• Sonuç bulunamadı

Anamnesis Kuramının, Bölünmüş Çizgi ve Mağara Alegorisiyle

1. Diyaloglarda Anamnesis Kuramı

1.4. Anamnesis Kuramının, Bölünmüş Çizgi ve Mağara Alegorisiyle

Devlet diyalogunda, adalet/doğruluk (dikaiosyne)318 bir bütün olarak ele alınıp, hem bir ruhun (psykhe) kendi içinde hem de büyütülmüş bir ruh olarak görülen toplumda nasıl gerçekleştirileceği ele alınır. Bu sorun, nasıl yaşamamız gerektiği, hayatın anlamı ve nihai amacı ile ilişkili olarak tartışılır. Diyalogun devamında bu tartışma, adaletli insan ya da devlet/toplum hangisidir sorunundan geçilerek ruhu olan

315 Özellikle, bir tanrı karşısında hissedilen korkuyla karışık bir saygı duygusunu ifade etmekte

kullanılmaktadır.

316

Yükselmeyi sağlayan aşk, korkuyla karışık bir saygı duygusu ile kendini belli etmektedir; buna karşın, insanı olduğu halde bırakan, akıl ve sağduyudan ayırıp düşkün hale getiren aşk, sadece haz duygusu ile kendini göstermektedir. Bkz. Phaidros, 250 e. Ayrıca iki farklı aşk türünün karşılaştırıldığı yer için bkz. Phaidros, 265 e.

317

Phaidros, 257 b.

318 “Dikaiosyne” kavramı, adalet, adalet duygusu, doğruluk, hakkaniyet gibi anlamlara sahiptir. Burada

‘adalet’ sözcüğünü kullanacak olsak da, sözcüğün kullanıldığı yerlerde bu anlamlar da akla getirilmelidir.

112

bir varlığın nasıl adaletli olduğuna kadar getirilir. Burada, adaletin ne olduğu ve ruhun, adil/doğru olmasının nasıl mümkün olduğu sorununun, mutlulukla (eudaimonia) ilişkili olduğu belirtilir.319 Bu bağlam içinde, bütün yaşamın nihai amacının, her ruhun varlığını borçlu olduğu ve bilinçli ya da bilinçsiz olarak yöneldiği, eylemlerini kendisi uğruna yaptığı şeyin, agathon (İyi)320

olduğu ifade edilir.321 Yaşamın nihai amacı olmasına rağmen agathon ideası, tam olarak bilinmemektedir.322 Oysa agathon’un episteme’sinin edinilmesi, ruhun adaletli olmasını, kendi içinde bir uyum yakalamasını, ‘Bütün’ olmasını mümkün kılmaktadır. Ayrıca adalet ve diğer bütün erdemler, ancak agathon ideası sayesinde bize yarar getirebildiği için,323

agathon idea’sının araştırılması, en üstün araştırmadır. Platon’a göre, eğitimin temel amacı, ruhun agathon’u noesis edimi ile doğrudan görebilmesini sağlamaktır. Bu açıdan bakıldığında Devlet diyalogunun ana teması, ruhun, adaletli olmasını ve içinde bulunduğu mağaradan özgürleşip agathon idea’sını temaşa etmesini sağlamak üzere nasıl eğitileceği324

problemidir. Bu bağlamda Sokrates, ruhun eğitiminin nihai amacı olan agathon idea’sını bir benzetme aracılığıyla tasvir eder.

Sokrates, agathon’un kendi başına halini anlatamayacağını ifade eder.325 Ona göre agathon, muhakeme içinde (dianoia) kuşatılamayıp ancak noesis ile temaşa edilebildiği için, ona ancak bir benzetme aracılığıyla işaret edilebilir.326

Sokrates,

agathon’u, onu en fazla andıran, güneşe benzeterek anlatır. Buna göre, agathon

ideasının görülen evrendeki (horaton) benzeri güneştir. Görmeyi meydana getirmede önemli bir işlevi olan güneş, agathon tarafından kendisinin bir eşi olarak meydana

319 Devlet, 472 b c.

320 Agathon, sadece insanın, ruhun ve evrenin varlık nedenidir ve ruhun eidos’ları bilmesini mümkün

kılmaktadır. Agathon’un doğrudan görülmesi, philosophia’nın nihai amacıdır. Bu kadar derin bir anlama sahip olması nedeniyle, onu orijinal haliyle kullanacağız.

