• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DE UYGULANAN PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ TÜRKİYE TARIMINA ETKİLERİ

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan sosyal ve ekonomik yapısı çöküntü halinde son derece kötü bir miras almış; bu ortamda başlayan ve dört yıl süren Kurtuluş Savaşı’nın da eklenmesiyle beşeri ve fiziki kaynaklarını büyük ölçüde kaybetmiş olarak bir dizi ekonomik, siyasi, sosyal ve hukuki devrimleri uygulamaya koymuştur. Başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet’in kurucuları gerçekleştirecekleri bu devrimler ile, modern bir yapıya ulaşılmasını öngörmekteydiler. Genç Cumhuriyet’in yöneticileri planladıkları modern devlete ulaşmak üzere, toplumun belli kesimleri üzerinde doğrudan ve dolaylı etkisi olacak para ve maliye politikalarını da uygulamaya koydular.

Cumhuriyet’in ilanı ile 1923’den günümüze dek uygulanan para ve maliye politikaları ile bu politikaların ülkemiz tarım sektörüne olan etkileri ana hatları ile 1923- 1963, 1963-1980 ve 1980’den günümüze olmak üzere üç dönemde incelenerek aşağıdaki bölümlerde ele alınmıştır. Bu dönemlerin seçilmesindeki neden, bu çalışmaya esin kaynağı olan politika uygulamalarının ve etkilerinin dönemsel gelişmeler ile ele alınmasının eleştirilere daha tatminkar cevapların verilmesini sağlayacağının düşünülmesidir. 1923 Cumhuriyet’in ilanı ile yeni arayış ve uygulamaların başlangıcı olurken, 1963 yılı Türkiye’de planlı kalkınma modeline geçişi, 1980 yılı ise yine sosyo- ekonomik anlamda önemli dönüşümlerin başlangıcı olduğu için dönem aralıklarında belirleyici olmuştur. Çalışmamız ait oldukları dönem içinde ve sırası ile para politikası uygulamaları, maliye politikası uygulamaları ve para ve maliye politikası uygulamalarının tarımsal üretime etkileri başlıkları ile incelenmiştir.

6.1. 1923-1963 Yılları Arasında Uygulanan Para ve Maliye Politikaları ve Tarımsal Üretime Etkileri

1923-1963 Yılları arasında tarımsal üretimdeki dalgalanmalardan, iç ve dış piyasalarda meydana gelen dalgalanmalardan ve tarımın büyük ölçüde hava ve doğa koşullarına bağlı olmasından dolayı yaşanan değişimler, milli gelire de iniş-çıkışlı bir

eğilimle yansımıştır. Tarımsal üretimin iyi olması diğer sektörlerde de üretim artışını beraberinde getirmiştir. Bu gelişmeler yaşanırken Ankara Hükümeti, Türk Ekonomisinin sorunlarını ortaya koymak ve Lozan’da karşılaşılan güçlükleri Türk ve dünya kamuoyuna duyurmak amacı ile 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir İktisat Kongresi’ni toplamıştır. 1135 Kişinin katıldığı bu kongrede tüccar, çiftçi, sanayici, esnaf ve işçi temsilcileri ilgili konularda sıkıntı ve isteklerini dile getirmişlerdir (Dinler, 2000).

İzmir İktisat Kongresi’nde çiftçi grubunun önerileri aşağıdaki gibidir:

Tütün ekiminin ve ticaretinin serbest bırakılması, Reji İdaresinin ve aşar vergisinin kaldırılması, T.C. Ziraat Bankası Kanununda değişiklik yapılması ve Banka kaynaklarının güçlendirilmesi ve tarımsal kredi amaçları dışında kullanılmaması, tarımsal kredi imkanlarının artırılması. Ziraat Bankasının kontrol ve yardımları ile kurulan kooperatiflerin bir an önce faaliyete geçirilmesi. Tarımsal eğitimin geliştirilmesi. Tarım alet ve makinelerinin standartlaştırılması.

