• Sonuç bulunamadı

1. Diyaloglarda Anamnesis Kuramı

3.2. Autokineton Kanıtında Anamnesis’in Rolü

Daha önce de ifade edildiği üzere, Son kanıt ile autokineton kanıtı, aslında aynı şeyi iki farklı açıdan ifade etmektedirler. Her ikisi de ruhun “yaşam getirme” işlevini temele alırlar. Son kanıt, ruhun, özü gereği, ‘yaşam getirme’ işlevi olduğundan yola çıkarak, bunun karşıtı bir özelliği alamayacağından hareketle bir çıkarım yapar. Buna karşın, autokineton kanıtı, ruhun, ‘yaşam getirme’ işlevini analiz ederek, yaşamın, “kendiliğinden hareket” demek olduğunu, bunun ise hareketin ilke’si (arkhe) olduğu sonucunu çıkarır. İlke’nin doğası gereği ölümsüz olmasından hareketle de, ruhun, ölümsüz olduğu sonucunu çıkarır.

434

Noetik anamnesis ediminde bulunma, anamnesis kuramı ve anamnesis kanıtını anlamayı mümkün kılacağı için, Son Kanıt, dolaylı olarak bunların bilinmesini de varsaymaktadır.

435 Phaidon, 107 b. Sokrates’in bu sözleri, kendisi için değil ama onlar için Son Kanıt’ın henüz bir

hipotez olduğunu ve ancak uzun araştırmalardan sonra meselenin onlar için bir episteme halini alacağını göstermektedir.

153

Bu kanıt, bir hareket analizi yaparak, “kendiliğinden hareketin”, “hep hareket etme” ile özdeş olduğunu, bunun ise hareketin ilkesi olduğunu savunmaktadır. Bu kanıt, “ilkenin ölümsüz olduğu” öncülünü esas almaktadır. Bu öncül, kendisi başka her hangi bir öncüle dayanmayan ve insanın ulaşabileceği en yüksek nokta436

olan ‘ilke’nin kavranmasını gerektirmektedir. Bu ise, Menon ve Phaidon’da işaret edilen

episteme’nin edinilmesini, yani, eidos’lara temas etmeyi gerektirmektedir.

Bu durum, kanıtın, hareket genos’u437

ile ilişkisi ele alındığında da görülebilir. “Her zaman hareket halinde olan”, ‘hareket’ genos’u ile özsel olarak ilişkili olmak zorundadır. Aksi halde, her zaman hareketli olamazdı. Bu durum, kendi başına bir varlık olarak hareket genos’unu varsayılmasını gerektirmektedir. Zira bu genos’tan pay almayan bir hareket var olamaz.438 Bu ise, yine ancak kinesis genos’unun ne olduğu görüsel tecrübe ile anlaşıldığında hakkıyla tanınabilir. Bu da zaten noetik

anamnesis deneyiminin kendisidir.

Bu bölümde, hem Son Kanıt hem de autokineton kanıtının, “eidos’ların var olması ve şeylerin oldukları halde olmasının nedeni ve açıklaması oldukları” öncüllerine dayandığını gördük. Son Kanıt, eidos’ların ve nihai ilke olarak agathon’un şeylerin nedeni olmasına dayanmaktadır. Buna karşın autokineton kanıtı, hareketin analizinden yola çıkarak, daha fazla açıklanamayacak olan ilke’ye varmaktadır. Bu ilke, ‘hareket’ genos’una dayanmaktadır. Bu açıdan, her iki kanıt da, kendinde var olan bir noetik alanın varsayılmasına dayanmaktadır. Dolayısıyla, her iki kanıtı, ancak

noetik anamnesis ediminde bulunabilen birinin tam olarak anlayıp onaylaması

mümkündür. Buradan, her iki ölümsüzlük kanıtının, fiilen noetik anamnesis ediminde bulunmuş olmayı zorunlu olarak gerektirdiği sonucuna vardık.

