• Sonuç bulunamadı

PLATON’UN FELSEFESİNDE RUHUN DOĞASI VE İŞLEVLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "PLATON’UN FELSEFESİNDE RUHUN DOĞASI VE İŞLEVLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME"

Copied!
173
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

EGE ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Felsefe Anabilim Dalı

Felsefe Tarihi Bilim Dalı

PLATON’UN FELSEFESİNDE RUHUN DOĞASI VE İŞLEVLERİ

ÜZERİNE BİR İNCELEME

DOKTORA TEZİ

Vedi TEMİZKAN

DANIŞMAN: Prof. Dr. Zerrin KURTOĞLU ŞAHİN

(2)

T.C.

EGE ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Felsefe Anabilim Dalı

Felsefe Tarihi Bilim Dalı

PLATON’UN FELSEFESİNDE RUHUN DOĞASI VE İŞLEVLERİ

ÜZERİNE BİR İNCELEME

DOKTORA TEZİ

Hazırlayan

Vedi TEMİZKAN

DANIŞMAN: Prof. Dr. Zerrin KURTOĞLU ŞAHİN

Jüri Üyesi Jüri Üyesi

Prof. Dr. Kubilay Aysevener Prof. Dr. Nilgün Toker Kılınç

Jüri Üyesi Jüri Üyesi

Doç. Dr. Mehmet Kuyurtar Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil

(3)
(4)
(5)

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR TABLOSU ... 3

ÖNSÖZ ... 4

GİRİŞ ... 5

1. Platon’un Diyaloglarına Farklı Yaklaşımlar ... 7

1.1. Dogmatik Yaklaşım ... 8

1.2. Gelişimsel Yaklaşım ve Üniter Yaklaşım ... 10

1.3. Septik Yaklaşım ... 12

1.4. Analitik Yaklaşım ... 14

1.5. Dramatik Yaklaşım ... 15

1.6. Aletheik - Dramatik Yaklaşım... 22

2. Tezin Temel Soru ve Problematiği ... 35

1. BÖLÜM ... 40

ANAMNESİS KURAMI ... 40

1. Diyaloglarda Anamnesis Kuramı ... 46

1.1. Menon’da Anamnesis Kuramı ... 46

1.2. Phaidon’da Anamnesis Kuramı ... 65

1.3. Phaidros’ta Anamnesis Kuramı ... 95

1.4.Anamnesis Kuramının, Bölünmüş Çizgi ve Mağara Alegorisiyle Yorumlanması ... 111

(6)

2

2. BÖLÜM ... 123

RUHUN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ PROBLEMİ ... 123

2.1. Anamnesis Kanıtı ... 125

2.1.1. Menon’da Anamnesis Kanıtı ... 125

2.1.2. Phaidon’da Anamnesis Kanıtı ... 127

2.1.3. Anamnesis Kanıtının Eleştirisi ... 132

2.2. Son Kanıt ... 136

2.3. Autokineton Kanıtı ... 145

2.4. Ruhun Ölümsüzlüğü Kanıtlarının Birbirleriyle İlişkisi ... 147

3. BÖLÜM ... 149

RUHUN ÖLÜMSÜZ OLDUĞUNU ‘FARK ETMEDE’ ANAMNESİS’İN ROLÜ .. 149

3.1. Son Kanıt’ta Anamnesis’in Rolü ... 149

3.2. Autokineton Kanıtında Anamnesis’in Rolü ... 152

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ... 154 KAYNAKÇA ... 162 Birincil Kaynaklar ... 162 İkincil Kaynaklar ... 163 ÖZGEÇMİŞ ... 167 ÖZET... 168 ABSTRACT ... 169

(7)

3

KISALTMALAR TABLOSU

ADY : Aletheik – Dramatik Yaklaşım

K1 : Anamnesis’in Kavramlarımızın oluşumunu açıkladığını savunan görüş K2 : Anamnesis’in Formların bilgisini açıkladığını savunan görüş

EFD : Eflatun Fikriyyâtı Açısından Kant’ın İdea Kuramının Eleştirel Bir

Değerlendirmesi (2000)

PDT : Platon’un Düşüncesinde Tekhne (1999)

Aletheia : “Platon’un Düşüncesinde aletheia” (2008) Commentary : A Commentary on Plato’s Meno (1965) Trilogy : Plato’s Trilogy (1977)

Phaidon A : “On The Alleged Abandonment of The Good in The Phaedo” (1979) Phaidon B : “The Role of Hypothetical Method in the Phaedo” (1979)

Phaidon C : “Sense-Experience And The Argument For Recollection in Plato’s

Phaedo” (1991)

Menon A : “Sense Experience And Recollection in Plato’s Meno” (1983)

Menon B : “Recollection and The Argument ‘From a Hypothesis’ in Plato’s

(8)

4

ÖNSÖZ

Platon’un felsefesinde merkezi bir önemi olduğunu düşündüğümüz ruhu çalışırken, ruhun doğası ve işlevlerini ele almanın uygun bir yol olacağını düşündük. Bu yönde çalışmalar yaparken de, ruhun doğasının ölümsüzlük olduğunu, işlevlerinden en temel olanının anamnesis (anımsama) olduğunu gördük. Bu yüzden bu çalışmada, ruhun doğasını ve işlevlerini bu iki kavram bakımından inceleyip bunlar arasındaki bağıntıyı anlamaya çalıştık. Bu çabamızda aletheik - dramatik yaklaşımdan hareketle, Platon’un konumuzla ilgili diyaloglarını analiz etmeyi tercih ettik.

(9)

5

GİRİŞ

Bu çalışmada, Platon’un diyaloglarında, duyulur evrendeki her şeyin varlık ve bilinme nedeni olan noeta’ya temas etmenin ve ruhun ölümsüz bir varlık olduğunu fark etmenin mümkün tek yolunun fiilen anamnesis ediminde bulunmak olduğu savunulacaktır. Bu savunmanın kendisinden hareketle yapılacağı yöntemin seçimi, bu çalışma açısından büyük önem arz etmektedir.

Yöntem konusu, her felsefi çalışmada önemlidir, zira yöntem, çalışmanın üzerine dayanacağı temel varsayımları da içerir. Söz konusu bu varsayımlar, çalışmayı koşullayarak çalışmada ulaşılacak sonucu, en baştan belirli kayıt ve koşullar altına almaktadır. Söz konusu olan Platon’un diyalogları hakkında yapılacak bir çalışma olduğunda, yöntem seçimi daha da hayati bir öneme sahip olmaktadır. Çünkü Platon, birinci ağızdan görüşlerini aktarmayıp bunun yerine kurgusal karakterler arasındaki diyalogları içeren metinler yazmaktadır, bu da Platon’un kendi görüşlerine ulaşmayı, Platon’un kendisiyle doğrudan bir diyalog içine girmeyi imkânsız kılmaktadır. Bunun yanında, diyaloglarda pek çok karakterin yer alması, bunların her zaman belli bir bağlam içinde konuşmaları, diyaloglarda birçok farklı mitin ve alegorilerin bulunması vb. özellikler diyaloglarda nelerin odağa alınacağı konusunda özel bir güçlük doğurmaktadır. Bundan dolayı, diyalogların nasıl okunması gerektiği konusundaki yaklaşımlar, özel bir öneme sahiptir.

Yöntem sorusunu açık olarak sorsun ya da sormasın, diyalogların muhatabı olarak her okuyucu, her zaman bazı varsayımlara sahiptir. Daha diyalogları okumaya başlarken dahi, eldeki yazılı metinlerin, ne tip metinler olduğuna, yazarın düşüncelerini doğrudan gösterip göstermediğinin çerçevesini çizen peşin hükümler taşır. Bu peşin hükümler, okuma biçimini, okurken nelerin dışarıda bırakılıp nelerin odağa alınacağını kesin olarak belirlemektedir. Örneğin Platon’a ait yazılı metinler olarak diyalogların, Aristoteles’in bir metni ile aynı olduğunu düşünüyorsak, onları okuma biçimimiz ve onlarda dikkat edeceğimiz hususlar başka, söz konusu metinlerin tiyatro metinleri olduğunu düşünüyorsak, onları okuyuş biçimimiz buna bağlı olarak daha başka olacaktır.

(10)

6

Herhangi bir metni okurken benzer bir sorun mevcut olmakla birlikte, Platonik yazım tarzında bu sorun daha da hayati bir öneme sahip görünmektedir. Zira başka metinlerle ilgili oluşan durumdan farklı olarak, diyalogların neyi temsil ettiği, ne tip metinler oldukları konusunda benimsenen yaklaşım, anlamayı koşullamaktadır. Okuyucunun sahip olduğu yöntemin bu kadar belirleyici olması, yöntemin, diyalogların herhangi bir konu bakımından okunmasında her zaman özsel bir yan taşıması sonucunu doğurmaktadır.

Bu konudaki yöntem ve yaklaşımlar, çok çeşitlilik göstermektedir. Çeşitliliğin kaynağı, diyalogların herkese biraz da kendi istediği gibi olma iznini vermesidir. Sokrates’in yöntemi, öğrenciyi belli bir formata göre şekillendirmeyi içeren başka yöntemlerden farklı olarak, öğrencinin kendi olmasına imkân vermektedir. Sokrates’le olan diyalogunda, kendisini onun aynasında gördükten sonra, kişinin kendini bilmesi ile sonuçlanabileceği gibi, kişinin neyse o olarak kalmasına hatta bazen daha kötü bir duruma gelmesine yol açabilmektedir. Buna paralel olarak diyaloglar da, okurun katılımına açık olduğu, kişinin kendisi olmasına, diyalogların aynasında kendisini görmesine, farklı karakterleri esas alıp onlarla özdeşleşmesine izin veren bir yapıya sahip olduğı için, yaklaşım ve yöntemlerde bir çeşitlilik ile karşılaşılması kaçınılmaz görünmektedir. Şimdi bu farklı yaklaşımların neler olduğuna ve bunlar arasından hangisini, hangi gerekçelerle tercih ettiğimize bakalım.

