• Sonuç bulunamadı

Edirne ilinde aile sağlığı merkezlerinde sağlık çalışanlarının ruhsal hastalığa karşı inanç ve tutumları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edirne ilinde aile sağlığı merkezlerinde sağlık çalışanlarının ruhsal hastalığa karşı inanç ve tutumları"

Copied!
76
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

TIP FAKÜLTESİ

AİLE HEKİMLİĞİ ANABİLİM DALI

Tez Yöneticisi

Doç. Dr. Ayşe ÇAYLAN

EDİRNE İLİNDE AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE

SAĞLIK

ÇALIŞANLARININ RUHSAL HASTALIĞA

KARŞI İNANÇ VE TUTUMLARI

(Uzmanlık Tezi)

Dr. Celal KAYA

(2)

TEŞEKKÜR

Uzmanlık eğitimim ve tezimin hazırlanmasında emeği geçen tez danışmanım Doç. Dr. Ayşe ÇAYLAN'a, yardım ve katkılarını esirgemeyen Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. H. Nezih DAĞDEVİREN'e, Doç. Dr. Serdar ÖZTORA'ya, eğitimimde emeği geçen tüm hocalarıma, birlikte çalıştığımız tüm asistan arkadaşlarıma teşekkür ederim.

(3)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ VE AMAÇ

... 1

GENEL BİLGİLER

... 4 RUHSAL HASTALIK ... 4 İNANÇ ... 7 TUTUM ... 9 KÜLTÜR ... 12 DAMGALANMA (STİGMA) ... 13

RUHSAL HASTALIKLARDA ERKEN TANI ... 16

TUTUMLARA YÖNELİK ÖNLEMLER ... 17

RUHSAL HASTALIKLARA YÖNELİK DAMGALAMA İLE MÜCADELE .. 19

SAĞLIK BAKANLIĞI RUH SAĞLIĞI POLİTİKA METNİ ... 19

DÜNYA SAĞLIK ÖRĞÜTÜNÜN AVRUPA BÖLGESİ İÇİN RUH SAĞLIĞI EYLEM PLANI ... 20

GEREÇ VE YÖNTEMLER

... 21

BULGULAR

... 24

TARTIŞMA

... 44

SONUÇLAR

... 55

ÖZET

... 58

SUMMARY

... 59

KAYNAKLAR

... 60

EKLER

(4)

SİMGE VE KISALTMALAR

ASM : Aile Sağlığı Merkezi DSÖ : Dünya Sağlık Örgütü

RHYİÖ : Ruhsal Hastalığa Yönelik İnançlar Ölçeği YSP : Yardımcı Sağlık Personeli

(5)

1

GİRİŞ VE AMAÇ

Aile Hekimleri, disiplinin ilkelerine göre eğitilmiş uzman hekimlerdir. Esas olarak yaş, cinsiyet ve rahatsızlık ayrımı yapmaksızın tıbbi bakım arayan her bireye kapsamlı ve sürekli bakım sağlamadan sorumlu kişisel doktorlardır. Bireylere kendi aile, toplum ve kültürleri bağlamında hizmet sunarlar; bunu yaparken her zaman hastalarının bağımsız kişiliklerine saygı duyarlar. Ayrıca topluma karşı da mesleksel sorumluluk taşırlar. Rahatsızlıklarının yönetimini hastalarıyla görüşürken, yineleyen temaslarla oluşan bilgi birikimini ve güveni kullanarak fiziksel, ruhsal, toplumsal, kültürel ve varoluşsal etkenleri birlikte değerlendirir (1).

Aile Hekimliği disiplini;

1. Sağlık sistemiyle ilk tıbbi temas noktasını oluşturur; hizmet almak isteyenlere açık ve sınırsız bir giriş sağlar; yaş, cinsiyet ya da kişinin başka herhangi bir özelliğine bakmaksızın tüm sağlık sorunlarıyla ilgilenir.

2. Sağlık kaynaklarının etkili kullanımını sağlar. Bunu bireylere sunulan bakımı koordine ederek, birinci basamakta diğer sağlık çalışanlarıyla birlikte çalışarak ve gerektiğinde hasta adına üstlendiği savunmacılık göreviyle diğer uzmanların sunduğu hizmetlerle teması yöneterek yapar.

3. Bireye, ailesine ve topluma yönelik kişi merkezli bir yaklaşım geliştirir.

4. Kendine özgü hastayla görüşme süreci vardır. Bu süreç, etkili bir iletişimle doktor ve hasta arasında zaman içinde gelişen bir ilişki kurulmasını sağlar.

5. Sağlık hizmetlerinin hastanın gereksinimleriyle belirlenen sürekliliğini sağlamaktan sorumludur.

(6)

2

6. Rahatsızlıkların toplum içindeki prevalans ve insidansının belirleyici olduğu özgün bir karar verme sürecine sahiptir.

7. Hastaların akut ve kronik sağlık sorunlarını aynı anda yönetir.

8. Gelişiminin erken evresinde henüz ayrımlaşmamış bir şekilde ortaya çıkan ve ivedi girişim gerektirebilen rahatsızlıkları yönetir.

9. Uygun ve etkili girişimlerle sağlık ve iyilik durumunu geliştirir. 10. Toplumun sağlığı için özel bir sorumluluk üstlenir.

11. Sağlık sorunlarını fiziksel, ruhsal, toplumsal, kültürel ve varoluş boyutlarıyla ele alır (1).

Ruh hastaları ve hastalıklarına ilişkin tutum ve davranışların tarihçesi insanlık tarihi kadar eskiye dayanır. Tarihi süreç içerisinde nesilden nesile ve kültürden kültüre ruhsal bozukluğu olan bireylere farklı tutum ve davranışlar sergilenmiştir. Bazı toplumlar ruh hastalarına özel bir önem verip onlara toplum içerisine kabul ederken bazı toplumlar ise insanlık dışı yaklaşımlar sergileyip onları toplum dışına itmişlerdir (2).

Toplumlarda genellikle ruhsal bozukluğu olan bireyler garip, korkutucu ve daha tehlikeli olarak algılanır. Bu yanlış anlamalar sık sık ciddi ayırımlarla sonuçlanır. Ruhsal hastalığa sahip olan kişiler insancıl davranma, acıma ve destek almak yerine damga ve stereotipilere bağlı olarak sempatik gelmeyen, haksız olan veya düşmanca olan tutumla karşılaşabilmektedirler (3).

Bir toplumda sağlığa gösterilen özen, yaşamın değerliliğine bakışın en açık ve belirgin ifadesidir. Günümüzde sağlık hizmetlerindeki anlayış, toplum ruh sağlığı hizmetlerinin temel sağlık hizmetleri ile bütünleşmiş biçimde yürütülmesi gerektiği yönündedir. Bu yüzden birinci basamak sağlık personeline önemli görevler düşmektedir (4).

Ruhsal bozukluklar hem toplumda, hem de birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuranlar arasında oldukça yaygın olarak karşılaşılan sorunlardır (5).

Tarih Boyunca beden sağlığı somut nitelikleri nedeni ile sürekli geliştirilmeye açık bir konu olmuş iken, ruh sağlığı sorunları üzerine yeterince önem verilmemiş ve hep geri planda kalmıştır. Buna ruh hastalarına karşı toplumun sergilediği tutum da (dışlanma, utanç) eklenince sorunlar gizlenmiş, tanı ve tedaviden yararlanamayan hastalar kronikleşmiş ve ağır evrelerinde ortaya çıkmışlardır. Bu durum gereksiz sayıda hizmet kullanımı, işgücü kaybı gibi nedenlerle topluma büyük yük getirmektedir. Tüm dünya ile birlikte, Türkiye'de de ruh sağlığı hizmetlerinin birinci basamakta yeterli bir şekilde ele alınmasına yönelik çalışmalar sürmektedir. Bu kapsamda Sağlık Bakanlığı tarafından 1995 yılından bu yana çeşitli projeler

(7)

3

yürütülmekte olup, 2005 yılına kadar ruh sağlığı hizmetlerinin birinci basamak sağlık hizmetlerine entegrasyonu hedeflenmektedir. Bu hedefe ulaşabilmek için mevcut sorunların ortaya konarak, çok yönlü yaklaşım sağlanması gereklidir (6).

Ruh sağlığında belirgin bozukluğu olan insanlar toplum içerisinde çoğunlukla farklı olduklarını konuşma ve hareketleri ile ortaya koyarken, bu farklılık toplumda onlarla ilgili bazı tutumların oluşmasına neden olmaktadır. İçinde yaşadığı toplumun bir üyesi olan sağlık çalışanlarının psikiyatri hastalarına karşı tutumları olumsuz olabilmektedir. Sağlık hizmeti veren ve toplum içinde sağlık konusunda “danışman” ve “model” işlevi gören sağlık çalışanlarının hastaları dışlayıcı ve damgalayıcı yaklaşımları bu hastaların tedavi için başvurmalarını engelleyici bir rol oynamaktadır. Bu nedenle günümüzde yapılan tutum araştırmaları sağlık çalışanlarının tutumlarını belirlemeye yönelmiştir. Yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğu psikiyatri hekimlerinin, pratisyen hekimlerinin, psikiyatri dışı uzman hekimlerinin ve tıp fakültesi öğrencilerinin ve çok az çalışma da hemşireler ve hemşirelik öğrencilerinin tutumlarını incelemeye odaklanmıştır (7).

Birinci basamakta ruhsal bozuklukların tanı ve tedavisinin önemi gittikçe artmaktadır. Çünkü ruhsal bozuklukların, kronik ve yaygın olmalarına rağmen fark edilmemeleri ve tedavilerinde bazı sorunlar yaşanması, ailevi, sosyal ve mesleki yönden ciddi kayıplara yol açmakta ve hastaların yaşam kalitelerinde belirgin bozulmalar yanında özellikle yaşlı kişilerde daha fazla olmak üzere kognitif bozulmalara neden olmaktadır (8).

Bu çalışmada Edirne ili Aile Sağlığı Merkezlerinde sağlık çalışanlarının ruhsal hastalığa karşı inanç ve tutumlarının incelenmesi amaçlanmıştır.

Araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu uygulanarak öncellikle sağlık çalışanlarının ruhsal hastalığa karşı inanç ve tutuma bakış açıları değerlendirilecektir. Bu araştırma sonunda ülkemizdeki tıp ve hemşirelik eğitiminin tekrar gözden geçirilerek, psikiyatri eğitim programlarına bilgi, inanç, tutum ve davranış değiştirmeye yönelik konuların eklenmesi ve ruh sağlığı, ruhsal hastalıklar ve damgalanma konularında sağlık personelinin eğitim gereksinimlerinin karşılanmasını ve sağlık çalışanlarının katılacağı damgalamayla mücadelede araştırma programlarının oluşturulmasına katkı sağlanması amaçlanmaktadır.

(8)

4

GENEL BİLGİLER

Temel sağlık hizmetleri topluma yaşadığı ve çalıştığı yerde kesintisiz hizmet sunmayı amaçlar. Bu hizmetler halkın gereksinimlerine dayanan, toplum ve ailelerin aktif katılımına ihtiyaç duyan, diğer sektörlerle işbirliği içinde çalışan, uzman ve uzmanlaşmamış sağlık çalışanları tarafından yürütülebilen hizmetlerdir (9). Ruhsal hastalıklara yönelik tutumların en önemli belirleyicisi her ne kadar içinde yaşanılan kültürün norm ve özellikleri olsa da diğer bazı değişkenler de tutumları etkileyebilmektedir. Kültür yanında, sosyodemografik değişkenler, hastalık konusunda bilgi, hasta kişilerle kişisel deneyimin olması, ruhsal hastalık etiketi, hastalığın psikopatoloji tipi, hastanın özellikleri de ruhsal hastalara ve hastalıklara yönelik tutumlar üzerinde etkili olabilmektedir (10).

RUHSAL HASTALIK

Ruhsal hastalığı olanların damgalanması ve dışlanması, büyük bir olasılıkla kökenini tarihin derinliklerinden almaktadır. İnsanlık tarihinin güçsüzlük ve bilgisizlik dönemlerinde ruhsal hastalık belirtileri, açıklanamadığı ve anlaşılmaz olduğu için insanların korkuya kapılmalarına neden olmuştur. Hastaların uygun olmayan ve belki de beklenmedik davranış ve düşünceleri toplumda korku ve huzursuzluk yaratmış ve bu kontrol dışılık, hastaların dışlanmasına neden olmuştur. Ruhsal hastalıklar o zamandan bu yana insanları korkutmaya, tedirginlik ve anksiyete yaratan bir durum olmaya devam etmektedir (11). Psikiyatri ve ruhsal belirtiler ya da hastalıklar insanlık tarihinin başından beri ilgi kaynağı olmuştur. Hem insanın, hem de ruhsal belirtilerin doğası gereği, sıradan insanlar bile bu konuda ilgisiz kalamamaktadır. Görmezden gelinemeyen ve üzerinde bu kadar yoğun ilgi bulunan bir konu,

(9)

5

herkes için önemli bir psikolojik anlam kazanmaktadır. Bu da, kişide bu konuya yönelik, belli bir kültürde ve belli bir zaman diliminde oldukça değişmez tutumların oluşmasını kolaylaştırmaktadır. Ruhsal hastalıklara ve hastalara yönelik tutumlar, insanoğlunun ilk günlerden günümüze dek içinde yaşadığı evren ve onunla ilgili bilgisi, varoluş biçimi, kültürü, teknolojisi, toplumun bireylerinin kendi aralarındaki ilişkilerin özellikleri, hastalıkların nedenleri hakkındaki anlayışları gibi etkileşim içindeki etmenlerin sonucu şekillenmektedir (11).

Toplumlarda genellikle ruhsal bozukluğu olan bireyler garip, korkutucu ve daha tehlikeli olarak algılanır. Ruhsal hastalığa sahip olan kişiler insancıl davranma, acıma ve destek almak yerine damgalama ve stereotipilere bağlı olarak sempatik olmayan, haksız veya düşmancıl olan tutumlarla karşılaşabilir. Ruhsal hastalığı olan birisine yapılan her türlü ayırım onun temel insan haklarını ihlal etmektedir (12).

On sekizinci yüzyılın sonlarında Philippe Pinel tarafından başlatılan ruhsal hastalığı olan bireylerin zincirlerinden kurtularak toplum içinde, anlayış ve hoşgörüyle tedavi edilmeleri gerektiği düşüncesi psikiyatri tarihinde sembolik bir anlam taşımasının yanı sıra, gün geçtikçe taraftarı artmakta olan, psikiyatriyi salt bir tıp uygulaması olmaktan çıkarıp toplumla etkileşime sokan sosyal psikiyatrik akımın ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’yla ruhsal hastalıklarda gözlenen artış, savaş sonrasında yapılan araştırmalarda çevre, sosyal durum ve hastalık arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılması, hasta ve hastalıkların değerlendirilmesinde sosyal etkenlere daha fazla ağırlık verilmesini sağlamıştır. Düşünce alt yapısı Pinel’e kadar uzanan sosyal psikiyatri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ruhsal hastalıklara ve ruh hastalarına yaklaşımdaki inançlarla ilgisini sürdürmüştür (13).

Ruhsal hastalıklara yönelik toplumsal inançlar, 1940’ların son yıllarından bu yana çalışmalara konu olmuştur. Bu çalışmalar sonucunda ruhsal hastalığı olan bireylere karşı toplumun aynı anda hem olumlu, hem de olumsuz bir inanca sahip olduğuna yönelik bulgular ortaya çıkmıştır. Yapılan bazı çalışmalarda sağlık personelinin de olumlu ve olumsuz inanç ve tutum gösterdiği belirlenmiştir (14).

Toplumun ruhsal hastalıklara yönelik tutumu, hastalıkların önlenmesi, erken tanınması ve sağaltımında doğrudan etkili olmaktadır. Halkın ruhsal hastalıklarla ilgili tutumlarının genelde olumsuz olduğu ve olumsuz tutumların klinisyenlerin yönelik uygulamalarında çeşitli zorluklar yarattığı bilinen bir durumdur. Hastaların özellikle etiketlenme ve damgalanma korkusu nedeniyle psikiyatrik sağaltımından kaçındıkları da bilinmektedir. Öte yandan hastalar sağaltım için başvurduklarında, sağlık kurumunda çalışanların tutumları da sağaltım

(10)

6

açısından önem taşımaktadır. Sağlık çalışanlarının hastaları dışlayıcı ve damgalayıcı yaklaşımları bu hastaların başvurmalarını engelleyici bir rol oynamaktadır (15).

Ruhsal hastalığı olan kişilerin çoğu öncelikle psikiyatri dışı hekimlere, özellikle de birinci basamak sağlık kurumlarına başvurmaktadır. Üstelik bu hastaların bir kısmının psikiyatriste ulaşmaları çok güç ya da olanaksızdır. Temel sağlık hizmetlerine başvuran her on hastadan birinde depresyon bulunmasına karşın, bunun sıklıkla tanınamadığı ve sağaltımının yapılamadığı, hastaların yaklaşık dörtte birinde ruhsal bir hastalık olduğu ve hekimlerin bu tanıyı atladıkları bilinmektedir. Sağlık hizmeti veren ve toplum içinde sağlık konusunda “danışman” ve “model” işlevi gören özellikle birinci basamak hekimlerinin tutumları, ruhsal sorunları olan hastaların gereken yardımı alabilmelerini, gerektiğinde yönlendirilmelerini ve toplumun ruhsal hastalıklara yönelik tutumlarını etkileyen önemli bir etmendir (16).

Dünyada ruhsal hastalıklar yaygındır ve tüm insanların %25’inden daha fazlasını, yaşamının bir döneminde etkilemektedir. Birinci basamak sağlık hizmetlerine başvuran hastaların yaklaşık %20’sinin bir ya da daha fazla ruhsal bozukluğu vardır (17). Hastalar sadece hastalığın semptomları ile değil, aynı zamanda sosyal ilişkilerde yaşanan sorunlarla da baş etmek durumunda kalırlar (18).

Temel sağlık hizmetlerine başvuran hastaların önemli bölümünde ruhsal bir bozukluk olması, diğer yandan pek çok hastanın ruh sağlığı uzmanlarına ulaşamaması birinci basamak düzeyinde verilen ruh sağlığı hizmetlerini önemli kılmaktadır. Bu sorunların birinci basamakta erken tanınması ve tedavisi, hastalıkların kronikleşmesini önleyerek, bireylerin genel sağlıklarını olumlu etkilediği gibi, kronik ruhsal hastalıkların yol açtığı bireysel, sosyal ve ekonomik kayıpları da engelleyebilecektir (17,19).

Birinci basamak sağlık hizmetlerinin genel çerçevede iyileştirilmesi de (hastalara daha fazla zaman ayırabilmesinin sağlanması ve fiziksel koşulların düzeltilmesi gibi) ruhsal hastalıkların tanı ve sağaltımı konusunda olumlu sonuçlara yol açacaktır. Pratisyen hekimlerdeki psikiyatri ve ruhsal hastalıklar konusundaki yetersizlik, bu durumun Türkiye’deki tıp eğitiminin bazı özelliklerinden kaynaklandığını düşündürmektedir (20).

Ruh sağlığı hizmetlerinin etkinliğinin artırılması ve toplumun tümüne ulaştırılması açısından bu hizmetlerin birinci basamakta sunulan, ikinci ve üçüncü basamak tarafından desteklenen bir hizmet modeli olarak kurumlar arası işbirliği içerisinde yürütülmesi gerekmektedir (21).

Bu sorunların birinci basamakta erken tanınması ve tedavisi, hastalıkların kronikleşmesini önleyerek, bireylerin genel sağlıklarını olumlu etkilediği gibi, kronik ruhsal

(11)

7

hastalıkların yol açtığı bireysel, sosyal ve ekonomik kayıpları da engelleyebilecektir. Ruh sağlığı hizmetlerinin etkinliğinin artırılması ve toplumun tümüne ulaştırılması açısından bu hizmetlerin birinci basamakta sunulan, ikinci ve üçüncü basamak tarafından desteklenen bir hizmet modeli uygulanarak kurumlar arası işbirliği içinde yürütülmesi gerekmektedir (21). Birinci basamak düzeyinde verilen ruh sağlığı hizmetlerine daha kolay ulaşılabilir ve bu hizmetten daha fazla birey yararlanabilir. Ülkemizde ruh sağlığı alanında yetişmiş elemanın az bulunması ve bu elemanların merkezi yerleşim birimlerinde toplanmış olması, psikiyatride uzmanların dışında uygun sağlık elemanlarının da gerekli noktalarda kullanımını gündeme getirmektedir (22).