Diğer grupların da önerileri doğrultusunda İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar da şu şekilde sıralanabilir:

- Aşarın kaldırılması,

- Tütün ekimi ve ticaretinin serbest bırakılması, - Reji idaresinin ve yönetiminin kaldırılması, - Tarımsal kredinin düzene sokulması,

- Yol vergisi gelirinin şose yapımına harcanması, - Orman köyleri ile ilgilenilmesi,

- Hayvan hastalıkları ile mücadele, - Göllerde balık üretilmesi,

- Tarım alet ve makinelerinin standartlaştırılması, - Tamir atölyeleri kurulması,

- Pratik tarım derslerinin okul programlarına konulması,

- Yüksek öğretim görenlerin bir süre köylere gönderilmesi (Ülken, 1994).

İzmir İktisat Kongresi’nde alınan bu kararlar karma ekonomik sistemin benimsendiğini göstermektedir. Döneme ağırlığını koyan sermaye yetersizliği ve güvensizlik gibi etkilere karşılık öncelik özel sektörün olsa da, Devlet girişimlerde bulunacak, daha sonraları telaffuz edileceği gibi özelleştirme yolu ile Devlet yerini özel sektöre bırakacaktır.

1930’lu Yıllarda Türkiye hem hızlı büyüme ve topyekün kalkınma stratejisi izlerken, hem de Türk Parasının değerinin istikrarlı olmasını amaçlamıştır. Tablo 6.1’de görüldüğü gibi, 1930-1939 Döneminde izlenen politikalar sonucu özellikle 1934 yılından sonra, belirtilen ekonomik amaçların gerçekleştirildiği görülmektedir.

Tablo 6.1: 1930-1939 Yılları Aralığında Ekonomik Göstergeler (1948 Fiyatlarıyla) 1930 1931 1932 1933 1934 1935 1936 1937 1938 1939 GSMH Milyon TL. 5394 5866 5235 6064 6430 6234 7680 7798 8838 8128 GSMH Büyüme% 2.2 8.7 -10.7 15.8 6.0 -3.0 23.2 1.5 9.5 6.9 Tarım Sek. Büyüme% -3.9 14.3 -28.8 22.1 2.7 -6.1 54.1 -3.5 5.4 3.8 Sanayi Sek. Büyüme% 12.7 14.2 17.8 19.0 13.8 -0.1 -3.4 10.3 15.7 16.7

Kaynak: DİE, Ocak 2001, “İstatistik Göstergeler 1923-1998”, DİE Matbaası, Ankara, Sayfa No:585, 590, 595

1938 Yılında Atatürk’ün ölümü ve Avrupa’da esen savaş rüzgarlarının etkisi Türkiye’de yaşanan önemli ancak sınırlı olumlu gelişmeleri de engellemiştir. Her şeye rağmen BBYSP kapsamında olup da henüz tamamlanmamış olan sanayi projeleri savaş yıllarında tamamlanarak işletmeye açılmıştır. Fakat uygulanma imkanı bulabilse daha ileri sanayi hamleleri gerçekleştirebilecek olan İBYSP uygulamaya konamamıştır.

Türkiye her ne kadar İkinci Dünya Savaşı sırasında silahlı tarafsızlık politikası izleyip savaşa girmediyse de savaş şartlarının diğer olumsuzluklarına maruz kalmıştır. Kamu harcamaları artarken çalışma çağındaki insan gücü üretimden çekilmek zorunda kalmış, dolayısı ile üretim azalırken bağlı olarak da Devlet gelirlerinde azalma yaşanmıştır. Savaş ekonomisi içinde Devletin daha büyük bir ordu için piyasadan daha çok tüketim malını çekmesi, yatırım malları ithalatının daralması, ihracatın tıkanması da GSMH’ da daralmalara, ekonomik dengelerin bozulmasına, mal darlığı ve fiyat artışları yaşanmasına neden olmuştur (Olalı ve Duymaz, 1987).

Yaşanabilecek bu olumsuz gelişmelere Hükümet hazırlıklı olmadığı için ancak 1940 yılında çıkardığı Milli Korunma Kanunu ile üretim ve tüketimi bir ölçüde düzenlemeye ve denetlemeye çalışarak, ekonomi üzerindeki denetim ve yasaklarını arttırmıştır.