Yöntem sorunu, şöyle sorular sormayı ve bir tercihte bulunmayı gerektirmektedir: Bizatihi Platon’un diyaloglarını esas kaynak1 olarak benimseyen yaklaşım ve yöntemler bakımından şu sorulara verilecek cevaplar belirleyicidir: Diyaloglar ne tip metinlerdir? Diyaloglar yazarın kendi görüşlerini mi, yoksa bir faaliyeti mi temsil etmektedir? Diyalogların içeriği nelerdir? Dolayısıyla elimizdeki

1

Platon’un diyaloglarını esas kaynak olarak görmek de, aslında bazı yöntemsel tartışmalara belli cevaplar verildiğini varsaymaktadır. Çünkü bunun böyle olmadığını düşünen yaklaşımlar da mevcuttur. Tübingen Okulu’nun yaklaşımına göre, Platon’un akademide verdiği dersler hakkında tanıkların verdiği bilgiler, örneğin Aristoteles’in aktardığı veriler, diyalogların kendisinden daha önemlidir. Bu yaklaşımı, ilerde ele alacağız. Şimdilik, sadece bizim tezimizde Platon’un diyaloglarını esas aldığımızı, Platon’un zihnindeki görüşleri anlamaktan çok, diyaloglarda sunulan biçimiyle

philosophia faaliyetini anlamaya çalıştığımızı ifade edelim. Çalışmada kullanacağımız yöntem

(11)

7

yazılı metinler, nasıl ve hangi yönlerine dikkat edilerek okunmalıdır? Diyaloglardaki dramatik öğenin yeri ve önemi nedir? Ve bütün bu soruların nihai sonucu olarak Platon, neden diyalog formunda yazmayı tercih etmiştir? Diyaloglar okunarak, yazarın bir konu hakkındaki görüşleri tam olarak anlaşılabilir mi? Bu konularda hangi yöntem yaklaşımlar vardır, bunların temel/yöntemsel varsayımları nelerdir? Şimdi bu sorular eşliğinde diyalogların nasıl okunması gerektiği konusundaki farklı yaklaşımları ele alalım.

1. Platon’un Diyaloglarına Farklı Yaklaşımlar

Platonik diyalogların nasıl okunacağı, nasıl yorumlanacağı konusunda birçok farklı yaklaşım mevcuttur. Bizim tezimizde, çok çeşitlilik gösteren bu yaklaşımların hepsini teker teker veya tüketici bir biçimde ele almamız imkânsızdır. Biz sadece çalışmamızın hareket noktası olan yaklaşımı açık hale getirerek, kullanacağımız yaklaşımı tercih etme gerekçelerimizi sıralayacağız. Mevcut diğer yaklaşımların ayrıntılı bir tartışmasına girişmeyeceğiz. Çalışmamızda diyalogları, problem edindiğimiz soru açısından ve belli bir yaklaşımdan hareketle okuyarak yorumlayacağız. Dolayısıyla, mevcut diğer yaklaşımları, kendi kullanacağımız yaklaşımı anlamak ve sınırlarını daha belirgin kılmak adına ele alacağız.

Çeşitlilik arz eden yaklaşımlar,2

birbirlerinden, ya ulaştıkları sonuçlar bakımından ya da diyalogların niteliği, diyaloglardaki hangi unsurların önem taşıdığı vb. konularında sahip oldukları varsayımlar bakımından ayrışmaktadır. Platonik diyalogların okuma biçimleriyle, filozof ve yorumcuların ulaştıkları sonuçlar bakımından birbirinden ayrışan Platon’u anlama biçimlerini kast etmiyoruz. Yani, Aristoteles’in, Kant’ın, Hegel’in, Nietzsche’nin vb. başka yorumcuların, kendilerine özgü bir biçimde Platon’u nasıl alımladıkları ile ilgilenmiyoruz. “Yaklaşım” derken asıl ilgilendiğimiz, diyalogların ne tip metinler olduğu, nasıl ele alınması gerektiği vb.

2 “Yöntem” ve “yaklaşım” kavramları arasında bir ayrım yapılabilir. “Yöntem” kavramından,

diyalogların ne tip metinler olduğu, burada nelerin önem taşıdığı, diyaloglardaki bazı karakterlerin sözlerinin yazarın görüşleriyle nasıl bir ilişkiye sahip olduğu vb. metodolojik sorunlar anlamaktayız. Buna karşın “yaklaşım” kavramından ise, bazı yöntemsel varsayımlara ayağını basarak yapılan her bir yorumu anlamaktayız. Tezimizde yöntemsel sorunları derinlemesine ele alamayacağımız için, yöntem meselesine varolan yaklaşımları ele alırken değineceğiz.

(12)

8

metodolojik sorulara verdikleri cevaplar ve sahip oldukları bazı genel varsayımlar ile birbirlerinden farklılaşan genel yaklaşımlardır. Şimdi bu yaklaşımlara bakalım.

1.1. Dogmatik Yaklaşım

Diyalogların nasıl okunacağı konusundaki temel yaklaşımlardan biri, Akademia’da Platon’un ardılı Speusippos tarafından ortaya konmuş olan dogmatik yaklaşımdır. Dogmatik yaklaşım, birbirinden farklılaşan temsilcilerine göre, gelişimsel dogmatik öğreti ve unitaryan dogmatik öğreti alt başlıklarına ayrılır. Ayrıntılarda aralarında farklılıklar olmakla birlikte, her iki yaklaşım da, zaman içinde değişsin ya da değişmesin, diyalogların belirli bir öğreti içerdiğini savunmaktadır. Dogmatik yaklaşım, Platon’un zihninde bir öğreti olduğunu ve bu öğretinin, diyalogların okunması ve diyaloglardaki ana kahramanların –Sokrates ya da bir başkası- ifade ettikleri argümanların incelenmesiyle anlaşılabileceğini öne sürmektedir. Benzer bir biçimde, analitik felsefenin metotlarını kullanan analitik yaklaşım da argümanların incelenmesi suretiyle, Platon’un düşüncelerinin Platon'un kendisinden dahi daha iyi anlaşılabileceğini savunur.

Dogmatik yaklaşım, ilk olarak “Eski Akademi” döneminde, yaklaşık M.Ö. 347 – M.Ö. 274 yılları arasında geçerlilik kazanmıştır. Akademinin Platon sonrasındaki yöneticileri olan Speusippus ve Ksenokrates’in öncülüğünde gelişen bu yorum, yaklaşık M.Ö. 274 – M.Ö. 80 yılları arasındaki “Yeni Akademi” döneminde sekteye uğramış, ancak Antiokhus’un Akademinin başına gelmesiyle tekrar canlanmıştır. Neo-Platonculuk döneminde başat hale gelen dogmatik yaklaşım, günümüzde de halen kabul gören bir yaklaşımdır.

Dogmatik yaklaşım, sistematik bir düşünce yapısına sahip olduğunu varsaydığı Platon’un belirli bir öğretisi olduğunu savunmaktadır. Buna göre, yazılı metinler olarak diyalogların her ifadesinin, yazarının görüşlerini doğrudan temsil ettiği söylenememekle birlikte, yine de diyaloglar okunarak, Platon’un söz konusu öğretisi buradan çıkarsanabilir. Bu görüş, diyaloglardaki başkahramanın, Platon’un sözcülüğünü yaptığını ve dolayısıyla başkahramanın sözlerinin Platon’un bizzat kendi

(13)

9 görüşleri olarak görülebileceğini savunur.3

Bu nedenle, diyaloglardaki ana karakterin ifadelerinden hareketle, Platon’un görüşlerine ulaşılabilir. Bu yaklaşıma göre, diyaloglarda dikkat edilmesi gereken yer, öncelikle, başkahramanın muhataplarına söylediği sözlerdir. Bunlar bir argüman niteliğinde olabileceği gibi, bazen temellendirilmemiş fakat sadece ifade edilmiş sözler, hatta sadece imalar şeklinde de olabilirler. Bunlar dışında, metnin kuruluşu, sözlerin nasıl ifade edildiği vb. unsurlar, metnin, felsefeyle doğrudan ilgisi olmayan edebi kısımları olarak görülmektedir.

Ayrıca bunun yanında, Platon’un yazılı olmayan şifahi bir öğretisi (agrapha

dogmata) olduğunu, bu öğretinin sadece Akademi’de verilmiş özel derslerde ifade

edildiğini savunan bir dogmatik yaklaşım türü de vardır. Tübingen Okulu tarafından temsil edilen bu yaklaşım, ezoterik yaklaşım adını almaktadır. Buna göre, Platon kendi felsefe anlayışını, sadece Akademide verdiği derslerinde açık olarak ifade etmiştir. Diyaloglarda ifade edilen görüşler, dolaylı ve genelde kısmi değinmeler şeklinde oldukları için, ancak bu şifahi öğreti (agrapha dogmata) temelinde ele alınırsa belli bir bütünlük ve anlam kazanabilir. Dolayısıyla, Platon’un kendi görüşlerinin açık ve doğrudan bir ifadesi olan şifahi öğreti, diyaloglardan daha önemli bir kaynak olarak görülmektedir. Zira Platon’un görüşleri, ancak diyaloglar, bu öğreti temeline oturtulduğunda anlaşılabilir. Bundan dolayı, ezoterik yaklaşım, Platon’un derslerde ifade ettiği görüşleri ifade eden Aristoteles’in tanıklıklarına, Platon’un kendi görüşlerini doğrudan ifade ediyor olduklarını kabul ettikleri için, diyaloglardan daha büyük bir önem atfeder.

Strauss ve takipçilerinin temsil ettiği bir başka ezoterik yaklaşım, Platon’un ezoterik bir yazım tarzına sahip olduğunu savunur. Onlara göre, Sokrates’in görüşlerinden ötürü ölüme mahkûm edilmesi, Platon’un böyle bir yol benimsemesini zorunlu kılmıştır. Bu yaklaşım, sadece diyalogları esas almaktadır. Fakat diyalogların bağlamını, diyaloglarda ifade edilen sözlerin nasıl, ne zaman, nerede, kime ifade edildiğini dikkatle incelemek gerektiğini savunur. Dramatik yaklaşımdan beslenen bu yaklaşım, sadece açık olarak ifade edilmiş sözleri değil, fakat açıkça ifade edilmeyip

3 Orhan, Özgüç, “Jacob Klein’da Tortulaşma, Eğitim ve Platon’a Dramatik Yaklaşım”, Felsefe ve Sosyal

(14)

10

sadece ima edilen sözleri, hatta sessizlikleri ve çelişkileri bile dikkate almak gerektiğini öne sürer.4

Bu yaklaşımı yine dogmatik yaklaşımın bir türü yapan özellik, Platon’un sistematik bir öğretisi (dogmata) olduğunu, yani bir felsefe sistemine sahip olduğunu varsaymasıdır.

