olmak üzere tüm ekonomik politikaların koordineli bir şekilde yönlendirilmesi esasına dayanan bu uygulama 2000 yılından itibaren başlatılan kamu kesimi maaş ve ücretlerin hedeflenen enflasyon oranına göre belirlenmesi politikası ile desteklenmektedir. Gelinen noktada enflasyonla mücadelede gösterilen kararlılık, yapısal reformlar ve enflasyonist beklentilerin azalması ile enflasyon oranında tarihi bir başarı elde edilerek ekonomik istikrar adına önemli kazançlar sağlanmıştır.

Aşağıdaki tablo 4.2. incelendiğinde, genel olarak tarımsal ürünlerin fiyatlarının enflasyon oranının altında kaldığı görülmektedir. Bazı yıllarda enflasyonun üzerinde gerçekleşen fiyat artışları olduğu da görülmektedir. Genellikle politik tercihlerle yapılan bu saptamalar sınırlı olarak gerçekleşmiştir. Özellikle 1996-1997 yıllarındaki fiyat artışları hemen hemen bütün tarımsal ürünlerde, enflasyonun üzerinde gerçekleşmiştir. Fakat bu yıllardan sonra fiyatlardaki gelişmeler tarım ürünlerinin aleyhine olmuştur.

Tarımsal ürün fiyatlarının, enflasyon oranının altında seyretmesi, son yıllarda uygulanmakta olan dezenflasyon politikasının başarılı olmasında önemli bir paya sahiptir. Fakat diğer taraftan bu gelişme çiftçilerin gelir düzeylerinin düşmesine neden olmaktadır.

Tarım ürünleri fiyatlarının genel endeksin altında bir artış göstermesi, iç ticaret hadlerinin tarım sektörünün aleyhine gösterdiği bir gelişmedir. Bu da tarım sektöründen, tarım dışı sektörlere bir kaynak transferi olduğunu göstermektedir. Böylelikle sanayi ve hizmetler sektörlerine de ucuz girdi sağlanmış olmaktadır. Ancak tarım sektörü kullandığı girdiler itibarı ile maliyet avantajına sahip olamadığı için de çiftçiler açısından giderek zorlaşan koşullarda üretime katlanmaktadır.

(33)

Tablo 4.2.: Tarımsal Ürün Ortalama Alım Fiyatları Değişimi (%)

Yıllar Buğday1 Pamuk2 Tütün3 Çay4 Ş.Pancarı5 Ayçiçeği Fındık6 TEFE 1978 11,9 27,9 12,9 20,0 32,4 30,8 30,3 52,6 1979 57,2 81,8 21,6 20,8 57,8 41,2 74,4 63,9 1980 102,8 93,6 83,4 91,0 118,3 150,0 189,6 107,2 1981 83,1 27,1 23,5 48,0 48,4 33,3 14,2 37,6 1982 23,0 22,6 53,1 34,1 28,3 37,5 20,7 29,2 1983 26,1 67,2 33,6 31,8 15,3 10,9 12,4 30,4 1984 61,4 48,4 33,9 39,3 32,4 80,3 49,9 50,4 1985 33,5 29,2 42,2 38,6 55,6 29,3 167,1 43,2 1986 26,6 23,4 43,8 26,4 22,1 18,3 2,4 29,6 1987 22,4 109,7 86,7 24,3 33,3 27,8 73,1 32,5 1988 70,9 40,6 101,2 63,6 98,7 72,1 70,0 70,5 1989 98,1 86,4 62,3 58,1 85,4 80,6 36,2 64,0 1990 53,7 38,6 63,5 59,1 69,3 29,0 24,3 52,3 1991 49,9 56,7 41,0 58,4 53,5 74,0 62,8 55,3 1992 53,3 53,2 57,3 136,6 62,8 63,1 66,7 62,1 1993 59,4 60,7 26,8 45,3 51,7 60,0 57,8 58,4 1994 91,6 100,0 62,8 76,5 91,1 138,2 296,4 120,7 1995 110,4 124,7 90,2 100,0 166,5 88,9 45,3 86,0 1996 197,2 68,5 86,4 108,2 73,6 110,9 152,1 75,9 1997 59,1 103,9 104,9 101,8 154,0 78,4 157,7 81,8 1998 52,4 29,9 74,3 73,5 46,0 64,9 45,3 71,8 1999 45,6 38,3 60,2 43,9 57,5 16,4 39,9 53,1 2000 33,1 62,1 20,9 29,1 28,4 26,9 0,0 51,4 2001 51,3 57,8 38,6 55,8 38,1 121,9 40,3 61,6 2002 45,9 17,7 32,2 26,4 58,8 25,6 5,8 50,1 2003 55,0 23,8 -54,7 25,0 23,8 0,0 58,8 25,6

