• Sonuç bulunamadı

1. Diyaloglarda Anamnesis Kuramı

2.1. Anamnesis Kanıtı

2.1.2. Phaidon’da Anamnesis Kanıtı

Phaidon diyalogunda anamnesis kanıtı, Kebes tarafından diyalogun akışı

içinde aniden tartışmaya sokulur:

368 Phaidon’da Menon’un değil de köle çocuğun anımsamasına atıf yapılması, bizce köle deneyinin bir

kontrollü deney olmasından ileri gelmektedir.

369 Aralarında karşılıklı ön gerektirme ilişkisi vardır. Yani ancak anamnesis ediminde bulunabilmek

sayesinde ruhun ölümsüz olduğu bilinebilir ve ancak ruh, ölümsüz olduğu için, anamnesis etkinliği ontolojik olarak mümkün olabilir. Yani anamnesis, ruhun ölümsüzlüğünün bilinmesinin nedeni iken (bilinme nedeni), ruhun ölümsüzlüğü, anamnesis’in var olmasının nedenidir (varlık nedeni).

370 “Ruh ölümsüzdür ve her şeyi öğrenmiştir, o halde ruh anamnesis ediminde bulunabilir” akıl

yürütmesinden hareket edilerek eğitimsiz bir kölenin anamnesis ediminde bulunabildiğinin gösterilmesi, öncüllerin kesin olarak doğru olduğunu göstermez. Zira öncülleri yanlış olup, sonucu doğru olan bir çıkarım biçimsel olarak geçerlidir. Sonucun doğru olması durumunda dahi, öncüller doğru olmak zorunda değildir.

128

Ayrıca sürekli ileri sürdüğün gibi öğrenmemiz (mathesis) anımsamadan başka bir şey değilse, şimdi anımsadıklarımızı daha önceki bir zamanda öğrenmiş olmamız da bir zorunluluktur Sokrates. Ama ruhumuz şu insani biçime girmeden önce herhangi bir yerde var olmasaydı, bu durum da olanaksız olurdu. Buradan da ruhun ölümsüz olduğu sonucu çıkar.371

Menon diyaloguna bir referans olarak görünen bu sözler, anamnesis kuramı ile

ruhun ölümsüzlüğü arasında zorunlu bir birbirini gerektirme ilişkisi olduğunu göstermektedir. Kebes’in argümanı ifade ediş biçimine göre, şimdi anımsanan bir şeyin daha önce öğrenilmiş olması gerekir; ruhun, daha önce öğrendiği bu şeyi öğrenebilmesi için doğmadan önceden var olması gerekir. Bu ise, bilgiyi öğrendiği zamanda ruhumuzun var olduğunu gösterir. O halde ruh insan biçimine girmeden önce de vardır. Kanıtın temel adımları şunlardır:

Öğrenme anamnesis’tir,

Anamnesis, daha önceki bir zamanda öğrenilmiş olanların, şimdi

anımsanmasıdır.

Örtük varsayım: Anamnesis edimi ile anımsanan bilgiler, bu dünyada var olduktan sonra öğrenilmiş olamaz.

Ruhun daha önce öğrenmiş olabilmesi için, söz konusu zamanda var olması bir zorunluluktur.

O halde ruh, bedene girmeden önce de vardır. Dolayısıyla da ruh ölümsüzdür.

Bu argümanda dikkat edilmesi gereken şey öncelikle, Kebes’in anamnesis’i zamanla ilişkili olarak düşünmesidir. Kebes, anamnesis’i adeta bu dünyadaki herhangi bir ampirik anımsama edimi gibi düşünmektedir. Bir şeyler duyar, ya da düşünürüz, başımıza gelen herhangi bir durumdan dolayı bir şeyler hissederiz sonra zamanın geçmesiyle bunu unuturuz. Fakat bir an gelir ve genelde bir uyarıcının etkisiyle bunu

371

129

hatırlarız. Anımsama, böyle ‘zaman içindeki bir olgu’ olarak düşünülünce, ruhun varlığı da aynı biçimde düşünülmüş olmaktadır. Yani ruhun bu dünyadan önce var olduğu ifadesi zamanda herhangi bir şeyin var olduğu gibi düşünülmektedir. Oysa bizzat Kebes’in kendisinin diyalogun devamında dile getirdiği üzere, ruhun böyle bir varlığı olsa bile, bunun herhangi bir deneyimine sahip değiliz, olamayız da.372