Burada, dogmatik yaklaşıma, Platon’un neden diyalog formunda yazmayı tercih ettiği sorusu sorulabilir. Platon’un zihninde eğer açık, anlaşılır, sözle ifade edilebilir bir sistemi/öğretisi varsa ve diyalogları yazmasındaki amaç okuyuculara bu öğretiyi iletmekse, diyalog formunda yazmak bu amaç için uygun bir araç mıdır? Eğer Platon’un amacı gerçekten okuyuculara kendi sistemini iletmek ise, birbirinden bu derece farklılaşan, karşıt hatta birbiriyle çelişik yorumların varlığı, seçtiği aracın amacına pek hizmet etmediği yönünde bir kanıt olarak yorumlanabilir. Bunun yanında, diyalogların, onların okurunun diyaloglardan hareketle bir sistem çıkarmaya çabalamasına tabiri caizse direnmesinin, yani diyaloglardan tutarlı ve bütünlüklü bir sistemin bir türlü çıkarılamaması olgusunun nasıl açıklanacağı da bu yönteme sorulabilecek diğer bir sorudur.

Bizce bu durum, diyaloglarda ifade edilen görüşlerin, sadece okumak üzerinden, okurun kendi bilgisi olamayacağının bir hatırlatılması olarak görülebilir. Dolayısıyla yazarın, okurun zihinsel bir sistem yaratması değil de, ruhun deneyimlemesi yönünde çabaladığı söylenebilir. Böylelikle, elden ele verilebilen, aktarılabilen, zihne dayalı bir bilginin yerine kişinin kendisine dışsal olmayan, deneyimsel bir görüye (noesis) dayanan bir bilginin (episteme) asıl amaç olduğu da anımsatılmış olur.

1.2. Gelişimsel Yaklaşım ve Üniter Yaklaşım

Dogmatik yaklaşımın bir türü olan “gelişimsel” (developmentalist, geneticist) yaklaşım, diyaloglarda ifade edilen görüşlerin zaman içinde değiştiğine, bir tür düşünsel evrim geçirdiği varsayımına dayanır. Bu varsayım, diyalogların yazım

4 Ausland, Hayden, W., “On Reading Plato Mimetically”, The American Journal Of Philology, Vol. 118,

(15)

11 stillerine göre, yani “stilometri” (stylometry)5

kullanılarak tarihlendirilmesine, yazım tarihlerinin saptanmasına dayanmaktadır. Yazım tarihleri belirlenen diyaloglar, bu sayede dönemlere göre sınıflandırılabilir. Gelişimsel yaklaşımı savunan araştırmacıların çalışmaları sonucu, diyalogların yazım stili yanında, “eserlerin dil özellikleri, onlarda birbirlerine yapılan atıflar, üslup farklılıkları, eserlerde yer alan tarihi olaylar ve kişiler üzerine yapılan araştırmalar vb.”6

dikkate alınarak diyalogların kronolojisi ve buna dayanan bir dönemsel sınıflandırılması yapılmıştır. Söz konusu bu dönemsel sınıflandırma, Platon’un diyaloglarda ifade edilen görüşlerinin nasıl bir değişme ve gelişme sergilediğini daha kesin olarak belirlemek açısından önem taşımaktadır. Gelişimsel yaklaşım, diyalogların üç veya dört döneme göre sınıflandırılabileceğini savunmaktadır. Dört dönemli sınıflandırmada, Gençlik Dönemi, Geçiş Dönemi, Olgunluk Dönemi ve Yaşlılık Dönemi olmasına karşılık üç dönemli sınıflandırmada Gençlik, Olgunluk ve Yaşlılık dönemlerine yer verilir. Gençlik döneminde yazılmış olan diyaloglar, Sokrates’in etkisi altında yazılmış olup burada genellikle Sokrates’in uğraştığı sorunlar ele alınır. Burada problem edinilen konu herhangi bir sonuca bağlanmaz ve bir çıkmaz ile çözümsüzlük (aporia) ile nihayetlenir. Bundan dolayı “Sokratik” ya da “Aporetik” olarak adlandırılan bu diyaloglarda, herhangi bir pozitif öğreti öne sürülmez.7 Olgunluk dönemi diyaloglarında, gelişimsel yaklaşıma göre, Platon’un kendi felsefesi sergilenir. Meşhur “İdealar Öğretisi” bu dönemde formüle edilip geliştirilir. Yaşlılık dönemi diyaloglarında, Platon’un önceki dönemde öne sürdüğü görüşler, yeniden ele alınıp geliştirilir, gözden geçirilip düzeltilir.8

5 Diyalogların stilometri kullanılarak tarihlendirilmesi ve buna dayanarak sınıflandırılmasından ilk kez

Lewis Campbell (1830-1908) söz etmiştir. Bkz. Orhan, age., s. 267.

6

Arslan, Ahmet, İlkçağ Felsefe Tarihi 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2008, s. 193.

7 Bkz., Arslan, age., s. 193-194, Orhan, age., s. 267 ve dipnot 44. Gelişimsel yaklaşımın bu

sınıflandırmasına uymayan çok önemli iki diyalog vardır. Yaşlılık döneminde sınıflandırılmış olmasına karşın Theaitetos ile Parmenides diyaloglarında, herhangi bir pozitif görüş öne sürülmez ve diyaloglar bir aporia ile nihayetlenir.

8 Gelişimsel yaklaşımın bu sınıflandırması, diyalogların kategorik bir şekilde sınıflandırılmasının

(16)

12

Şimdi gelişimsel yaklaşıma bir tepki olarak doğan üniter yaklaşıma bakalım. Paul Shorey (1857-1934) ile özdeşleşen ve Hans von Arnim (1859-1931) ve Harold Cherniss (1904-1987) ile temsil edilen üniter yaklaşım (unitarian), Antik çağdan beri süregelen dogmatik yaklaşımın bir devamıdır. Diğer dogmatik yaklaşımlardan farkı, Platon’un dramatik yönünün önemine de işaret etmesi ve katı sistemciliğe karşı olmasıdır. Gelişimsel yaklaşıma karşı, Shorey, Platon’un “tek ve tutarlı bir öğretisi” olduğunu, “diyaloglar arasındaki ufak farkların büyük düşünsel değişimlerin göstergesi olarak yorumlanmaması gerektiğini” savunmaktadır. Yine Platon’a “sistem” atfeden dogmatik yoruma da karşı çıkarak, “Platon’un felsefesinin katı bir sistem şablonuna oturtulup, sonra da bu şablona uymayan kısımların Platon’un tutarsızlığı diye eleştirilmesinin yanlışlığını” savunmaktadır.9

Dolayısıyla bu yaklaşım bir yandan dogmatik yaklaşımın bir örneği olmakla birlikte diyalogların belli bir spesifik “sistem” içine yerleştirilmesine karşı çıkmaktadır. “Sistematik” olma ile “sistem” sahibi olmak arasında yapılacak bir ayrımla bakıldığında, bu yaklaşımın iddiaları makul olarak görülebilir. Buna karşın, diyaloglarda tartışılan görüşler arasındaki farklılıkları önemsizleştirme eğiliminde olması10

ve Platon düşüncesinin birliğini baştan varsayması eleştirilebilecek hususlardır.

1.3. Septik Yaklaşım

Septik yaklaşım, yaklaşık M.Ö. 274 – M.Ö. 80 yılları arasında, “Yeni Akademi” döneminde başat hale gelmiştir. Arkesilaos’un akademinin başına geçmesiyle başlayan bu yaklaşıma göre, kendi pozisyonunu ve sahip olduğu belli bazı felsefi görüşleri savunmak için değil de, başkalarının görüşlerini araştırmak, sorgulamak üzere tartışmak, felsefe yapmanın Platoncu yoludur. Diyaloglarda sunulan haliyle Sokrates’in tartışma yöntemi, başka biriyle, kendi tercihlerine ve kendi düşüncelerine göre konuşup ona savunduğu görüşlerde bir problem olduğunu göstermekten oluşur. Asıl olan burada Sokrates’in kendi görüşleri ve onların savunulması değildir. Dolayısıyla, bu yaklaşıma göre, Platon’da veya Sokrates’te bulduğumuz pozitif görüşler, doğru olduğuna inanarak ve kendinden emin bir şekilde

9 Orhan, age., s. 268.

10

(17)

13

sunulduğunda dahi, tartışma için öne sürülmüş pozisyonlar statüsündedir. Bundan dolayı, dogmatik yönteme karşı duran Septik yaklaşım, Akademide öğrencilere, her zaman mevcut dogmalara karşı çıkmayı öğretmiştir.11

Septik yaklaşımı savunan Cicero’ya göre, diyaloglarda, “hiçbir şey katı bir şekilde öne sürülmez, bir sorunun her iki tarafı için de bir çok argüman mevcuttur. Herşey tartışmaya açıktır ve hiçbir şey kesin olarak öne sürülmemiştir.”12

Septik Yaklaşıma göre, öne sürdüğü görüşlerin doğru olduğuna inandığı durumlarda dahi, Sokrates’in amacı tartışmanın kendisidir. Karşı tarafa kendi görüşlerini kabul ettirmek değildir. Septik yaklaşım dikkate alındığında, diyaloglardan hareketle herhangi bir sisteme, bir öğretiye ulaşmak imkânsız görünmektedir. Diyaloglarda ifade edilen pozitif öğretilerden hareket edilecek olsa bile, bu görüşlerin tam olarak ne olduğunu belirlemek mümkün değildir. Zira bunlar, diyaloglarda sadece ele alınıp farklı yönlerinden tartışılan görüşlerdir. Hiçbir görüş, bütün yönleriyle sistematik olarak ele alınıp tartışılmamaktadır. Bundan dolayı, diyaloglarda karşılıklı tartışma içinde ifade edilen herhangi bir görüşün ne olduğu sadece diyaloglardan hareketle13 temellendirilemez. Dolayısıyla, diyaloglarda sadece bazı görüşler masaya yatırılıp tartışılmaktadır ve bunlardan herhangi bir sistematik öğreti oluşturulamaz. Septik yaklaşıma göre, böyle bir girişim, diyaloglarda sunulan Sokrates’in tartışma ruhuna terstir.