Kaynak: DPT verilerinden derlenmiştir. 1: TMO ortalama alım fiyatı, 2: Ege ve Antalya ST.1 beyaz kütlü pamuk fiyatı, 3: TEKEL ortalama alım fiyatı, 4: ÇAYKUR ortalama alım fiyatı, 5: T. Şeker Fab. Ortalama alım fiyatı, 6: %50 randımanlı tombul kabuklu fındık fiyatıdır.

İç ticaret fiyat oranlarının tarım sektörünün aleyhine gelişmesinin en önemli nedeni olarak, desteklemenin dışında, gıda maddeleri talebinin fiyat esnekliğinin ve bu malların gelir esnekliğinin düşük olması gösterilebilir. Ayrıca, tarımsal üretimin hava şartlarına olan bağımlılığı nedeniyle, tarımsal malların arz ve talebi arasında istikrarlı bir dengenin kurulması zor olmaktadır. Bu da hem tarım ürünlerinin, hem de bu ürünleri girdi olarak kullanan sektörlerde fiyatların dalgalanmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla tüm bu şartlar tarım sektörünün optimum şekilde desteklenmesini gerekli kılmaktadır.

2002 Yılı itibarı ile TÜFE endeksinde gıda, içki ve tütün ana grubunun ağırlığı %31,09 olarak yer almaktadır (DİE, 2002). Ekmeğin Türkiye endeksi içindeki ağırlığı

(34)

%4,01’dir. Sadece ekmeğin fiyatı %100 arttığında ve diğer tüm maddelerin fiyatları sabit kaldığında genel TÜFE endeksi %4,01 artacaktır. Gıda grubu içinde et ve et ürünlerinin ağırlığı %17,2 ekmek ve tahıllar grubunun ağırlığı %23,0 ve sebze-meyve grubunun ağırlığı ise %24,7’dir (DİE Basın Bülteni, 2002). Dolayısıyla tarımsal ürünlerde meydana gelen artışların enflasyona ve ilgili olarak topluma etkisinin önemli olduğu görülmektedir.

4.4.1.3. Ekonomik Büyüme

Ekonomik büyüme, mal ve hizmet üretim kapasitesindeki genişleme şeklinde tanımlanır ve reel gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYİH) artış şeklinde ölçülmektedir. Kısaca, reel GSYİH toplam üretimin değeridir (Parasız, 1997).

Ekonomik büyümenin üç temel kaynağı vardır: 1- Üretim faktörleri verimliliğinde artış, 2- Üretim faktörleri miktarlarında artış, 3- Teknolojik gelişme.

Türkiye’de 2001 Şubat Krizinden sonra yaşanan ekonomik büyüme önemli ölçüde üretim faktörleri verimliliğindeki artıştan kaynaklanmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra önem kazanan ekonomik büyüme günümüzde istikrarlı, devamlı büyüme ve ekonomik kalkınma kavramları ile bütünleştirilerek anılmaktadır. Enflasyon kısa vadede ekonomik büyümeye kaynak olabilir. Ancak, bu sürecin ardından pek çok ekonomik sorunun ortaya çıkması kaçınılmazdır. Para politikasının amacı; ekonomik büyümeyi desteklemektir. Bu aşamada önemli olan araç seçiminde gösterilecek başarıdır.