Bu kanun ile Devlet yetkilerini oldukça genişletirken tarımda ne ekileceğini de belirliyordu. Ayrıca, 500 hektarın üzerindeki arazileri de gerekirse bir tazminat ödeyerek bizzat işleme hakkını sağlamış oluyordu. Uygulamada Devlet el koyma kararlarını tarım ve sanayide oldukça sınırlı kullanmıştır. Öte yandan tarım ve sanayi sektörlerindeki üreticilerin ve tüccarların stoklarını ve pazarlanabilir ihtiyaç fazlası ürünlerini belirlenecek resmi fiyatlardan kamu kuruluşlarına satmalarını zorunlu kılan kararlar da uygulamaya konmuştur. 1942 Yılında temel gıda ve diğer tüketim mallarının halka dağıtımı için Dağıtma Ofisi ve Mahalli dağıtma Birlikleri kurulmuş, piyasa mekanizması yerine tayınlama sistemi uygulanmak istenmiş ancak R. Saydam’ın ölümünün ardından kurulan Ş. Saraçoğlu Hükümeti alınan el koyma kararları ve müdahalelerinden vazgeçerek piyasa mekanizmasına daha fazla önem veren ve ticareti serbestleştiren bir politika uygulamaya koymuştur.

Bu dönemde uygulamaya konulan diğer önemli kanunlar ise 1942 tarihli Varlık Vergisi kanunu ile1945 tarihli 28 yıl süreyle yürürlükte kalan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’dur. Ancak Hükümet bu uygulamalar ile belirlediği hedeflere ulaşamamıştır.

Özellikle 1940-1950 döneminde, daha sonra etkileri hem Türkiye’de, hem de tüm dünyada hissedilecek olan önemli değişiklikler yaşanmıştır. II. Dünya Savaşı’nın bitmesi ile hükümetlerin işbirliğine yönelmesi, Bretton – Woods Ekonomik Konferansları ile tüm dünyadaki ticari ilişkilerin düzenlenmesi, IMF ve Dünya Bankası’nın temellerinin atılması, ekonomik liberalizmin aldığı eleştirilerin artması bu dönemin önemli gelişmeleridir ( Kılıçbay, 1991).

1950-1960 Döneminde uygulanan ekonomi politikası önceki dönemlerde uygulanan devletçi, müdahaleci ekonomi politikasından farklı özellikler taşımaktadır. Devletçi politikalardan uzaklaşıp daha liberal önlemlerin öngörüldüğü bu dönemde özel sektör yatırımları önemli boyutlara ulaşmış ancak kamu yatırımları da arttığı için planlandığı gibi kamu sektörünün payı azalmamıştır. Dönemin sonunda, ekonominin içinde bulunduğu konjonktür, devletin KİT’lere daha fazla önem vermesini gerektirmiştir.

1950-1960 Döneminde GSMH’ ya oranı %14.1’e yükselen yatırımların %6.8’i kamu, %7.3’ü özel kesime aittir. Sanayileşmeye ağırlık veren önceki ekonomi politikası yaklaşımları yerini, daha dengeli bir kaynak dağılımı politikasına bırakmıştır. Tarım, ulaştırma ve haberleşmeye önceki dönemlerden daha fazla kaynak aktarılmıştır. 1930’lu yıllarda tarımın toplam yatırımlardaki yaklaşık %10 olan payı, 1950’li yıllarda yaklaşık %22’ye yükselerek sanayi sektörüne eşitlenmiştir. Bu dönemde yatırımların %44’ü üretken sektörlere, %56’sı alt yapıya ve hizmet sektörlerine tahsis edilmiştir.

Marshall Yardımı ile sağlanan tarımsal araçlar ve traktör kullanımı, ekili alanların genişlemesi üretimi arttırmış ve aynı dönemde tarım pazara açılmaya başlamış, köyden kente göç de yoğunluk kazanmış ve yaşanan bu gelişmeler şehirlerde gecekondu semtlerinin ve marjinal hizmet sektörlerinin oluşmasına neden olmuştur.

Bu dönemde Türkiye’nin ekonomi politikasında yabancı kaynak kullanımı, ABD kaynaklı dış borçlanma, dış ticaret açıkları, kısa sürede tükenen altın ve döviz rezervleri, beklenenin aksine yabancı sermaye girişinin olmaması önemli bir rol oynamıştır.