321 Agathon söz konusu olduğunda, kimse kanı ile yetinmeyip gerçekten öyle olanı arar. Ama bu, uzun

bir eğitim gerektirdiği için kolayca gerçekleştirilemez. Devlet, 505 e, 506 a.

322 Devlet, 505 a. 323

Devlet, 505 a.

324 Devlet diyaloguna göre eğitim, daha önce ifade ettiğimiz üzere, kör göze görme yetisi bağışlarmış

gibi, psykhe’ye, onun sahip olmadığı bir bilginin koyulması değildir; eğitim, psykhe’nin hali hazırda zaten sahip olduğu düşünme yetisinin baktığı yanlış yönden agathon ideasına doğru çevrilmesi sanatıdır. Devlet, 518 b c d.

325 Devlet, 506 d e.

326Sokrates mümkün olsa idi, agathon’un benzerini değil de ‘kendisini’ anlatabilmek istediğini

113 getirilmiştir.327

Görmenin gerçekleşebilmesi için, göz organındaki görme yetisi ve görülebilir renkler dışında bir üçüncü şey olarak ışık gereklidir. Işık olmadığı takdirde, ne görme yetisi görecek ne de renkler görülebilecektir. Bu açıdan ışık ve ışığın kaynağı olan güneş, görme yetisi ile görülen renkler arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır.328

Agathon idea’sı, güneşin bu işlevine benzer bir rolü, düşünülür evrende

(noeton) gerçekleştirir. Güneş, nasıl görme olayında, göz organındaki görme yetisi ile görülen şeyler arasında bağ kurmayı sağlıyorsa, agathon da düşünülenler ile onlara yönelip onları kavrayan yetiler arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır. Nasıl geceleyin, güneşin sağladığı ışığın aydınlatması olmadığında göz, hiç görme yetisi yokmuş, körmüş gibi olursa, aynı şekilde, ruh da, agathon’un aydınlatması olmadığında, hiç aklı yokmuş gibi olur. Psykhe, kendini ‘oluş’a (genesis) ve karanlık içinde olana sabitlediğinde, ruhun bir yetisi olan akıl (nous) da “göremez” olur, sadece kanılar (doksa) edinir ve sürekli bir kanıdan diğerine gidip gelir. Fakat ruh, agathon’dan doğan aletheia’nın329

aydınlattıklarına baktığında onları “görür” ve yakalar.330

Nasıl ki ışık ve görme, doğası gereği, güneşe benzer ama güneş değilse, aynı biçimde episteme ve aletheia, doğası gereği agathon’a benzer ama agathon değildir. Güneş, görmenin meydana gelmesini sağlamanın yanında, görülenlerin oluşmasını, büyüyüp gelişmesini sağlar. Aynı şekilde agathon ideası da, bilinenlerin kavranması yanında onların mevcudiyetlerinin de kaynağıdır.331

Bundan dolayı, agathon’un neliğinin anlaşılması, agathon’un ruh ve eidos’lar ile olan bağıntısını anlamak için zorunludur. Çünkü agathon ideası, ruh ve ruhun akıl (nous/noos) yetisinin eidos’larla bağıntısını sağlamaktadır. Aslın ruh, her zaman agathon’u aramaktadır. Çünkü mutluluk (eudaimonia), aslında insanın, ruhuyla olabildiğince baş başa kalarak,

327 Devlet, 508 b c. Herhangi bir varlık, ancak agathon’dan pay alarak var olabilir. 328

Devlet, 507 c, 508 a.

