• Sonuç bulunamadı

Kaza ve Kader

Belgede İbn Rüşd'de Uluhiyet problemi (sayfa 139-147)

Allah’ın fiillerinden birisi olan kaza ve kader meselesi nasıl anlaşılmalıdır? Bu fiil karşısında insanın durumu nedir? İnsan yaratılmış bir varlık olarak nasıl bir varlıktır? Onun fiilleri yönüyle durumu nedir, hür müdür, yoksa programlanmış bir yapıya mı sahiptir? Bu ve buna benzer soruları içine alan kaza- kader meselesi, Kelam Tarihinde en çok tartışılan problemlerden birisidir. İslam toplumu arasındaki en önemli ihtilaf, siyasi bir mesele olan imamet meselesi üzerinde olurken452, ikinci önemli ihtilaf ise kader meselesi üzerinde vâki olmuştur. Siyasi ihtilafları ayrı değerlendirdiğimiz takdirde, ilk ve en önemli ihtilaf konusumun kader problemi olduğunu söylemek mümkündür. Bu bakımdan Şehristânî de, ilk İslam toplumunda usûle dair yapılan tartışmaların ilkinin kader problemi olduğunu ifade etmektedir. 453 İmamet meselesi sonucunda belli fırkalara ayrılan toplum, kader meselesi ile daha farklı grup ve mezheplere ayrılmış, mesele üzerindeki tartışmalar günümüze kadar devam ederek gelmiştir.

Aynı zamanda kader problemi zor bir konudur. İbn Rüşd de bu konunun dinî meseleler içinde anlaşılması en zor problemlerden biri olduğunu düşünmektedir. Zorluğun sebebini ise, konunun anlaşılmasını sağlayacak akli ve nakli deliller arasında tearuz bulunmasına bağlamaktadır. Kur’an-ı Kerim tetkik edildiğinde, kader ile ilgili bazı ayetlerin, her şeyin bir kadere göre cereyan ettiği, insanın fiillerini işlerken mecbur olduğuna delalet ettiği görülürken; diğer bazı ayetlerin de, insanın fiilini kendi tasarrufuyla ortaya koyduğu, fiilleri hususunda mecburiyet altında olmadığına işaret etmektedir.454 Bu hususun iyice anlaşılması için İbn Rüşd şu

ayetleri örnek olarak ileri sürmektedir:

“Biz her şeyi bir kadere (nezdimizde olan bir düzene, bir plana) göre yarattık.”455

452

Eş’arî, Ebu’l- Hasen Ali b. İsmail, Makâlâtü’l–İslâmîyyin ve İhtilâfü’l–Musallin, tahkik: Helmut Ritter, s. 2, Weisbaden, 1980; Şehristânî, Ebu’l–Feth Muhammed b. Abdülkerim, el-Milel ve’n-Nihal, ta’lik: Ahmet Fethi Muhammed, c. 1, s. 13, Beyrut, 1992.

453 Bkz. Şehristânî, el- Milel ve’- Nihal, c. 1, s. 22. 454 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 224.

“O’nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.”456

“Ne yerde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılmış, ezeli bilgimizde tespit edilmiş) olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır.”457

Görüldüğü gibi yukarıdaki ayetler ve bu manayı içeren diğer ayetler bütün işlerin zaruri olduğunu anlatmaktadır. İbn Rüşd bu ayetlerden farklı olarak insanın yaptığı işleri kendisinin kesbetmiş olduğuna ve yapılan işlerin zaruri değil mümkün olduğuna işaret eden şu ayetleri de örnek olarak vermektedir:

“Yahut yaptıkları işler yüzünden onları helak eder, bir çoğunu da affeder (kurtarır).”458

“Başınıza gelen her hangi bir musibet kendi ellerinizin yaptıkları yüzündendir.”459

“O kimseler ki kötü işler yaptılar.”460

“Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır”461 “Semud kavmine gelince, onlara yol gösterdik; fakat onlar körlüğü ve dalaleti hidayete yeğlediler.”462

İbn Rüşd, aynı ayet ve ayet kümesi içerisinde de farklı iki düşüncenin yer aldığını belirtmektedir. Örneğin; “ başınıza bir bela gelince –ki siz onun iki katını onların başına getirmiştiniz- bu nereden başımıza geldi? dediniz. De ki: O kendinizdendir”463ayetinin peşinden gelen ayette, “ iki topluluğun karşılaştığı gün

başınıza gelen, ancak Allah’ın izniyle olmuştur.”464 “Sana gelen her iyilik Allah’tan, 456 Ra’d, 13/8. 457 Hadid, 57/22. 458 Şura, 42/34. 459 Şura, 42/30. 460 Yunus, 10/27. 461 Bakara, 2/286. 462 Fussılet, 41/17. 463 Al-i İmran, 3/165. 464 Al-i İmran, 3/166.

her kötülük de kendindendir465 ayetinden önceki ayette ise “De ki: Hepsi Allah’tandır”466 ifadesi yer almaktadır.