Buradaki temel hata, hem idea’ların görülmesi ve öğrenilmesini, hem de ruhun var olmasını373, zamansal olarak düşünmekten ileri gelmektedir. Oysa örneğin

algılanamayan eidos’lar hakkında, gördüğümüz, algıladığımız herhangi bir şeyle ilgili konuşur gibi düşünülmesi, Phaidon diyalogunun kendisine göre de hatalıdır. Fakat ilginç bir şekilde Sokrates de bu “hata”yı sürdürür ve anamnesis kuramını anlatırken verdiği ampirik örneklerde, hep aynı zaman kipinde konuşmaya devam eder.374

Sokrates, argümanın hatırlatılması üzerine anamnesis kuramını ve bu kuramdan nasıl olup da ölümsüzlüğün çıktığını tartışmaya başlar. Daha önce, anamnesis kuramını ayrıntılı olarak tartıştığımız için şimdi sadece Sokrates’in bu kuramdan hareketle ölümsüzlüğü nasıl düşündüğünü ele alacağız.

Sokrates’e göre, duyulara bakarak, bu duyulur şeylerin kendi başına var olanlara yöneldiklerini, onlar gibi olmaya çalıştıklarını fakat bunda zorunlu olarak

372

Phaidon, 88 b’de, Kebes, insan ruhunun ölümden sonra var olsa bile bunun herhangi bir deneyimine sahip olamayacağımızı ifade eder. Analoji yaparsak, ruhun ölümden sonraki var oluşunu deneyimleyemediğimiz gibi, aslında ruhun doğumdan önceki varoluşunu da deneyimleyemeyeceğimiz sonucunu çıkarabiliriz. Zira bu alan, sadece muhakeme ile kuşatılamaz ve esas olarak görüsel deneyim edinerek anlaşılabilir. Kebes, kendi yaptığı çıkarıma, sonradan kendisi itiraz eder. Burada Kebes, aslında, farkında olmadan kendi düşünüş biçimine itirazlar getirmektedir. Diyaloga göre bu durum,

dianoia’nın, kendi ayakları üzerinde duramadığını göstermektedir. Diyalog, bu örnek durum ile asıl

muhataplar olarak bizlere, muhakemeye dayalı düşünme biçiminin nasıl patinaj yaptığını sahnelenmektedir. Anımsanacağı üzere Phaidros diyalogunda Sokrates, ruhun eidos’ları temaşa ettiğini, tamamen mitolojik bir dille anlatmaktaydı. Bkz. Phaidros, 249 b c; 249 e – 250 a.

373 Ruhun ideaları görmesi, onları öğrenmesi, onlarla ilişkisi, Phaidros diyalogunda mitsel bir şekilde

anlatılır. Bu durum, aslında zaman içinde mevcut olan bir şey hakkında konuşmanın, ruhun idealarla ilişkisi hakkında konuşurken geçerli olamayacağını göstermektedir.

374

Bizce Kebes’in bu biçimde düşünüp konuşması, onun doksa içinden konuşmasının zorunlu bir sonucudur. Çünkü doksa’yı esas alan biri, ne kadar zeki, akıl yürütmede ne kadar yetenekli, dianoia’sı ne kadar kuvvetli olursa olsun, bu aşamada kaldığı sürece, noetik anamnesis deneyimi edinemez. Bu açıdan, zamansal kipte konuşmak zorundadır, çünkü sadece gördüklerine ilişkin hipotezlere dayanarak akıl yürütmektedir. Fakat Sokrates’in bu biçimde konuşması aynı biçimde anlaşılamaz. Bizce Sokrates, görüsel tecrübeye sahip olmayan muhataplarının anlayabilmesi için dianoia’nın dilini kullanmakta, ampirik örnekler üzerinden anlatmak istediği şeyi canlandırmaya çalışmaktadır. Anamnesis kanıtı değerlendirilirken, bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.

130

başarısız kaldıklarını anlayabilmek için, bu karşılaştırmayı yapmadan önce zaten kendi başına olanın bilgisini fiilen edinmiş olmamız gerekir. Kendi başına olanın bilgisi, bu dünyada edinilemez. O halde ruh, karşılaştırma yapmadan ve doğmadan önce eidos’ların bilgisine sahiptir. O halde ruh, doğmadan önce de vardır. Dolayısıyla da ruh, ölümsüzdür. Bu argümanı Sokrates, “öğrenme anamnesis’tir”, dolayısıyla ruhun, “bedene girmeden önce var olması” bir zorunluluktur sözleriyle özetler. Argümanın adımları şunlardır:

Eşitin kendisi vardır ve onun ne olduğunu fiilen375

biliyoruz (episteme).