329 “Saklı olanın açılması” anlamına gelen aletheia, idea’ların gizli oldukları halden açığa çıkmaları

şeklinde düşünülmekteydi. Bundan dolayı, aletheia’yı, “doğruluk” veya “hakikat” gibi, ya nesnenin özneye tâbi olduğu doğruluğun tutarlılık kuramları ya da öznenin nesneye tabiiyetinin öne çıktığı karşılıklılık kuramlarını çağrıştıran kavramlarla karşılamak yanlış olacaktır. Zira burada aletheia, saklı olanın aydınlıkta açığa çıktığı bir deneyim gibi anlaşılmaktadır.

330 Devlet, 508 c d, Phaidon 79 c. 331

114

agathon’un ruh ile olan kendi bağıntısını fark etmesidir. Ruhun aslında hep aradığı agathon’a gerçekten nasıl ulaşacağını belirtmek üzere Sokrates, önce bölünmüş çizgi

benzetmesini332, daha sonra ise mağara alegorisini333 ele alır. Birbiriyle yakından ilişkili olan bu iki benzetme, yine agathon idea’sının nasıl bilineceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla burada söz konusu olan şey, ruhun bölünmüş çizgi benzetmesinde ifade edilen tanıma düzeylerinde hangi aşamalardan geçeceği, mağara alegorisinde de bir fiil olarak bunun nasıl gerçekleştirileceğidir. Burada ruhun eğitiminin somut adımları, bir yandan mağara alegorisiyle sahnelenmekte, diğer yandan bölünmüş çizgi üzerindeki etkinliklerle gösterilmektedir. Şimdi, bu bağlam içinde ifade edilen varlık ve bilgi sınıflamasına bakalım.

Sokrates, bilgi ve varlık sınıflanmasını bölünmüş çizgi benzetmesiyle334

ele alır. Bir çizgiyi eşit olmayan iki parçaya bölüp, kısa olan ilk kısmına duyulur şeyleri, uzun olan kısmına da düşünülür şeyleri yerleştirir. Mevcut olan şeylerin335

iki farklı türde (genos) olduğunu, daha az açık (a-sapheiai) olan ilk türün bu bölmelerden duyulur alana (horaton), daha açık (sapheneiai) olan ikinci türün ise düşünülür alana (noeton) geleceğini belirtir. Çizginin uzun ve kısa olan kısmı arasındaki oranın (logos) aynısını her iki bölmeyi kendi içinde bölerken de kullanır. Bu şematik oran, bu kez duyulur alanı kendi içinde yine daha kısa ve uzun olarak ikiye böler. Kısa olan kısma, gölgeleri, suda ve parlak yüzeylerde meydana gelen görüntüleri ve buna benzer bütün kopyaları (eikones) yerleştirir. Duyulur bölmede oran olarak görece daha uzun olan bölmeye, bir önceki bölmedeki kopyaların asılları (eoiken) yerleştirilir. Bunların arasına, etrafımızdaki hayvanlar, bitkiler ve insan yapımı bütün şeyler girer. Şimdi düşünülür alanın bölümlenmesine geçilir. Düşünülür alan da kendi içinde, ilk orana336

uygun olarak bölünür. Düşünülür alanın görece daha kısa olan ilk bölümü

332 Devlet, 509 d – 511 e. 333

Devlet, 514 a – 517 c..

334 Bu bölümde, bölünmüş çizgi benzetmesi, mağara alegorisi, mağara alegorisinde sahnelenen dönüş

fiilinin anamnesis edimi ile ilişkisi üzerine geliştirdiğimiz görüşlerimizde, büyük oranda Haşlakoğlu’nun eserlerinden yararlandık. Bu konuların ayrıntılı olarak ele alındığı metinler için bkz.

PDT, 58 – 79; Aletheia; Haşlakoğlu, “Heidegger’in ‘Platon’un Hakikat Doktrini’ Makalesi Üzerine Bir

Eleştiri”; Haşlakoğlu, “Politeia Diyalogunda Epistêmê Tasnifi ve Dialektikê Methodos’un Anlamı”.

335 Devlet, 509 d. 336

115

muhakemeye dayalı bilgi (dianoia) düzeyidir. Bu düzeyde, tekil varlıklar, bazı

hypotheseos’lardan337 hareket eden düşünme yoluyla kavranır.