Bu noktada ruh sağlığı hizmetlerinin temel sağlık hizmetleri ile bütünleştirilmesi ve en uç birimler olan birinci basamakta çalışan personelden yararlanılması gündeme gelmiştir. Yirmi birinci Yüzyılda Herkes İçin Sağlık hedeflerinden 6.’sı olarak belirlenen ruh sağlığının geliştirilmesi hedefine ulaşılabilmede ruh sağlığı hizmetlerinin temel sağlık hizmetleri içine entegre edilmesi ve temel sağlık hizmeti çalışanlarının ruh sağlığı hizmeti sunumunda görevlendirilmeleri tavsiye edilmektedir (22).

İNANÇ

Günlük yaşamda sıkça duyulan inanç kavramı insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte toplumsal normların içinde yer alarak toplumun sosyal, kültürel, ahlaksal yapısına yön ve şekiller veren değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. İnanç, bir tutumun üç temel bileşeninden biri olan bilişsel bileşenle ilgili olup nesneye ilişkin değerlendirmelerle, nesne hakkındaki görüşleri ve genel bilgilerini kapsamaktadır. Bilişsel öğe, bireyin düşünce süreçlerinde kullandıkları bir sınıflama olgusu olarak tanımlanmaktadır. Buna, bilgilerin gruplandırılması da denilebilir. Bu sınıflama olgusu da, bireylerin birbirinden gözle görülür şekilde farklı olan uyarılara karşı tepkilerinde gösterdikleri tutarlılıktan anlaşılır. Bilişsel öğe nesnelerle ilgili gerçeklere dayanan bilgi ve inançlardan oluşmaktadır. Bunlar çevredeki tutum nesneler (konular) hakkında bireylerin edindikleri bilgileri temsil etmektedir. Tutum nesnesi ile ilgili bilgi değiştiğinde tutum da değişir (23).

Tutumlar, bireylerin hedef nesne ile ilgili tercih edilebilir ve tercih edilemez değerlendirmesini temsil ederken; inançlar bireyin, nesne ile ilgili sahip olduğu bilgiyi temsil eder. Bir nesneye yönelik tutum, nesnenin sahip olduğu öznellik olasılığını ve hedef nesne ile bağlantılı olan belli özelliği değerlendirme ürününü birleştirerek belirlenir. Sonuç olarak,

(12)

8

özelliğin değerlendirilmesi bireyin inançlarının gücü oranında bireylerin tutumuna katkıda bulunur (24).

Gerek ilkel toplumlarda, gerekse gelişmiş ülkelerde çok önemli bir yer tutan inançlar konusu sosyal psikoloji bağlamında ilk kez Allport tarafından ele alınmıştır. Ona göre, bir grubun özüne ilişkin inançlar taşıma, önyargılı kişilik, katı ve belirsizliğe karşı toleransı düşük bir bilişsel yaklaşımın göstergesidir. İnanç, belirli bir konudaki düşüncenin ileri düzeyde kabul görmesiyle son derece sabitleşmiş, yerleşmiş genel kanılardır. Bunlar yazılı olmayan yasalar niteliğinde olup, milyonlarca yıl insanların yaşam düzenini kararlaştırmış ve kişilerarası ilişkilerini düzenlemiştir (25).

Toplumun tutum ve inançları ruhsal hastalığı olan bireylerin toplum içinde kabul görmelerini ve tedavilerini etkileyebilmektedir. Ruhsal hastalık kavramı herkes tarafından bilinemeyebilir. Bu nedenle, toplumun genelinin ruhsal hastalıklara ilişkin inancını ölçmek zor olabilir. Buna karşın, eğitimli insanların bir çoğunun ruhsal hastalık kavramına ilişkin fikir sahibi olacağı düşünülebilir. Eğitimli olma özelliğini karşıladığı düşünülen üniversite öğrencileri, toplumun farklı kesimlerinden gelmekte olup, içinde yetiştikleri çevrelerin ruhsal hastalıklara yönelik inançların izlerini taşıdığı görülmektedir (26).

Dünya üzerinde ruhsal hastalıklara yönelik inançlar genellikle olumsuzdur. Bu nedenle her hasta hastalığını saklama çabası içindedir. Araştırmalara göre, toplumda ruhsal hastalıklara yönelik yaygın olumsuz inanışlar ve düşünceler şu şekilde sıralanmaktadır:

- Ruhsal hastalıklar kalp hastalıkları gibi gerçek bir hastalık değildir. - Ruh hastaları kurumlarda kilitli tutulmalıdır.

- Ruh hastası olan birey asla normal yaşamına dönemez. - Ruh hastaları tehlikelidir.

- Ruh hastaları düşük gelirli işlerde çalışmalıdır (27).

Ruhsal hastalığı olan bireylerin toplum içindeki konumları, kabul görmeleri ya da dışlanmaları da, başta yakınları olmak üzere toplumun hastalığa bakışı ile doğrudan ilişkilidir. Örneğin, bu hastaların saldırgan oldukları ve çevresine zarar verebilecekleri yaygın olarak düşünülüyorsa, olasılıkla toplumdan soyutlanmış bir yaşam süreceklerdir. Dolayısıyla tedavi için gelinen adres doğru olsa bile, hastalığa bakış açısı ve tutumlar doğrudan tedaviye yanıtı ve hastalığın gidişini etkileyecektir. Örneğin, hasta ve içinde bulunduğu çevre şizofreniyi Allah’ın verdiği bir dert ve ceza olarak görüyorsa ya da cinlere bağlıyorsa, doktora gelmeyecek ya da getirilmeyecek, folklorik geleneksel yöntemler tercih edilebilecektir (27).

(13)

9

İnanç, belirli bir konudaki düşüncenin ileri düzeyde kabul görmesiyle son derece sabitleşmiş, yerleşmiş genel kanılardır. İnançlar, gerek ilkel toplumlarda gerek gelişmiş kültürlerde çok önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar yazılı olmayan kanunlar niteliğinde olup, milyonlarca sene insanların yaşama düzenini kararlaştırmış ve kişiler arası ilişkilerini düzenlemiştir (28).

İnanç, bireylerin kendi dünyalarını bir yönü ile ilgili algılarının ve tanımlarının oluşturduğu sürekli duygular ağıdır. Bir başka tanım ise; bireyin kendi dünyasının herhangi bir yönüne ilişkin algı ve bilişlerinin, tek boyutlu olarak örgütlenmesi ya da bir savın, olaylar bütününün olduğu gibi irdelenmeksizin kabul edilmesidir. Özetle inanç bireyin bir konu ile ilgili bilişlerinin tümüdür. Algılar ve bilişler kendi içlerinde örgütlerdir ve inançlar bu örgütlerin birleşmesi ile ortaya çıkar. Bir şeye inanıldığının belirtilmesi, o kişi için gerçeğin o olduğu anlamına gelmektedir. Bu inançlar ister gerçek olsun, ister yanlış olsun, ister dayanaksız olsun, bireyin bir konudaki geçmişte öğrendiklerini ve edindiklerini özetler ve gelecekteki olayları algılayışını, yorumlayışını etkiler. İşte inanç bu yönü ile tutumların bilişsel öğesinde yer almakta ve içerdikleri bilgi ve inanç derecelerine göre tutumları farklılaştırabilmektedir (28).

TUTUM

Bilimsel olarak incelenmesi 19. yüzyılda başlayan tutum kavramı, Latince olan kökeninde, “harekete hazır” anlamına gelmektedir (28).

Günümüzde, ruhsal hastalıklara yönelik tutumların ruh sağlığı hizmetlerinin her aşamasını etkileyen etmenlerin başında geldiği bilinmektedir. Özellikle damgala(n)ma ve ayrımcılık ruhsal hastalık geçiren kişilerin bunu fark edebilmesini, çare arama davranışını hekimle ilişkiye giriş biçimini, sağaltıma ve rehabilitasyon uygulamalarına uyumunu doğrudan etkilemektedir. Ayrıca hastalara yönelik olumsuz tutumlar ve dışlama eğilimi hastaların iyilik haline ulaşmalarını da önemli ölçüde etkilemektedir (27,28).

Tutum (attitude), bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik nesneye karşı (belirli nesne, durum, kurum, kavram ya da diğer insanlara karşı) öğrenilmiş, olumlu ya da olumsuz tepkide bulunma eğilimidir. Tutum, bir bireye aittir ve onun bir nesneye ilişkin düşünce, duygu ve davranışlarına bir bütünlük ve tutarlık verir. Her insanın çevresindeki insan, nesne, fikir, kurum gibi nesnelere karşı ne şekilde tepkilerde bulunacağı büyük ölçüde bu tutumlar tarafında belirlenir (29).

(14)

10

Sağlık çalışanlarının ve özellikle hekim ve hemşirelerin ruhsal hastalıklara ve hastalara yönelik tutumları, hastalar ve sağaltımlarını önemli derecede etkilemektedir. Sağlık çalışanlarının ruhsal hastalıkları damgalama konusunda yapılan çalışmalar sonucu, bu kesimde de ruhsal hastalıklar ile ilgili bir çok olumsuz tutumun var olduğu görülmüştür. Hekimlerin psikiyatri hastalarını sevmediği eskiden beri bilinen bir durumdur. Korku ve bilgisizlik hastaların fiziksel ve ruhsal gereksinimlerinin yeterince karşılanmasını önlemektedir. Ayrıca sağlık çalışanları arasında psikiyatri uygulamalarının bilimsel olmadığı, etkili olmadığı ve birçok olumsuz yan etkileri olduğu şeklinde inançlar bulunmaktadır. Oysa hekim ve hemşirelerin daha olumlu tutumlara sahip olması, halkın tutumlarının olumlu yönde değişmesine katkıda bulunacaktır (29).