Bizce bu yaklaşıma sorulabilecek ilk soru, diyaloglarda yer alan ana karakter ile diğer karakterlerler arasında mevcut olan asimetrinin nasıl açıklanacağıdır? Bu başkahraman, neden sürekli bir eğitmen/usta/bilge modunda insanları sorguya çekmektedir? Bu sorgulamanın başka bir amacı yok mudur? Örneğin Devlet’te anlatılan yolculuk metaforu dikkate alındığında bu soru nasıl yanıtlanabilir?

11 Annas, age., s. 33, 34.

12 Annas, age., s. 36.

13 Esoterik yaklaşım da, Tenneman’ın yaklaşımı da, sadece diyaloglardan hareketle herhangi bir sistem

kurulmaya çalışılmasının yarattığı güçlükten, diyalogların dışındaki referans noktalarına başvurarak kurtulmaya çalışır. Esoterik yaklaşım, Platon’un şifahi “öğreti”sine atıf yapar. Tenneman ise, Platon’un diyaloglarda “dağınık” ve “yetersiz” bir biçimde ifade ettiği görüşleri, Kant’ın felsefesini temele alarak, bu zeminde yeniden kurmaya çalışır.

(18)

14

1.4. Analitik Yaklaşım

Gelişimsel yaklaşımı savunan Gregory Vlastos’un (1907-1997) öncülerinden biri olduğu bu yaklaşım, Gilbert Ryle (1900-1976), Richard Robinson (1902-1996) ve G. E. L. Owen (1922-1982) ile temsil edilir. Analitik yaklaşıma göre, Platon’un diyaloglarında önemli olan şey, diyalogların edebi yanından ziyade orada ele alınan düşünceler ve kanıtlamalardır. Diyalogları yorumlayanların görevi, argümanları ele alıp onlardaki “mantıksal açıkları”, “eksikleri” açığa çıkarmaktır. Vlastos ve analitik yaklaşımı savunanlar, diyaloglarda ortaya atılan argümanları analitik felsefenin geliştirdiği yöntemleri kullanarak incelediklerinde, Platon’u, kendi çağdaşlarından ve sonraki devirlerin yorumcularından olduğu kadar Platon’un kendisinden bile daha iyi anlaşılabileceklerini savunmaktadırlar. Vlastos’a göre, Platon’un erken dönem diyaloglarındaki ana karakter olan “Sokrates” karakteri, tarihsel Sokrates’i yansıtmaktadır.14

Buna karşın, olgunluk dönemi ve yaşlılık dönemindeki “Sokrates karakteri” sistematik bir filozof olarak Platon’un sözcüsüdür. Dolayısıyla ilk dönem dogmatik olmayan karakter giderek daha dogmatik bir karakter halini almıştır. Vlastos, ilk dönemin çürütme yöntemi (elenkhos) ile karakterize edildiğini savunur. Burada Sokrates, herhangi bir hakikat iddiasında bulunmayıp sadece diyalog kurduğu kişinin görüşlerini eleştirir. Bu sayede, ortak yürütülecek bir araştırmaya girişmek mümkün olur.

Analitik yaklaşım, kullandığı yöntem ve ulaşmaya çalıştığı sonuçlar bakımından, diyaloglarda ifade edilen düşünce ve argümanlara odaklandığı ve bu argümanların dramatik bağlamını önemsiz gördüğü ölçüde dogmatik yaklaşıma yakın durmaktadır. Bununla birlikte, Platon’un asıl amacının okuyucuları, kanıtlamaları kendimiz için yeniden düşünmeye, felsefi sorunlara angaje olup bunları tartışmaya, kısacası felsefe yapmaya teşvik ettiğini öne sürmesi bakımından Septik yöntemi andırmaktadır.

14

(19)

15

1.5. Dramatik Yaklaşım

Schleiermacher’in öncülük ettiği bu yaklaşım, Alman klasikçi Paul Friedländer (1882-1962) ile yeniden canlandırılır, daha sonra Jacob Klein (1899-1978) ile yetkinleştirilir. Dramatik yaklaşım, Marburg Üniversitesi’nde, 1930’lu yılların başlarında Friedländer’ın derslerini takip eden Gadamer ile Klein’ı, daha sonra da Strauss gibi birçok filozofu etkilemiş olsa da, ancak yirminci yüzyılın son çeyreğinde ciddi bir ekol olarak kabul görmeye başlamıştır.15

Dramatik yaklaşımın öncüsü Schleiermacher’e göre, diyaloglar, onların hem biçim hem de içerikleri dikkate alınarak yorumlanmalıdır. Felsefi içeriğin önemsenip biçimin dışsal bir unsur, arızi bir yan olarak görülmesi, ona göre, diyalogların bütünlüğünü dikkate almamakla sonuçlanmaktadır. Schleiermacher’e göre, diyaloglar, aslında tarihsel Sokrates’in yaptığı canlı ve diyalojik felsefenin bir taklididir. Dolayısıyla, Platon’un diyalog formunda yazmayı tercih etmesinin sebebi pedagojik amaçlıdır. Platonik diyalogların amacı, “okuyucunun zihninde yazarın eserini yaratırken ürettiği düşünceleri kendiliğinden üretmesini sağlamaktır.”16

Bu düşüncesini, daha çok Phaidros diyaloguna dayandıran Schleiermacher, diyalogların pedagojik bir sıralaması olduğu sonucuna ulaşır. Bu görüşten hareket ederek diyalogları ardışık üç gruba ayırır, sonra her gruptaki diyalogları da kendi içinde

15 Dramatik yaklaşım, diğer yaklaşımlardan, özellikle de, Türkiye’de kabul gören gelişimsel - dogmatik

yaklaşımdan görece daha az bilindiği ve daha az yaygın olduğu için ona daha uzun bir yer ayıracağız. Ayrıca, çalışmamızın dayanacağı aletheik yaklaşım ile özel akrabalığından dolayı da bu yaklaşım, tezimiz için özel bir yere sahiptir. Bu yaklaşım, Strauss ve Gadamer’in Platon okumalarında önemli bir yer taşır. Fakat tezin sınırları elvermediğinden, dramatik yaklaşımı, Jacob Klein’ın eserleri ile sınırlandıracağız. Kendisi, dramatik yaklaşımı, Schleiermacher’den sonra canlandırıp geliştiren, en olgun haline getiren Platon uzmanıdır. Klein’ın dramatik yaklaşım konusundaki önemi, hem Strauss hem de Gadamer tarafından tanınmaktadır. Friedländer’in, Platon’u felsefi açıdan iyi anlayamadığını düşünen Strauss, dramatik yaklaşımı, kendisini Platon’un mevcut okunma biçimlerinin yetersiz olduğuna ikna eden Klein’a borçlu olduğunu ifade etmektedir. Gadamer, dramatik yaklaşımın, “Klein ve Friedländer’in keşfi” olarak nitelendirmekle birlikte, Strauss’un Friedländer’in felsefi yetersizliği konusundaki tespitine de katılmaktadır. Bkz. Orhan, age., s. 262, 270. Türkiye’deki bazı Platon uzman ve yorumcularının eserleri için bkz. Arslan, age.; Cevizci, Ahmet, Diyalogların Çevirisi için Yazdığı

Önsözler.

16

(20)

16

sıralar. Schleiermacher, ilk gruptaki diyalogların başına, Platon’un “pedagojik yaklaşımının çekirdeği” olarak gördüğü Phaidros diyalogunu yerleştirir.17

Dramatik yaklaşım, Schleiermacher’den sonra tamamen yok olmaz ama ancak klasikçi Friedländer’in çalışmalarıyla yeniden canlanır. Bizzat Klein’ın kendisi, Friedländer’in bu süreçte önemli bir yeri olduğunu kabul eder. Klein’a göre, diyalogların dramatik yönüne vurgu yapan Friedländer’in çalışmalarıyla, içerik ve biçimin birbirinden ayrılmazlığı tekrar vurgulanmış olur: “Son zamanlarda, Platonik diyalogların sözümona ‘dekoratif’ kısımlarını felsefi içeriklerinden ayrıştırmayı ilk reddedenin Paul Friedländer olduğunu vurgulamak zorunludur.”18

1.5.1 Jacob Klein’ın Dramatik Yaklaşımı

Klein’a göre, Platonik diyaloglar19

monolog tarzında yazılmış bir kitap olmadığı gibi, “Aristoteles’in eldeki birçok eseri, Plotinos’un Enneadlar’ı gibi bir risale veya bir ders notu” da değildir. Klein, diyalogların dramatik yönüne ilk dikkat çekenin Aristoteles olduğunu düşünmektedir. Aristoteles’e göre,20

Sokratik diyaloglar, Sophron21 ve Xenarkhos’unkiler gibi mimlere (taklitlere) benzer.”22 Platonik diyaloglar, “kendisi adına konuşma iddiasında olan kitaplar” olmadığından dolayı onları, tarihçi ve yorumcular içinde “drama olarak, felsefi mimler, felsefi komedi ve trajediler olarak görenler az değildir.23

17 Orhan, age., s. 269.

18 Klein, Jacob, A Commentary On Plato’s Meno, University Of North Carolina Press, Chapel Hill,

1965, s. 19, dipnot 51. Bundan sonra Commentary şeklinde anılacaktır.

19 Bu ifadeyi Klein, Platon’un yazmış olduğu diyaloglara atfen kullanmaktadır.

20 Aristoteles, bunu şu sözlerle ifade eder: “Sokratik konuşmalar (Sokratikoi logoi) Sophron ve

Xenarkhos’un mimlerine (mimos) benzer.” Poetika, 1447 b 9-11. Ayrıca karş. Poetika, 1486 a 9-12. Aristoteles, Poietika, Şiir Sanatı Üzerine, çev. Nazile Kalaycı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2005.

21 Diogenes Laertios’un aktardığına göre, Platon, Sophron’un (aktif olduğu dönem M.Ö. 430 yılıdır)

Mimler’ini Atinaya ilk tanıtan kişidir. Hatta Platon’un yastığının altında Sophron’un eserleri vardır. Bkz. Laertios, Diogenes, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, çev. Candan Şentuna, YKY, İstanbul, 2003, 3.13.