Özel girişimciliğe dayalı serbest piyasa ekonomisi kurma ve devletin ekonomideki ağırlığını azaltma vaatleri ile başlayan bu dönem, üç-dört yıllık bir liberal ekonomi politikası uygulamasından sonra yerini ekonomik müdahaleler ve kontrollere bırakmıştır. Dolayısı ile devletin ekonomideki rolü genişlemiştir. Ancak yaşanan gelişmeler sonucu özel sektör de devletin yanında önemli ve güçlü bir konuma erişerek 1950-1960 döneminde gerçekleştirilen sabit sermaye yatırımlarında %52.8’lik paya sahip olmuştur. Özel kesimin bu payı dönem sonuna gelindiğinde yaşanan gelişmelerin etkisi ile düşmüştür (Şahin, 2000).

31 Temmuz 1959’da Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusunu ve 28-30 Eylül tarihlerinde ilk resmi teması gerçekleştirmiştir

6.1.1. 1923-1963 Döneminde Uygulanan Para Politikaları

Türkiye ekonomisi 1923’lü yıllardan, 1950’li yıllara kadar Ortodoks para politikası uygulamış ve özellikle fiyat istikrarı önemsenmiştir. II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan enflasyonist dönem dışında fiyat istikrarının sağlandığı, buna karşılık ekonominin reel gelir, istihdam ve dış ticaret hacimlerinde büyük gelişmelerin yaşanmadığı görülmektedir (Uludağ ve Arıcan, 2003).

Savaş döneminde tarımsal üretimin azalması, ithalatın durması toplam arzın düşmesine neden olmuştur. 1915–1918 yılları arasında devlet piyasaya 161 milyon liralık satın alma gücü sokmuştur. Bu karşılıksız emisyon artışı ile Obsidional Enflasyon denilen enflasyon koşullarına girilmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Hükümet kendi adına para çıkarmamış, ancak üretimdeki düşüşler ve ithalatın olmaması paranın değerinin düşmesini devam ettirmiştir. Ankara Hükümeti Kurtuluş Savaşı’nı, para basmadan finanse etmek zorunda kalmış yani sıkı para politikası uygulamıştır.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra altın tedavülden tamamen çekilmiş, gümüş ve diğer madeni paralar ufaklık para durumuna dönüştürülmüştür. 4 Şubat 1928 tarih ve 1207 sayılı yasayla 5 milyon liralık daha ek madeni para çıkartılması kabul edilmiştir ki Cumhuriyet Hükümeti’nin yeniden ve açıktan çıkardığı ilk para budur. Emisyon hacminin şişirilmesinden kaçınma fikri ilk olarak böylece terk edilmiş olmuştur.

Madeni paranın yerini alan kağıt para, mahsulün bol olduğu dönemlerde para sıkıntısı yaşanmasına neden olurken, ticari işlemlerin yavaşladığı dönemlerde de para bolluğu görülecek şekilde ihtiyacı karşılayacak esneklikten uzaktı. Öte yandan Devlet’in para arzı ile fazla oynamaması paranın saygınlığını artıran bir etken olmuştur. Zaten Osmanlı Bankası’yla yapılan anlaşmalara göre de yeniden emisyonda bulunulmasına olanak kalmamıştı. 1925-1929 yılları arasında, fiyatlar genel düzeyi %3,3 , GSMH %6,6 ve para arzı (ufaklık para arzı şeklinde) %1,2 oranında artmıştır ki, para arzı ekonominin ihtiyacının gerisinde kalmıştır. Bu durum diğer taraftan paramızın dış değeri açısından da itibar ve istikrar sağlayıcı etki yaratmıştır.

1926-1928 Yıllarında özellikle buğday ithalinin çok azalması sonucu ödemeler dengesi açıklarının fazla olmaması ile döviz kurları da istikrarlı kalmıştır. 1928-1930 yılları arasında ise yaşanan döviz darlığı paranın değerinde önemli düşüşlere neden olmuştur (Parasız,1998).

1930’lu yıllarda yaşanan ekonomik krize rağmen TL.’nin istikrarı ön planda tutulmuştur. Emisyon hacminde önemli bir artış olmamış ve hükümet yatırımları finanse etmek için nakit kaynaklara çok ihtiyacı olduğu halde, emisyonu bir finansman aracı olarak görmemiştir.