Ayetlerden örnekler vermek suretiyle kader meselesinin Kur’an’da nasıl ifade edildiğini ortaya koyan İbn Rüşd, aynı durumun bazı hadisler arasında da mevcut olduğunu belirtir ve “her çocuk fıtrat üzere doğar, sonra anne ve babası o çocuğu Yahudi veya Hıristiyan yapar”467 hadisi ile “bunlar cennet için yaratıldılar ve cennet

ehlinin amelini işlerler, şunlar da cehennem için yaratıldılar ve cehennem ehlinin amelini işlerler”468hadisini örnek olarak verir. O, iki hadis arasındaki tearuzu da şu şekilde izah etmektedir: İlk hadisten küfrün sebebinin insanın bulunduğu çevre, imanın sebebinin de fıtrat olduğu anlaşılırken, ikinci hadisten ise küfrün ve günahın Allah tarafından yaratılmış olduğu ve kulun bunları yapmaya mecbur olduğu anlaşılmaktadır.469 Anlaşılan o ki İbn Rüşd, insanın çevresini değiştirmesinin

mümkün olabilmesi yanında fıtratının dışında bazı davranışları sergilemesini imkan dahilinde görerek, insanı fiilleriyle irtibatlandırmakta ve yukarıdaki hadisi de buna örnek olarak vermektedir. Böyle olunca ikinci hadisle birlikte konu değerlendirilmeye çalışıldığında bir tearuzun olduğu hissedilmektedir.

İbn Rüşd, kader hususunda naklî delillerin yanında aklî delillerin de teâruz ettiğini şöyle açıklar: İnsanın fiillerini bizzat kendisi icad ve halk ettiği farz edilirse, bu takdirde ortada Allah’ın dilemesi ve ihtiyarı dışında cereyan eden bir takım fiillerin olması gerekir. Dolayısıyla Allah’ın dışında bir yaratıcı söz konusu olur ki, böyle bir ihtimal sakıncalı görülmüştür. Şayet insanın fiilleriyle ilgili bir katkısının olmadığı farz edilirse, bu takdirde de, insanın cebren bu fiilleri yerine getirdiği sonucu ortaya çıkacaktır. Çünkü cebr ve iktisabın ortası yoktur. İnsan fiillerini yapmaya mecbur olunca, o halde teklifin güç yetirilemez (mâlâ yutâk/insanın boyunu aşan) cinsten olması gerekir ki, bu da insanla cansız bir madde arasında fark olmamasını gerektirir. Çünkü cansız maddede istitaat yoktur. Bundan dolayıdır ki

465 Nisa, 4/79. 466 Nisa, 4/78.

467 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/233, 275, 393; Buharî, Cenâiz, 78, 91. 468 Muvatta, Kader, 1593; Ebu Davud, Sünne, 17.

ulema, teklifin gerçekleşmesi için, aklın yanında istitaatın da insanda var olduğu sonucuna varmışlardır. Ayrıca böyle bir durumda iyi ile kötü arasında fark kalmayacağı için, iyi olanı elde etmek, kötü olandan kaçınmak anlamsızlaşacaktır. Dolayısıyla fayda temin etmek gayesi güden ziraat vb. meslek ve sanatlar ile kötülükten korunmak maksadıyla geliştirilen tıp, askerlik vb. mesleklerin de gereksiz olduğu gibi bir durum ortaya çıkacaktır ki, bütün bunlar aklen mümkün görülmeyen hususlardır.470

İbn Rüşd, aklî ve naklî delillerin teâruzu neticesinde farklı düşünen iki fırkanın ortaya çıktığını; ilkinin, günahın ve sevabın sebebinin insanın fiili neticesinde meydana geldiğini, bu yüzden de insan için mükafat ve cezanın terettüp ettiğini savunan Mutezile, ikincisinin de, insanın fiillerinde mecbur olduğuna inanan Cebriyye olduğunu söyler. Eş’arîlerin ise, “insanın kesbi vardır, bu kesb vasıtasıyla ortaya konan şey de Allah tarafından yaratılmıştır” diyerek, her iki görüş arasında bir yol bulmak istediklerini, ancak böyle bir düşüncenin de nihai anlamda insana bir mecburiyet yüklediğini, sonuç itibariyle onların anlamsız bir tutum sergilediklerini belirtir.471

