• Sonuç bulunamadı

Selbî ve Tenzihî Sıfatlar

Belgede İbn Rüşd'de Uluhiyet problemi (sayfa 94-113)

Allah’tan cc. zâtına layık olmayan manaları ortadan kaldırıp nefyetmeleri sebebiyle selbi ve tenzihi sıfatlar olarak isimlendirilen bu sıfatlar,289 Allah’ın cc. ne

olmadığını anlatan sıfatlardır. Selbi ve tenzihi sıfatlar, Allah’ın, yaratmış olduğu mahlukâttan tamamen farklı olduğunu belirtmek için ihdas edilen sıfatlardır. Bu bakımdan, bu sıfatlar ile ilgili olarak ciddi tartışmaların olduğunu söyleyemek mümkün değildir.

İbn Rüşd, Allah Teâlâ’nın noksan sıfatlardan tenzihi ile ilgili olarak, dinin bu konuda ortaya koyduğu hususların sınırı ve niçin böyle bir sınırla insanları

285 Meryem, 19/42. 286 Enbiya, 21/66. 287 İbn Rüşd, el- Keşf, s.166. 288 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 166. 289 Gölcük- Toprak, Kelam, s. 223.

sınırlandırdığının bilinmesi gerektiğini düşünmektedir.290 Yani din, tenzih konusunda insanları hangi yollara sevketmiştir? Bu konuyla ilgili söylenecek sözlerin bir sınırı var mıdır? İnsanlara böyle bir sınır koymanın sebepleri nelerdir?

İbn Rüşd, Allah Teâlâ’nın noksan sıfatlardan tenzih edilmesi hususunda, Kur’an’da pek çok ayetin mevcut olduğunu, bu ayetlerin içinde en açık ve mükemmel olan ayetin “Onun gibi hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.”291 ayeti

ile “yaratan, yaratmayan gibi midir? Hiç düşünmüyor musunuz?292 ayetinin olduğunu

belirtir. O’na göre ilk ayetin burhanı ise ikinci ayettir. Herkes çok iyi bilmektedir ki, yaratan varlık, yaratılan varlığın sıfatına hâiz olamayacağı gibi, onun sıfatına benzeyen bir sıfata da sahip değildir. Aksi takdirde, yaratan varlık yaratılan varlık gibi olur. Yaratılan varlık tarafından meseleye yaklaşıldığında, yani yaratılan varlık da yaratan varlık gibi değildir, denildiğinde, hem mahlûka âit sıfatların Hâlık’ta mevcut olmadığını, hem de bu sıfatların mahlukta bulunduğu şekilden başka şekilde (ğayr el- cihet) Hâlık’ta mevcut olduğu düşünülür. Çünkü Hâlık’ta mevcut olan sıfatların bazılarının varlığına, insanların sıfatlarıyla delil getirilmektedir. Hayat, kudret, irade vb.293

Böylece, Hâlık ile mahlûk arasında bir benzerliğin (mümâselet) olmaması durumu, burhan ile açıklanmış olmaktadır. İbn Rüşd’e göre benzerliğin nefyedilmesinden iki şey anlaşılır: Birincisi, mahlûkun sıfatlarından bir çoğunun Hâlık’ta olmaması, ikincisi, mahlûka ait sıfatların, aklen sonsuz olan en üstün ve en mükemmel şekillerinin Hâlık’ta mevcut olmasıdır. İşte bu iki hususla ilgili dinin hangi hususları açıkladığı, hangi hususları açıklamadığı ve açıklamamasındaki hikmetin ne olduğu, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.294

İbn Rüşd, daha sonra, yaratıcıda bulunmayan, mahlûkâta ait eksik ve noksan sıfatların neler olduğunu ortaya koyar. Bunlardan biri ölümdür. Ölüm, ezeli olan Allah hakkında kesinlikle düşünülmemesi gereken bir haldir. Nitekim Allah Teâla

290 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 169. 291 Şûra, 42/1. 292 Nahl, 16/17. 293 İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 169-170. 294 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 170.