1920’li yıllarda olduğu gibi 1930’lu yıllarda da hükümetler sıkı ve sağlam para ve denk bütçe ilkelerinden ayrılmamıştır. Paranın dış değerinin korunması ulusal prestij sayılmış, enflasyonist baskıların ortaya çıkmasından özenle kaçınılmıştır.

Hükümet bu dönemde artan harcamalarını karşılamak için TCMB kaynaklarına sıklıkla başvurmak zorunda kalmıştır. Bu yüzden 1938 yılına kadar son derece istikrarlı seyreden emisyon hacmi ve para arzı, 1939’dan sonra önemli bir genişleme göstermiştir.

Savaşın etkisi ile 1938-1945 yılları arasında emisyon hacmi % 438 oranında artış göstermiştir. Toplam para arzı ise aynı yıllar arasında 441 milyon TL.’den, 1.467 milyon TL.’ye yükselmiştir. Hükümet yaşanan gelişmelerin etkisi ile, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren temel ilke olarak benimsediği sıkı para politikasından ve ulusal paranın değerini istikrarlı tutma amacından uzaklaşmıştır. Ülke içinde yaşanan fiyatlardaki hızlı artışlar, nispeten diğer ülkelerdeki artışlardan fazla olduğu için TL.’nin konvertibl değeri de düşmüştür. Ancak Hükümet ulusal paranın değerini savaş öncesinde saptanan 1 $ = 1.29 TL. seviyesinde tutmaya devam etmiştir (Şahin, 2000).

Cumhuriyet döneminde kamunun finansman gereğine yönelik olarak Merkez Bankası kaynaklarına başvurulması 30 Mayıs 1940 tarihinde çıkartılan 3850 sayılı yasa ile, İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri ile ortaya çıkan mali güçlüklerin aşılması için olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere Merkez Bankası’nın Hazine’ye 250 milyon TL.’ye kadar kredi açması şeklindeki yasa ile olmuştur. Savaşın bitiminden sonra 1947 yılında Hazine’ye tanınan bu olanak Bütçe Kanunu ile kaldırılmıştır (Soylu, 1997). İkinci Dünya Savaşı döneminde (1939-1945) dolaşımdaki para miktarının artmasıyla ilişkili olarak fiyatlar genel düzeyinde de artışlar yaşanmıştır.

Tablo 6.2: Para Arzı ve Fiyatlar Genel Düzeyi

Yıllar 1938 1939 1940 1941 1942 1943 1944 1945 Emisyon 100 150.7 209.0 270.0 385.5 417.1 500.0 457.0 TEFE 100 101.0 127.0 175.0 340.7 590.0 459.0 444.0

TEFE% - 1.0 25.7 37.8 94.2 73.5 -22.2 -3.3

Kaynak: Yücel A., 1973, “Türkiye’de Para Politikası ve fiyatlar: 1923-1972”, Türkiye Ekonomisinin 50.Yılı Semineri; BİTİA, Sayfa No: 526.

Ancak İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen 1946-1949 döneminde dolaşımdaki banknot miktarı sürekli olarak azaltılmıştır. 7 Eylül 1946’da yapılan devalüasyon ile 1 $ = 1.30 TL.’den, 2.81 TL.’ye eşitlenmiştir. 1940’lı yılların ikinci yarısında para arzındaki daralmaya ve üretimdeki artışa bağlı olarak fiyatlar üzerinde yukarı doğru bir baskı aynı anda meydana gelmiştir. Sonuç olarak 1946 yılında 100 olan fiyat endeksi; 1947 yılında 104.7, 1949 yılında 110.1 olmuştur. (Parasız, 1998).

Bazı yazarlar Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı yıllarında izlediği dış ticaret politikasını ve rezervlerini arttırma konusundaki çabalarını Merkantilist bir yaklaşım olarak değerlendirmektedir. Örneğin M. Singer, Türkiye’nin bu dönemde pasif bir dış ticaret politikası ile önemli fırsatlar kaçırdığını, daha aktif bir politika ile krom, pamuk, tütün ve bazı gıda maddeleri ihracatını arttırabileceğini ve sanayileşme hamlesine devam edebileceğini iddia etmiştir (Singer, 1977).

