• Sonuç bulunamadı

2001 2002 2003 2004 TOPLAM GELİR 58.700 86.304 112.462 134

4.7. Ekonomi Politikası Oluşumunda Etkili Uluslararası Kuruluşlar

4.7.1. Uluslararası Para Fonu (IMF)

4.7.1.2. IMF ve Politikaları

1944 Yılında Bretton Woods Konferanslarının sonucunda kurulan IMF, uluslararası para sisteminin düzenli işleyişine yardımcı olmak amacıyla Dünya Bankası ile aynı zamanda kurulmuştur.

IMF anlaşmasının birinci maddesi, ikinci fıkrasında Fon’un amacı “Üye ülkelerin yüksek reel gelir ve istihdam düzeyini özendirip sürdürmek, ülkelerin üretim kaynaklarını geliştirmek, ekonomi politikalarının başlıca amacıdır.” şeklinde ifade edilmiştir (Başkaya, 2000).

Kuruluş sırasında üye ülkelerin Fon sermayesine katılma payları, yani kotaları ölçüsünde oy güçlerinin belirlenmesine karar verilmiştir. Dolayısı ile kotaları yüksek olan ülkelerle, parası en çok talep gören ülkelerin fonda etkinliği yüksektir. IMF politikaları G-7 olarak anılan ülkelerle Hollanda , Belçika ve İsveç’in de katılımıyla oluşan ve G-10 olarak anılan batılı sanayileşmiş ülkelerin tercihleri yönünde şekillenmektedir.

1980’lerde Latin Amerika ve Afrika’da yaşanan makroekonomik krizlerin yayılması ile IMF düşük gelirli ülkelere daha fazla müdahale etmeye başlamıştır. Daha önceleri ise IMF daha çok gelişmiş ülkelere ve kriz sonrası müdahale etmiştir. Sonraları ise IMF müdahaleleri düşük gelirli ülkelerde sürekli hale gelmiştir (Collier ve Gunning, 1999). 1980’lerden sonra ise IMF krizleri giderilmesinde daha önceleri olduğu gibi mali dengesizliklerin değil, bir çok politika ve reformları da gerektiren sorunların olduğu gerçeği ile müdahalelere yönelmiştir. Bu da IMF’nin klasik görevini bırakarak Dünya Bankası ile birlikte, kriz düzelten, ıslah eden konvensiyonel görevinin arkasına gizlenmiş bir gelişme stratejisti görevini üstlendikleri şeklinde yorumlanmaktadır.

Hem IMF, hem Dünya Bankası önerdikleri uyum politikalarında dışa dönük politikalar öngörmektedir.

IMF’nin desteklediği politikalar; - İthalat rekabetinin serbest bırakılması, - Gerçekçi döviz kuruna dikkat edilmesi,

- Kamu kesimi faaliyetlerinde gerçekçi fiyatlandırma, - Pozitif reel faiz,

- İhracatın teşvik edilmesi.

IMF’nin terkin istediği politikalar;

- Dış rekabete karşı koruma, - İthal ikamesinin teşviki,

- Kıt yatırım araçlarının etkinsiz kullanımı, - Aşırı değerli döviz kuru,

- Kamu faaliyetlerine sübvansiyon, - Negatif reel faizler,

- Fiyat kontrolleri .

IMF’nin uyum programı da iki grup önlemin bileşiminden oluşmaktadır:

İstikrar Önlemleri; makro ekonomik hedeflere ulaşılması için gerekli kısa vadeli önlemler.

Yapısal Uyum Önlemleri; uzun dönemde mikro alandaki dengesizliklerin nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelik önlemlerdir. Bu önlemler etkin kaynak dağılımını ve sorunsuz işleyen bir piyasa ekonomisini hedeflemektedir (Demir, 1999). Türkiye’de para ve maliye politikalarının belirlenmesinde IMF’nin ön gördüğü istikrar önlemleri ve uyum önlemleri de belirleyici olmaktadır.

Tarım reformu bağlamında IMF’nin Türkiye’den istekleri aşağıda sıralanmıştır: - Destekleme kapsamını daraltmak,

- Girdi sübvansiyonunu düşürmek,

- Liberal politikalarla dış ticareti özendirmek,

- Devlete ait destekleme alımı yapan kurumları azaltmak, - Taban fiyat uygulamalarını kaldırmak,

- Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi,

- Tarım Satış Kooperatifleri’ne sağlanan desteğin azaltılması, - Tarımsal kredi faizlerini yükseltmek,

- Çiftçilere doğrudan gelir desteğine geçilmesi (1.3.2000 tarih ve 2000-267 sayılı kararname)

- Sulama gibi kamu yatırımlarından yararlananlardan maliyeti tahsil etmek (Aysu, 2001).

