• Sonuç bulunamadı

Zat Sıfat İlişkisi

Belgede İbn Rüşd'de Uluhiyet problemi (sayfa 113-118)

Sıfatların zât ile ilişkisi nedir? Sıfatlar, nefsî (zâtî) sıfat mıdır, yoksa manevî sıfat mıdır? Yani sıfatları nefsî sıfat olarak mı isimlendirmek gerekir, yoksa manevî sıfat olarak mı? Sıfatlar zâtın aynısı mıdır, yoksa zâttan farklı mıdır? Bu sıfatlar zâta bitişik, zât üzerine zâid olabilir mi? Bu problemi tartışmak ne ifade eder? Bu tartışma gerekli bir tartışma mıdır? Şimdi bu soruları cevaplandırmaya çalışalım.

İbn Rüşd bu konuyu ele alırken iki çeşit sıfat olduğundan söz eder. Bunlar, nefsî (zâtî) ve manevî sıfatlardır. Ona göre nefsî sıfatlar, Allah’ın bir ve kadim olması örneklerinde olduğu gibi, zât üzerine zâid bir mananın zât üzerine kâim olması anlamında değil, zâtın bizzat kendisiyle vasıflandığı sıfatlardır. Manevî sıfatlar ise, zâtın kendisinde olan bir mana sebebiyle vasıflandığı sıfatlardır.361

İbn Rüşd’e göre zât- sıfat münasebeti üzerinde üç farklı görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki; sıfatları zâtın aynısı olarak gören ve Allah hakkında çokluğun (kesret) olamayacağını düşünen ve savunan Mutezilenin görüşüdür. İbn Rüşd, bu görüşün ilk ve temel bilgilerden (el- meârif el- evvel) uzak, hatta onlara zıt olarak görülebileceğini ifade eder. Ona göre, böyle bir düşünceyi kabul eden kimse izah edilmesi güç bir takım zorluklarla karşı karşıya kalır. O da şudur: Sıfatların tek bir zâta işaret etmesi durumunda ilim, irade, kudret gibi kavramlar tek bir kavram ve tek bir zât olmuş olur. Aynı zamanda ilim ile alim, irade ile mürîd, kudret ile kâdir aynı anlama gelmiş olur. Örneğin, ilim ve alim kavramlarının aynı olmadığı, ya da bu kavramların taşıdığı anlamın farklı olduğu bilinen hususlardandır. İlim ve alimin aynı olması, baba ve oğulun aynı anlama gelmesi gibi, iki muzafı birbirine karine yapmak suretiyle ancak mümkün olabilir. Nasıl bir babanın varlığı oğulun varlığını,

oğulun varlığı da babanın varlığını gerektiriyorsa, ilim ve alim sıfatları da, birbirine işaret bakımından yekdiğerinin aynı olabilir. Fakat bu, sadece mantıksal bir tespit, mantıkî bir izafet olmuş olur. Dışarıda varlığı olan bir nispet olmaz. İbn Rüşd’e göre bu tür izahlar, halkı irşad etmekten ziyade, onları dalalete sevkedebilecek beyanlardır. Bu bakımdan zât ve sıfat birliği düşüncesinin halka açıklanmaması gerekmektedir.362

İkincisi, zât ve sıfatları ayrı olarak değerlendiren, sıfatların başkasıyla kâim (kâimetün bi ğayrihâ), yani zât ile kâim olduğunu düşünen ve Allah hakkında çokluğun söz konusu edilebileceği tasavvuruna yol açan Eş’ariyyenin görüşüdür. İbn Rüşd’e göre Eş’arîler, bu sıfatların manevî sıfatlar olduğunu, zât üzerine zâid olduklarını; örneğin Allah’ın zâtı üzerine zâid olan bir ilimle alim olduğunu, yine O’nun zâtı üzerine zâid olan bir hayat ile hayy ve diri olduğunu iddia etmektedirler. O, Eş’arîlerin şehadet aleminden hareketle ileri sürdükleri bu iddianın sonucunda, yaratıcı olan varlığın (hâlık) cisim olarak vasıflanmış olacağını ifade eder. Çünkü ortada bir sıfat ve mevsuf, yani konu ve yüklem mevcuttur ki, bu da tam olarak cismin halini ortaya koymaktadır. Açıkçası, bir zâtın ve onunla kâim olan bir takım sıfatların olduğunu iddia etmek; zâtın, sıfatların varlığının, sıfatların da zâtın kemâlinin şartı olması gibi bir durumu ortaya çıkarır ki, bu da zât ve sıfatlardan oluşan varlığın kendi içinde sebep- müsebbeb ilişkisi olan mürekkep bir varlığın olması demektir. İbn Rüşd’e göre Eş’arîler böyle bir görüşü ortaya atmak suretiyle, Allah’ın zâtı ile sıfatları arasındaki münasebeti, cevher ile araz arasındaki münasebete benzetmiş olmaktadırlar. Çünkü cevher, zâtı ile kâim olan bir şeydir. Araz ise başkasıyla (zât) kâim olabilir. Cevher ile arazdan oluşan şey ise zaruri olarak cisimdir. Dolayısıyla böyle bir düşüncenin benimsenmesi, zorunlu varlığın cisim olması ve muhdes olması gibi bazı mahzurları barındırmaktadır.363

Üçüncüsü ise, zât ve sıfatları ayrı kabul eden, sıfatların çokluğuna kanaat getiren, ayrıca bu sıfatların başkasıyla kâim değil, zât gibi kendi kendine kâim

362

Bkz. İbn Rüşd, el- Keşf, s. 167; İbn Rüşd, Tehafüt, c. 2, s. 494; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 169.