1950 Yılının ortalarına doğru gerçekleşen iktidar değişikliği ile her ne pahasına olursa olsun ekonomik büyüme stratejisi benimsenmiştir. 1950-1953 Döneminde yaşanan çok hızlı büyümeye ek olarak Kore Savaşlarının ihracatı arttıran olumlu etkileri de sona erdiğinde 1954 yılında Türkiye döviz darboğazı ile karşı karşıya kalmıştır. ABD, 1953 yılında Türkiye’de yaşanan gelişmeleri endişe ile izlediğinden, Hükümetin istediği 300 milyon $ ek krediyi vermeyerek, ABD’li ünlü iktisatçı Hollis Chenery’yi Türkiye’ye göndermiştir. Chenery tarafından hazırlanan istikrar paketi Türk Hükümeti tarafından 1954 yılında uygulamaya konmuş ancak 1955 yılında terkedilmiştir. Böylece 1956 yılından itibaren döviz dar boğazları ve enflasyonist baskılar şiddetlenmiş ve GSMH’ daki büyüme de yavaşlamıştır.

1950’li yıllardan itibaren Hükümet bir grup tarım ürününde uyguladığı yüksek destekleme politikasına karşılık kamu sektöründe üretilen mal ve hizmetlere düşük fiyat uygulamıştır. Ortaya çıkan finans ihtiyacı için de T.C. Merkez Bankası kaynaklarına daha çok müracaat edilmiştir. 1950’li Yıllarda ticari bankaların kredi olanaklarının tasarruf yetersizliği nedeni ile az, pahalı ve kısa vadeli oluşu da ekonomik gelişmeleri olumsuz etkilemiştir, maliyetleri arttırmıştır.

1955 Yılına kadar ABD tarafından yapılan çoğu (%80) bağış şeklindeki yardımlar, Kore Savaşı’nın olumlu konjonktürü ve iyi hava koşulları Türkiye’nin dış borçlarının büyük oranda artmasına engel olmuştur (Parasız, 1998). Ancak yaratılan bu hoş tablo çok geçmeden enflasyon ve artan bütçe açıkları gibi sorunlara yol açması nedeni ile Hükümet tarafından yeni arayışlarla 1954 yılında ithal ikameci büyüme modelinin, 1960’larda ise planlı kalkınmanın çare olarak benimsenmesini gündeme getirmiştir. Bu dönemde genişlemeci para politikaları izlenerek, reel milli gelir artışının, para arzındaki artıştan büyük olması beklenmiştir.

6.1.2. 1923-1963 Döneminde Uygulanan Maliye Politikaları

23 Nisan 1920’den itibaren Türkiye’de modern devlete yönelişle bütçe ve maliye politikaları da biçimlenmiştir. Bu amaçla alınan ilk kararlar başlıca ;

- Türkiye’nin gerçek anlamda bütçeye kavuşturulması, - Bütçe denkliğinin ve ödemelerde düzgünlüğün sağlanması, - Dış borçların ivedilikle tasfiyesi,

- Gümrük bağımsızlığının sağlanmasıyla koruyucu gümrük vergilerinin konulması,

- Aşarın kaldırılması ve onu telafi edecek şekilde mali tekellerin düzenlenmesi ve dolaylı ve dolaysız yeni vergilerin konulması olmuştur(Uludağ ve Arıcan, 2003).

1920-1921 Yıllarına ait bütçeler avans yasaları yoluyla uygulanmıştır. Yani, mali yılın sonunda kabul edilip yürürlüğe girmiş, mali yıl içinde yapılan harcamalar yıl sonunda avans kanunlarındaki ödeneklerden mahsup edilmiştir. Dolayısıyla 1921 bütçesinde gelir ve gider tahminleri bile yokken, 1922 ve 1923 yıllarında ise bütçe hazırlanıp, yürürlüğe konmamıştır. Bu yıllara ait devlet harcamaları avans kanunlarıyla verilen ödeneklerle yürütülmüştür (Türk,1982). Türk Ekonomisi’nde 1923 yılından sonra

meydana gelen kurumsal bir yenilik de İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararların aksine tekellerinin kaldırılmaması, devlet tekellerinin oluşturulmasıdır. Devlet tütün tekelini kaldırmamış, millileştirmiş ve ispirto, kibrit, şeker ithali de devlet tekeline alınmıştır.