436 Phaidon, 107 b.

437 ‘Genos’, cins anlamında kullanılmaktadır. Eidos’tan farkı, birçok eidos’un cinsi olması ve dolayısıyla

bu eidos’lara yüklemlenebilmesidir. ‘Megista gene’ ise, ‘en yüksek cinsler’ anlamına gelmekte

438

‘Hareket’ genos’u Sofist diyalogunda ele alınmakla birlikte, burada ifade ettiğimiz görüş, Phaidon diyaloglarıunun neden açıklaması ile birebir uygundur. Duyulur dünyadaki tekil varlıklar, eidos ve

genos’lardan pay almakla var olup oldukları şey olabilirler. Bu açıklama biçimi, Devlet diyalogu ile de

154

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Diyaloglarda sunulan philosophia anlayışında merkezi bir yeri olan ruhu, doğası ve işlevleri bakımından ele aldık. Ruhun doğası, ölümsüz bir varlık olmasıdır, işlevlerinden en temel olanı ise anamnesis ediminde bulunmaktır. Bu çalışmada, ruhun ölümsüz doğası ile anamnesis işlevi arasındaki bağıntıyı anlamaya çalıştık. Bu amacı gerçekleştirmek üzere, incelememizi, “ruhun ölümsüz olduğunu ‘fark etmede’,

anamnesis’in nasıl bir rolü olduğu” temel sorusu üzerinden yürüttük. Böylece, anamnesis ile ölümsüzlük konusunu içeren diyaloglarda, bu iki konunun ele alınışı

arasında görülen “uyuşmazlıkları” incelemeyi, mümkünse anlaşılır kılmayı amaçlamaktaydık.

Bu amaçla, çalışmada, aletheik-dramatik yaklaşımdan hareket ederek, Menon,

Phaidon ve Phaidros diyaloglarını analiz ettik. Aletheik-dramatik yaklaşım,

diyalogları, bizzat kendilerinde sunulandan hareketle anlamaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım, diyaloglarda sunulanın, aslen philosophia faaliyeti olduğunu tespit etmekte; diyalogları kendi içsel özelliklerine göre sınıflandırmaktadır. Aletheik-dramatik yaklaşım, philosophia faaliyetinin, salt rasyonel bir etkinlik olmadığına, fakat ruhun bir bütün olarak dönmesi ile tecrübe edilebilen aletheia’yı esas aldığına işaret etmektedir. Bu yaklaşım ile bakıldığında, diyaloglardaki kanıtlamaların önemi tanınmış olmakla birlikte, diyaloglarda sunulan philosophia anlayışının kanıtlama ve rasyonaliteyi aşan yanlarını da teşhis etmek mümkün olmaktadır. Dolayısıyla bu yaklaşım, diğer yaklaşımların sahip olduğu avantajlara kapalı olmadığı gibi, diyalogların içeriğini anlamakta anahtar işlevi olan philosophia faaliyetini ve bu faaliyetin nihai amacı olan noesis tecrübesini tanımaya da imkân vermektedir.

Aletheik-dramatik yaklaşım, diyalogların temel konusu olan philosophia

faaliyetinin, ruhun bir yolculuğu olduğuna ve philosophia’nın asıl muhatabı olan

philosophos’un bu yolculuğu gerçekleştirebilmesi için bir rehbere ihtiyacı olduğuna

işaret etmektedir. Bu rehber, kendisi de bu yolculuğu gerçekleştirmiş biri olarak,

philosophos’a yolculuğunda eşlik edip ona yol gösterecek olan sophos’tur. Aletheik-

155

ana eksenidir. Çünkü philosophia faaliyeti, ancak sophos ile philo-sophos arasındaki birebir ve biricik ilişkide var olabilen bir faaliyettir.