22 Klein, Jacob, Plato’s Trilogy, University of Chicago Press, Chicago, 1977. Bu kitabın giriş

bölümünden yaptığımız alıntıları Özgüç Orhan’ın çevirisinden yapacağımız için, dipnotları da bu çevirideki sayfa numaralarına göre vereceğiz. Giriş bölümü dışındaki alıntıları, kendi çevirimizle kitabın orjinalinden yapacağız. Giriş bölümü çevirisi için bkz. Orhan, Özgüç, age. içinde, s. 271-276. Kitabı bundan sonra Trilogy olarak anacağız.

(21)

17

Peki diyalogları, yukarıda andığımız standart düz yazı formundaki felsefi metinlerden ayıran özellikleri nelerdir? Diyalogların yazarı olarak Platon, diyaloglarda hiçbir zaman birinci tekil şahıs formunda konuşmamakta, dolaylı bir anlatım yoluna gitmektedir. Bunun yanında, diyaloglar, “zımni ipuçları ve imalarla okuyucuya dolaylı olarak iletilen”24 mesajlar da içermektedir. Ayrıca burada, bilgiler hazır verilmediği gibi, savunulan görüşler birbirini tutmayıp, çoğu zaman tutarsızlıklar ve hatta çelişkiler de içermektedir. Diyaloglarda kullanılan terimler, bilerek bazen bir anlamda, bazen başka bir anlamda kullanılmaktadır. Bedu-Addo, Platon’un “dikkatsiz olanları şaşırtmak için, kasıtlı olarak kelimeleri şimdi bir anlamda, biraz sonra başka bir anlamda” kullandığına işaret etmektedir.25

Diyalogların bu tip kendine özgü yanlarına dikkat çeken Klein’a göre, diyaloglar, tarihsel Sokrates’in felsefe yapma tarzını ve eğitim modelini taklit etmektedir. Yani bu metinler, aslında Sokrates’in yaptığı canlı ve diyalojik felsefenin bir taklidi olmak üzere kurgulanmış teatral metinlerdir. Sokrates’in felsefe yapma tarzı, mahiyeti gereği, karşılıklı konuşmaya, tartışma ve sorgulamanın sürüp gitmesine dayanmaktadır. Bu birebir ve canlı diyalogun bir taklidi olmayı amaçlayan diyaloglar da, Sokratik felsefenin diyalojik özelliğini yazı aracılığıyla mümkün olduğunca yerine getirmeye çalışmaktadır. Canlı bir söz, sözün bir taklidi olan yazıya aktarıldığında, yazının doğasından kaynaklanan bazı problemler de ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla diyalogların bu halde yazılmasının diğer bir sebebi de standart düz yazının sahip olduğu bazı doğal kusurlardır.

Phaidros diyalogunda Sokrates, söz konusu yazı meselesine değinir. Bu

diyalogda, yazılı metinlerin donmuş sözler olduğunu, farklı sorulara tekrar tekrar hep aynı yanıtı verdiğini, yazılı hale geldikten sonra onun gerçekte ne hakkında olduğunu anlayanın anlamayanın eline geçtiğini ve en önemlisi metnin muhataplar arasında herhangi bir ayrım yapmadığını, farklı kimselere aynı şekilde hitap ettiğini ifade

24 Orhan, age., s. 270.

25 Bedu-Addo, J. T., “Sense-Experience And The Argument For Recollection in Plato’s Phaedo”,

(22)

18

eder.26 Klein’a göre Platonik diyaloglar, yazının bu doğal kusurlarını olabildiğince ortadan kaldırmak, ruhların her birine, onlara uygun şekilde hitap etmek, onları kendilerine en uygun olan yolla yönlendirmek (psykhagogia) gayesiyle böyle tasarlanmışlardır. Dolayısıyla nasıl Sokrates, her zaman bir muhatap ile felsefe faaliyeti yürütüyorsa, diyaloglar da okuyucusunu muhatap olarak alıp onu felsefi tartışmaya müdahil kılmaktadır. Bunun yanında, Sokrates, ilkece herkesle konuşmaya açık olsa da, muhatabının ruh durumunu dikkate alarak onu sorguluyor, ona kendisine uygun gördüğü sözler söylüyorsa, diyaloglar da muhatabına yani, okuyucuya göre konuşacak şekilde tasarlanmışlardır. Yani okuyucuların hepsine aynı biçimde seslenmeyip okuyucuları farklı düzeylerde muhatap almaktadırlar.

Peki, en nihayetinde yazılı bir metin olan diyaloglar, muhataplarına farklı biçimlerde hitap etme amacını nasıl ve hangi araçlarla gerçekleştirmektedir? Diyaloglar, muhatabına göre konuşmak üzere, onları birbirlerinden ayırt edecek farklı anlam katmanlarına sahiptir. Okuyucunun dikkat ve algılama düzeyini seçmek üzere kurgulanmış olan bu katmanlar, ilk bakışta anlaşılamayacak olan imalar ve sessizlikler içermektedir. Bu katların açılıp anlaşılması belli bir dikkat ve anlayış gerektirmektedir. Klein’a göre, diyaloglardaki bu yazım tarzı ve edebi sanatlar ile okuyucu muhatap alınmakta ve ona uygun bir şekilde hitap edilmiş olunmaktadır.27

Klein’ın dramatik yaklaşımına göre, hiçbir diyalogun, Platonik denebilecek bir “doktrini temsil ettiği söylenemez. Bir diyalog, düşünür Platon’un asıl ve nihai

26 Schleiermacher, Friedländer ve Klein’a göre, söz konusu bu yazı eleştirisi, en başta Phaidros

diyalogunun bizzat kendisi için olduğu kadar diğer bütün Platonik diyaloglar için de geçerlidir. Onlara göre, Platonik diyaloglar, tam da bu eleştiriyi karşılamak üzere böyle yazılmışlardır. Friedländer’e göre “diyalog, kitap formunun kendisini askıya alan/iptal eden tek kitap formudur.” Klein, Commentary, s. 6.

27 Bedu-Addo, Platon’un kendine özgü bir yazım tarzı olduğunu ifade etmektedir: “(…) Platon’un felsefe

yazma tarzı özsel olarak doğurtmacıdır (maieutic). Aristoteles’ten farklı olarak Platon, bilginin bir kişiden diğerine elden ele verilebilecek bir şey olmadığı ve uygun felsefe öğretme ve yazma yönteminin okuyucuya ipuçları ve anımsatıcılar sunmak olduğu inancıyla, görüşlerini açıkça ve sistematik bir biçimde belirtmeye girişmemiştir.” Bedu-Addo, J. T., “Sense Experience And Recollection in Plato’s Meno”, American Journal of Philology, 104, 1983, s. 229. Bundan sonra Menon A olarak anılacaktır. Bedu-Addo, ulaşamadığımız yayınlanmamış doktora tezinde, Sokrates’in sorgulama tekniğinin doğurtmacı bir sanat olduğunu ve bu doğurtma sanatının, anamnesis kuramı inancına dayandığını savunmaktadır.

(23)

19

düşüncelerine işaret edebilir; ama bunlar hiç tam bir netlikle önümüze konmaz.”28

Yani diyaloglarda yazarın onayladığı düşünülebilecek bir görüşe işaret edilse bile, bu görüş hiçbir diyalogda sistemli bir şekilde ele alınmaz. Fakat bu durum, “diyalogların hiçbir doktrinal/öğretici iddia içermediği” anlamına gelmez. Sadece onların, “felsefi sistem” olarak adlandırılan bir “doktrin” içermedikleri anlamına gelir.29

Dolayısıyla, Klein, Platon’un sistematik bir öğretisi olduğu görüşüne mesafeli durmaktadır. Bu durum, Platonik “terminoloji”nin yokluğu ile de paralellik arz etmektedir: Diyalogların “karakteristik yapısı” göz önüne alındığında, “Platonik diye nitelenebilecek bir ‘terminolojinin’ varlığından söz etmek”30 mümkün

görünmemektedir. Terminoloji olmadığında, buradan bir doktrin ya da öğretiye ulaşmak da pek mümkün olmamaktadır.

Böyle bir öğretiye ulaşılmaya çalışıldığı durumda, metinlerle sürdürülen canlı diyalog sonlanmaktadır. Oysa Klein’a göre, diyaloglar, tam da bu sürekli yeniden tartışmanın, diyalogun sürüp gitmesini, hiçbir zaman kesin ve net bir görüşle sonlandırılmamasını hedeflemektedir. Yani Klein’a göre, daha önce de belirtildiği üzere, diyalogların teatral nitelikte yazılmasının sebebi, Sokratik etkinliğin bir taklidi ve daha önemlisi bir tür devamı olmayı amaçlamasıdır.31

1.5.2 Diyaloglar Nasıl ve Nelere Dikkat Edilerek Okunmalıdır?

Dramatik yaklaşıma göre, diyaloglardaki söz ve argümanlar önemli olmakla birlikte, “dramatik unsurlar” da çok önemlidir ve her iki yan da, yani argümantatif içerik ile metinlerin biçimsel yanı aynı ciddiyetle dikkate alınmalıdır. Kısacası, bu yaklaşım, bütünsel bir yaklaşım olarak hem biçim hem de içeriğin dikkatle incelenmesi gerektiğini savunmaktadır. Bundan dolayı, dramatik yaklaşım, diyaloglarda söylenen sözler kadar, bu sözlerin kim tarafından kime, ne zaman, nasıl,

28 Klein, Trilogy, s. 272.

29 Klein, Commentary, s. 9. 30

“Diyaloglarda sadece birkaç sözcük tam bir tutarlılık içinde kullanılmıştır. Neredeyse tam bir tutarlılıkla kullanılmış sözcükler; diairesis [bölme], sunagoge [toplama] ve dialektike episteme [diyalektik bilgi]’dir.” Klein, Trilogy, s. 273.