Bu dönemde oluşturulan kimi sınai ürünler üzerindeki devlet tekelinin nedeni devlete gelir sağlanmasıdır. Aşarın kaldırılması ile oluşan vergi geliri kaybı büyük ölçüde tekel gelirleri ile karşılanmış, devletin elinde oluşan kaynaklar ile devlet 1933’ten sonra sanayi yatırımlarına yönelmiştir.

1924 Bütçesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk bütçesidir, 1920 yılı bütçe kanunu ile Osmanlı Meclisi’nce kabuk edilen vergi, resim ve harçlara göre tahsilatın sürdürüleceği hükmüne yer verilmiştir. Toprağın bir çeşit vadesi ertelenmiş kira bedeli olan aşar, genellikle % 10 olmakla beraber bu oran zaman ve mekana bağlı olarak değişiklik göstermiş ve 1924 yılında Aşar Vergisi’nin devlet gelirlerine oranı % 28,6 oranına ulaşmıştır (Baysal, 1984). 1925 Yılında aşarın kaldırılması ile oluşan gelir kayıplarını gidermek için devlet tekellerin yanı sıra arazi vergisi koyarak, harç ve resimlerin oranlarını yükselterek önlemler uygulamaya koymuştur. Böylece vergi yükü, toprak sahiplerine ve tekel maddelerini daha çok tüketen şehirli nüfusa kaydırılmıştır.

Cumhuriyet Hükümeti, Lozan’da Osmanlı Devleti’nden 85.6 milyon altın liralık ağır bir dış borç yükü aldığından hem bir an önce bu borç yükünden kurtulmayı, hem de Türkiye Cumhuriyeti maliyesini bağımsızlığa kavuşturmayı öncelikli olarak benimsemiştir. Bu dönemde, bazı yıllar Duyun-u Umumiye İdaresi giderleri, Maliye Bakanlığı bütçe giderlerinden daha fazla olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında kamu bütçelerini disiplin altına almak amacıyla son derece dikkatli hareket eden Hükümet, 1927 yılında düzenleme yaparak kabul ettiği ve günümüze kadar bütçe hukukunun anayasası olarak yürürlükte kalan 1909 tarihli Muhasebe-i Umumiye Kanunu ile klasik bütçelerin önceden yetki, yıllık olma, genellik, ademi tahsis gibi prensiplerini içermekteydi.

Tablo 6.3:1923-1929 Döneminde Genel Bütçenin Durumu (Milyon TL.) BütçeGelirleri (1) BütçeHarcamaları (2) (1)-(2) Büt.Har./ GSMH ( %) 1923 111.8 140.0 -28.2 14.7 1926 180.4 172.2 8.2 10.4 1928 222.1 214.5 7.6 12.3 1929 224.1 213.4 10.7 10.3

Kaynak: Görgün S., 1939, “Atatürk Dönemi Maliye Politikası 1923-1938”, Atatürk Dönemi Türkiye Ekonomisi Semineri, YKB Yayını, Sayfa No: 77.

Atatürk 1923-1938 yılları arasında tam onbeş adet bütçe yapmıştır. Bunların onikisi denk, biri açık bütçedir. Açık bütçenin meydana getirdiği zararlar da ertesi yıl alınan tedbirler ile giderilmiştir (Görgün, 1939). Yukarıdaki Tablo 6.3’te de 1923-1929 yıllarında hazırlanan dört genel bütçenin durumu gösterilmiştir.

Atatürk zamanında 1923’de 1Sterlin =615 kuruş iken,1930’da 1 Sterlin =10 Lira idi. Atatürk tarafından alınan önlemler ile 1938’de tekrar 1 Sterlin =615 kuruş olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan T.C.’ne 158 milyon banknot para kalmıştır. Yeni T.C. de 158 milyon banknot basmıştır. 1938’de tedavülde198 milyon banknot vardı. Bu elde edilen kalkınmadan daha az banknottur. Atatürk’ün on beş yıllık döneminde enflasyon değil %32’lik bir deflasyon, yaşandığı döneme ait notlar arasında yer almıştır