Dianoia aşamasında psykhe, duyulur alandaki asılları (eoiken) birer kopya

(eikon) olarak görüp hypotheseos’tan hareketle düşünmeye zorlanır.338 Fakat burada düşünce, ilkeye (arkhe) doğru değil sonuca (teleute) doğru akıl yürütür, yani ilk ilkelere doğru yukarı çıkmak yerine düşünce zincirinin sonuçlarına doğru aşağı iner. Nesnesini, hypotheseos’tan hareketle kavramak zorunda olan düşünce, duyusal varlıkları, bir şeyin kopyası olarak gördüğü için, aslında düşüncesinin konusu olan nesneler, düşünülürlerdir. Fakat dianoia düzeyinde, mutlak bir ilke olarak alınan339

hypotheseos’u aşmak, onların temellerine inmek mümkün olmadığı için, duyusal tekil

nesnelerin bir kopyası olarak ele alınan asıl düşünce nesneleri burada tam olarak kavranamaz.340

Bu düşünce nesnelerinin tam olarak yakalanabilecekleri yer, noesis (düşünceyle görme) aşamasıdır. Bu aşamada, bir önceki bölümde kendisi bir ilkeymiş (arkhe) gibi alınan hypotheseos, artık bir ilke olarak değil sadece bir hypotheseos olarak, daha çok bir dayanak, bir sıçrama tahtası olarak düşünülür. Böylece akıl, diyalektik yöntemle hypotheseos’tan ilkelere doğru hareket eder ve hypotheseos’u aşarak (an-hypothetos olan) ilkelere ulaşır. Sokrates’in noesis olarak adlandırdığı bu aşamada, artık duyusal tekilleri bir şeyin taklidi olarak almak gerekmez, aksine burada

337 Hypotheseos, hem dayanak, altta yatan hem de ilk hareket noktası, başlangıç noktası gibi anlamlara

sahiptir. Bu kavramı, bilimsel araştırmalarda sınanmak için ortaya atılan hipotez ya da varsayım olarak düşünmek doğru olmaz. Hypotheseos, esas olarak bilimlerin genel ve kesin olarak kabul ettiği bütün ilkelerini ve yasalarını dahi içerebilecek bir anlama gelmektedir. Bilimlerin, hatta en kesin bilimler olan aritmetik ve geometrinin, ilke (arkhe) olarak kabul ettiği bu yasaları, “bilinmeyen ama bilindiği varsayılan” terimler içerirler ve bilginin bilinmeyen bir şey dayandırılması gibi bir çelişki doğururlar. Dolayısıyla, bu ilkeler aslında gerçek anlamda arkhe olarak görülemezler. Sokrates’e göre, arkhe’lere ancak en üst bilgi düzeyi olan diyalektik ile ulaşılabilir.

338 Devlet, 510 b. 339

Burada, hypotheseos’un, kendisi bir ilke (arkhe) olmadığı halde sanki kendiliğinden bilinen, daha öte açıklamaya ihtiyaç göstermeyen bir ‘ilke’ymiş gibi ele alındığı ifade edilmektedir. Fakat Sokrates’e göre, bu durum basit bir yanılsama değildir ve dianoia bilgisi düzeyinde kalındığı müddetçe, bu durumun aşılması mümkün değildir.

340

116

duyusal olan hiçbir şeye başvurulmaz. Akıl, sadece idea’ları kullanarak, bir yandan ilkelere doğru yükselir; sonra da buradan aşağı doğru, sonuçlara iner.341

Şimdi önce burada ifade edilen varlık türlerini sonra da, ruhun bunlara karşılık gelen etkilenimlerini (pathema)342 bir arada ifade edelim. Var olan şeyler, iki türdendir, bunların ilk türü duyularla algılandığı için duyulur alanı (horaton) meydana getirir, ikinci tür varlıklar ise, duyularla değil sadece düşünceyle kavranabildiği için düşünülür alanı (noeton) meydana getirir.343