31

(24)

20

hangi atmosferde söylendiğinin de önemli olduğunu savunmaktadır. Ayrıca diyaloglarda sözle ifade edilenler kadar ifade edilmeyenler, sadece ima edilenler, sessizlikler ve karakterlerin eylemleri de en az argümanlar kadar önemli olarak görülmektedir.32

Klein diyaloglardaki sözün mimetik33

ve argümantatif olmak üzere iki ayrı işlevi olduğunu, bunlar arasındaki etkileşimi, bunların ikisinin nasıl bir komposizyon oluşturduğunu açığa çıkarma işinin okuyucuya düştüğünü düşünmektedir: “Onların [mimetik ve argümantatif işlev] karşılıklı etkileşimi, biz dinleyici veya okuyucuların kendi ipliğimizi dokumak zorunda olduğumuz örgüyü sağlar. Böylelikle, herhangi bir diyalogun işi, işleyişi ve eylemi olan dramanın kendisi, ki sadece söz içinde mevcuttur, diyalogların mimetik oyunsuluğu ile argümantatif ciddiliğini kuşatmış olur.”34 Yani ancak okuyucunun kendisine düşen rolü oynaması halinde, henüz bir yazılı metinden ibaret olan diyaloglar, gerçek bir drama haline gelirler. Dolayısıyla Klein’a göre, diyalogların dramasının gerçekleşmesinde okuyucunun çok önemli bir rolü vardır; eğer bu rolü oynamazsa, tartışmalara kendisi Sokrates tarafından sorgulanıyormuşçasına katılmazsa, parçalı halde verilmiş argümanları temel öncüllerine ve de onlardan çıkan sonuçlarına doğru akıl yürüterek ele almazsa, diyaloglar ölü ve cansız bir metinden ibaret olacaktır.35

İlk kez dramatik yaklaşımla birlikte, aslında diyalogların nasıl yorumanacağını kesin olarak belirleyen temel bir yöntemsel soru ile karşılaşmaktayız. Bu soru, Platon’un neden diyalog formunda yazmayı tercih ettiği, daha iyi bir ifadeyle, diyalog formunda yazmanın, Platon’un felsefi meselelere yaklaşımında, tamlayıcı, ayrılamaz,

32 Klein, Commentary, s. 18.

33 Mimetik ve dramatik unsur diyaloglara göre farklılık göstermektedir. Klein’a göre en az üç farklı

mimetik yöntemden söz edilebilir: konuşmacıların kendilerinin karakter ve düşüncelerini sergiledikleri, ruhlarını çıplak bir biçimde gösterdikleri etolojik mimesis; bir kanının doğruluk ve yanlışlığının sadece sözlerle tartışılmakla kalmayıp konuşmacıların karakteri, davranışları ve eylemleriyle dışa vurulduğu doksolojik mimesis; Sokrates veya bir başkası tarafından anlatılan mitlerden ayrı olarak diyalogların dramasının bir miti sunduğu, yorumladığı ve yenisiyle değiştirdiği kadarıyla mitolojik mimesis. Bu üç durumun her birinde, eylemin aracısı, vasıtası ve payandası, Sokrates’in yaşatıldığı ve hala yaşadığı, eşsiz olan söylenmiş sözdür. Bkz. Klein, Commentary, s. 18.

34 Klein, Commentary, s. 18. 35

(25)

21

dolayısıyla “özsel bir bileşen” olup olmadığı sorusudur.36

Eğer diyaloglar düz yazı şeklinde yazılsaydı – ya da onları şimdi bu hale getirsek – hangi nitelikleri eksilirdi? Edebiyat için sorulduğunda açık olan bu soru, Platonik diyaloglar söz konusu olduğunda çoğu zaman olumsuz yanıtlanmaktadır. Dramatik yaklaşım haricinde şimdiye kadar ele aldığımız yaklaşımlarda teatral nitelik, soyutlanması gereken, felsefe kısmına değil de edebi kısmına dâhil olan bir yan olarak kabul edilmiştir.

Dogmatik yaklaşımlara göre, diyaloglarda asıl dikkate alınması gereken şey, diyalogların bir karakteri olan kahramanın ifade ettiği sözler ve argümanlardır. Dikkat edilirse bu yaklaşımlar, bu varsayımı aslında diyalogların dramatik niteliğini tamamen yadsımadan, fakat bu öğeyi belli bir şekilde yorumlayarak yapabilmektedirler. Yani diyaloglarda aslında yaratılmış bir karakter olan başkahramanın diyalogların yazarının sözcüsü olduğunu, dolayısıyla sözcü olarak görülen karakterin sözlerinin yazarın görüşlerini temsil ettiğini savunmak, aslında dramatik unsuru belli bir biçimde varsayıp yorumlamak demektir. Fakat burada, teatral sunum salt ilgi çekmeyi amaçlayan bir tarz, yani felsefi meselelere bakışta sadece ilineksel olan bir yan olarak düşünülmektedir. Dolayısıyla da, dramatik yaklaşımın merkezi önem verdiği okuyucu, dogmatik yaklaşımlarda en fazla pasif bir seyirci, pasif bir alımlayıcı konumundadır. Oysa dramatik yaklaşıma göre, dramatik öğe ve bu öğenin temel bir unsuru olarak seyirci, diyalogların özsel bir bileşenidir.37 Diyalogların dramatik yaklaşımla okunmasında, bunları aklımızın gerisinde tutmamız gereklidir. Şimdi dramatik

36 Bu soru, Klagge’nin yazısında açık olarak ifade edilmektedir. Ona göre, felsefe çoğunlukla açıklayıcı,

bilgilendirici düz yazı şeklinde yazılmaktadır. Fakat bu standart yazma stili dışında pek çok yazma stili de mevcuttur. Herakleitos’un kahinsi aforizmaları, Parmenides’in ve Lukretius’un şiiri, Augustinus’un

İtirafları, Descartes’in Meditasyonlar’ı, Berkeley ve Hume’un diyalogları, Camus ve Sartre’ın oyun ve

romanları vb. bunlar arasında sayılabilir. Klagge’ye göre, bu farklı yazım stilleri arasında, felsefi materyali daha ilgi çekici ve cazibeli bir tarzda sunmak için düzenlenmiş olduğu durumlar ile yazma stilinin felsefi içeriği tamamlayıcı ve ondan ayrılamaz olduğu örnekler arasında bir ayrım yapılabilir. Ona göre, Lukretius, Berkeley ve Hume örneğinde, onların yazım stilinin, felsefi içeriğin bir aracı olduğu duruma örnek gösterilbilir. Buna karşın, Herakleitos, Nietzsche ve Kierkegaard, yazım stilinin felsefi içeriğin cisimleşmesi olduğu durumun örneği olarak verilebilir. Klagge, James, C., Editor’s

Prologue, Methods of Interpreting Plato and his Dialogues içinde, ed. J. C. Klagge, N. D. Smith,

Oxford Studies in Ancient Philosophy, Supplementary Volume, Oxford University Press, Oxford, 1992, s. 2-3.

37 Diyaloglar, düz yazı biçiminde yazılsa, bizce, canlılığını, diyalojik karakterini, salt bir düşünce aktaran

değil bir deneyim yaşatma, bir ruh hali içine sokabilen bir eser olma yanını, muhatap olarak biz okuyucuları sahneye dâhil etme, müdahil kılma yanını kaybederler.

(26)

22

yaklaşımdan etkilenmiş olan fakat ona bazı katkılarda bulunarak geliştiren aletheik-dramatik yaklaşıma bakalım.

1.6. Aletheik - Dramatik Yaklaşım

Aletheik-dramatik yaklaşım,38 Boğaziçi Üniversitesi felsefe bölümünde çalışmalarını tamamlamış olan Oğuz Haşlakoğlu ve Necati Ilgıcıoğlu ile temsil edilmektedir. Hazırladıkları çalışmalar, tez biçiminde olup basılı olmadığı için, geliştirdikleri yaklaşım Türkiye içinde dahi henüz pek tanınmamaktadır. Bu yaklaşımda, temel olarak düşünülen bazı sorular öne alınıp bu sorulara belli bazı yanıtlar verilmektedir. Bu yaklaşıma göre, diyaloglar hakkında çalışma yapacak herkesin sorması gereken öncelikli soru, Platon’un neden diyalog formunda yazdığı sorusudur. Bununla yakından ilişkili olan diğer soru da, diyalogların neyi temsil ettikleri sorusudur. ADY, ikinci soruyu öne alarak, ilk sorunun daha derinlikli bir şekilde yanıtlanabileceğini savunmaktadır.

Bu soruları yanıtlamadan önce, dramatik yaklaşımı ele alırken sorduğumuz sorunun Aletheik-dramatik yaklaşıma göre nasıl sorulduğuna bakalım. Platon’un diyalog formunda yazmasının, Platon’un felsefi meselelere yaklaşımında, bütünleyici, “özsel bir bileşen” olup olmadığı sorusu,39

ADY içinden şu şekilde sorulabilir:

38

Bu ismi, söz konusu yaklaşıma kendimiz verdik. Diyaloglarda ruhun dönmesi ile edindiği aletheia deneyimini teşhis etmesinden dolayı, bu yaklaşımın böyle adlandırılmasının yerinde olduğunu düşünmekteyiz. Diyalogların içeriğindeki ayrıntılarda bazen birbirlerinden ayrışsalar da, yaklaşımın iki temsilcisinin yöntem ve genel tutumları benzer olduğu için, aralarında bir ayrım yapma gereği duymadık. Aletheik – dramatik yaklaşımın savunucularının eserleri için bkz. Haşlakoğlu, Oğuz, Techne

in Plato’s Thought (Platon Düşüncesinde Tekhne), Boğaziçi Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek

Lisans Tezi, 1999; Haşlakoğlu, Oğuz, “Heidegger’in ‘Platon’un Hakikat Doktrini’ Makalesi Üzerine Bir Eleştiri”, Felsefe Tartışmaları, Sayı: 32., İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2004; Haşlakoğlu, Oğuz, “Politeia Diyalogunda Epistêmê Tasnifi ve Dialektikê Methodos’un Anlamı”,

Felsefe Tartışmaları, Sayı: 34., İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2005; Haşlakoğlu, Oğuz,

“Platon Düşüncesinde aletheia”, Kaygı, 11. Sayı, 2008, ss. 205-209; Ilgıcıoğlu, Necati, A Critical

Consideration of Kant’s Doctrine of Ideas in view of Plato’s Text (Eflatun Fikriyyâtı Açısından Kant’ın İdea Kuramının Eleştirel Bir Değerlendirmesi), Boğaziçi Üniversitesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi,

2000. Bu iki eser, yazarları tarafından önce Türkçe olarak yazılmıştır. Biz, tezimizde, yazarların kendilerinden edindiğimiz bu Türkçe metinlerine referans vereceğiz. Tezimizde sıkça alıntılayacağımız için, bundan sonra Haşlakoğlu’nun tezini, PDT olarak, Ilgıcıoğlu’nun tezini EFD olarak yazacağız. Haşlakoğlu’nun “Platon Düşüncesinde aletheia” makalesini, Aletheia olarak, aletheik-dramatik yaklaşımı ise, ADY olarak anacağız.