Aletheik-dramatik yaklaşım, philosophia faaliyetinin, tecrübi bir yanı

olmasından ötürü, sadece metin okumak üzerinden yürütülen bir muhakeme etkinliği ile gerçekleştirilemeyeceğini savunmaktadır. Çünkü bu faaliyet, ruhun oluş sahnesinden, varlık sahnesine, bir bütün olarak dönmesini gerektirmektedir. Bundan dolayı, ruhun bir bütün olarak dönmesi fiili, salt zihinsel bir etkinlikle gerçekleşemeyecek bir deneyimdir. Bu yaklaşıma göre, ruhun dönme fiilini gerçekleştirebilmesi için, ruhun arınması ve erotike mania’ya (aşk deliliği) dayanarak kendinden geçmesi gereklidir. Bir rehber eşliğinde bu zorunlu hazırlık aşamasından geçen ruh, yürüdüğü yolda, aniden aletheia deneyimi edinmektedir.

Aletheik-dramatik yaklaşıma göre diyaloglar, ancak sophos ile philosophos’un

canlı etkileşiminde varlık kazanan philosophia faaliyetinin bir taklididirler.

Philosophia faaliyetinin diyalog formunda sahnelenmesi, bu yüzden, philosophia’nın

özsel bir bileşenidir. Diyalogların, canlı, anımsatıcı ve muhatap konumlarını dikkate alan bir nitelik taşıması da bu durumun bir sonucudur. Diyalogların canlılık özelliği, onların teatral niteliğinden ileri gelmektedir. Ancak yaşanarak tecrübe edilen canlı

philosophia etkinliği, teatral bir biçimde sahnelendiğinde, okuyucuyu da bu etkinliğe

dâhil etmektedir. Bundan dolayı, teatral nitelikte eserler olarak diyalogların sahnesinin asli unsuru seyircidir, yani okuyucudur ve diyalogların asıl muhatabı da yine okurun kendisidir. Aletheik-dramatik yaklaşıma göre, diyaloglardaki sahne aracılığıyla, okuyucu olarak bizler, rol alıp oyuna, canlı philosophia etkinliğine katılmış olmaktayız. Bu nedenle okuyucunun, diyalogların kendisine biçtiği bu rolü oynayıp, adeta kendisi o an sophos’un sorularının muhatabıymış gibi davranması gereklidir. Aksi halde, diyalogların canlılık özelliğini yitirip kuru risaleler halini alması kaçınılmaz olmaktadır.

Aletheik-dramatik yaklaşım, diyalogların, standart düz yazıdan farklı olarak

anımsatıcı bir nitelik taşıdığına dikkat çekmektedir. Gerçek anlamda öğrenmek, kendi içimizden anımsamaktır ve nasıl ki eğitim doğurtucu bir nitelik arz ediyorsa, yazı da

156

anımsamaya yardımcı olacak nitelikte olmak zorundadır. Anımsamaya yardımcı olacak bir kurgusal eser yazmak, hem aletheia’nın ruhta bir anda doğan bir kıvılcım gibi olmasıyla, hem de sophos’un öğretmedeki doğurtucu işleviyle tam olarak uygundur. Yani aletheia’nın niteliğinden dolayı, eğitim doğurtucu bir niteliktedir, eğitim doğurtucu olduğu için de yazı anımsatıcı bir özellikte olmaktadır. Dolayısıyla yazar, kendi izinden yürüyeceklere yol göstermek için yazılı eser bırakmaktadır ve diyaloglar da, bu işlevleri dikkate alınarak okunmalıdır.

Aletheik-dramatik yaklaşıma göre, diyalogların bir başka özelliği ise, bazı muhatap konumlarını barındırmasıdır. Diyalogların içeriğine bakıldığında, bazı muhatap konumları arasında bir ayrım olduğu görülmektedir. Diyaloglarda,

philosophos ve sophos dışında bir de philosophos öncesi diye nitelenebilecek bir

muhatap konumu vardır. Bu yaklaşıma göre, muhatap konumları alınmadan diyalogların hakkıyla anlaşılması imkânsızdır. Aletheik-dramatik yaklaşıma göre, diyaloglarda sahnelenen philosophia faaliyetinin ana ekseni sophos ve