şöyle buyurur: “Ölmeyen hayat sahibi varlığa tevekkül et ”295 Bir diğeri uykudur, ve gaflet vb. buna benzeyen diğer hususlardır ki, Allah Teâlâ bunlarla vasfedilemeyeceğini belirtmektedir. “Kendisini ne bir uyuklama ne de uyku tutar.”296 Bir diğeri ise, unutma ve hatadır. “Onların (önceki nesiller) bilgisi Rabbimin yanında bir kitaptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz”297 ayetinde de bu duruma işaret edilmektedir.298

İbn Rüşd’e göre işte bu eksik sıfatların Allah Teâlâ’da mevcut olmadığı kesin bilgi (el-ilm ez-zarûri) derecesinde bilinen bir hususiyettir. Noksan sıfatların Allah Teâlâ’da bulunmadığının delili ise, bir aksaklık (ihtilâl) ve bozulma (fesad) olmadan varlıkların nizamının sağlandığının âşikar olmasıdır. Eğer yaratıcıya gaflet, hata, unutma ve dikkatsizlik (sehv) türünden sıfatlar ârız olsaydı, mevcûdâtın nizamı aksardı. “Allah, yerlerinden oynamasınlar diye gökleri ve yeri tutmaktadır. Şayet yerlerinden oynarlarsa, Allah’tan başka hiç kimse onları tutamaz…”299 vb. ayetler bu duruma işaret etmektedir. Ancak bir de, zarûri bilgilerden uzak, bir kısım insanların anlayamayacağı sıfatlar vardır ki, bunları, insanların pek çoğunun bilemeyeceği vurgulanmıştır. Nitekim Allah Teâla, pek çok ayette, insanların çoğunun bazı hususları bilemeyeceğine dikkat çekmiştir.300

2.1- Allah’ın Ezeli ve Ebedi Olması

Kıdem, ezelî olmak, varlığının bir başlangıcı bulunmamak demektir. Bekâ, varlığının sonu olmamak, ebedî olmak demektir. Kadim, öncesi olmayan Bâki ise, sonu olmayan demektir. Kadim ve Bâki, kendisine ne önce, ne de sonra yokluk ilişen varlık demektir. Allah Teâlânın varlığı, zâtının gereği olduğu için, o kadim ve ezelîdir, evveldir, ilk olandır, sonradan var edilmiş değildir, O’nun varlığının bir başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. Kıdem ve Bekâ, Allah’tan zâtına layık

295Furkan, 25/58. 296 Bakara, 2/255. 297 Taha, 20/52. 298 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 170. 299Fatır, 35/41.

olmayan geçmişteki yokluğu ve gelecekte yok olmayı ortadan kaldırdığı için selbî sıfatlardandır. Bu sıfatlar, hâriçte bir varlığı olmadığından, îtibârî birer sıfattırlar.301

Daha önce de ifade edildiği gibi İbn Rüşd, varlıkların (mevcûdât) tasnifini ortaya koyarken, kadim, muhdes ve bu iki uç arasında kalan ara varlık olmak üzere üçlü bir sınıflandırma yapmış idi. Buna göre kadim varlık, varlığı kendinden olup, her hangi bir şeyden (madde) ve her hangi bir şey sonucu (fail sebep) ortaya çıkmayan, aynı zamanda kendinden önce zamanın geçmediği bir varlık olmaktadır. O da, burhan ile idrak edilen küllün faili, icad edicisi ve koruyucusu olan Allah’ c.c. tır.302 Bunun karşısında yer alan hâdis varlık için ise, bir değişim söz konusu olduğundan imkan ve madde unsurları zorunlu olarak her zaman söz konusu olmaktadır. Eğer varlık kendi zatı bakımından var olmuş ise, onun yok olması da, sonradan olması da mümkün değildir. 303 Dolayısıyla varlığı zorunlu olarak mevcûd

olan bir varlığın, kadim olması ve bâkî olması zorunlu olmaktadır.