363 Bkz. İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 167- 168; İbn Rüşd, Tehafüt, c. 2, ss. 494- 495; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 169.

cevherler olduklarına inanan Hristiyanların görüşüdür. Onlara göre Allah için üç unsur (uknûm) söz konusudur: Vücud, hayat ve ilim. Allah bir yönden tektir, bir yönüyle de üçtür. Mevcûd, Hayy ve Alim olması itibariyle üçtür, bütün bunların toplamı olması itibariyle de tek (vâhid) tir. İbn Rüşd, Hristiyanların sıfatların zâta bitişik olmadıkları, bizâtihî kâim oldukları şeklindeki görüşlerini eleştirerek, böyle bir görüşün bir çok ilahın mevcut olmasını ilzâm edeceğini belirtir ve “Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kafir oldu”364 mealindeki ayeti de zikrederek, Hristiyanların

sapmış, yoldan çıkmış olduklarını ortaya koyar.365

Gazalî, zat- sıfat ilişkisi konusunda filozofların da Mutezili kelamcılara paralel olarak, ilim, irade, kudret gibi sıfatların –her ne kadar dil bakımından kullanılması mümkün olsa da- zâta bitiştirilmesinin mümkün olamayacağını iddia ettiklerini haber vermektedir. Onlara göre, bu sıfatların insanın zâtına eklenmiş bir nitelik olması gibi Allah’ın zâtına bitiştirilmesi, varlığı zorunlu olanın (vâcibü’l- vücûd) çokluğunu (kesret) gerektireceği için söz konusu olamaz.366 Gazalî’nin bu sözlerinden filozofların Mutezili kelamcılar gibi, sıfatları zâtın aynısı olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır.

İbn Rüşd ise, Gazalî’nin filozoflarla ilgili değerlendirmelerine kısmen katılmakla birlikte, filozofların farklı yönlerini de ortaya koymaya çalışır. Bu bakımdan, onun yukarıda yapmış olduğu tasnife filozofları dâhil etmemesinden, bir yönüyle onları Mutezile ile aynı kategoride değerlendirdiği anlaşılırken, bir yönüyle de onları Mutezileden farklı gördüğü hissedilmektedir. Çünkü o, filozofların, ne Mutezile ile aynı görüşü paylaştığını söylemiş, ne de onları ayrı bir maddede değerlendirmiştir. Ona göre filozoflar, sıfatların zât üzerine zâid olmayan zâti sıfatlar olduğunu, bu zâti sıfatların, kendilerini fiilen taşıyan varlığın (zât) çokluğunu (kesret) gerektirmediklerini, çünkü böyle bir çokluğun, zâtın dışında fiili bir çokluk olmayıp zihinsel bir çokluk olduğunu düşünmektedirler.367 Onlar, tek bir zâtın,

364 Maide, 5/73.

365 Bkz. İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 167- 168; İbn Rüşd, Tehafüt, c. 2, s. 471; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, ss. 157- 160; Krş. Cüveynî, Kitâbu’l- İrşâd, ss. 47- 51.

366 Gazalî, Tehâfüt, s. 107.

sıfatların çoğalmasıyla çoğalmaksızın, çeşitli şekillerde (olumlu- olumsuz) bir çok sıfatlara sahip olmasını imkan dahilinde görmektedirler. Bu durum, bir şeyin hem var (mevcûd), hem bir (vâhid), hem mümkün, hem de zorunlu varlık (vâcib) olmasına benzer. Zira bu tek olan varlığın kendisinden, kendinden başka bir şeyin sâdır olması yönüyle, O’nu “kâdir” ve “fâil” olarak; birbirine zıt (mütekâbil) iki fiilden birini tercih etmesi yönüyle “mürîd” olarak; yarattığı şeyi (mef’ul) idrak etmesi yönüyle “âlim” olarak; ilmin hareketin sebebi olması dolayısıyla “hayy” olarak isimlendirmek mümkündür. Çünkü “hayy”, zâtı itibariyle idrak eden ve hareket edendir. Ancak burada, bizâtihî kâim, fiilen mevcut birer cevher olan sıfatlara sahip basit tek bir varlıktan söz etmek mümkün değildir. Bu sıfatların fiil halinde “bir”, kuvve halinde ise çok olması söz konusu olabilir.368