philosophos’tur. Dolayısıyla diyaloglardaki karakterlerin iki ana muhatap konumu, sophos ve philosophos’tur. Bir de henüz philosophos olmamakla birlikte, philosophia

faaliyetine ilgisi olan philosophos öncesi konum vardır. Aletheik-dramatik yaklaşıma göre, bu muhatap konumları, aslında sahnenin bir unsuru olan okuyucu için de geçerlidir. Nasıl ki sophos hitap ederken karşıdakini dikkate alıyorsa, diyaloglar da muhatabına göre sahnelemektedir. Diyalogların muhatabına göre konuşması, kendi içlerindeki farklı katmanlar sayesinde mümkün olmaktadır. Bir diyalog kendi içinde muhakeme yetimize hitap eden yanlar taşıdığı gibi, ruhumuza hitap eden yanlar da taşımaktadır. Diyaloglar, ruhumuza yönelik bu yanlara, semboller, benzetmeler, mitolojik öyküler aracılığıyla işaret etmektedir. Aletheik-dramatik yaklaşıma göre, diyaloglar, onlardaki bu muhatap konumları ve hitap düzlemleri dikkate alınarak okunmalıdır.

Biz temelde aletheik-dramatik yaklaşımdan hareket ederek, ele aldığımız üç diyalogun her birini müstakil olarak, kendi bütünlüğü içinde analiz etme yoluna gittik. Bu bütünlüğü anlayıp, diyalogun içerdiği dramatik ve diyalektik unsurları bu bütünlük içine oturtmaya gayret gösterdik. Bunun en önemli unsuru, bizce, diyalogun temel

157

soru ve temasının belirlenmesi, diyalogu baştanbaşa kat eden, onu bağlayıp bütünleştiren problematiğin belirlenmesidir. Bu problematik, diyalogun nasıl bir bütünlük taşıdığını göstermektedir. Söz konusu bu bütünlük ise, diyalogun bir sahne olarak kurulmasını sağlayan, onun kuruluş amacını gösteren bir unsurdur. Bu bütünlük anlaşılmadan, diyaloglardan herhangi bir alıntı yapmak diyalogun anlamını kaçırmaya neden olabilmektedir. Çünkü diyalog, son sahnesinde dahi, diyalogun bütününü etkileyebilecek, anlamını değiştirebilecek unsurlar içermektedir. Bundan dolayı, diyalogun bütünlüğü tam olarak anlaşılmadan diyaloglara yaklaşma risklidir. Buradan hareketle diyalogları ele alıp şöyle sonuçlara ulaştık.

Tezin ilk bölümünde ulaştığımız sonuç şudur: Menon diyalogunda köle çocuk, Sokrates’in yere çizdiği şekillere bakarak, onlar üzerinden Sokrates’in sorgulamasıyla çözümü bulur. Edindiği bu bilgi, doğru olmakla birlikte, henüz ortha doksa düzeyindedir. Bu diyalog, bizim dianoetik anamnesis olarak adlandırdığımız sürecin dil ve dilin kavramlarını bilmekle başladığını, hipotezlere dayanarak bir araştırma yapmanın dianoetik anamnesis’in yöntemi olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla hem Menon, hem de köle çocuk, edindikleri bilgileri, dianoetik anamnesis ile edinmişlerdir. Bu tip anamnesis, görece herkesin gerçekleştirebileceği bir edimdir. Burada söz konusu edinilen bilgi, genel kavramlarımızı nasıl edindiğimiz değil, hem yanlış hem de doğru olabilen doksa’dan ortha doksa’ya geçmektir. Menon diyalogu,