Bu kadim varlığın aynı zamanda, zamandan bağımsız olarak düşünülmesi gerekmektedir. Allah’ın kadim olmasını, zamanı geriye doğru sonsuz bir çizgi gibi düşünerek, O’nu bu nihayetsiz çizginin en son noktasında var olması biçiminde değil, O’ndan bahsedildiğinde zamandan söz edilememesi olarak anlamak gerekmektedir.304 Çünkü İbn Rüşd’e göre, kadim varlık, kendinden önce zamanın geçmediği bir varlık olmaktadır.

İbn Rüşd’ün kadîm ve bâkî olarak nitelediği zorunlu varlık, aynı zamanda başka bir zâta muhtaç olmayan ve kendi kendine kâim olan bir varlıktır. Bu varlık, varlığı zâtının gereği olan bir varlıktır.

2.2- Allah’ın Hâdis Varlıklara Benzememesi

Sonradan olan varlıklardan Allah’ın farklı olmasını anlatan bu sıfat, yaratan ile yaratılan arasındaki en ayırıcı sıfat durumundadır. Çünkü, İlk varlığın hâdis olan

301 Bkz. Gölcük- Toprak, Kelam, ss. 223- 224; Gazalî, Tehafüt, s. 101 302 Bkz. İbn Rüşd, Fasl, s. 40.

303 İbn Rüşd, Tehafüt, c. 1, s. 235; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 72.

304 Özler, Kur’an’ın İki Anahtar Kavramı Işığında Allah’ın Birliği Meselesinin Semantik Bir Tahlili, s. 35.

varlıklara benzemesi demek, O’nun da hâdis olmasını gerektirmektedir. Oysa O, kadim olması itibariyle diğer varlıklardan farklı bir durumda bulunmaktadır. Muhâlefetün li’l- havâdis olarak telaffuz edilen bu sıfat, Allah’ın mümkün varlıkların sıfatlarından olan ve başka bir varlığa ihtiyacı gerektiren cisimlik, cevherlik, arazlık ve cüzlerden müteşekkil olma gibi cismânî ve maddî hallerden; yeme, içme, uyuma, oturma ve kalkma gibi beşerî fiillerden; üzüntü ve sevinç gibi rûhî hallerden tenzihi ifade etmektedir.305 İbn Rüşd, Allah Teâlâ’nın bir benzeri olmamasındaki

zorunluluğu, O’nun var olmasındaki zorunluluğa kıyas ederek,306 bu konuyla ilgili

belirlemiş olduğu problemleri aşağıdaki maddelerde ele almaktadır.

2.2.1- Allah’a Cismiyet İzafe Etmek

Acaba cismiyet sıfatı, Allah Teâlâ’dan nefyedilen sıfatlardan mıdır? Allah’a cismiyet izafe etmek mümkün müdür? Yoksa hakkında konuşulmayan bir sıfat mıdır? İbn Rüşd’ün bu tür sorular karşısındaki tutumu nedir?

İbn Rüşd’e göre cismiyet sıfatına ilişkin olarak, dinin genel tutumundan anlaşılan, nassların açık ve net ifadeler taşımaması nedeniyle, bu mesele üzerinde fazla durulmaması gerektiği yönündedir. Nasslara bakıldığında, cismiyetin nefyinden çok, isbatı yönünde ifadeler bulmak mümkündür. Çünkü Kur’an’ın bir çok ayetinde Allah’ın yüzü ve iki eli olduğuna dair işaretler vardır. Bu ayetler, Hâlık’ın mahlûka nazaran, cismiyet bakımından daha üstün ve mükemmel olduğu izlenimini vermektedir. İşte bundan dolayıdır ki, Hanbeliler başta olmak üzere pek çok müslüman “Halık’ın diğer cisimlere benzemeyen bir cisim olduğu” şeklinde bir düşünceyi benimsemişlerdir.307

İbn Rüşd, meselenin genel görünümünü böylece ortaya koyduktan sonra, kendi çözümünü ise şöyle sunmaktadır: O’na göre, cismiyet hususunda, dinin takındığı tavrın benimsenmesi, nefy veya isbat yönünde kanaat belirtilmemesi en