Bu ayrıma göre, adil şeyler, güzel şeyler ve buna benzer duyularla algılanabilen tekil şeylerin mevcut olduğunu ifade ettiğimiz gibi, güzelin kendisi, iyinin kendisi, adaletin kendisi ve buna benzer kendi başına var olan varlıklar da vardır. İlk bölmedeki duyularla algılanan bu tek tek şeylerin çokluğuna, sadece düşünceyle kavranabilen idea’lar karşılık gelmektedir. Yani, duyulara verilen adil şeyler mevcut olduğu gibi, bunlara karşılık gelen ve sadece düşünceyle kavranan adaletin kendisi de mevcuttur.344

Bu ayrım Phaidon’da aynen tekrar edilmişti. Sokrates, orada, iki varlık türü345

olduğunu, bunlardan ilkinin görülebilir ve sürekli değişim içinde olan şeyler olduğunu, diğer varlık türünün ise görülemez olduğunu ve değişmeden sürekli aynı kaldığını belirtmekteydi.346

İki varlık alanı kendi içinde tekrar ikiye bölündüğünde duyulur alan duyusal tikel şeyler (eoiken) ve bunların kopyaları (eikones) olarak ayrılır. Bunlara psykhe’nin

341 Devlet, 510 b, 511 a b. Burada anlatıldığı haliyle bu düşünme yöntemi hipotez yöntemi ile yukarı

doğru yükselmektir. Hipotez yöntemi ile yukarı doğru çıkıldıkça, artık duyusal deneyime giderek daha az başvurulur. Bir yerden sonra, noesis aşaması ile eidos’lar doğruda temaşa edilir.

342 Bu kelimenin edilgin bir çağrışıma sahip olması, psykhe’nin bu etkilenimlerinin açıklık (saphaneia)

derecelerinin, konu aldıkları nesnelerin aletheia ile ilişkilerine bağlı olarak değişmesi ile doğrulanmaktadır.

343 Sokrates, duyuların yardımıyla düşünüldüğünü (doksazein) söylediği duyulur alandaki tekil şeylerin

bilgisine kanı (doksa), düşünülür alanda sadece düşünce yardımıyla kavranan varlıkların bilgisine ise

episteme adını vermektedir. Fakat episteme, esas olarak noesis edimine dairdir ve ancak ona dayandığı

zaman episteme olur.

344

Devlet, 507 b.

345 Benzer bir biçimde, Timaios’ta her zaman var olup hiç oluş içinde olmayan varlık (to on) ile hep oluşa

gelip hiçbir zaman tam olarak var olmayan oluş içindeki (genesis) varlık türü arasında aynı ayrım yapılır: “Daima var olan ve oluşa (genesis) tâbi olmayanı noesis faaliyeti, logos vasıtasıyla kuşatır ve kavrar; daima doğan ve sadece o an itibarıyla var olanı kanı (doksa), logos’u idrak etmeksizin hissetmeye bağlı olarak düşünür (dokeo).” (Timaios 27 d - 28 a.) Timaios’ta noesis olarak ifade edilen düşünce faaliyeti, başka yerlerde phronesis olarak da ifade edilir. Bkz. Phaidon, 79 d.

346

117 inanç (pistis) ve tahmin (eikasia)347

etkilenimleri karşılık gelir.Burada “pistis”, doğru olduğuna inanılan kanaatler anlamı taşımaktadır. Sokrates, bu bölmedeki tikel duyusal varlıkların, taklitleri olan bir alt bölmedeki varlıklara göre daha açık (enarges) olarak görüldüklerini ve bundan dolayı önemli sayıldıklarını ifade eder.348

Bu açıdan “pistis”, aşılması çok zor olan, sağduyunun, tikel-duyusal-cisimsel şeylerin apaçık verili gerçeklikler olduğu inancına işaret eder.