Kader meselesini genel hatlarıyla ortaya koyan İbn Rüşd, akıl ve nakil bakımından teâruzu açık olan problemin nasıl te’lif edileceği sorusunun cevabını aramaktadır. O, öncelikle şeriatın maksadının bu iki inancı birbirinden ayırmak olmadığını belirterek, bu meselede hak olan orta bir noktada görüş birliğine varmanın dinin gayesi olduğunu söylemektedir. İbn Rüşd bu gayenin nereden ve nasıl anlaşıldığını da şöyle izah eder:

Allah Teâla insan için bir takım melekeler yaratmıştır ki, insan bu sayede birbirine zıt olan şeyleri yapabilmektedir. Lakin onun bu gibi şeyleri yapması, Allah’ın dış âlem (hâric) den insana musahhar kıldığı sebeplerin ve kendi (insan) iradesinin muvafakatı (uyum) neticesinde mümkün olacaktır. Zaten Allah’ın kaderi diye tabir edilen şey de, dış âlemden olan fiillerin (dış sebepler) insan irâdesi (iç sebepler) ile muvâfakatından başka bir şey değildir. Dış sebepler, sadece insanın

470 İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 226- 227.

471 İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 225- 226; Krş. Eş’arî, Kitâbu’l- Luma’, s. 37; Toprak, Süleyman, Nesefi’nin Tabsıratü’l – Edillesinde Kaza ve Kader, SÜİFD, sa. I, ss. 133- 134, Konya, 1985.

yapmak istediği fiilleri tamamlayıcı veya onları engelleyici olarak kalmaz, iki zıttan (mütekâbil) birini tercih etmesine (irade) de sebep olur. Çünkü irade, herhangi bir şeyi hayal etme (tahayyül) veya tasdik etmekten dolayı, insanda meydana gelen bir şevk ve arzudan ibarettir. İşte bu tasdik, insanın tercihi (ihtiyar) ile değil, dış âlemde olan şeylerden insana ârız olan şeydir.472

Bu hususu İbn Rüşd, şöyle bir örnekle izah etmektedir: İnsan, çevresinde iştahını kabartan bir şey görse, ister istemez, zaruri olarak ona meyleder. Aynı şekilde hoşuna gitmeyen bir şey de ona ârız olsa, zaruri olarak ondan uzaklaşır ve kaçar. İşte bu örnekte olduğu gibi, insan iradesi dış dünyada gerçekleşen şeylerle sınırlı, engellenmiş ve onların etkisi altında bulunmaktadır. “İnsanı, önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah’ın emriyle korurlar”473 ayeti de bu etkiye işaret etmektedir.474

İbn Rüşd’e göre, dış sebepler belli bir nizam ve mükemmel bir tertibe göre cereyan etmekte, yaratıcısının takdirine tâbi olarak nizamı ihlâl etmemektedir. İnsan iradesi ve fiilleri de, esas itibariyle, bu dış sebeplere muvâfakat etmek suretiyle husule gelmektedir. O halde, insan fiillerinin de belli bir nizama göre cereyan etmesi/belli vakitlerde ve belli miktarda meydana gelmesi gerekmektedir. Bunu gerekli kılan husus, insan fiillerinin dış sebeplerin neticesi (müsebbeb) olmasıdır. Açıktır ki, mahdud ve mukadder olan sebeplerin neticesi olan her şey, zaruri olarak mahdud ve mukadder olur. Aslında bu irtibat, sadece dış sebepler ile insan fiilleri arasında değil, Allah’ın insan bedeninde yarattığı sebepler ile insan fiilleri arasında da vardır. İç ve dış sebeplerin bağlı bulunduğu bu belirlenmiş (mahdud) nizam,

472 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 227; Krş. İbn Rüşd, Tehâfüt, c. 1, s. 70; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 7.

473 Ra’d, 13/11. Bu ayetin tamamı okunduğunda kader meselesi, İbn Rüşd’ün açıklamaları doğrultusunda açık ve net bir biçimde anlaşılır (makul) hale gelmektedir. Ayetin tamamının meâli şöyledir: “İnsanı, önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah’ın emriyle korurlar. Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah da bir kavme kötülük istedi mi, artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O’ndan başka da koruyucuları yoktur.”