ortha doksa’nın episteme’ye dönüşebilmesi için, yine bir sophos’un sorgulaması

eşliğinde, nedenler zinciri ile bağlanması (aitias logismos) gerektiğine işaret etmektedir. Fakat episteme, nedenler zinciri ile bağlama sürecinin sonunda, doğrudan tanımaya dayanan bir bilgidir. Menon diyalogunun bütünü dikkate alındığında, Sokrates’in bir yandan Menon’un ruhuna hitap eden bir düzlemde konuştuğu, diğer yandan başka bir düzlemde onun muhakeme yetisine hitap ettiği görülmektedir. Bu durum biz okuyucular için de aynen geçerlidir. Diyalogun bir katmanında zihnimize bir kanıtlama ile hitap edilip zihinsel olarak ikna edilmeye çalışılmaktayız. Diğer yandan, diyalogun diğer katmanında, hem Menon hem de köle çocuğun performanslarına tanıklık etmemiz sağlanarak, bizim de aynı durumda olduğumuza ve tıpkı onlar gibi anımsayabileceğimize işaret edilmektedir. Yani Sokrates, bir yandan

158

zihne kanıtlamalar yoluyla hitap ettiği gibi, ruha da gösterme, işaret etme yoluyla hitap etmektedir. Sokrates’in Menon diyalogunda uyguladığı bu sanat, anımsamalarına yardımcı olmak üzere ruhları yönlendirme (psykhagogia) sanatıdır.

Phaidon diyalogunda, ruhun ölümsüz olduğunu kanıtlamak üzere verilen anamnesis kanıtı, anamnesis kuramına dayanmaktadır. Burada sözü edilen anamnesis

türü, noetik anamnesis’tir, çünkü hem eidos’ların kendisini anımsamış olmayı hem de

eidos’lar ile tekil şeyler arasında bir karşılaştırma yapmayı varsaymaktadır.

Kanıtlamayı ifade eden Sokrates, bir yandan anamnesis sürecini anlatıp diğer yandan, kendisi bu deneyime sahip bir sophos olarak kanıtlamayı sunmaktadır. Burada da,

anamnesis kuramını benimsemiş olan Simmias ve Kebes, esasen sadece dianoetik anamnesis sonucu, ortha doksa bilgisi edinirler. Zira onlar da, anamnesis kuramını

benimsemelerinin hesabını verecek durumda değildirler. Bu diyalog, benimsensin ya da reddedilsin, sophos’un ifade ettiği kanıtların, kişinin bizzat kendisi bu deneyimi edinmedikçe hipotetik kalacağına, en iyi ihtimalle ortha doksa olacağına işaret etmektedir. Ortha doksa’nın episteme’ye dönüştürülebilmesi için, bunun, önce daha yüksek varsayımlara, en sonunda da ilkelere dayandırılması gerekmektedir. Bu ise, en nihayetinde, eidos’ların temaşasını gerektirmektedir. Ruhun saf olan kendi başına varlıkları temaşa edebilmesi için, saflaştırılmasını, arındırılmasını gerekmektedir. Sokrates’in “ölmeden önce ölmek” olarak nitelendirdiği bu süreç, beden aracılığıyla temas edilen oluş dünyasından bir bütün olarak ‘arınmak’ anlamı taşımaktadır. Bu süreç, Devlet diyalogunda işaret edilen ruhun dönmesine karşılık gelmektedir.

Phaidros diyaloguna göre, ruh eidos’ları görmüştür ve bu dünyada eidos’ların

örneklerini görünce bunları anımsayabilmektedir. Fakat bu dünyadaki örneklerine bakıp anımsamak her ruhun gerçekleştirebildiği bir edim değildir. Bu, bir yandan ruhun eksikliğinden kaynaklanabildiği gibi, diğer yandan bu dünyadaki örneklerin eksik niteliğinden kaynaklanabilmektedir. Phaidros’a göre, duyusal dünyadaki örnekler içinde en aydınlık olanlar, Güzel eidos’unun örnekleridir. Bundan dolayı, Güzel’in duyusal örnekleri, bütün insanları kendine çekebilmektedirler. İşte bu çekimin yarattığı pathos, aşktır. Fakat aşkın bir türünde, güzelden sadece bedensel haz almakla yetinilmektedir. Diğer aşk türünde ise, güzeller karşısında korkuyla karışık bir

