• Sonuç bulunamadı

2.3. Yoksulluk Tanımları

2.3.4. Diğer Yoksulluk Yorumlamaları

2.3.4.2. Yoksulluk Kültürü

Yoksulluk, sahip olamama, istediğini alamama, ihtiyaçlarını karşılayamama, başkalarının yardımına muhtaç halde yaşama anlamlarını taşırken, yoksullar bu anlamları yüklenmekle birlikte yoksulluğa özgü birtakım tutum ve davranışlar geliştirmektedirler. Yoksul bireyler, yoksulluğu yenmek için çözüm bulamadıklarında,

yoksulluktan kurtulamayacaklarını düşündüklerinde veya kurtulmak için herhangi bir çaba göstermediklerinde toplumdan kopuş sürecine girebilmektedirler. Toplumdan kopuk, sosyal hayata ve sosyal faaliyetlere katılım gösteremeyen yoksul bireyler kendilerine has bir yaşam tarzı geliştirme durumu içerisine girebilmektedirler. Oluşan bu yeni duruma yoksulluk kültürü adı verilmektedir.

Yoksulluk algısı açısından en önemli nokta, yoksulluğun ekonomik bir durum olmaktan çok kültürel bir mesele olarak algılanmasıdır. Can’ın yaptığı araştırma, yoksulların zenginlikten uzak kalmayı bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde tercih edebileceklerini ortaya koymaktadır. “yaşlıca bir gecekondulu; "Zenginlik bize göre değil" derken, genç bir kız "Başkalarının zenginliğinden bize ne" diyordu. Eski bir Urfalı bu "kültürel yoksulluk" anlayışını şöyle özetliyor: "Köyden göç eden insanların hepsi tamamen parasız değil. Ama parası olsa bile, gelip kenar mahallelere yerleşiyorlar. Benim bir yakınıma niye böyle yaptığını sordum ve bana 'o apartmanlarda kimin girip çıktığı belli değil' cevabını verdi". Dolayısıyla, "alışılmış/tanıdık sosyal çevre içinde olmak", kendini "yoksulluk kültürü" halkasının içinde görmek ya da buradan çıkamayacağı, hatta çıkmaması gerektiğini düşünmek önemli bir nokta” (Can, 2007: 301).

Yoksulluk kültürü kavramı ilk olarak antropolog Oscar Lewis tarafından kullanılmıştır. Oscar Lewis, Meksika ve Porto Riko’lu aileler üzerine yaptığı araştırmalar sırasında yoksul ailelerin kendilerine has bir yaşam tarzı geliştirdiklerini, hakim kültürün içinde yeni bir alt kültür oluşturduklarını ve tutum ve davranışlarının toplumun diğer kesiminden farklı olduğunu gözlemleyerek bu kavramı kullanmıştır. Ona göre, “tarımcı köyler, gecekondular ve iç kentlerde toplumun diğer kesimlerinden ayrışmış şekilde bulunan yoksullar, problemleri, engellenmeleri ve dışlanmışlıklarını yenmek için, kendilerine has tutumlar, değerler ve davranışlar geliştirir ve eşitsiz bir toplumda kendilerine göre bir ‘hayat tarzı tasarlayarak’ uyum sağlamaya çalışırlar. Bu alt kültürü, genel anlamında, bir toplumsal örgütlenmemişlik karakterize eder. Böyle bir alt kültür, sadece bu insanların toplumdaki marjinal durumlarına tepkilerini değil, aynı zamanda bu marjinal durumun içselleştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılmasını da yansıtır” (Slattery, 2008; 393).

Lewis yoksulluk kültürü kavramını yazmış olduğu üç kitapta yaygın bir biçimde kullanmıştır. Bu kitaplar, Beş Aile, İşte Hayat ve Sanchez’in Çocukları’dır. Beş aile adlı

kitap roman-gerçek özelliğini taşımakla birlikte, eserin kahramanları gerçek hayattan kişiler olup onların duygu ve düşünceleri ses kayıt yöntemiyle kaydedilip yazıya aktarılmıştır. Ancak Lewis’e asıl ün kazandıran Sanchez’in Çocukları olmuştur. Eserde Meksika başkentinde yedi yüz kiracılı bir apartman dairesinde yaşayan yoksulların hikayeleri anlatılmıştır. Ancak Lewis’in baş eseri olarak “İşte Hayat” kabul edilir. Birleşik Amerika’nın paryaları olarak kabul edilen Porto-Rikolular, bu esere konu olmuştur. İşte Hayat adlı kitabında Lewis daha çok bir hayat kadını ile çocuklarının yaşama savaşını anlatmıştır (Lewis, 1979).