Sokrates, adil şeyleri, güzel şeyleri yani duyulara verilen tekil-cisimsel varlıkları var kabul edip, kendi başına varlıkları (eide) kabul etmemeyi eleştirir. Böyle düşünen kişiler, sadece doksa bilgisi edinebilir, doksanın bilgisini edindiği oluş, mutlak varlık ile mutlak yokluk arasında gidip gelir. Konusu böyle bir varlık olan doksa yetisi de (dynamis), konusunun bu gidip gelmelerine benzer bir biçimde bir kanaatten diğerine sürekli gidip gelir.349

Sokrates’e göre, bu durum aşılmadan,

episteme edinilemez, bilgi sahibi (gignosko) olunamaz. Bundan dolayı, Sokrates’in

mağara istiaresiyle işaret ettiği mağaranın dışına çıkmak, ‘doksa’nın karanlığından

agathon’un aydınlığına çıkmak’, yani duyusal-cisimsel tekil şeylerin varlığın kendisi

olduğu inancından özgürleşmek anlamına gelmektedir. Ruh, bunu, “kendi başına varlıklar”ın var olduğunu, diğer duyusal tekil varlıkların onlardan pay alarak var olduklarını fark ederek, philo-doksos (kanı sever) olmaktan kurtulup philo-sophos olmakla gerçekleştirebilir.350

Şimdi dianoetik anamnesis aşamasına karşılık gelen dianoia aşamasına daha yakından bakalım. Sokrates, dianoia aşamasını daha iyi anlayabilmek için, geometri ve aritmetikten (logismos: hesaplama, sayma) örnek vermekle birlikte, yaptığı çıkarımları diğer bilimlere de genellemektedir. Yani bu açıdan, diğer bilimler de

dianoia aşaması içinde kalmaktadır.351 Sokrates, burada, bilimlerin kendi içinde nasıl sınıflandırılacağıyla, hangisinin daha açık ve kesin olduğuyla pek ilgilenmemekte;

347Eikasia, etimolojik olarak eikon’dan türemiş bir sözcüktür ve imgesini yapmak anlamına gelmektedir.

Bkz. Bloom, Allan, The Republic of Plato, trans. and ed. A. Bloom, New York, 1991, 39 numaralı dipnot, s. 464. 348 Devlet, 511 a. 349 Devlet, 477 a, 478 d. 350 Devlet, 480 a. 351 Devlet, 525 c-e.

118

sadece matematiğin diyalektiğe giden yolda geliştirici bir bilim olduğunu belirtmekle yetinmektedir.352 Sokrates’e göre, geometri ve hesaplama (logismos) ve benzeri bilimlerle uğraşanlar, “tek”, “çift”, “açı türleri” “şekiller” ve her bir bilimde buna benzer şeyleri bilinir kabul edip, ne kendilerine ne de başkalarına bunlarla ilgili daha fazla açıklama vermeyi (logos) gerekli görmezler. Onlar, postulatlar veya ilkel terimler olarak anlaşılabilecek bu terimlerin, herkesçe bilindiğini ve kendiliğinden aşikâr olduğunu (phaneros) düşünürler. Sonra da bu hypotheseos’tan başlar, araştırmalarını, bu başlangıçla tutarlı bir biçimde (homologoumenos) sürdürerek araştırmaya koyuldukları nesne ile sonlandırırlar.353

Sokrates, dianoia’nın nesnesinin düşünülürler (noeta) olduğunu vurgulayarak, bilimlerle uğraşanların kuma ve başka yerlere çizdikleri şekillerin kendileri için araştırılmadıklarını, bunların kopyası oldukları kendilerinde nesneleri araştırmak üzere ele alındıklarını ifade eder. Sözü edilen bilimlerle uğraşanlar, duyulur şekilleri (horomenois eidos) kullanıp bunlar hakkında akıl yürütmede bulunurken asıl üzerinde düşündükleri şeyler, bu duyulur şekiller değil, bunların kopyası oldukları diğer varlıklardır. Yani asıl araştırdıkları, inceleme konusu yaptıkları, çizdikleri kare veya köşegen değildir, karenin kendisi, köşegenin kendisi ve bunun gibi diğerleridir. Bu biçimlendirdikleri (plasso), çizdikleri (grapho) şeyleri, kendi başına nesnelerin bir kopyası olarak düşünüp, kendi başına olan nesneleri kavramaya çalışırlar.354 Sokrates’e göre, bu şekilde işleyen bilimler, düşünülür şeyleri konu aldıkları halde, bunları açık olarak kavrayamazlar. Bunun nedeni, Sokrates’e göre, hypotheseos’u, öyle olmadığı halde bir ilke (arkhe) olarak almaları355

ve bu hypothseos’un, kendinde ne olduğunun hesabının verilememesinden dolayı hypotheseos’u aşamamalarıdır. Bundan dolayı, bilimlerin (teleute) bilgisi, hesabı verilemeyen bir bilgiye dayanması bakımından, temelini bilinmezliğe dayandırmayla maluldür.356

İşte bu yüzden, 352 Devlet, 511 e, 536 d. 353 Devlet, 510 c d. 354 Devlet, 510 d e. 355 Devlet, 511 b.