Sıfatlar konusunu başka türlü anlamanın zorluklarına dikkat çeken İbn Rüşd, kuvve halinde bulunan sıfatların çokluğunun kabul edilmesinde bir sakınca olmadığını, bu meselenin zihnî bir kategori olarak düşünülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda o, bu sıfatların Eş’arîler gibi zât üzerine zâid manevî sıfatlar olarak değerlendirilmesi durumunda, zât hakkında çokluğun bertaraf edilemeyeceğini iddia ederek, sıfatların zâtî sıfatlar olarak kabul edilmesinin gerekliliği üzerinde ısrarla durmaktadır. İbn Rüşd, filozofların sıfatlar konusundaki görüşlerine bütünüyle katıldığını da ihsas ettirmektedir. O, zât- sıfat ayrımını reddetme, sıfatların zâttan ayrı değerlendirilmemesi, sıfatların zât üzerine zâid olmadığı şeklindeki Mutezilî düşünceye yakınlığını da, onların bu hususta Eş’arîlere göre gerçeğe daha yakın olduklarını vurgulamak369 suretiyle göstermektedir.

İbn Rüşd, Allah’ın bizâtihî zorunlu varlık olduğunu, zorunlu varlığın da ne kendi zâtında ne de dışında var olmasını sağlayan hiç bir nedeninin bulunmadığını düşünen herkesin, sıfatları zâtî sıfatlar olarak kabul etmesi gerektiğini belirtmektedir. Çünkü sıfatlar, zât dolayısıyla varlıklarını devam ettirselerdi veya zât üzerine zâid olsalardı, bu takdirde zât, zâtı dolayısıyla zorunlu varlık, sıfatlar da başkası dolayısıyla zorunlu olan varlıklar olmuş olurdu ki, yukarıda ifade edildiği gibi bu da, mürekkeb (bileşik) bir varlığa karşılık gelirdi. İhtilafın zorunlu varlığa hiçbir biçimde

368 İbn Rüşd, Tehafüt, c. 2, ss. 497- 498; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, ss. 170- 171. 369 İbn Rüşd, Tehafüt, c. 1, s. 372; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 120.

nedeni olmayan varlık veya kendisine eklenmiş fâil bir nedeni bulunmayan varlık şeklinde farklı anlamların verilmesinden kaynaklandığını gayet iyi bilen İbn Rüşd, Eş’arîlerin ileri sürmüş olduğu burhanın, Hristiyanların iddia ettiği şekilde, sıfatların, kendi kendilerine kâim cevherler olarak anlaşılmasını çağrıştıracağı için geçersiz olduğunu, zorunlu varlığın hiçbir biçimde nedeni olmayan varlık olarak kabul edilmesinin gerekliliği üzerinde ısrarla durmaktadır.370

İbn Rüşd’e göre bütün bu görüşler, dinin maksadından uzak olan görüşlerdir. Her ne kadar kendisi de, bu tür tartışmalara girmiş olsa da, yakin derecesinde bilgi sahibi olmayan, burhan sanatını bilmeyen insanların yapması gereken şey, tafsilata dalmadan dinin açıkladığı kadarıyla sıfatların var olduğunu kabul etmektir.371 Çünkü böyle tartışmalardan, burhan sanatını bilmeyen halk kesimindeki insanların faydalanması ve bir netice çıkarması söz konusu olmadığı gibi, aksine onların gerçek dışı, hakikate aykırı bir takım sonuçlara ulaşarak yoldan sapmalarının kolaylaşacağı kaçınılmaz bir akıbet olarak gözükmektedir.

Uluhiyet meselesinin temel ilgi alanlarından olan Allah’ın sıfatları konusunda İbn Rüşd’ün yaklaşımlarını böylece ortaya koyduktan sonra, şimdi de ulûhiyet meselesiyle ilgili olan Allah- alem- insan münasebetinin nasıl kurulduğu yönünde Allah’ın fiillerinin de açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

370 İbn Rüşd, Tehafüt, c. 2, ss. 499- 500ve 506- 507; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, ss. 171- 172 ve 175.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İBN RÜŞD’E GÖRE ALLAH’IN FİİLLERİ

İbn Rüşd, Allah’ın fiilleriyle ilgili hangi fikirleri sunmuştur? O, söz konusu meseleyi nasıl ve şekilde ele almıştır? Hangi fiiller üzerinde daha ziyade durmuştur? İbn Rüşd’ün Allah’ın fiilleri çerçevesinde değindiği meseleler; alemin yaratılmış olması yahut yaratma (halq), peygamber gönderme, kaza- kader, adalet- zulüm (ta’dîl- tecvîr) ve ahiret (meâd, diriliş) ile ilgili konulardır. Buraya kadar genel olarak Allah’ın zâtıyla ilgili problemler ele alınırken, aşağıdaki konular bir bakıma Allah- alem- insan münasebeti ile ilgili meselelerdir. Şimdi bu konuların izahına geçebiliriz.

Belgede İbn Rüşd'de Uluhiyet problemi (sayfa 113-118)