305 Gölcük- Toprak, Kelam, ss. 225.

306 İbn Rüşd, Tehafüt, c. 1, ss. 208- 209; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 61. 307 Bkz. İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 171- 172.

doğru yol olarak gözükmektedir. Bu konuda soru soranlara da “O’nun gibi hiçbir şey yoktur”308 ayeti ile cevap verilmeli, bu nevi sorulardan da menedilmelidir.309

İbn Rüşd’e göre, Allah Teâla’nın cisim olmadığı konusunda, dinin açık ve net bir tutum sergilememesinin çeşitleri nedenleri vardır:

1- Allah Teâlâ’nın cisim olmadığı meselesi kendiliğinden bilinen hususlardan değildir. Yani bu mesele üzerinde herhangi bir mutabakat söz konusu değildir. Örneğin Eş’arîlerin konuyla ilgili görüşlerine bakıldığında, bunun böyle olduğu görülür. Onlar, Allah’ın cisim olmadığına delil olarak, “her cismin muhdes oluşunu” ileri sürerler. Her cismin muhdes oluşunu da, “hâdis şeylerden uzak olmayan şey de hâdistir” düşüncesine dayandırırlar. İşte böyle bir düşünce burhâni bile olsa, insanların idrak sınırlarını aşan bir düşüncedir. Onların Allah’ın zâtı ile sıfatlarının birbirinden ayrı olduğuna dair fikirleri değerlendirildiğinde, yine Allah’ın cisim olmadığı meselesi açığa kavuşmuş olmayacak, hatta O’nun cisim olduğuna dair ipuçları ortaya çıkacaktır ki, böylece dinin bu konuda sükut etmesi de anlamlı hale gelecektir.310

2- Normal insanlar varlığın hayal edilebilen (mütehayyel) ve hissedilebilen (mahsus) bir şey olduğunu düşünür. Onlara göre zihnen tahayyül edilemeyen ve duyularla algılanamayan şey, yok (ma’dum) hükmündedir. İşte bu seviyedeki insanlara, cisim olmayan bir varlığın olduğu, bir de bu varlığın alemin ne dışında, ne içinde, ne altında, ne de üstünde bulunduğu söylendiğinde, onların hayal etme melekeleri ortadan kalkacak, onlara göre bu varlık “yok” kabilinden olacaktır. Bundan dolayıdır ki, Allah’a cismiyet izâfe edenler, cismiyeti reddedenlerin Allah’ı yok saydığını (müleşşi), cismiyeti reddedenler ise, cismiyeti isbat ve kabul edenlerin (müksir) birden çok ilâh ihdâs ettiğine kâni olmuşlardır.311

3- Allah’ın cisim olmadığı açıkça ifade edilmiş olsaydı, ahiret (meâd) vb. pek çok konuda şüphe ve tereddütler ortaya çıkardı. Meselâ hadislerde sâbit olan rü’yet (Allah’ın ahirette görülmesi) meselesi hakkında şüphe ve tereddütler hâsıl olurdu.

308 Şûrâ, 42/11.

309 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 172. 310 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 172. 311 İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 172- 173.

Cismiyeti açıkça nefyeden Mutezile ve Eş’ariyyedir. Mutezile bu düşüncesine sâdık kalınca, rü’yeti inkâr etme durumunda kalmıştır. Eş’arîler ise her iki hususun arasını te’lif etmek istemiş, fakat te’lif konusunda bir takım sofistik (mugâlata türünden)

söylemlere müracaat etmek zorunda kalmışlardır.312 Çünkü, hem cismiyeti

reddetmek, hem de rü’yeti kabul etmek, kâbil-i telif olmayan bir durumu göstermektedir. Ayrıca İbn Rüşd’e göre, Allah’ın cisim olmadığı iddia edildiğinde, cihetin (yön) de O’ndan nefyedilmesi icab edecek, bu takdirde de dinin en temel konuları bile müteşâbih hâle gelecektir. Şöyle ki; peygamber göndermek, Allah’ın gökte olduğuna binâen onlara semadan vahyin indirilmesi esasına dayanır. Aynı şekilde, meleklerin semâdan inmeleri ve yine oraya çıkmaları (nüzül-suûd) gibi hususlar, problemli hale gelecek, izahı zorlaşacaktır.313 Nitekim bu hususlara açık bir biçimde Kur’an’da işaret edilmiştir:

“Şüphesiz ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik.”314

“Güzel söz O’na çıkar, iyi ameli de Allah’a yükselten O’dur .315 “Melekler ve Ruh (Cebrail) O’na çıkar (urûc eder). ”316

Bunlardan başka, cismiyetin olumsuzlanması (nefy), hareketin de olumsuzlanmasını gerektirecektir. Sonuç olarak da, meşhur nüzül hadisi,317

312 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 173. Eş’arîlerin, cismiyeti reddetme konusunda ileri sürmüş oldukları “her cismin sonradan yaratılmış olduğu” esasından başka bir delil bulamamalarını İbn Rüşd garipsemektedir. O, bu delilin bu konuda ileri sürülebilecek en zayıf delillerden birisi olduğunu iddia eder. Çünkü Eş’arîler kadim olan mürekkep bir varlığın imkanını kabul ettiklerine göre, kadim bir cismin varlığını hayli hayli kabul etmeleri gerekir. Bkz. İbn Rüşd, Tehafüt, c. 2, ss. 613- 614; İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, ss. 218- 219.

313 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 173. 314 Duhan, 44/3.

315 Fâtır, 35/10. 316 Meâric, 70/4.

317 Nüzül hadisi şu mealdedir: Ebu Hureyre’nin r.a. bir rivayetinde Hz. Peygamber şöyle buyuırmaktadır: Allah c.c. , her gece dünya semasına iner ve orada gecenin sonuna kadar kalır ve şöyle nida eder: Bana kim dua ediyorsa onun duasını kabul edeyim? Benden bir şey isteyen varsa ona vereyim? Benden bağışlanmasını isteyen varsa onu afvedeyim?. Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/433, 4/81; Ebu Davud, Salât, 311.

“melekler saf saf vaziyetinde iken Rabbin geldi.”318 vb. nasslar, Allah’ın gelişinden ve hareketinden bahsettiği için, onları tevil etmek, halka sağlıklı izahlarda bulunmak oldukça zorlaşacaktır. Zahirî manaları iptal edecek şekilde halka izahlarda bulunmak, yani tevil etmek, dindeki benzer nassların hepsinin tevil edilmesini gerektirecek, böylece bir kargaşa meydana gelecek, dinden beklenen hikmet de ortadan kalkmış olacak; nassların hepsinin müteşâbih olduğu gündeme gelmek suretiyle din, anlaşılmaz bir bilgi yığını haline dönüşecektir.319

İbn Rüşd, Allah’ın cisim olmadığının halk önünde tartışılmasının dinin maksadı olmadığını söyler ve buna bazı örnekler verir. Meselâ; “sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir”320 ayetinde görüldüğü gibi, ruhun mahiyeti ve ne olduğu açıkça anlatılmamıştır. Ruh, cismâni bir şey olmadığı için, hakkında yeterli bilgi verilmemiştir. Zaten zâtı ile kâim, fakat cisim olmayan bir varlığın var olduğunu burhana dayanarak anlatmak, duyulabilen ve tahayyül edilebilen şeyleri idrak edebilen halk için oldukça zor olacaktır. Şayet bu husus, normal insanların vâkıf olacağı bir şey olsaydı, Kur’an’da ifade edildiği üzere Hz. İbrahim, hasmına karşı delil getirirken, Eş’arîlerin dediği gibi, “sen cisimsin, Allah cisim değildir, çünkü her cisim muhdestir” demeyi yeterli bulurdu.321 Oysa Hz. İbrahim, inkârcının “ben de öldürür ve diriltirim” sözüne karşılık, ”Allah, güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir”322 diyerek cevap vermiştir.