356Bilginin, bilinmeyen öncüllere, bilinmeyene dayanması bir çelişkidir. Bu yüzden, episteme, dianoia

düzeyinde elde edilemez, ancak noesis aşamasında, görüsel tecrübe edinerek elde edilebilir. Dianoia, diyalektik yürüyüşte zorunlu fakat aşılması gereken bir aşamadır.

119

Bilimler, çizilen, biçimlendirilen şekilleri, ‘bir şeyin kopyası gibi düşünerek’, onu gerçekliğin kendisi olarak görmeyerek doksa’yı aşma yönünde bir değer taşısa da,

doksa’nın tam olarak aşılmasını sağlayamaz. Bu amaç ancak diyalektik aşamasında

gerçekleştirilebilir. Zira ancak bu aşamada, hypotheseos, bir ilke olarak değil, bir sıçrama tahtası, çıkış noktası olarak alınıp artık (an-ypothetos)357

olan ilkeye doğru yükselinir. Böylece kendi başına varlıkları, kendinde olduğu haliyle görmek ve akıl yürütmesini ilkeye dayandırarak episteme’ye ulaşmak mümkün olur.

Sokrates, dianoia aşamasında düşünmenin, tekil duyusal şeyleri başka şeylerin kopyası olarak aldığını ve bunları hypotheseos’tan hareketle kavradığını ifade etmektedir. Duyulur alanda, kendilerinin kopyası olan şeylere göre bir asıl olan bu tekil varlıklar, burada artık kendileri de başka bir şeyin kopyası olarak düşünülmektedir.358

Sokrates, bu meseleyi açmak üzere geometri ve benzer bilimlerden örnek verir. Fakat dianoia aşamasında sadece matematiksel şekiller değil ama başka tekil duyulur nesneler de ele alınmaktadır. Dolayısıyla, sadece bilimsel yöntemler değil, bir meseleyi araştıran insan düşüncesi, genel olarak hipotezlerden hareketle nesnesini daha derinlemesine kavramaya çalışmaktadır.359

Bu şekilde tarif edilen dianoia aşaması, Menon diyalogunda ele alınan

dianoetik anamnesis ile örtüşmektedir. Menon diyalogunda, Menon’un hipotez

yöntemi aracılığıyla bilgi edinmesi ve köle çocuğun geometrik şekillere bakarak ortha

doksa düzeyinde bilgi edinmesi, Devlet diyalogunda dianoia düzeyi olarak tarif edilen

düşünme düzeyine karşılık gelmektedir. Ayrıca Devlet’te matematikçilerin, çizdikleri şekillere bakarak bilgi edinmesi ile Menon’da köle çocuğun şekillere bakarak anımsaması arasında da bir örtüşme vardır. Buradan, Menon diyalogunda bir ruhun bir konuda araştırmaya başlayarak anımsamaya başlaması sürecinin, yani dianoetik

357

Devlet, 511 b.

358Bu noktaya işaret edilen iki yerde de, dianoia’nın kopya olarak ele aldığı şeylerin, duyusal tekiller

olduğu açıkça belirtilmiştir. Devlet, 510 b, 511 a.

359Düşünce, her zaman duyusal olanı başka bir şeyin kopyası olarak ele alıp buradan hareketle alta

koyduğu hipotezlerle çalışır. O halde, Matematik ve diğer bilimlerde daha sistematik bir biçimde yapılan etkinlik, düşüncenin bu özelliğinin daha tutarlı ve inceltilmiş bir halinden ibarettir. Bu konunun