Toplumun ruhsal hastalıklara yönelik tutumları, hastalıkların önlenmesi, erken tanınması ve sağaltımında doğrudan etkilidir. Toplumun bu tutumları, hastanın çare arayıp aramayacağı, sağaltıma uyumun öngörülmesi, yatış sonrasında tekrar topluma uyum sağlama, hasta ve hasta yakınları ile kurulacak ilişki ve onların anlaşılması konusunda belirleyicidir (30). Halkın ruhsal hastalıklarla ilgili tutumlarının genelde olumsuz olduğu ve bu olumsuz tutumların klinisyenlerin günlük uygulamalarında çeşitli zorluklar yarattığı bilinen bir durumdur. Hastaların özellikle etiketlenme ve damgalanma korkusu nedeni ile psikiyatrik sağaltımdan kaçındıkları da bilinmektedir. Öte yandan hastalar sağaltım için başvurduklarında, sağlık kurumunda çalışanların tutumları da sağaltım açısından önem taşımaktadır. Sağlık çalışanlarının hastaları dışlayıcı ve damgalayıcı yaklaşımları bu hastaların başvurmalarını engelleyici bir rol oynamaktadır (29,30).

Ruh sağlığı sorunu olan bireye karşı toplumun tutumu denirken sadece aile ve çevre değil, ekonomik kaynakların ve personelin temin edilmesinde söz sahibi olan kişilerin, toplumun eğitilmesinde kilit rol oynayan sağlık personelinin tutumlarından da söz edilmektedir. Temel sağlık hizmetlerinin birinci basamak çalışanı bu noktada ruhsallığına ilişkin kendi tutum ve değer yargılarını bilerek, bunların sunduğu hizmete etkisini fark etmeli, aynı zamanda bir sağlık eğitimcisi olarak uygun rol modeli olmanın önemini unutmamalıdır (31).

Tutumlar bilişsel, duygusal ve davranışsal birimleri içerirler, davranışları etkilerler ve zamanla değişirler. Tutum konusuna önem verilmesinin nedeni, kişinin çevresine uyumunu kolaylaştıran bir sistem oluşturmasının yanı sıra, davranışlarını da yönlendirici bir güce sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu açıklamalar sonucu tutum, bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir toplumsal obje ya da olaya karşı deneyim ve bilgilerine dayanarak

(15)

11

örgütlediği bilişsel, duygusal ve davranışsal bir tepki eğilimidir şeklinde tanımlanabilmektedir. Bu tepki sınıfları, duygusal (hoşlanma ve hoşlanmama gibi değerlendirici duyguları ilgilendiren) tepkiler; bilişsel (tutum nesnesi ile ilgili inanışları ve görüşleri ilgilendiren) tepkiler ve davranışsal (davranışsal niyetleri veya hareket eğilimlerini ilgilendiren) tepkiler şeklinde tanımlanmaktadır (28,31).

İnsanlar belirli inanç ve tutumlarla doğmamakta, inanç ve tutumlarını gözlem, bilişsel öğrenme olarak sayılabilecek farklı yollarla edinmekte ve sosyal deneyimlerle de şekillendirmektedir. Bu doğrultuda tutumun bilişsel bileşeni olan inançlar yavaş olmakla birlikte yeni bilgi ve deneyimlerle değişebilmektedir. Sağlığa yönelik inanç ve tutumlar koruyucu, tedavi edici ve rehabilitasyon süreçlerinde bireyleri etkilemektedir. Ruhsal hasta ve hastalıklar ise damgalanmaya daha çok maruz kalmaktadır (32). Ruh sağlığı alanında çalışanların ruhsal hastalıklar ile ilgili temel inanışları ve bu hastalıklara sahip kişilere karşı tutumlarını bilmek, hastalara verilen hizmetin kalitesini etkileyeceğinden oldukça önemlidir. Ayrıca ruh sağlığı alanında çalışanların tutumları hem çalışanlar ile doğrudan ilişkiye giren hastalar açısından hem de toplumun ruh sağlığı ile ilgili eğitimi açsından önem taşır (33).

Ruh sağlığı sorunlarına duyarlı bir toplumun oluşabilmesinde, toplumun ve sağlık hizmeti verenlerin ruhsal hastalıklara bakışı ve tutumları çok önemlidir (34). Ruhsal hastalara ve hastalıklara bakış açısı ile ilgili çalışmalar önceleri toplumun bakış açısına odaklanmış, daha sonraları ise psikiyatrik hastalıkların tanısından, tedavisinden ve hastaların bakımından sorumlu olanların bakış açılarını ve tutumlarını belirlemeye yönelmiştir (35).

Sağlık çalışanlarının ruhsal hastalıkları damgalamaları konusunda yapılan çalışmalar sonucu, bu kesimde de ruhsal hastalıklarla ilgili bir çok olumsuz tutumun var olduğu görülmüştür. Hekimlerin psikiyatri hastalarını sevmediği eskiden beri bilinen bir durumdur. Korku ve bilgisizlik hastaların fiziksel ve ruhsal gereksinimlerinin yeterince karşılanmasını önlemektedir. Ayrıca sağlık çalışanları arasında psikiyatri uygulamalarının bilimsel olmadığı, etkili olmadığı ve bir çok olumsuz yan etkileri olduğu şeklinde inançlar bulunmaktadır (36).

Tutumları araştıran bazı yazarlar toplumsal tutumları, bireysel tutumlardan ayırt etmişse de, bu gün için böylesi bir ayırım yapılmamakta olup, toplum tutumlarını belirlemek için bireysel tutumlar ölçülmektedir. Bu tanım ve açıklamalardan yola çıkarak, tutumlarla ilgili aşağıda belirtilen özellikler sıralanabilir:

-Tutumlar doğuştan gelmez sonradan yaşanarak kazanılır. Birey tutumları toplumsallaşarak kültürel olarak kazanır.

(16)

12

-Tutumlar, birey ve obje arasındaki ilişkide bir düzenlilik olmasını sağlarlar. -İnsan-obje ilişkilerinde, tutumların belirlediği bir yanlılık ortaya çıkar. -Tutum bir tepki şekli değil, daha çok bir tepki gösterme eğilimidir. -Tutumlar olumlu ya da olumsuz davranışlara yol açabilir (28,36).

KÜLTÜR

İnsanların ruhsal hastalığı algılama, yaşama şekli ve hastalıkla nasıl başa çıktığı kültürel yapı ile doğrudan ilişkilidir. Belirtileri algılama ve sergileme biçimi, etiyolojik inançlar, hastalık etkilerinden etkilenme ve hastalara gösterilen tepkiler, damgalama eğilimleri, sağaltım seçimleri ve sağaltıma uyum toplumsal yargı ve değerlere göre düzenlenir. Her toplumun ruhsal hastalıklara ilişkin kendine özgü tanımlamaları, sterotipileri ve duruşları vardır. Toplum üyelerinde bunlar büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Genel olarak ruhsal hastalıklara yönelik davranışlar kültürel bilgide yerleşmiştir ve oradan kaynaklanır gibi görünmektedir. Ruhsal hastalıklara yönelik tutumları etkileyen en önemli etmen hiç kuşkusuz ki kültürdür. Kültürel etkiler, ruhsal hastalıkların tanınması ve tanımlanması, etiyolojik inançları ve buna bağlı olarak sağaltım seçenekleri ve hastalara yönelik davranışları (hoşgörü ya da reddetme gibi) önemli düzeyde etkilemektedir (37).

Ruhsal bozukluk belirtileri duygu ve düşünceleri ifade eden söz ve davranışlar ile dışa yansıdığından, ruhsal bozukluklar temelde, biyolojik belirteç ve bulgularla değil, duygu düşünce-davranış değişimleri ile kavramsallaştırılır. Bireyde ruhsal bozukluk belirtileri söz ve davranışlara dökülürken, kişi, kendi sözel ve davranışsal birikimini kullanır. Kuşkusuz bu birikim, kişinin içinde yetiştiği ve yaşamakta olduğu kültürün izlerini taşır. Kültür, içinde oluştuğu toplumun yaşam biçimini belirler, kişinin gerçekliği algılayış, yorumlayış, tanımlayış biçimi, bu gerçeklikle ilişkisinin özelliklerini belirler. Gerçekliğin bir parçası olan ruhsal bozukluklara yönelik düşünce, tutum ve davranışlar da, hiç kuşkusuz içinde bulunulan kültürel ortam tarafından biçimlenir (38).

Kültür, insan topluluklarının içinde yaşadıkları fiziksel ve toplumsal çevreye uyum çabalarından doğan bir yaşam biçimi olarak da tanımlanır. Bir bakıma kültür belli bir toplumun kişiliği demektir, onu başka toplumlardan farklı kılan tüm özelliklerdir. Bir müzik aygıtı her yerde aynıdır, ama ondan çıkarılan ezgiler başkadır. Kültür maddi ve manevi yapıdan oluşmakta olup, maddi kültür somut olan o yöreye yönelik yapıtları, manevi kültür ise o yörenin değerlerini, inançlarını, tutumlarını ve soyut alanlarını içerir. Kültürün bireyin sağlığını etkilemesi ve davranış olarak dışa yansıması manevi kültürü ile olabilmektedir. Bu

(17)

13

nedenle tutumun bilişsel bileşeni olan, yani tutumun davranış olarak dışa yansımasına neden olan, bilgi kümesinden oluşan inançların kavranması önemlidir (39). Birçok ülkede yapılan toplum taramaları, ruhsal hastalıkların sanılandan çok daha yaygın olduğunu göstermektedir. Bu nedenle tüm ülkelerde ruh sağlığı sorunları, bir toplum sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir (40).

DAMGALANMA (STİGMATİZASYON)

Damgalama, bir kimseye, gerçeğe dayanmayan herhangi bir özellik, nitelik ya da yüz kızartıcı bir suç yüklemek, bir kimseyi kötü olarak tanıtmaktır. Böylece, bu kişiye saygınlığını azaltıcı, utanç verici bir leke atfedilmektedir. Eski Yunancadan köken alan “stigma” (damga) sözcüğü, önceleri “delmek, delik açmak” anlamında kullanılmıştır. Sözcük, giderek, “bir suçlunun suçluluğunu tanınır kılmak ve onu toplum gözünde alçaltmak için kızgın demirle dağlamak anlamında kullanılır olmuştur (29,41).