Lewis, The Children of Sanchez in giriş kısmında, yoksulluk kültürünü karakterize eden pek çok eğilim sıralamıştır. Bunlardan bazıları: düşük hayat beklentisi, eğitimsizlik, işsizlik, suça eğilim, evlilik dışı doğumlar; sendika/politik parti üyesi olmama; banka, müze, hastane vb. kamusal kurumlardan yararlanmamadır. Sayılan özellikler, bir yandan, sosyal katılımsızlığı; diğer yandan, kötü yaşam kalitesini ve moral değer farklılıklarını işaret etmektedir (Bıçkı, 2013: 149-150).

Lewis’e göre yoksulluk kültürünün oluşmasını ve gelişmesini sağlayan birtakım faktörler vardır. Bu faktörler:

1) Para ekonomisi, ücretli işçilik ve kar amacıyla üretim, 2) Devamlı ve büyük ölçüde işsizlik,

3) Düşük ücretler

4) Ya hükümet baskısı ya da isteyerek sosyal, politik ve ekonomik örgütlenmenin dar gelirliler için sağlanmaması,

5) Tek taraflı yerine çift taraflı bir akrabalık sisteminin varlığı,

6) Hâkim sınıfta servet birikimine yönelen, alt tabakaya mensup olmanın kişisel yeteneksizlikten ileri geldiğini savunan bir değer yargısı (Lewis, 1979: LI). Türkdoğan’a göre ise yoksulluk kültürünü belirleyen unsurlar ekonomik ve sosyo-psikolojik olmak üzere iki farklı boyutta açıklanabilir. Ekonomik bakımdan yoksulluk kültürünü belirleyen unsurlar:

a) Yaşamak için sürekli mücadele, b) Aşağı seviyede ücret,

c) İşsizlik ve aylaklık, d) Sık sık iş değiştirmeler,

e) Son derece düşük satın alma gücü,

f) Ele para geçtiğinde har vurup harman savurma, yarının düşünülmemesi, g) Sık sık evlerindeki eşyaları rehine verme durumu.

Sosyo-psikolojik açıdan yoksulluk kültürünü belirleyen unsurlar: a) Kalabalık mahallelerde oturma,

b) Sürü yaşantısı

c) İçki, kumar gibi alışkanlıkların yüksek oranda oluşu d) Sık sık fiziksel şiddete başvurma

e) Bedeni cezalar (Türkdoğan, 2003: 109).

Yoksulluk kültürü toplumun gerisinde kalmışlığı anlatan bir kavram olmasının yanında, bir dışlanma ve kendi haline bırakılmışlığı da ifade etmektedir. Subaşı’ya göre, “yoksulluk kültürü, toplumun genel hayat standartlarıyla ve bu standartların maddi çevresiyle ilişki kuramama halinden kaynaklanmakta ve bir şekilde bu yapı, umutsuzluk ve yılgınlığın içinde eridiği etkili bir potaya dönüşmektedir” (Subaşı, 2007: 94). İşte bu pota içerisindeki yoksullar, topluma uyum sağlayamadıkları için kendilerine özgü birtakım tutumlar ve davranışlar geliştirirler. Daha sonra bu davranışlar kalıplaşarak yoksulların üstünde bir “yoksulluk elbisesi” halini alır. Toplumun yoksullarla hiç ilgisi olmayan diğer üyeleri bile onları bu tutum ve davranışların yarattığı elbise ile tanırlar (Açıkgöz&Yusufoğlu, 2012: 98).

Yoksulların toplumsal bir alt sınıf olarak görülmeleri de yoksulluk kültürünün oluşmasında etkili olmaktadır. Toplum genel olarak yoksullara suçlayıcı bir biçimde yaklaşarak yoksulları kaderlerine terk etmektedir. Bu da onların toplumdan kopmalarına ve ayrı yaşam biçimi geliştirmelerine sebebiyet vermektedir (Açıkgöz&Yusufoğlu, 2012: 90). Çabuklu’ya göre, yoksullar medya aracılığı ile suçlulaştırılmaktadır. Onlar okulu terk eden çocuklarla, dilencilerle, şiddet olaylarıyla, soygunlarla, uyuşturucu bağımlılarıyla birlikte anılmaktadırlar. Medya, polis ve orta sınıf tüketiciler ise kanun ve düzen için bir tehlike oluşturduğu düşünülen yoksulları, bu olağan şüphelileri caddelerden ve kamusal yerlerden temizleyerek, gettolarda izole etmek için işbirliğine girmişlerdir (Çabuklu, 2004: 23).