39 Bu soruyu, yukarıda Klein’ın dramatik yaklaşımını betimlerken ele almıştık. Soru için bkz. Klagge,

(27)

23

Diyalog formunda yazma, “diyaloglarda sunulduğu haliyle” philosophia40 faaliyeti için özsel bir bileşen midir,41

yoksa sadece ilineksel, olmazsa da olabilecek bir özellik midir? İlk kez dramatik yaklaşım ile açık olarak sorulan bu soru, ADY yaklaşımı için de büyük önem taşımaktadır. Şimdi bu konuyu ele almak üzere, diyaloglarda sunulduğu haliyle philosophia faaliyetine bakalım.

ADY’nin diyaloglara yaklaşımını belirleyen temel tutum, “diyalogları, kendilerinde sunulandan hareketle anlamaya çalışmak” olarak görünmektedir.42 Bu tutum ile diyaloglara yönelen ADY’ye göre, diyaloglarda sunulan en temel içerik,

philosophia faaliyetidir. Diyalogların temel konusu olan philosophia faaliyeti, bir

yolculuk, bir yükselme seyahati ve bir geri dönüş olarak tarif edilebilir.43

Philosophos’un ruhunun söz konusu bu yolculuğu sağ salim gerçekleştirebilmesi için

bir rehbere ihtiyacı vardır. Bu rehber, daha önce kendisi de aynı yoldan geçmiş biri olarak, philosophos’a bu yolculuğunda eşlik edip ona yol gösterir. ADY’ye göre, diyaloglarda, her zaman mevcut olan bu rehber, philosophia faaliyetinin iki ana ekseninden biri olan sophos’tur.44

Sophos ile philo-sophos arasındaki birebir ve biricik ilişkide var olan philosophia faaliyeti, akıl yürütme ve kanıtlamalara dayanan, salt zihinsel bir faaliyet

değildir. Sadece metin okumak üzerinden yürütülen bir muhakeme etkinliği ile gerçekleştirilemez, zira dianoia’yı,45

yani, muhakemeye dayalı düşünme faaliyetini

40 Türkçede ‘felsefe’, Yunancada ‘bilgelik sevgisi’ anlamına gelen philosophia sözcüğünü, kanıtlamaya

dayalı rasyonel bir etkinlik olarak tarif edilegelen ‘felsefe’den ayırt edip diyaloglardaki özgün anlamını vurgulamak üzere, tezimizde Yunanca orjinal haliyle yazacağız.

41 Sorunun soruluş biçiminden de anlaşıldığı üzere, ADY yaklaşımı, Platon’un zihnindeki düşünceleri

araştırmaya çalışmaz, sadece diyaloglarda sunulan ile ilgilenir. Bu tutumu neticesinde, diyaloglarda tarif edildiği haliyle philosophia faaliyetinin temel olduğunu teşhis eder. ADY’nin diyaloglara yaklaşımı için, Haşlakoğlu ve Ilgıcıoğlu’nun İngilizce tezlerinde bkz. PDT, section I, II; EFD, Section I, II, III.

42 PDT, s. 22-23; EFD, s. 1. 43

Sokrates, Phaidon 61 e’de, gerçek anlamda philosophia faaliyeti yürütenlerin, ölmeden evvel ölmek peşinde olduklarını ve bunun da bir “yolculuk” (apodemia) olduğunu ifade eder. Devlet diyalogunda, 515 e’de söz konusu yolculuk, bir “yukarı çıkma” (anabasis), yükselme seyahati (anodos), geri dönüş olarak anılır. Bkz. EFD, s. 8, 13, 51.

44

PDT, 55-58 EFD, s. 51.

45 Dianoia, Devlet diyalogunda, tanıma ve bilme düzeylerininde doksa ile noesis arasında yer alır. Genel

olarak düşünme faaliyetini ama özellikle de belli bir araştırma yürütmede kullanılan düşünceyi, matematik de içinde olmak üzere, bilimsel düşünceyi tanımlar. Bkz. Devlet, 510 b -511 e.

(28)

24

aşan bir yana sahiptir. Philosophia faaliyeti, aslen görüsel (noesis) bir tecrübe edinme işidir, çünkü ruhun bir bütün olarak dönmesine (periagoge)46

dayanır. Ruhun dönme fiilini gerçekleştirebilmesi içinse, ruhun önce arın(dırıl)ması (katharsis) ve sonrasında

mania’ya47 dayanarak kendinden geçip yükselmesi gerekir. Şimdi ADY yaklaşımının diyaloglarda mevcudiyetini teşhis ettiği ve philosophia’nın temel karakteristiği olarak gördüğü “ruhun dönmesi ve görmesi” fiilini ele almak üzere Devlet diyaloguna bakalım.

1.6.1. Mağara Alegorisinde Ruhun Dönmesi

Devlet diyalogunda söz konusu “dönme fiili”, mağara alegorisi48 içinde anlatılır. Meşhur mağara alegorisi, bilindiği üzere, mağaradaki mahkûmların durumunu tasvir eder. Doğumlarından itibaren bu mağarada yaşamlarını sürdüren bu mahkûmlar, boyunlarından ve ayaklarından zincirli oldukları için başlarını çevirememekte (periago) sadece tam önlerindeki duvara yansıyanları görebilmektedirler. Bu mahkûmların arkasında yanan bir ateş ve bu ateşle kendileri arasından geçen bir yol bulunmaktadır. Mahkûmlar, sadece yoldan geçenlerin, yanlarındakilerin ve kendilerinin duvara yansıyan gölgelerini (skia) görebilmektedirler. Bu mahkûmlar, duvara yansıyan gölgeleri, gerçek sanmaktadırlar. Bu gölgelere hakikat (aletheia) atfederek onları adlandırmaktadırlar. Bu mahkûmlar, “sohbet ettiklerinde”, “münazarada bulunduklarında”, birbirlerine şeylere dair “hükümler aktardıklarında” (dialegomai), adlandırdıkları sadece önlerindeki duvarda gördükleridir. Mahkûmlar bu mahkûmiyetlerinin, yani sadece duvara yansıyan

46 “Ruhun dönmesi” ifadesinden Sokrates, ruhun oluş sahnesini geride bırakıp varlık sahnesine geçmesini

anlamaktadır. Ona göre, nasıl ki gözün görebilmesi için bedenin bir bütün olarak dönmesi gerekiyorsa, ruhun da görebilmesi (noesis) için, bir bütün olarak dönmesi gerekmektedir. Ruhun bu fiili, anamnesis kuramı bölümünde göstereceğimiz üzere, noetik anamnesis’e tekabül etmektedir. Bkz. Devlet, 518 c-e, 521 c, 525 c, 532 b.

47

Mania, Yunancada delilik, kendinden geçme, esrime, ilham anlamına gelen bir sözcüktür. Bu anlamların hepsini içerdiği için, sözcüğü çevirmeden bıraktık. Ruhun kendinden geçmesi anlamı düşünüldüğünde mania’nın ruhun bütününü ilgilendiren bir “hal” olduğu anlaşılmaktadır. Diyaloglarda,

mania’nın ruhun bir pathos’u olduğundan söz edilir. Pathos sözcüğü, deneyim, ruh hali, etkilenim

anlamına gelmektedir. Bizce, mania’dan pathos olarak söz edilmesi, onun, ruhun diğer pathos’larından farklı olarak ruhun bütününü ilgilendiren bir ruh hali olduğunu göstermektedir. Phaidros’ta bu mesele aşıkların hallerinden söz açılarak örneklenmektedir.

48

(29)

25

gölgeleri seyrettiklerinin farkında değillerdir. Zira boyunları zincirlidir ve başlarını çevirip etrafa bakamamaktadırlar.49

Mahkûmlardan birisi zincirlerinden kurtulsa, başını çevirip etrafa bakma imkânına kavuşacaktır. Biri onu kalkmaya ve etrafına bakmaya zorlasa (bia), ilk önce gözleri kamaşıp acı çekecektir. Bu mahkûma, eskiden gördüğü şeylerin gelip geçici gölgeler olduğu, şimdi varlığa daha yakın durduğu, varlığı temaşa etmeye yaklaştığı söylense, ona varolan şeyler gösterilip ne oldukları sorulsa verecek bir cevap bulamayacaktır. Gözleri, gölgeleri seçip ayırt etmeye daha çok alışkın olduğundan, onları daha açık ve daha hakiki (alethesteros) bulacak, acı çektiği için de daha önce gördüğü gölgeleri görmeyi dileyecektir. Gözleri burayı görmeye alıştıktan sonra, biri onu alıp sarp yokuştan yukarıya, mağaranın dışına çıkarsa (anabasis), gözleri kamaşıp yine acı çekecektir. İlk önce güneşin kendisine doğrudan bakamayıp sadece onun nesnelere vuran yansımalarına bakabilecektir. Ancak yolculuğunun en sonunda güneşi kendisi olarak (auto kath auton), kendi mekânında, kendi tekliği içinde, olduğu haliyle temaşa edecektir (theomai). Güneşin, varolan herşeyin sebebi (aitios) olduğunu, herşeyi yönettiğini fark edecektir. Bu deneyimi yaşadıktan sonra mağarayı anımsadığında, kendini bu değişim (metabole) ve dönüşümden dolayı kutsanmış sayacaktır.50

Devlet diyalogunun mağara alegorisinden sonra gelen devamında, ruhun

dönmesinin, ruhun eğitilmesi anlamına geldiği ifade edilmektedir. Burada eğitim (paideia)51, kör göze görme yetisi (dynamis) bağışlama değil, sadece ve sadece gözün doğru yöne çevrilmesidir. Gözün görebilmesi için nasıl bedenin bir bütün olarak çevrilmesi gerekiyorsa, ruhun eğitiminde de benzer bir durum gereklidir. Ruhun görebilmesi (noesis) için, ruhun bir bütün olarak doğru yöne, yani varlığa çevrilmesi gereklidir. ADY’ye göre, ruhun çevrilmesi etkinliği, önceden bu yolculuğu yapmış olan bir sophos’un rehberliğini gerektirmektedir. Sophos, tekhne ile ruhu

49 PDT, s. 61; EFD, s. 11-12.

50

EFD, s. 12-13. Bilindiği üzere, mağara benzetmesi, özgürleşen mahkûmun mağaraya geri dönüşü ve orada yaşadıklarını betimleyerek devam eder.