Damgalamanın temelinde olumsuz inançlar ve bunun sonucu olan önyargı yer almaktadır. Önyargı ve onun getirdiği damgalama ayırımcılığa yol açar. Ayırımcılık ise; toplumdaki kişi ya da grupların, diğerlerini damga ve önyargı nedeniyle bazı hak ve menfaatlerden yoksun bırakmasıdır. Damgalama en az hastalığın kendisi kadar tehlikeli olabilir. Bu nedenle mücadele gerektiren bir durumdur. Kanser, tüberküloz, lepra, sifilis ve epilepsi damgalanan hastalıklardan olmakla birlikte, damgalamadan olumsuz etkilenen hastalıkların basında ruhsal bozukluklar yer almaktadır. Ruhsal bozukluklara yönelik damgalamayı diğer hastalıklara yönelik damgalamadan ayıran özellik, damgalamanın ruhsal bozuklukların tümünü kapsamasıdır (41).

Ruhsal bozukluklar konusunda toplumun kemikleşmiş önyargıları hasta ve ailelerini çok zor durumda bırakmakta ve hırpalamaktadır. Damgalamanın hastaların ve ailelerin üzerinde çok sayıda olumsuz etkisi vardır. Hastanın ve yakınlarının benlik saygısı zedelenir, aile ilişkileri zarar görür. Hasta, arkadaş edinme ve arkadaşlığı sürdürme güçlüğü içine girer. İş bulmak zorlaşır. Bütün bunlar hastalığın kabul edilmesinde isteksizliğe; dolayısıyla tedavinin engellenmesine yol açar. Damgalama nedeniyle ruhsal bozukluğu olan kişiler kendilerine yönelik konuşmama eğilimi gösterirler. Hastalıklarını açıkça seyrek olarak tartışır ve genellikle izole, yalnız ve yanlış anlaşılmış olarak yaşarlar. Çoğunlukla aile yaşamlarındaki, normal sosyal ilişkilerindeki ve üretken ilişkilerindeki eşit katılımları reddederler (42).

(18)

14

Etiketleme (stigmatizasyon) kişiler arası ilişkilerde iki şekilde yaşanması mümkündür; ayrımcılık ya da kabul edilmezlik. Bu durum aynı zamanda kişide rahatsızlık ve korku da yaratabilir. Böylece bir anlamda kişi kendi kendisini de etiketlemiş olmaktadır (43).

Ruh sağlığında bozukluğu olanların damgalanması ve toplumdan yalıtımı, izole edilerek bakılmalarına veya sokaklara terk edilmelerine neden olmaktadır. Ruh sağlığı sorunu ile bir ailenin karşılaşmama olasılığı yok denecek kadar az olmasına rağmen, utanç ve korkunun yaygın olması profesyonel yardım almayı engellemektedir. Oysa çoğunlukla tedavi edilebilir hastalıklardır ve kişiler sağlıklı, topluma yararlı bireyler olarak yaşayabilirler. Dolayısıyla normal bir sağlık sorunu olarak kabul görmesi için toplumun eğitimi gerekmektedir. Bu yolla, çok sık karşılaşıldığı halde geri plana atılan bu sorunlar için yardım arayışı artacak, gizli tutmaya yönelten baskıların ortadan kalkması ile zamanında tanı alma ve tedavi olma şansı artacaktır (44).

Damgalama ruhsal hastalıkların tedavisinde önemli bir sorun oluşturmakta; hasta ve hasta yakınlarının sosyal yaşantılarını ve psikolojik süreçlerini olumsuz etkilemekte böylece onların ‘yaşam kalitelerini’ düşürmektedir. Damgalanan bireyler kendilerini değersizleştirmekte, reddedilme korkusu yaşamakta, ümitsizliğe kapılmakta ve öz-güvenlerini yitirmektedirler (45).

Bu nedenle ruh sağlığı tedavisinin standartlarını geliştirmede, damgalama ve ayrımcılık tüm dünyada öncelik taşımaktadır (46).

Ruh sağlığı alanında çalışanların ruhsal hastalıklar ile ilgili temel inanışları ve bu hastalıklara sahip kişilere karşı tutumlarını bilmek, hastalara verilen hizmetin kalitesini etkileyeceğinden oldukça önemlidir. Ayrıca ruh sağlığı alanında çalışanların tutumları hem çalışanlar ile doğrudan ilişkiye giren hastalar açısından hem de toplumun ruh sağlığı ile ilgili eğitimi açısından önem taşır (46).

"Psikiyatrik hastalık" etiketi, muhataplarında bir inanç sistemini etkinleştirmektedir. Etkinleşen bu inanç sistemi, kişide bulunan belirtilerin çarpıtılarak yorumlanmasına neden olmaktadır. "Etiket (label)", hastaların damgalanmasına (stigmatization) ve hasta kişilere karşı ayrımcı davranışlara neden olmaktadır. Diğer yandan kişinin gizlediği ya da yaşadığı bazı belirtileri "psikiyatrik hastalık" olarak etiketlemesi de aynı sonucu doğurmaktadır. Bu bilgiler günlük uygulamalarda hem sağlık çalışanlarının kendi aralarındaki iletişimlerinde, hem hastaya durumlarını açıklamaya çalıştıkları zamanlarda kullanılan tanı’ların birer damgaya dönüşebileceğini düşündürmektedir (47).

(19)

15

Koruyucu tedavi ve rehabilite edici ruh sağlığı hizmetlerinin etkin ve verimli olması, toplumun özel ve kamu dahil olmak üzere tüm kesimlerde, ruh sağlığı alanında çalışanların ruhsal bozukluklar ve ruhsal sorunlu bireylere karşı damgalama davranışına olumlu yönde yaklaşmasına bağlıdır. İnsancıl tutumların, düzeltici bir ilişkinin en önemli öğesi olduğu söylenebilir. Kabullenici, destekleyici tutumların hastayı rahatlatıcı, toplumla bütünleştirici, tedaviye katılımı sağlayıcı yönü varken, tersine tutumlar hastayı toplumdan uzaklaştırmakta, tedavi ve bakımı olumsuz yönde etkilemektedir (48).

Akıl hastaları ve hastalıkları ile ilgili tutumlar “stigma” kavramını ortaya çıkarmıştır. Birçok toplumda stigmatizasyon ilk olarak akıl hastalarına karşı geliştirilmiştir. Ruhsal bozukluğa sahip olan bir kişi fiziksel hastalığa sahip olan birinden farklı olarak çok daha fazla stigmaya ve önyargıya sahiptir. Ruhsal hastalık çeşidinin bir kere ile sınırlı olan nöbeti bile kişiye karşı stigmatizasyon yaratabilmektedir. Sartorius, ruh sağlığı bozulmuş bireylerin etiketlenmesinde, sağlık profesyonellerinin de önemli oranda katkıda bulunduğunu ifade etmektedir (49).

Ruhsal hastalıklara ilişkin olumsuz tutumlar, sağaltım için başvuruyu ve sağaltım sürecini olumsuz yönde etkilemektedir. Literatürde hastaların damgalanma endişesi ile psikiyatri servislerine başvurmaktan çekindikleri, bazı kişilerin ruh sağlığı merkezlerine başvurduklarını gizleme gereksinimi duydukları bildirilmektedir. Damgalanma algısı sağaltım açısından önemli bir engel olarak değerlendirilmekte, damgalanmanın sağaltımdan daha hoşnutsuz olma ile de ilişkili olduğu bildirilmektedir. Türkiye’de toplumun ruhsal bozukluklara yönelik tutumların araştırıldığı çok sayıda yayın olmakla birlikte, ruh sağlığı merkezlerine başvuranların tutumları ile ilgili yayınlar oldukça azdır. Oysa psikiyatri uygulamalarında tatmin edici bir sağaltım, hastayla işbirliği içinde olmakla olasıdır. Bu işbirliğinin sağlanabilmesi için psikiyatri hizmetlerini kullanan kesimin ruhsal bozukluklar konusundaki bilgi ve tutumlarının bilinmesi gerekmektedir (50).

Ruhsal bozukluğu olan bir kişi, fiziksel bozukluğa ya da hastalığa sahip birinden daha fazla stigmaya ve önyargıya sahiptir. Ruhsal bozukluklar; toplumu geleneksel olarak yanlış anlama, korku ve damgalama ile çevirmiştir. Stigma tüm ruhsal bozukluklarla ilgilidir; ancak bazı ruhsal bozuklukların ağır ataklarını yaşayan kişilerde olağan dışı davranışlar çıktığında daha güçlü görülür. Ruhsal bozukluklara yönelik stigma; ruhsal bozukluklara yönelik efsanelerin (masalların-mitlerin), yanlış anlamaların, negatif stereotipilerin ve tutumların sonucudur. Ruhsal bozukluğu olan insanlar tehlikeli, saldırgan olarak kavranıldığından dolayı onlardan korkulur ve hastalıklarından dolayı suçlu olarak algılanırlar. Bu nedenle ruhsal

(20)

16

bozukluğu olan bireylere yönelik olarak ayırım ve soyutlama görülür. Ruhsal bozukluğu olmayan kişiler ruhsal bozukluğu olan birisinin stigmaya bağlı olarak yaşadıklarını asla bilemezler. Ancak bir ruhsal bozukluğu olan birisini (özellikle aile üyesi ve arkadaş) tanıyan bir kişi de çoğunlukla damgalamaya maruz kaldıklarından ruhsal bozukluğa sahip birisine yapılan haksızlık ve harabiyeti anlamaktadır. Stigma nedeniyle ruhsal bozukluğu olan kişiler kendilerine yönelik konuşmama eğilimi gösterirler. Hastalıklarını açıkça nadir olarak tartışır ve genellikle izole, yalnız ve yanlış anlaşılmış olarak yaşarlar. Çoğunlukla aile yaşamlarındaki, normal sosyal ilişkilerindeki ve üretken ilişkilerindeki eşit katılımları reddederler (51).