Aşağıdaki tablo 4.3’te görüldüğü gibi tarım sektörünün ekonomik büyümeye verdiği destek giderek azalma eğilimindedir. Tarımsal üretimdeki gelişmeler tarım sektörü büyümesi üzerinde belirleyici olmaktadır. Tarımsal üretim dört alt başlık altında incelenmektedir. Bunlar; bitkisel üretim, hayvansal üretim, orman ürünleri ve su

(35)

ürünleridir. Ancak bu alt sektörlerin hiçbiri yapısal ve finansal sorunları giderilemediği için sahip oldukları üretim potansiyellerini değerlendirememektedir. Tarım sektörü ekonomik büyümenin finansmanı olarak kabul edilmiş ve diğer sektörlere kaynak aktarmıştır. Buna karşılık sektör, diğer sektörlerle ve kentsel yaşamla karşılaştırıldığında tercih edilmeyen şartlara adeta mahkum olmuştur. Günümüzde genel destek bulan görüş ise sektörlerin hep birlikte büyüyüp gelişmesidir. Bu açıdan yaklaşıldığında tarım sektörü toplumsal uyum için de ekonomik büyümeye destek olmanın yanında, ekonomik büyümenin getirilerinden de yararlandırılmalıdır.

Tablo 4.3: Türkiye’de GSMH Sektörel Büyüme Hızları (Sabit Fiyatlarla) (%) Yıllar Tarım Sektörü Sanayi Sektörü Hizmetler Sektörü GSMH

1924 27,2 -7,1 8,4 12,5 1930 -3,9 12,7 7,2 0,0 1940 -1,2 -10,2 -6,8 -6,8 1950 10,9 9,3 8,1 6,9 1960 2,3 0,4 5,4 0,5 1970 2,8 -0,5 7,3 1,8 1980 1,3 -3,6 -4,1 -4,8 1990 7,0 9,3 10,1 6,8 2000 3,8 6,2 -2,0 6,3 2001 -6,0 -7,4 -6,1 -9,5 2002 7,5 9,1 7,4 7,9 2003 -2,4 7,8 6,5 5,9 2004 -0,4 12,7 12,7 13,5

Kaynak: Devlet İstatistik Enstitüsü, İstatistik Göstergeler 1923-1998, Yayın No: 2252, DİE Matbaası, Sayfa No: 593, Ankara, Ocak 2001 ve http://www.die.gov.tr/ieyd/milhes/page11.html verilerinden derlenmiştir.

Bir ülkede mal üreten ana sektörler tarım ve sanayidir. Hizmet sektörü ise bu iki sektöre bağlı olarak gelişir. Azgelişmiş ülkelerde işgücünün büyük bir bölümü, sanayi sektörü gelişmemiş olduğu için, tarım sektöründe istihdam edilir. Ekonomik gelişme ile istihdam tarım sektöründen, sanayi sektörüne kayar. Sanayi sektöründeki gelişme de hizmetler sektörüne geçişe imkan sağlar. Dolayısıyla işgücü gelişmenin ilk döneminde

Referanslar

Benzer Belgeler

Gelir ve para arzı serilerinin durağan olmadığı sonucuna ulaşılmasıy- la birlikte seriyi durağan hale getirmek için birinci derece farkı alınarak sabitli model, sabitli

Since1960,臺北醫學大學50歲了。 臺北醫學大學從創校成為北台灣第二志願的醫學專業

Türkiye’nin yetiştir­ diği çok kıymetli ilim adam­ larından biri olan Profesör. (D evam ı

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha

Böylece gerek ~bn Sina'n~n el-Kanun fi't-t~bb'~n~n, gerekse di~er ünlü Islam hekimlerinin eserleri Toledo'da ve Italya'daki tercüme merkezlerinde Latinceye çevrilirken Arapça

‘Olabilirlik’ parametresinin değeri nitel, nicel ya da yarı nicel olarak ifade edilebilir. Ölçek aralıkları kullanılarak yapılan nicel yaklaşımda, olabilirlik

Bu düşünüldüğünde günümüz takı sektöründe altın, gümüş gibi değerli metallerin ve değerli – yarı değerli süstaşları ile üretilen takılara göre nispeten

Sosyoloji Anabilim tezli yüksek lisans öğrencisi Gül Nihan TOPRAK’ın “Cumhuriyetin İlk Döneminde Türk Eğitim Sistemi ve Köy Enstitüleri” başlıklı