159

saygı duyulmaktadır. Phaidros’a göre, ruhun yaşadığı bu pathos’un nedeni, ruhun daha önce gördüğü eidos’ları anımsamasıdır. Ancak bu pathos içindeki insanlar, anımsamadan gereği gibi faydalanırlarsa yükselip eidos’ları tam anlamıyla anımsayabilirler. Fakat bunun için, erotike mania içinde bulunan kişilerin, bir rehber eşliğinde, philosophia faaliyeti içinde bulunmaları gerekmektedir. Kendini bilmek, insani aklın akıl yürütmeleriyle değil ama erotike mania’nın getirdiği kendinden geçme ile mümkün olabilir. Sadece akılla, bu anımsama gerçekleştirilemez, bunun için arınmak ve erotike mania ile kanatlanmak gereklidir. Dolayısıyla, philosophos olan aynı zamanda philokalos olandır. Çünkü ancak aşk pathos’u içindeki kişi, bu duygulanım ile sophos’a yönelirse, gerçek anlamda philosopia faaliyetinde bulunabilir, bu sürecin sonunda da gerçek anlamda kendini bilebilir. Bu durum, yani kişinin kendinden geçmesi, Devlet diyalogunda işaret edilen ruhun dönmesi için gerekli olan içsel dinamiktir, sahne değiştirmeyi sağlayabilecek olan yegâne

pathos’tur.

İncelediğimiz bu üç diyalog, anamnesis kuramı bakımından birbiriyle uyuşmaktadır. Her üçü de, tekil duyulur örneklere bakıp anımsamayı getirmektedir.

Menon ile Phaidon, hem Devlet hem de Yedinci Mektup ile uyumludur. Anamnesis’in,

bu dünyadaki tekil örneklere bakmakla gerçekleştiğini öne sürmesi bakımından

Menon ve Phaidon ile birebir örtüşen Phaidros diyalogu, philosophia’nın içsel

dinamiklerine, patetik yanına da dikkat ekmektedir.

Tezin ikinci bölümünde, ‘ruhun ölümsüz bir varlık olduğu’ lehine verilen kanıtları ele aldık. Kanıtların formel geçerliliğini tartışmayıp esas olarak onların hangi zeminlere dayandıklarını anlamaya çalıştık. Zira bu zemin, kanıtların nasıl anlaşılması gerektiğini de belirlemektedir. Bu bölümde, anamnesis kanıtının eleştirilmesinin hakiki olmak zorunda olmadığını, çünkü kendi içinde Son Kanıt ile benzer öğeler içerdiğini ifade ettik. Phaidon diyalogunda ele alınan noetik anamnesis, eidos’ların anımsanıp tekil şeylerle karşılaştırılmasını, hatta aradaki bağıntının kavranmasını gerektirmektedir ki, bu zaten Son Kanıt’ın gösterdiği nedensellik bağıntısının aynısıdır. O halde Son Kanıt, sadece meselenin, kendi başına olanın var olduğunun bizzat kişi tarafından deneyimlenmesi meselesi olduğunu anımsatmış olmaktadır.

160

Son Kanıt ve autokineton kanıtları, her ikisi de, ruhun yaşam getirme, can getirme işlevini esas almaktadır. Son Kanıt, eidos’lar var olduğunu varsayıp, her zaman yaşam getirme özelliğine sahip olan ruhun bu niteliği özsel olarak taşıdığı, dolayısıyla karşıt olan ölüm yüklemini alamayacağı sonucuna varır. Autokineton kanıtı ise, ruhun kendiliğinden hareket getirdiğini, kendiliğinden hareketin diğer hareket türlerinin ilkesi olduğunu göstererek Ruhun ölümsüz olduğu sonucuna varır. Dolayısıyla her iki kanıt da, aynı şeyi esas almaktadır. Bu iki kanıt da, ilke’nin ve

eidos’ların bilinmesini, episteme’nin edinilmiş olmasını gerektirmektedir. Aksi halde