Damgalama, hastanın tedaviye başvurmasını ve rehabilitasyon programlarına katılmasını engellemekte ve dolayısıyla da onların toplum dışında kalmalarına yol açabilmektedir. Akıl hastalıklarının toplum içinde ilk olarak farkına varma ve akıl hastası olarak etiketleme, bu konuda çare aramak için karar aşaması, iyileştirme için hastane veya benzeri kurumlara başvurma, tedavinin bir parçası olarak rol oynama, hasta kişinin hastaneye yatmadan evde kalması ve ayakta takip edilmesi ve eğer yattıysa hastaneden eve dönüşünden sonra tekrar uyum sağlaması gibi durumlarda ailenin ve çevrenin önemli etkileri olabilmektedir (52).

Toplumun diğer bireyleri gibi, ruhsal hastalığı olanlar da toplumdaki kalıp yargılarla karşı karşıya kalırlar. Bu bireyler bir kez kendileri ya da başkaları tarafından “akıl hastası” olarak etiketlendiklerinde, istemeyerek de olsa kendilerini bu grubun bir üyesi olarak görürler. Damgalanmanın içselleştirilmesiyle birlikte bu olumsuz kalıp yargılar kendileri için de geçerli “gerçekler” haline gelir ve kişide utanç duygusuna yol açar. Bu durum, içselleştirilen eleştirel figürlerin kişinin içinde utanç duygusuna yol açmasıdır. Meslek yaşamlarında bu hastalarla karşılaşmakta olan hemşire ve hekimlerin ruhsal hastalığa sahip bireylerle ilgili düşünceleri, onların bu hastalara yönelik tutum ve davranışlarını yansıtması açısından oldukça önemlidir. Ruhsal hastalığa yönelik damgalamadan bahseden yayınlarda özellikle şizofreni daha ön saflarda yer almıştır. Sağlık çalışanlarının şizofreni hastalarına yönelik tutumlarını değerlendiren çalışmalar incelendiğinde; sağlık profesyonellerinin tutumlarının da genel halkın sahip olduğu tutumlar gibi olduğu görülmektedir (53).

RUHSAL HATALIKLARDA ERKEN TANI

Ruh sağlığı hizmetleri gerektiğinde ruhsal hastalık geçirme olasılığı olanların izlenmesini ve gerekli olan biyopsikososyal girişimlerde bulunulmasını içermelidir.

(21)

17

Günümüzde ruhsal hastalıklarda çare aramayı engelleyen en önemli etmen ruhsal hastalıklara yönelik olumsuz tutumlardır. Eksik, yanlış ve çarpıtılmış bilgilerden ve ruhsal hastalıklar ile ilgili kalıp yargılardan etkilenen bu tutumlar hastalıkların erkenden tanınmasını ya da erken dönemde sağaltımın başlamasını önleyen en önemli etmendir. Toplumda bulunan damgalanma endişesi, psikiyatri servislerini kullanma konusunda çekince yaratmaktadır ve bu nedenle psikiyatri başvurusu, olması gerekenden çok daha geç yapılmaktadır. Toplumdaki damgalanmayı hisseden ve kendini damgalayan bir kişi, belirtilerin başlangıç döneminde bunları yadsıyabilmekte ve bu belirtileri için tıbbi çare aramaktan kaçınmaktadır. Diğer yandan kendi kendini tedavi etmeye kalkışarak özellikle alkol olmak üzere çeşitli maddeleri kullanmaya başlayabilmektedir. Sonuçta hastanın aile içi ve sosyal ilişkilerinde çeşitli sorunlar ortaya çıkmakta, hasta gelir kaybına uğramakta ve sağaltımdaki gecikme sonucunda prognoz olumsuzlaşmaktadır (54).

Toplumdaki ruhsal hastalığı olan kişileri damgalama eğilimin azaltılması, hastalardaki damgalama endişesinin azaltılması, hekim ve hekim dışı sağlık çalışanlarında görülen olumsuz tutumların değiştirilmesi ruhsal hastalıkların erken tanınmasında ve sağaltımın erken dönemde başlanabilmesinde önkoşuldur. Yapılan araştırmalarda halkın psikiyatrik hastalık ya da belirtiler için sıklıkla standart olmayan ya da tıbbi olmayan yöntemlere başvurma eğilimde olduğu görülmüştür. Tıbbi çare aramaya karar veren bir hastanın hangi kuruma başvuracağı da önemli bir konudur. Bazı ülkelerde halkın ruhsal sorunlar için öncellikle aile hekimi ya da pratisyen hekime başvurma eğiliminde olmasına karşın, Türkiye’de öncellikle psikiyatri uzmanına başvurma eğiliminin daha yaygın olduğu görülmektedir. Bu durum olası nedenleri arasında ülkemizde genel olarak var olan uzman doktora gitme eğilimi, sağlık sisteminin uygun biçimde işlemiyor olması, pratisyen hekimlerin halkın bu konudaki gereksinimlerini uygun biçimde karşılamıyor olması ve halk içinde ruhsal hastalıkların sağaltımında pratisyen hekimlere rol biçilmiyor olması sayılabilir (54).

TUTUMLARA YÖNELİK ÖNLEMLER

Olumsuz tutumların ya da damgalamanın ortaya çıkmasını ya da sürmesini etkileyen etmenler günümüzde yeterince değerlendirilememektedir. Bu nedenle öncellikle yapılması gereken her toplum ve toplumun çeşitli kesimleri için ruh sağlığı ve hastalıklarına yönelik tutumların ve damgala(n)mayı etkileyen etmenlerin araştırılmasıdır. Türkiye açısından, ruhsal hastalıklara yönelik tutumların araştırıldığı önemli sayıda çalışma bulunmaktadır. Ancak etiketin etkileri ve damgalamayı etkileyen etmenler konusunda ise az sayıda çalışma vardır.

(22)

18

Bu nedenle toplum örnekleminde özellikle damgalamayı etkileyen etmenlerin belirlenmesi Türkiye açısından bir gereksinim gibi görünmektedir. Olumsuz tutumlar ve damgalama her ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanının günlük uygulamalarını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanları kendi uygulamalarını etkileyen tutumlara duyarlı olmak zorundadır. Konunun yalnız hasta, hasta yakınları ve toplum boyutunun olduğu düşünülmemeli ve ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanları kendi tutumlarının günlük uygulamalarını nasıl etkilediğini de gözleyerek olumsuz tutumlarını değiştirmeye yönelik çaba içine girmelidirler (54).

Öncelikle ruh sağlığı profesyonellerinin damgala(n)manın özellikleri ve etkileri konusundaki farkındalıklarının artırılması konusunda girişimler daha yararlı olacaktır. Özellikle hekimler ve diğer sağlık personeli, öğretmenler, güvenlik görevlileri, işverenler, yönetici konumunda olan kişiler ve özellikle de sağlık politikalarını oluşturan kişilere yönelik tanıtım ve damgalama karşıtı çalışmalar yapılmalıdır. Toplumun geneline ulaşabilmek için de kitle iletişim araçları ve özellikle televizyon önemli bir araçtır ve damgalama karşıtı çalışmalarda kullanılması gerekmektedir. Sağlık hizmeti verilen her türlü kurumda çalışanların ruhsal sorunları tanıma, yönlendirme ve yardımcı olma becerileri geliştirilmelidir. Özellikle ruhsal sorunların birinci basamak sağlık hizmetleri içinde ele alınması desteklenmeli, pratisyen hekimlere ruhsal sorunlara yönelik girişim becerileri kazandırılmalıdır. Ayrıca tüm sağlık çalışanlarında da hastaları damgalayıcı ve dışlayıcı tutumların olabileceği akılda tutulmalıdır (54).

Ruh sağlığı ve hastalıkları alanında kullanılan terimler gözden geçirilmeli, psikiyatrik durumları ifade etmek için yaygın olarak kullanılan tanımların damgalayıcı etkisi araştırılmalıdır. Türkiye’de kullanılmakta olan “akıl hastası”, “ruhsal hastalık”, “psikiyatrik hastalık”, “sinir hastalığı”, “ruh hastası”, “psikiyatrik hasta”, “psikiyatri uzmanı”, “psikiyatrist”, “ruh doktoru”, “ruh hastalıkları uzmanı” tanımlamalarından hangisinin daha az damgalayıcı etkiye sahip olduğu belirlenmeli ve elde edilen sonuçlar günlük uygulamalara aktarılmalıdır. Ruhsal hastalığın daha kolay anlaşılmasını sağlayan, tanı ve sağaltım süreçlerini olumsuz etkilemeyen ruhsal hastalık modeli sunulmalıdır. Ruhsal hastalıkları açıklamak için yaygın kullanım alanı bulan tıp modelinin ve dinamik modelin yararları ve zararları gözden geçirilmelidir. Geliştirilen model, ruhsal hastalıkların etiyolojisi ve sağaltımında psikolojik ve sosyal etmenlerin rolünü uygun biçimde içermeli, sağaltımda indirgemeci yaklaşımlara yol açmamalıdır. Ruhsal hastalıklar konusundaki yanlış bilgi, görüş

(23)

19

ve tutumların ya da varsayımların değiştirilmesi için en önemli görev ruh sağlığı politikasını belirleyenlere ve düşmektedir (54).

RUHSAL HASTALIĞA YÖNELİK DAMGALAMA İLE MÜCADELE 1. Multidisipliner biçimde ruh sağlığını geliştirmek ve hastalıkları önlenmek.

2. Belirtileri kontrol altına alan ve yan etkileri azaltan tedavi stratejilerin kullanımını arttırmak.

3. Ruh sağlığı bakım hizmetlerinden yararlanmayı geliştirerek, ihtiyacı olanların bakım almasını sağlamak.

4. Ruh sağlığının; planlama, uygulama ve değerlendirilmesinde toplum katılımını desteklemek.

5. Ruh sağlığı, risk faktörleri, stresle mücadele ve sağlıklı çevre yaratma konularında halkı ve politikacıları etkilemek.

6. Toplumun davranışlarını eğitim yolu ile değiştirmek.

7. Kamu politikalarını ve yasaları damgalamayı azaltacak ve ruhsal hastalıklara yasal koruma olanaklarını arttıracak yönde değiştirme ve buna bağlı olarak “Ruh Sağlığı Yasası”nı çıkarmak.