Allah’ın kulları için yazmış olduğu kazâ ve kader olup, bu da levh-i mahfuz’dur.475 Dış dünyada, insan bedeninde ve ruhunda mevcut olan ve değişmeyen nizamdan ibaret olan kazâ ve kader çerçevesindeki bu sebepleri var eden ve ihâta eden de, İbn Rüşd’e göre Allah’tır, O’nun bu sebepleri ve ortaya çıkan neticeyi bilmesidir. “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı (Allah’ın gizli ilmi) bilmez”476 “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak, -ki mutlaka onu bilir- yerin karanlıkları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta olmasın.”477 ayetleri de bu duruma işaret etmektedir.478

Böylece İbn Rüşd, teâruz olduğu zannını uyandıran ve manaları umûmî olan ayet ve hadislerin ifadeleri tahsis edildiği takdirde teâruzun ortadan kalktığını, aklî deliller arasında görülen şüphe ve tereddütlerin de, insan fiillerinin, dış sebepler ve insan iradesi olmak üzere iki etken nedeniyle gerçekleştiğini ortaya koymak suretiyle kader meselesini vuzûha kavuşturduğunu düşünmektedir. Ona göre problem bu şekilde te’lif edilmez, iki husustan (cebir ve ihtiyar) birine yaslanılırsa, şüphe ve tereddütler tekrar geri dönecektir.479

İbn Rüşd, kendisinin bu konuda ulaşmış olduğu sebep-müsebbeb ilişkisi yorumu üzerine yapılabilecek “Allah’tan başka fail yoktur” esasına dayalı eleştirileri haklı bulmakla birlikte, bu esasın derinlemesine tahlilinin gerektiği görüşündedir. O’na göre “Allah’tan başka fail yoktur” demek, O’ndan başka ve O’nun tarafından yönlendirilen (teshir) sebeplere, mecazen bile olsa, fail isminin verilemeyeceği anlamına gelir. Çünkü bu sebeplerin varlığı O’na bağlıdır. Bunları, var olan sebepler haline getiren de O’dur. Ancak his ve aklın şahitliğine başvurulduğunda, kâinatta (âlem) bazı şeylerin diğer bazı şeylerden meydana geldiği, varlıklar âlemindeki bu nizamın sebebinin de, hem Allah’ın koymuş olduğu tabiatlar ve canlar (tabâi’ ve nüfus), hem de bu varlıkları dıştan kuşatan diğer varlıklar olduğu görülecektir. Bu dış

475 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 228. 476 Neml, 27/65. 477 En’am, 6/59. 478 Bkz. İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 228- 229. 479 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 229.

varlıkların en bilineni gök cisimlerinin hareketleridir. Gece, gündüz, güneş, ay ve diğer yıldızlar, Allah tarafından, alemin nizam ve tertibini sağlamak için, içinde bulunan varlıkların muhafaza edilmesi tabiatında yaratılmış ve diğer varlıklar da bu durumun tesiri altındadır. Örneğin güneşin ve ayın, yeryüzünde bulunan sular, rüzgarlar, yağmurlar, denizler ve bilcümle hissi varlıklar üzerindeki tesiri oldukça açıktır.480 Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde bu hususa dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur:

“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O’nun emriyle size boyun eğdirilmiştir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”481

“De ki: Baksanıza, eğer Allah, üzerinize geceyi kıyamet gününe kadar sürekli kılsa, Allah’tan başka size ışık getirecek tanrı kimdir? İşitmiyor musunuz? De ki: Baksanıza, eğer Allah, üzerinize gündüzü kıyamet gününe kadar sürekli kısa, Allah’tan başka, size dinleneceğiniz geceyi getirecek tanrı kimdir? Görmüyor musunuz? Rahmetinden dolayı sizin için geceyi ve gündüzü var etti ki, geceleyin dinlenesiniz ve gündüz de Allah’ın lütfunu arayasınız ve şükredesiniz.”482

“Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri, kendinden bir lütuf olarak size boyun eğdirdi. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”483

“O, sürekli olarak görevlerini yapan güneşi ve ay’ı emrinize verdi, geceyi ve gündüzü de emrinize verdi.”484

Görüldüğü gibi İbn Rüşd’e göre, gök cisimlerinin diğer varlıklara tesiri olmasaydı, onların mevcut olmasının, insana bir lütuf olduğu ifade edilmez ve özellikle karşılığında şükretmesi gereken nimetlerden olarak sunulmazdı.485

480 Bkz. İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 230- 231; Krş. Eş’arî, Kitâbu’l- Luma’, s. 39. 481 Nahl, 16/12.