kanıtlar, ortha doksa olmaktan, hipotetik bir doğru olmaktan öteye gidememektedirler. Çalışmanın son bölümünde, her iki ölümsüzlük kanıtının da, ne anamnesis kuramı ne de anamnesis kanıtını doğrudan gerektirmediği sonucuna ulaştık. Bununla birlikte, hem Son Kanıt hem de autokineton kanıtı, eidos’ların varlığını varsaymaktadır ve bundan dolayı her iki kanıtın hakkıyla anlaşılıp tasdik edilebilmesi için, ruhun noetik anamnesis ediminde bulunması zorunludur. Dolayısıyla, ölümsüzlük lehine verilmiş ve geçerli olarak görülen hem Son Kanıt hem de

autokineton kanıtı, noetik anamnesis ediminde bulunmuş olmayı gerektirdikleri

ölçüde, anamnesis kuramı ve anamnesis kanıtının da anlaşılmasını dolaylı olarak gerektirmektedirler.

Aletheik-dramatik yaklaşım ile üç diyalogu incelediğimiz bu çalışma

neticesinde, dianoetik anamnesis ile noetik anamnesis arasındaki ayrıma ulaştık.

Noetik anamnesis, philosophia faaliyetinin nihai amacıdır ve sophos’un verdiği

kanıtların da nihai zeminidir. Diyaloglardaki kanıtlar, tam da bu işlevi yerine getirmek ve ruhun anımsamasına yardımcı olmak üzere verilmiş görünmektedir. Bunlar,

sophos’un, kendisinden sonra gelecekler için bıraktığı birer anımsatıcı niteliği

taşımaktadır. Bu anımsatıcılar, ruha, ilkelere hangi yollardan geçerek yükseleceğini gösteren yol işareti işlevine sahip görünmektedir. Bunun yanında, diyalogların nasıl çalışılması gerektiği konusunda biraz yol aldığımızı ummaktayız. Buna göre, müstakil bir bütün olarak her bir diyalogun, kendi içinde, kendisinin ele aldığı temalar ve problematikler bakımından okunup bir bütün olarak anlaşılması, diyalogların herhangi bir problematik bakımından okunmasına önce gelmektedir. Yani başka bir felsefi

161

metinle ilgili standartlaşmış ve yararı tescillenmiş olan okuma biçimi, Platonik diyalogların çalışılmasında hatalara sebep olabilmektedir. Bundan dolayı, bağımsız bir bütünselliğe sahip olan her bir diyalog, kendi içinde mümkün olduğunca anlaşılmadan, başka herhangi bir diyalogla ilişkilendirilmemelidir. Çünkü bu tutum, diyaloglara kendileri dışından bir ölçüt getirme gibi sakıncalar taşımaktadır. Örneğin diyalogları, içerdikleri bazı temalar bakımında ele alıp, bu temaların barındırdıkları ortak noktalardan hareketle bir sistem oluşturmak ve sonrasında tek tek her bir diyalogu bu sistemden hareketle okumak, diyalogları, kendilerine dışsal olan bir sisteme tabi kılma riski barındırmaktadır. Diyalogları bir şekilde sistematize edip, onlardan bir sistem çıkarmaya çalışmak, diyalogların yazılış amacına ters düşmektedir. Diyalogların bu şekilde yazılmış olması, philosophia’nın aletheik ve patetik bir faaliyet olması ve bir rehber gerektirmesinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla diyaloglar, sophos’un ruhu çevirmesine tanık olmamızı sağlamak yoluyla, okuyucu olarak bizim anımsamamıza yardımcı olmak üzere yazılmış görünmektedirler. Bundan dolayı, diyalogların her biri ile ayrı ayrı ve dolaysız bir temas kurmayı gerektirmektedirler.

Ulaştığımız sonuç, diyaloglar üzerine yapılan çalışmalardaki bir durumun nedenini anlamayı mümkün kılmaktadır. Anamnesis kuramı ve ruhun ölümsüzlüğü üzerine yapılan çalışmalarda, mesele dianoia içinde ele alınarak, konu hakkında