8. Ülkemizdeki tıp ve hemşirelik eğitimini tekrar gözden geçirerek, psikiyatri eğitim programlarına bilgi, inanç, tutum ve davranış değiştirmeye yönelik özel eğitim programlarını eklenmek.

9. Öğretmenler, basın mensupları, din adamları, muhtarlar, sağlık görevlileri ve polisler gibi toplum liderleri konumundaki meslek mensuplarının damgalama ile mücadele konusunda eğitilmesi önerilmektedir (55).

SAĞLIK BAKANLIĞI RUH SAĞLIĞI POLİTİKA METNİ

2006 Sağlık Bakanlığı tarafından, DSÖ’nün ruh sağlığı politikaları ile ilgili önerdiği 7 modül ve bu alanla ilgili istenilen modern vurguları esas alan “Ulusal Ruh Sağlığı Politikası” metni yayınlanmıştır. Politika metnindeki temel öneriler şöyledir:

1. Ruh sağlığı sisteminin toplum temelli olması, genel sağlık sistemine ve birinci basamağa entegre edilmesi

2. Toplum temelli rehabilitasyon çalışmalarının yapılması 3. Ruh sağlığı alanına ayrılan paranın arttırılması

(24)

20

5. Ruh sağlığı alanı ile ilgili yasaların çıkarılması 6. Damgalamaya karşı hasta haklarının savunulması

7. Ruh sağlığı alanında eğitim, araştırma ve insan gücünün arttırılması (56).

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ AVRUPA BÖLGESİ ÜLKELERİ İÇİN RUH SAĞLIĞI EYLEM PLANI

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi, üyesi olan ülkelerden, “herkes için sağlık” konusunda kendi stratejilerini belirlemelerini istemiştir. 2005 yılında Helsinki’de DSÖ Avrupa Bölgesi ülkeleri sağlık bakanlıkları temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen toplantı sonucunda Avrupa ülkeleri için bir ruh sağlığı eylem planı açıklanmıştır. Bu eylem planının ana başlıkları aşağıda özetlenmiştir

1. Bütün bireyler için ruh sağlığını geliştirmek

2. Halk sağlığı politikalarının ruh sağlığı hizmetlerine potansiyel etkisini dikkate almak

3. Damgalama ve ayrımcılıkla mücadele etmek

4. Riskli yaşam evrelerine özgü aktiviteler geliştirmek 5. İntiharı ve ruh sağlığı sorunlarını önlemek

6. Ruh sağlığı sorunları için iyi bir birinci basamak bakımına erişimi sağlamak 7. Ağır ruhsal hastalığı olan kişiler için toplum temelli hizmetlerle etkin bakım sunmak

8. Sektörler arasında işbirliği kurmak 9. Yeterli ve yetkin işgücü oluşturmak

10. Ruh sağlığının durumu ve ihtiyaçları ile ilgili yeterli bilgi temin etmek 11. Yeterli ve kayda değer miktarda maddi kaynak sağlamak

12. Etkinliği değerlendirmek ve yeni bulgular elde etmek için çalışmaları destelemek (57).

(25)

21

GEREÇ VE YÖNTEMLER

Bu çalışma Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı tarafından, Edirne ili aile sağlığı merkezlerinde (ASM) sağlık çalışanlarının ruhsal hastalığa karşı inanç ve tutumlarını belirlemek amacıyla yapılan kesitsel tipte, tanımlayıcı bir çalışmadır.

Çalışmanın evrenini Ekim 2011- Ocak 2012 tarihleri arasında Edirne ili Aile Sağlığı merkezlerinde çalışan sağlık çalışanlarının tamamının dahil edilmesi planlanarak anket çalışması ve Ruhsal Hastalığa Yönelik İnançlar Ölçeği (RHYİÖ) ile yapıldı.

İlk bölümde sağlık çalışanlarına ait 15 sorudan oluşan kişisel bilgileri içeren anket formu kulanıldı. Bu formla sağlık çalışanının cinsiyeti, yaşı, ünvanı, yetiştiği sosyal çevre, eğitim durumu, medeni durumu, çocuk sahibi olma durumu, çalışma durumu, ruhsal hastalık yakınlığı, ruhsal sorunlu bireylerin yaşattığı duygu, ruhsal hastalık durumunda yardım alacağı birey ve ruhsal hastalıkların ana nedeni saptandı.

İkinci bölümde 21 sorudan oluşan ruhsal hastalığa yönelik inançlar ölçeği RHYİÖ’nün “Beliefs Toward Mental Illness Scale” Türkçe versiyonu kullanıldı. RHYİÖ 1998 yılında Hirai ve Clum tarafından geliştirilmiştir. Ölçek, ruhsal hastalığa yönelik farklı kültürel özelliklere sahip bireylerin olumlu ve olumsuz inançlarını belirlemek amacıyla oluşturulmuştur.

Ruhsal hastalığa yönelik inançlar ölçeği 2008 yılında Anadolu psikiyatri dergisinde yayınlanmış olup Türkiye’deki geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Bilge ve Çam tarafından yapılmıştır ve 21 maddeden oluşmaktadır. Ruhsal hastalığa yönelik inancı değerlendiren ölçekteki maddeler, “ruhsal hastalık” ve “ruhsal hastalığı olan birey” şeklinde genel ifadeler

(26)

22

olarak yer almaktadır. Ölçekteki ifadeler ruhsal hastalığa ilişkin olumsuz inançları içermektedir. Bu nedenle, ölçekten elde edilen puan ruhsal hastalığa ilişkin olumsuz inanç düzeyini göstermektedir. RHYİÖ 6’lı likert tipi bir ölçek olup; “tamamen katılmıyorum” (0), “çoğunlukla katılmıyorum” (1), “kısmen katılmıyorum” (2), “kısmen katılıyorum” (3), “çoğunlukla katılıyorum” (4) ve “tamamen katılıyorum” (5) şeklinde puanlanmaktadır. Ölçekte bir kesim puanı bulunmamaktadır. Ölçek, hem toplam puan hem de alt ölçek puanlarına göre yorumlanmaktadır. Alınan yüksek puan ruhsal hastalığa ilişkin olumsuz inanç düzeyini göstermektedir. RHYİÖ 3 alt ölçekten oluşmaktadır:

Tehlikelilik alt ölçeği, ruhsal hastalıkların ve hastaların tehlikeli olduğu ile ilgili 8 (1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 13) maddeden oluşur ve bu alt ölçekten alınabilecek puan 0-40 arasındadır.

Çaresizlik ve kişilerarası ilişkilerde bozulma alt ölçeği, ruhsal hastalıkların kişilerarası ilişkiyi etkileme ve buna bağlı çaresizlik durumlarını içeren 11 (8, 9, 10, 11, 14, 16, 17, 18, 19, 20, 21) maddeden oluşur. Ruhsal hastalıklı bireylerle kişilerarası ilişkide engellenmeyi ve çaresizlik yaşamayı ifade eder. Bu alt ölçekten alınabilecek puan 0-55 arasındadır.

Utanma alt ölçeği, ruhsal hastalığın utanılacak bir durum olduğunu ifade eden 2 (12, 15) maddeden oluşur ve bu alt ölçekten alınabilecek puan 0-10 arasında değişir.

VERİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bu araştırmanın tüm istatistiksel analizleri “Statistical Package for Social Sciences” (SPSS 19) paket programı (Seri No: 10240642) kullanılarak gerçekleştirildi. Bulguların analizinde tanımlayıcı istastistik yöntemleri (ortalama, standart sapma, frekans, yüzde), Kolmogorof-Smirnov, Mann Whitney U, Sperman korelasyon analizi ve Kruskall Wallis testi kullanıldı. Çalışmadan elde edilen verilerin dağılımlarının normal dağılama yakın olup olmadığı Kolmogorov-Smirnov testi ile değerlendirilip elde edilen veriler normal dağılıma uymadığından non parametrik testler kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi (p), ilgili testlerle birlikte gösterildi ve p<0,05 olan değerler istatistksel olarak anlamlı kabul edildi.

DESTEK VE İZİNLER

Bu araştırmada uluslar arası etik kurallara uyulmuştur ve Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Değerlendirme Komisyonundan etik onay alınmıştır (Ek-3). Anketler için Edirne il sağlık müdürlüğünden yazılı onay alındı (Ek-4). Çalışmaya katılan sağlık çalışanı sözlü olarak bilgilendirip ve sözlü onamları alındı.

(27)

23 UYGULAMA

Çalışma, Ekim 2011 - Ocak 2012 tarihleri arasında Edirne ili aile sağlık merkezlerinde gerçekleştirildi. Öncelikle aile sağlık merkezlerinde görevli sağlık çalışanlarına araştırmayla ilgili bilgi verildikten sonra sağlık çalışanlarının sözlü onamları alınarak anket formlarını kendilerinin doldurmaları istendi. Çalışmaya katılmayı kabul eden sağlık çalışanlarından anket formları doldurulduktan sonra anketler aynı gün geri alındı.

Edirne ili aile sağlığı merkezlerinde çalışan, çalışmaya katılmayı kabul eden ve çalışma kriterlerini karşılayan toplam 112 aile sağlığı merkezinde görev yapan 224 çalışan üzerinde çalışma yürütüldü. Toplam katılımcıların 27’si, 3 aile sağlığı merkezi kadrosunun boş olması, çalışanların izinde olması ve katılımcıların anketi eksik doldurması nedeniyle çalışmanın dışında bırakılarak 197 katılımcıya ait veriler analiz edildi.

(28)

24

BULGULAR

TANIMLAYICI İSTATİSTİKLER

Çalışmayı 197 sağlık personeli oluşturdu. Katılımcıların 100’ü (%50,8) doktor, 97’si (%49,2) yardımcı sağlık personeli (YSP) idi (Şekil 1).

Şekil 1. Katılımcıların ünvan durumuna göre değerlendirilmesi 100 97

(29)

25

Katılımcıların 128’ini (%65,0) kadınlar, 69’unu (%35,0) erkekler oluşturdu (Şekil 2).