Yoksulluk kültürü, kültür kavramının birçok özelliğini taşımaktadır. Kültürün en önemli özelliklerinden birisi kuşaklar arasındaki aktarımıdır. Ekonomik kaynaklara eşit biçimde erişemeyen, işgücüne katılamayan veya düşük ücretle, olumsuz koşullarda çalışmaya boyun eğen, eşit eğitim imkânlarından yararlanamayan, örgütlenerek haklarını aramayan kadınların, annelerinden miras kalan yoksulluklarını kendi kız çocuklarına miras bırakmakta ve böylelikle yoksulluk kader haline gelmektedir (Bircan akt. Güneş Kargı, 2011: 34)

Yoksulluk kültürü her ne kadar yoksulluk literatürünün zengin hale gelmesine yol açan bir kavram olsa da, yoksulların hayatını açıklama noktasında genel-geçer bir özellik taşımamaktadır. Yoksulların birbirlerinden farklı yaşam tarzına ve değerlere sahip olmaları, farklı yoksulluk kategorileri içerisinde yer almaları ve ayrıca diğer sosyal problemleri yaşama konusunda farklılık göstermeleri yoksulluk kültürünün kapsama alanını daraltmaktadır. Bu açıdan bakıldığında yoksulluk kültürü bazı eleştirilere maruz kalmaktadır. Gül & Sallan Gül (2008: 86-87)’ün belirttiğine göre bu eleştiriler şunlardır:

 Kültürün değişmeden nesillerce devam ettirildiği kabulü de hatalıdır. Kültürün zaman içinde değişim gösterdiği açıktır ve yoksulluk kültürü bundan bağışık değildir.

 Kişi davranışlarının doğrudan kişilerin sahip olduğu değerlerce belirlendiği yönündeki kabul hatalıdır. Örneğin, kız kaçırma davranışı, yoksulun bu davranışları doğru ve geçerli kabul ettiği anlamına gelmemektedir. Bu davranışa doğru olduğu için değil, ekonomik sınırlılıkları aşmanın bir yolu olarak başvurulduğu göz önüne alınmalıdır.

 Suçun sadece yoksullar arasında görülen bir olgu olduğu yargısı, yoksullara yönelik bir etiketlemedir. Orta ya da üst sınıf üyesi gruplarda da değerlerin ihlali yaygındır.

 Türkiye özelinde, yeni yoksulların özellikleri nöbetleşe yoksulluk ve kültür tanımları dikkate alındığında, gecekondulular ile yoksulların eşanlamlı kullanılması da geçerli bir kullanım değildir. Ayrıca, Türkiye'deki

gecekondular ile gelişmiş Batı ülkelerindeki gettoların önemli farklılıkları olduğu da dikkate alınmalıdır.

Lewis’in yoksulluk kültürü argümanı pek çok kişi tarafından yoksulların tamamını aynı tarzda açıklayan bir üst çerçeve olarak düşünülür. Ancak Lewis onların tamamının bir yoksulluk kültürü oluşturup geliştirdiklerini iddia etmemiştir. Örneğin, bir süre gettolarda yaşamalarına rağmen, yoksullaşan orta sınıfın otomatik olarak yoksulluk kültürü üyesi sayılamayacağını belirtmiştir. Yani özellikle yoksulluğa sonradan bulaşmış bireyler ve gruplar ile yoksulluğun içinden çıkmak için sürekli mücadele içerisinde olanlar yoksulluk kültürünün etkisini ya hiç hissetmezler ya da daha az hissederler. Bu da demektir ki yoksulluk kültürünün üyesi olmak, objektif olarak yoksul olmanın ötesinde, kişinin kendi öznelliğinden gündelik hayatı kavrayışı ve yaşadıklarına o kavrayış içinde tepki vermesiyle ilgilidir (Bıçkı, 2013:150).