İbn Rüşd’e göre, Allah’ın ne olduğu ile ilgili bir soruya verilebilecek en güzel cevap, bir şeyin zâtından ibaret olan bir sıfatla nitelenmesi şeklinde, Kur’an’da Allah’ın kendisini vasfettiği cevaptır.323 “Allah göklerin ve yerin nurudur”324 ayeti,

318 Fecr, 89/22. 319 İbn Rüşd, el- Keşf, ss. 173-174. 320 İsra, 17/85. 321 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 174. 322 Bakara, 2/258. 323 İbn Rüşd, el- Keşf, s.176.

bu duruma en güzel bir delildir. Hz. Peygamber de, Allah’ı bu vasıfla nitelendirmiştir. Bir hadise göre; kendisine “Rabbini gördün mü?” diye sorulduğunda “O bir nurdur, nasıl görebilirim ki”325 diye cevap vermiştir. Bir başka hadiste, Hz. Peygamber “Allah’ın nurdan bir perdesi vardır. Bu perde açılsa, O’nun haşmeti ve celâli, kendisine bakanların görme duyusunu yakıp kül ederdi”326buyurarak insanları bu konuda bilgilendirmektedir.

İbn Rüşd’e göre, yukarıdaki hadislerde ifade edilenler, Allah Teâlâ’nın nitelendirilmesi konusuna uygun düşmektedir. Çünkü nur, hem cisim olmaması, hem de akıl ve duyu organları tarafından idrak edilememe özelliklerini kendisinde bulundurmaktadır. Diğer taraftan nur, hissi varlıkların en şereflisi olduğu için, varlıkların en şereflisini temsil anlamında en uygun kavram olarak gözükmektedir. Bunların yanında Allah Teâlâ’nın nur olarak isimlendirilmesini gerektiren bir başka sebep daha vardır: Allah Teâlâ’yı akılla idrâk etmeye çalışan ulemânın, düşünceleri neticesinde ulaşacakları durumun da, O’nun tam anlamıyla idrak edilememesine dayanacağı için, son tahlilde ulema ile normal insanların hali örtüşmüş olacak ve bu vasıf, her iki kesim için en doğru bir vasıf olmuş olacaktır. Böylece “Allah nurdur” denildiğinde, ahiretteki rü’yet hususunda da herhangi bir şüphe meydana gelmeyecektir.327

Böylece İbn Rüşd, normal insanların gaibteki bir varlığın cisim olmadığını bilememeleri sebebiyle, dinin niçin sükutu (mesele üzerinde konuşulmaması) benimsediğini ortaya koymuş olmaktadır. O’na göre, aslında Allah’ın cisim olmadığı yakınî bir bilgi ile ortaya konabilir. Fakat halk, bu bilgiden yoksun olduğu için, böyle bir sonuca ulaşmaları mümkün değildir.328

324 Nur, 24/35; Mutezile, bu ayetteki “nur” İfadesini, “münevvir olarak anlamakta, ayete de “gökleri ve yeri nurlandıran” manasını vermektedirler. Bkz. Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l- Usûli’l- Hamse, tahkik: Abdülkerim Osman, s. 291, Kahire, 1996.

325 Müslim, İman, 178; Ahmed b. Hanbel, 5/157. 326 Bkz. Taberânî, el- Mu’cemu’l- Evsat, 6/278. 327 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 176.

Allah’ın cisim olup olmaması problemine yakın, hatta ona bağlı olan başka bir problem de cihet problemidir. Acaba İbn Rüşd bu problemi nasıl ele almakta ve değerlendirmektedir?

2.2.2- Allah İçin Yön/ Cihet Tayin Etmek

İbn Rüşd’e göre, Allah Tealanın belli bir yön (cihet) de oluşu, başlangıçtan itibaren kabul edilegelen bir husustur. Ancak Mutezilenin bu sıfatı Allah Teala’dan nefyetmesiyle birlikte, Eş’arîler de Mutezileye tâbi olmuşlardır.329

İbn Rüşd’e göre, nasslar zahir itibariyle değerlendirildiğinde, Allah Teala için yön isnadının sabit olduğu görülecektir. Mesela;

“O gün Rabbinin tahtını (arş), üstlerinde sekiz melek taşımaktadır.”330

“Allah, işi gökten yere doğru düzenler. Sonra sizin hesabınıza göre bin yıl süren bir gün içinde iş, yine O’na çıkar.”331