482 Kasas, 28/71- 73. 483 Câsiye, 45/13. 484 İbrâhim, 14/33.

“Allah’tan başka fail yoktur” esası üzerine tahlil yaparken İbn Rüşd, cevher- araz ayırımına dayanan başka bir yorum daha ilâve etmektedir. O’na göre hâdis varlıkların bir kısmı cevher ve a’yan, diğer kısmı da, hareket, soğukluk ve sıcaklık gibi çeşitleri olan arazdır. Cevherler ve a’yan Allah tarafından yaratılır. Cisimlerle birlikte olan sebepler ise, bunların cevherlerinde değil, sadece arazlarında tesirli olur. İbn Rüşd bu durumu bir kaç misâl ile açmaya çalışmaktadır: Meni, (erkeklik suyu) kadına veya onun “tams” denilen hayız kanına sadece hararet verir. Ceninin yaratılışı ve hayattan ibaret olan ruhunu ihsan eden ise müteâl olan Allah’tır. Çiftçi için de durum aynıdır. O, sadece tarlayı sürüp tohumu atar. Başağın yaratılışını sağlayan Allah Teâlâdır. Böyle olunca Allah’tan başka yaratıcı olmadığı anlaşılır. Çünkü hakikatte mahluk olanlar sadece cevherlerdir.486 Bu manaya “Ey insanlar, size bir misal verildi, onu dinleyin; Allah’tan başka yalvardıklarınız var ya, onların hepsi bir araya toplansalar, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.”487 “Allah kendisine hükümdarlık verdi diye şımararak, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? İbrahim: Benim Rabbim O’dur ki hayat verir, öldürür demişti. Ben de hayat verir, öldürürüm dedi. İbrahim: Allah güneşi doğudan batıya getirir, sen de onu batıdan getir! deyince inkar eden o adam şaşırıp kaldı. Allah zalim toplumu doğru yola iletmez.”488 ayetlerinde de dikkat çekilmiştir.

İbn Rüşd, kader meselesini izah ederken kullanmış olduğu ilke ile ilgili eleştirilere de cevaplar verir. Onun için, Allah’ın izniyle, sebeplerin neticeleri üzerine tesiri önemli bir ilkedir. Bu ilkeyi reddeden kimse, ona göre hikmeti de, ilmi de iptal etmiş olur. Çünkü ilim, eşyayı sebepleriyle bilmek olup, hikmet ise ğâib (hissi olmayan) sebepleri bilmektir. Şehâdet aleminde sebeplerin reddini savunan bir kimsenin, ğayb aleminde fâil bir sebep bulunduğunu ispat etmesi mümkün değildir. Zira bu konuda ğâib hakkında hüküm vermek, sadece şâhid hakkında verilen hüküm sayesinde olmaktadır. Şehâdet âlemindeki sebepler reddedildiği takdirde, Allah Teâlâ hakkında bile mârifet ve bilgi sahibi olunamaz. Çünkü bu düşüncede olanların “her

486 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 232. 487 Hacc, 22/73.

fâilin bir fâili vardır” prensibini kabul etmemeleri gerekir. Durum böylece olunca, müslümanların “Allah’tan başka fail yoktur” sözü üzerinde ittifak etmelerinden, şâhiddeki fâilin varlığının inkar ve reddedilmesi manasının çıkarılması mümkün değildir. Çünkü ğâibdeki fâilin varlığına, şâhiddeki failin varlığından hareket ederek, ancak delil getirilebilir.489 İbn Rüşd, şâhidin ğâibe kıyasını kader meselesinin izahında da kullanmaktadır.

Bütün bu açıklamalardan sonra İbn Rüşd, kader meselesinde iki uç noktada bulunan Mu’tezile ve Cebriye’nin hatalı olduklarını, Eş’arîlerin ise, orta bir yol bulmak istemelerine rağmen, ifadelerinde bu durumun görülmediğini belirtir. Zira Eş’arîler, insanın kesbini tanımlarken, insan elinin titremesi sonucu olan hareket ile, iradeyle elin hareket etmesi arasında bir fark görmekten öte bir mana kastetmemektedirler. Böylece onlar, her iki hareketin de insan tarafından olmadığını ifade ederek, kesbi dedikleri hareket ile titreme sonucu olan hareketi, mana bakımından eşit hale getirmektedirler. Fark da, sadece lâfızda kalmaktadır. Lâfız ve isimlendirmedeki farklılık ise, meselenin özüyle ilgili bir hükmün mevcut olmasına sebep teşkil etmemektedir.490

İbn Rüşd’ün kader anlayışını böylece ortaya koyduktan sonra, şimdi de kader konusuyla bağlantılı olan adalet ve zulüm konusunda onun düşüncelerini değerlendirmeye geçebiliriz.

Belgede İbn Rüşd'de Uluhiyet problemi (sayfa 139-147)