51 Mağara alegorisinde anlatılanların eğitim ile doğrudan ilintili olduğu, Sokrates’in benzetmeyi

(30)

26

çevirmektedir. Ruha, doğru soruları doğru yer ve zamanda doğru şekilde sorarak, ona ayna tutarak, onun kendini bilmesine yardımcı olmaktadır. Buradan anlaşıldığı kadarıyla, ruhun bir bütün olarak dönmesi ve görmesi, ruhun kendi yetisi dâhilinde olmakla birlikte, gerçekleştirilebilmeleri için sophos’un tekhne ile müdahalesi gerekmektedir.52

Ruhun dönme fiilini gerçekleştirmesi için hazırlanması, arın(dırıl)ması (katharsis) zorunludur. Arınmak, mecazi anlamda ölmek, yani bedeni mümkün olduğunca ruhtan ayırıp ruhun kendi içinde kalmasını sağlamaktır. Bu öncelikle bedensel hazlardan arınmak anlamına geldiği gibi, duyumlamanın ve sadece duyulur olanın gerçek olduğu anlayışından arınmak anlamına da gelmektedir. Ruhun kendi ile başbaşa kalıp saflaşması, varlığı temaşa edebilmesi için gereklidir. Aksi halde varlığı duyularla kavradığı oluş içindeki dünyadan ibaret sayacak, varlığın kendisi olarak deneyimlemesi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla ruhun arınması, ruhun doksa’nın bağlarından ve bir bütün olarak oluş sahnesinden arınması anlamı taşımaktadır. Ruhun dönmesi ile doğrudan ilişkili olduğu için, ruhun arınması, en nihayetinde onun mağaradan çıkması ve bağlarından kurtulması da (lysis) demektir. Bu ise, sophos’un yardımını, onun ruhu yönlendirmesini (psykhagogia) gerekli kılmaktadır.53

Yüklerini atan ruh için sonrasında yükselmeyi sağlayacak “kanatlar” gereklidir ki, bunu ancak bir mania sağlar. Mania, ruhun dönebilmesi için gerekli olan itici gücü verir. Ruh, kendinden geçmeden, oluş dünyasından varlık dünyasına dönüşü sağlayamaz. Philosophia faaliyeti için gerekli olan mania, eros’tur. Eros (aşk, sevgi),

52 Devlet diyalogunda bu durum şu sözlerle ifade edilir: “(…) Ruhta mevcut bulunan yeti (dynamis) ve

bizim sayesinde gördüğümüz organ olan göz, nasıl karanlıktan ışığa ancak bütün bir bedenin çevrilmesi ile dönebilirse, işte ruh da aynı şekilde bütünüyle oluştan çıkarak (ek tou gignomenou) sahne değiştirir, ta ki varlığa dâhil olsun ve asıl ışığın olduğu yere kendisini yükseltmeyi başararak bakışını hakiki varlığın üzerinde tutup onu müşahede edebilsin. (…) bu kendi etrafındaki dönüş için bir tekhne gerekiyor; başka bir değişle, ruhun en kolay ve en etkin biçimde dönmesini sağlayarak, onda bir görmenin meydana getirilmesi yerine, zaten onda mevcut olan görmenin yönlendirilmesine dayanan ve doğru yere dönmesi gerektiğinin öğretildiği böyle bir harekete geçirme yöntemi.” Devlet, 518 c d. (Burada, PDT’de yer alan çeviriyi kullandık.) Bu bölümün çevirisi için bkz. PDT, s. 63-64, 66. Genel olarak ruhun dönmesi fiilinin yorumları için Bkz. PDT, s. 62-80; EFD, s. 13-15, Klein, J., Lectures and

Essays, der. R. Williamson, E. Zuckerman, St, Johns College Press, Annapolis, 1985, s. 162.

53 PDT, s. 220; EFD, s. 9, 17. Phaidon diyalogunda, gerçek anlamda philosophia faaliyetinden

bulunanların, ölmek peşinde olduklarından söz edilir. “Ölmek” burada duyusal olandan, bedenden ve bütün oluştan arınmak anlamına gelmektedir.

(31)

27

ruhun philosophia faaliyetinde bulunmasının olmazsa olmaz koşuludur. Eros olmaksızın gerçekleştirilebilecek öğrenme türleri vardır, bunlar özü itibariyle zihinsel etkinlikler olduğundan dianoia (muhakemeye dayalı düşünme etkinliği) içinde gerçekleştirilebilirler. Fakat philosophia için, eros önşarttır. Philosophia faaliyetinin,

eros’a dayanan bir etkinlik olması, eros ile güzel arasındaki bağıntıdan dolayı, philosophia’nın güzelin kendisine (kalos) bir yönelim olması anlamına gelir. Bu

açıdan philo-sophos54

aslında aynı zamanda bir philo-kalos’tur. Güzele duyulan aşk ile doğurmadır. Philosophos, ancak bu “ruh hali” içinde gerekli dönüşü sağlayıp güzelin kendisini temaşa eder. İşte bundan dolayı, ruhun bir bütün dönmesi için gerekli olan mania, eros’tur ve erotik bir ruh hali içinde bulunmayan bir ruhun,

dianoia’yı aşarak varlığı bizzat olduğu haliyle temaşa etmesi imkansızdır.55

ADY yaklaşımına göre “ruhun bir bütün olarak dönmesi”ni tasvir eden bu sahne, philosophia faaliyetinin mahiyetini anlamak bakımından büyük bir öneme sahiptir. Ruhun oluş (genesis) sahnesinden, varlık sahnesine “geçiş”ini tasvir eden bu dönme fiili ile birlikte, ruh, tabiri caizse oluşun dünyasında ölüp varlığın dünyasında yeniden doğmuş olur. Bundan dolayı, ruhun bir bütün olarak56

dönmesi fiili, bir deneyimdir, salt zihinsel bir etkinlikle gerçekleşecek bir şey değildir. Bu durum, ADY yaklaşımının işaret ettiği57

aletheia’nın niteliğine bakıldığında daha açık olarak görülmektedir. Philosophia faaliyeti ile edinilen görüsel tecrübe, ruhta, bir anda ve kendiliğinden gerçekleşmektedir. Hakikat (aletheia), bir alevin parıldaması gibi ruhta birden (exaiphnes) açılmaktadır. “Gizli olanın açılması” olan aletheia, ancak ruhun

54 ADY’ye göre, philo-sophos sözcüğü, sophos’u sevmek, ona aşık olmak (phileo) anlamını

içermektedir. Dolayısıyla philosophia faaliyeti, sadece bilgeliğin aşkı değil aynı zamanda sophos’a, bilgenin kendisine de duyulan bir aşk içinde mümkündür. Philosophos’un sophos’a duyduğu aşk, Şölen diyalogunda, Alkibiades karakterinin Sokrates’e duyduğu aşk ile gösterilmektedir. Philosophos’un kendisine yönelttiği, projekte ettiği aşk, Sophos’un aynasında yansıyıp geri döner. Böylece philosophos, aslında sophos’taki Güzel’e âşık olmadığını, bunun kendi içindeki Güzel’in bir yansıtılması olduğunu fark eder. Eros sayesinde philosopos, Güzel’i kendisi dışında aramayı bırakıp kendi içinde bulur ve o zaman ruhunu oluş sahnesinden varlık sahnesine yükseltmiş olur.

55 PDT, s. 207-208; EFD, s. 24-25. Erotik hal, ruhun bütününü etkisi altına alan bir hal olması

bakımından, ruhun bir bütün olarak dönmesini mümkün kılmaktadır. Ruh, bu dönüşte hem duyusal, duygusal bakımdan hem de düşünsel bakımdan bir dönüşüme uğramaktadır.

56

Bir bütün olarak döndüğü için, ruhun sahne değiştirmesi sonrasında, hazlar, duygular, düşünceler, kısacası ruhun bütün yaşam ve etkinlikleri, hakiki damgası ile mühürlenip önceki halinden bambaşka bir anlam taşımaya başlamaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Tencerenin dibine bir domates rende- lenir üzerine bir sıra kabak, bir sıra pişen etten konur üzeri yine kabakla ka- patılır, biraz daha tuz ve etin suyundan eklenir, kapağı

“Sık sık bedenimin dışında kendi kendime uyandığımda ve tüm şeylerin dışında olduğumda, kendimde olağanüstü, muazzam bir ışık ve güzellik gördüm, o zaman mutlak

Adres Kırklareli Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kayalı Kampüsü-Kırklareli/TÜRKİYE e-posta:

In her exhibition of 1937 she emphasized the Karagöz theme, reflecting all the diverse aspects of the oldest Turkish shadow puppetteers.. Plumbing the depths of

capacities for meeting the obligations in the area of industrial property rights protection. The Law on customs measures for protection of intellectual property

Burada çok boyut- lu bir yerdeyiz ve ne zaman dinlediðiniz- den baðýmsýz olarak, bu mesajýn sizler için hep ayný etkiye sahip olduðunu bil- mek ve anlamak sizin açýnýzdan

Onlar bunun Ruh'un sesi olduðunu bilmeyecekler ama "onlar için neyin daha iyi" olduðu ile ilgili hissi ve yeni olan sezgiyi ayýrt edebilecek- lerdir. Sesi duymayanlar veya

Burada bir þey- lerin yanlýþ gitmiþ olduðunu ve bunun doðduktan çok kýsa süre sonra ölen bir çocuk ile ilgili bir trajedi olduðunu düþünebilirsiniz.. Ancak, gerçekte bu