Şekil 2. Sağlık çalışanlarının kadın ve erkek dağılımı

Katılımcıların yaş aralığına bakıldığında 23 ile 60 yaş arasında değişmekte olup yaş ortalaması 38,41 ± 6,503 yaş olarak bulunmuştur.

Medeni durumları sorgulandığında, katılımcıların 158’i (%80,2) evli olduğunu, 24’ü (%12,2) bekar, 13’ü (%6,6) boşanmış, 2’si (%1,0) dul olduğunu belirtmiştir. Katılımcıların medeni durumlarına göre dağılımları Tablo 1’de verilmiştir.

Tablo1. Katılımcıların medeni durumlarına göre dağılımları

Evli Bekar Boşanmış Dul Toplam

n % n % n % n % n %

158 80,2 24 12,2 13 6,6 2 1,0 197 100

Doktorların medeni durumları sorgulandığında, katılımcıların 77’si (%77,0) evli olduğunu, 15’i (%15,0) bekâr, 7’si (%7,0) boşanmış, 1’i (%1,0) dul olduğunu belirtmiştir. Doktorların medeni durumlarına göre dağılımları Tablo 2’de verilmiştir.

69

128

(30)

26

Tablo2. Doktorların medeni durumlarına göre dağılımı

Evli Bekar Boşanmış Dul Toplam

n % n % n % n % n %

77 77,0 15 15,0 7 7,0 1 1,0 100 100

Yardımcı sağlık personelinin medeni durumları sorgulandığında, katılımcıların 81’i (%83,5) evli olduğunu, 9’u (%9,3) bekâr, 6’sı (%6,2) boşanmış, 1’i (%1,0) dul olduğunu belirtmiştir. YSP’nin medeni durumlarına göre dağılımları Tablo 3’te verilmiştir.

Tablo3.Yardımcı sağlık personelinin medeni durumlarına göre dağılımı

Evli Bekar Boşanmış Dul Toplam

n % n % n % n % n %

81 83,5 9 9,3 6 6,2 1 1,0 97 100

Katılımcıların çocuk sahibi olma durumları sorgulandığında 39 (%19,8) katılımcının çocuk sahibi olmadığı, 158 (%80,2) katılımcı çocuk sahibi olduğu belirtmiştir. Katılımcıların çocuk sahibi olma durumlarına göre dağılımı Tablo 4’te verilmiştir.

Tablo4. Katılımcıların çocuk sahibi durumlarına göre dağılımı

Çocuk var Çocuk yok Toplam

n % n % n %

158 80,2 39 19,8 197 100

Katılımcıların eğitim durumu incelendiğinde 197 katılımcıdan 21’inin (%10,7) lisansüstü, 151 (%76,6) katılımcının üniversite, 25 (%12,7) katılımcının ise lise mezunu olduğu saptandı. Lise mezunu olanların tümünü yardımcı sağlık personeli oluşturdu. Katılımcıların eğitim durum dağılımı Tablo 5’te verilmiştir.

Tablo 5. Katılımcıların eğitim durumlarına göre dağılımı

Lise Üniversite Lisansüstü Toplam

n % n % n % n %

(31)

27

197 katılımcıdan 162’i (%82,2) kentte yaşarken, 35’i (%17,8) kırsal kesimde yaşadığını belirtmiştir. Veriler Tablo 6’da verilmiştir.

Tablo 6. Katılımcıların kent ve kırsalda yaşama durumlarına göre dağılımı

Kent Kırsal Toplam

n % n % n %

162 82,2 35 17,8 197 100

Katılımcıların ruhsal hastalık yakınlık durumuna bakıldığında 50’si (%25,4) ruhsal hastalık yakını olduğunu, 147’si (%74,6) ruhsal hastalık yakını olmadığı belirtti. Veriler Tablo 7’de verilmiştir.

Tablo 7. Katılımcıların ruhsal yakınlık durumlarına göre dağılımı

Yakınlık var Yakınlık yok Toplam

n % n % n %

50 25,4 147 74,6 197 100

Katılımcıların ruhsal hastalığı olan bir yakınınız var mı sorusuna evet cevabı veren katılımcılardan annesi olduğunu ifade eden 1’i (%0,5), kardeşi olan 7’si (%3,6), abisi olan 1’i (%0,5), akrabası olan 30’u (%15,2), arkadaşı olan 3’ü (%1,5), çocuğuyum 8’i (%4,1), yakınım yok 147 (%74,6) kişi olduğu belirtti. Katılımcıların ruhsal hastalık yakınlık derecesine göre dağılımı Tablo 8’de verilmiştir.

Tablo 8. Sağlık çalışanın ruhsal hastalık yakınlık derecesine göre dağılımı

Ann es iyi m Kardeş iyi m Abi siyi m Akrabas ıyı m Ar k ad ıyı m Çoc u ğu yu m Yakı n yok n % n % n % n % n % n % n % 1 0,5 7 3,6 1 0,5 30 15,2 3 1,5 8 4,1 147 74,6

(32)

28

Doktorların ruhsal hastalığı olan bir yakınınız var mı sorusuna evet cevabı veren doktorların kardeşiyim 4’ü (%4,0), abisiyim 1’i (%1,0), akrabasıyım 17’si (%17,0), arkadaşıyım 1’si (%1,0), annem 4’ü (%4,0), yakınım yok 73’ü (%73,0) kişi olduğu belirtti. Katılımcıların ruhsal hastalık yakınlık derecesine göre dağılımı Tablo 9’da verilmiştir.

Tablo 9. Hekim ruhsal hastalık yakınlık derecesine göre dağılımı

Has talı k yok Kardeş iyi m Abi siyi m Akrabas ıyı m Ar k ad ıyı m Ann em T op lam n % n % n % n % n % n % n % 73 73,0 4 4,0 1 1,0 17 17,0 1 1,0 4 4,0 100 100

Yardımcı sağlık personelinin ruhsal hastalığı olan bir yakınınız var mı sorusuna evet cevabı veren hekimlerin annesiyim 1’i (%1,0), kardeşiyim 3’ü (%3,1), akrabasıyım 13’ü (%13,4), arkadaşıyım 2’si (%2,1), annem 4’ü (%4,1), yakınım yok 74’ü (%76,3) kişi olduğu belirtti. Katılımcıların ruhsal hastalık yakınlık derecesine göre dağılımı Tablo 10’da verilmiştir.

Tablo 10. Yardımcı sağlı personeli ruhsal hastalık yakınlık derecesine göre dağılımı

Ann es iyi m Kardeş iyi m Akra b as ıyı m Ar k ad ıyı m Ann em Yakı n yok T op lam n % n % n % n % n % n % n % 1 1,0 3 3,1 13 13,4 2 2,1 4 4,1 74 76,3 97 100

Katılımcıların ruhsal hastalık yakını olduğunu belirten 2 (%1,0) kişi aynı evde yaşadığını, 48 (%24,4) kişi aynı evde yaşamadığını, 147 (%74,6) kişi ruhsal hastalık yakını olmadığını ifade etti. Ruhsal hastalık yakını olan aynı evde yaşadığını belitten katılımcıların 1

(33)

29

(%50) katılımcı 1-11 saat/gün birlikte zaman geçirdiğini, 1 (%50) katılımcı 12 saat ve üstü zaman geçirdiğini belirtti.

Katılımcılar, ruhsal sorunlu bireylerin sizde yarattığı duygu nedir? Sorusuna 5’i (%2,5) korku, 1’i (%0,5) öfke, 148’i (%75,1) sıkıntı, 2’si (%1,0) heyecan, 41’i (%20,8) üzüntü hissettiğini belirtti. Katılımcıların ruhsal sorunlu bireylerin yarattığı duygu dağılımı Tablo 11’de verilmiştir.

Tablo 11. Ruhsal sorunlu bireylerin katılımcılarda yarattığı duygu

Korku Öfke Sıkıntı Heyecan Üzüntü Toplam

n % n % n % n % n % n %

5 2,5 1 0,5 148 75,1 2 1,0 41 20,8 197 100

Ruhsal sorunlu bireylerin katılımcılarda yarattığı duygu (Şekil 3).

Şekil 3. Ruhsal sorunlu bireylerin katılımcılarda yarattığı duygu

Doktorların, ruhsal sorunlu bireylerin sizde yarattığı duygu nedir? Sorusuna 1’si (%1,0) korku, 1’si (%1,0) öfke, 79’u (%79,0) sıkıntı, 2’si (%2,0) heyecan, 17’si (%20,8)

5 148 2 41 Korku Öfke Sıkıntı Heyecan Üzüntü

Referanslar

Benzer Belgeler

 cezası 6 aydan 1 yıla kadar hapis veya adlî para cezasıdır. • Özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK

Oğuz, Mustafa, 59 Numaralı Kayseri Şer'iyye Sicili (H.1062-M.1652)Transkripsiyonu ve Değerlendirme, (Erciyes Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek

yet olc;;:utu olmaya ba:]laml:]tlr. Bu genelleme ozellihle BatIh ulkeler ic;;:in gec;;:erlidir. insan haklanna yOklenen bu fonksiyon, :ll. yUzytl- da da edecek gibi

Şevket Dağ, onun portre türündeki çalışmalarını başarılı bulduğundan, Paris’e gönderilmesi için okulun müdürü Tevfik Fikret'e öneride bulun­ du.. Ama

Bazı çeviri kitapları bulunan Sabiha Sertel, Tevfik Fikret, Mehmed Akif Kavgası ve Tevfik Fikret - ideolojisi ve Felsefesi gibi incelemeler yayımladı. Anıları, Roman Gibi

Cami ilk defa 1231 tarihinde Sultan Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmış olup zaman içinde harab olduğundan Kanunî döneminde eski temelleri üzerinde yeniden inşa

Bütün bu gerekliliklerin kaliteli ve sürdürülebilir flartlarda sa¤lanabilmesi için, geliflmifl tüm dünya ülkelerinde oldu¤u gi- bi, ülkemizde de üniversite

Bu çalışmada; İzmir Kenti’ne temin edilen suyun mevcut, alternatif ve yakın gelecekte devreye alınacak su kaynakları dikkate alınarak, kısa zaman periyodu içinde