“Melekler ve Ruh (Cebrail) O’na yükselirler”332

“Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer birden sallanmaya başlar.”333

İbn Rüşd’e göre bu tür ayetlerin hepsi tevil edildiği takdirde, dinin tamamı müevvel hale gelir, dini konular anlaşılmaz hale gelir. Çünkü bütün dinler, “Allah’ın semada olduğu” esasına dayalıdır. Peygamberlere vahyi getiren meleğin oradan indiği, ilahi kitapların semadan indirildiği, isrâ ve mirâc hadiseleri hep semaya doğru vaki olmuştur. Bütün dinler bu hususun üzerinde ittifak ettikleri gibi, tüm filozoflar da ittifak etmişlerdir.334

Acaba Allah’a yön isnadını reddedenler neye dayanarak reddetmektedirler? Onlara göre, Allah’a yön izafe etmek; O’nun için mekan tayin etmek, akabinde O’nun cisim olduğunu iddia etmek anlamına gelmektedir. Bu görüşe katılmadığını

329 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 177. 330 Hâkka, 69/17. 331 Secde, 32/5. 332 Meâric, 70/4. 333 Mülk, 67/16. 334 İbn Rüşd, el- Keşf, s. 177.

belirten İbn Rüşd, yön ve mekanın farklı şeyler olduğunu söyler. O’na göre yön, bir cismin kendisini ihata eden yüzeyleri (sutuh) olup, alt-üst, sağ- sol, ön- arka olmak üzere altı çeşittir. Mekan ise, bu altı yönün sahibi olan cismi kuşatan başka bir cismin iç yüzeyidir. Mesela, insanı ihata eden havanın yüzeyi insan için, havayı ihata eden feleğin yüzeyi de hava için mekandır. İşte böylece felekler birbirini ihata etmektedir. En son feleğin (el- felek el- harici) yüzeyine gelince, onun dışının (hâric) cisim olmadığına dair delil vardır. Çünkü böyle olsaydı, bu cismin haricinde de diğer bir cismin bulunması gerekir ve bu durum sonsuza dek uzar giderdi. Buna göre alemdeki cisimlerin en sonuncusu asla mekan olamaz. Mekan olmadığı için de, orada bir cismin bulunması mümkün değildir. Eğer bir mevcûdun var olduğuna dair bir delil getirilirse, bu mevcûdun da cisim olması gerekir. Dolayısıyla bu durumda imkansız olan şey, cisim olmayan bir varlık değil, cisimli bir varlık olur.335 İbn Rüşd’ün bu düşüncesi tartışmaya oldukça açıktır. Bu düşünce her şeyden önce, cismin mekandan, mekanın da cisimden ayrı düşünülemeyeceği kabulünden hareket eder. Buna göre, bu alemdeki en son cisim mekan olmasa bile, bir yönüyle bir önceki cisme bağlı olacaktır. Dolayısıyla böyle bir benzetme aracılığıyla Allah’a cihet izafe edilip edilemeyeceğini karara bağlamak bize göre yeterli değildir.

İbn Rüşd’e göre, bu alemin dışının da boşluk (halâ) olduğunu iddia etmek, teorik (nazari) bilimleri hiçe saymak anlamına gelir. Çünkü boşluk, içinde cisim olmayan boyutlardan, yani en, boy ve derinlikten daha fazla bir şey değildir. Ayrıca, halâdan bu boyutlar kaldırılması halinde, ortada “yokluk” kalacaktır. Boşluğun bir varlık olarak kabul edilmesi, arazların cisim olmayan bir yerde mevcut olmasını gerektirecektir. Çünkü boyutlar nicelik türünden arazlardır. İlk zamanlarda alemin dışının ruhanilerin (Allah ve meleklerin) mahalli olarak görüldüğünü hatırlatan İbn Rüşd, bunun sebebinin de, o mahallin mekan olmaması ve zamanın da onu içine

Belgede İbn Rüşd'de Uluhiyet problemi (sayfa 94-113)