Tarım sektörü ile ilgili olarak yapısal bir çok sorunu olan Türkiye’de her şeyden önce eğitim ve örgütlenme konularında sorun yaşayan; dolayısıyla üretim, verimlilik ve pazarlama gibi alanlarda da önemli aksaklıkları olan ülkemiz için IMF’nin bu istekleri sektörün sorunlarına çözüm olacak nitelikte görülmemektedir. Türkiye’de tarım sektörünün sorunlarının giderilmesinde eğitim, örgütlenme, üretim planlaması ve verimlilik konularına dayalı çözümlere öncelikli olarak ihtiyaç duyulmaktadır.

Türkiye ekonomisi 1970’li yıllardan itibaren yüksek enflasyon ve istikrarsız büyüme sorunu yaşamıştır. 1999 Yılı sonlarında kronikleşmiş bütçe açığı ve yüksek enflasyon sorununu gidererek, kamu borçlarının milli gelire oranının AB kriterlerine uygun olarak %60’ın altına çekmek için IMF ile yeni bir Stand-by anlaşması yapılmıştır. Ancak 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşanan krizlerden sonra Şubat devalüasyonu ile dalgalı kur rejimine geçilmiş, IMF desteği ile uygulanmaya başlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde kur ve faizde istikrarı sağlamaya yönelik olarak likidite sorunu üzerinde yoğunlaşılmıştır. Program uluslararası konjonktür ve 11 Eylül gerekçesi ile 2002 yılı başında yeni bir Stand-by anlaşması ile sonuçlanmıştır. 2002 Yılı

Şubat ayı başından itibaren de 2005 yılına kadar süren program uygulamaya geçirilmiştir (Uzunoğlu, 2004).

1990’lı yıllar ele alındığında siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda karşıt görüşlerle eleştiri de alan globalleşme olgusu pek çok konuda etkili olmuştur. Bu gelişmelerin yanı sıra finansal akımların artması, farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkelerin üst üste geçirdiği krizler IMF politikalarının sorgulanmasına neden olmaktadır. Küreselleşme anlayışı ile olumlu anlamda bağdaşmadığı söylenebilen IMF politikaları; her ülke için ülke koşulları dikkate alınarak hazırlanmayıp, önceden belirlenen ödemeler dengesi açıklarının kapatılması, kamu sektörünün küçültülmesi gibi doğrudan üretim ve verimlilik artışı sağlamayı, ekonomik ve sosyal alanlarda kalkınmayı öngörmeyen politikalar olarak eleştiri almaktadır.

Diğer taraftan yaşanan IMF deneyimleri ele alındığında; IMF politikaları sürdüren ülkelerde aşırı borçlanma ile istikrarın sağlanabildiği, döviz kuru, faiz oranı, enflasyon oranı, parasal tabandaki genişleme gibi temel fiyatlar ve büyüklüklerin tamamı ile dış kaynak girişine bağlı olduğu bu politikalarda dış ticaret, kamu, para piyasasında bir istikrar ve denge sağlanabilse de artan dış borç oranının en önemli dengesizlik olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Oluşan dış borçların ödenebilmesi de belli bir ekonomik büyümeyi gerekli kılmaktadır. Bu yönleri ile IMF politikalarının reform ihtiyacı göze çarparken, yaşanan tüm krizler, yapıları çok farklı olan ülkelerin de finansal krizlerle karşı karşıya kalmaları, gelişmekte olan ülkelerin tek başlarına alacakları önlemlerin de yeterli olmayacağını göstermektedir (Yentürk, 2003).

IMF Programları ile Türkiye’de yaşanan gelişmeler incelendiğinde, Türkiye’nin IMF kredileri ile vadesi gelen iç ve dış borçlarını ödediği, yani borçlarını çevirebildiğini söylemek doğru olur. Bazı ekonomistler bunu başarı olarak yorumlasalar da Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığı, kendi öz kaynakları ve kurumsal yapısı ile ekonomik büyümenin alt yapısını oluşturamaz halde oluşu dikkat çeken önemli bir konudur.