Episteme’ye sahip olduğumuz için, duyusal tekil şeylerle eidos’ları

karşılaştırıp, duyumlarımızla algıladığımız şeylerde göreli bir eksiklik olduğunu düşünebilmekteyiz.

Bu karşılaştırmayı yapabilmek için, bu karşılaştırmayı yapmadan önce bu bilgiye (episteme) fiilen sahip olmak zorunludur.

Episteme’yi duyulur şeylere bakıp, onlardan farklı olanı düşünmekle fiilen

edindik.

Örtük varsayım: Episteme, duyulur şeylerin kendisinden edinilemez.

O halde, episteme’yi, duyumlarımızı kullanmadan önce edindik. Duyularımızı doğumdan itibaren kullanmaya başladık. O halde, episteme’yi doğumdan önce edindik.

Episteme’yi doğum ile birlikte unuttuk (lethe).

Temellendirme: Eğer episteme’yi unutmasaydık şimdi herkes biliyor olurdu. Bilmek, bildiğinin hesabını verebilmektir. Herkes kendi başına şeyler’in açıklamasını yapamıyor. O halde herkes bilmiyor. Ve o halde doğumla beraber episteme’yi unuttuk.

375

131

O halde, episteme’yi edinmiş olanlar, bunu anamnesis yoluyla edinmişlerdir ve öğrenme, anamnesis’tir.

Ruh, bu dünyada doğmadan önce eidos’ları bildiğine göre, doğumdan önce de vardı.

O halde “ruhlar insan biçimine girmeden önce bedenden ayrıydı ve akıl sahibiydi (phronesis).”376

Diyalogda, idea’ların varlığı ile ruhun varlığı arasında zorunlu bir ilişki olduğu vurgulanır. Sokrates’e göre, kendinde varlıklar eğer varlarsa, duyularımız yoluyla temas edip düşündüğümüz tekil şeyleri, kendinde şeylere bağlayıp onlarla ilişkilendiriyorsak, bu varlıklar gibi ruhlarımız da biz doğmadan önce var olmak zorundadır. Sokrates’e göre, kendinde varlıkların var olmaması durumunda, öne sürdüğü kanıt temelsizdir:

Dilimizden hiç düşürmediğimiz güzel, iyi ve bu türden bütün varlıklar eğer varlarsa bize duyularımız yoluyla gelen herşeyi bizde daha önceden mevcut olup da bize ait şeyler olarak yeniden bulduğumuz bu varlıklara bağlıyorsak ve duyularımızı onlarla ilişkilendiriyorsak, bu varlıklar gibi ruhlarımız da biz doğmadan önce var olmak zorundadır. Yoklarsa, bu tartışma da boş yere yapılmış olur, değil mi? Bu varlıkların var olması ile ruhlarımızın biz doğmadan önce var olması aynı şekilde zorunlu değil midir? Onlar var olmasaydı ötekiler de var olmazdı, değil mi?377

Simmias da, ikisinin var olması arasında “aynı zorunluluk” olduğunu ifade eder. Her iki varlığın var olması zorunlu olsa da, Sokrates’in sözlerinden de anlaşıldığı kadarıyla, ancak idea’ların varlığı kesin olduğu ölçüde ruhların var olduğu söylenebilir. Yani ancak ilki var olduğu ölçüde ikincisi de zorunlu olarak var olmaktadır. Bu görüşü onaylayan Simmias, bu durumu kendi sözleriyle şöyle ifade eder:

[B]u tartışma (logos), biz doğmadan önce ruhlarımızın tıpkı demin sözünü ettiğin varlıklar gibi var olduğu yolunda dosdoğru ilerliyor. Bu türden bütün şeylerin, yani iyinin,

376 Phaidon, 76 c. 377

132

güzelin ve az önce söylediğin diğerlerinin ziyadesiyle var olduğundan daha açık bir şey yok benim için. Bana göre bu yeterince gösterilmiştir (apodedeiktai).378

Hem Sokrates hem de Simmias, ölümsüzlük kanıtının eidos’ların varlığına dayandığını açıkça ifade etmektedir. Fakat bu durum, Simmias için sadece bir hipotez iken, bir sophos olan Sokrates için öyle olamaz. Aksi taktirde, buradaki konuşma tamamen anlamsız olurdu. Zira o zaman elde sadece Simmias ve Sokrates tarafından onaylanmış olan bir hipotez kalırdı.