• Sonuç bulunamadı

2.3. Yoksulluk Tanımları

2.3.2. Yerleşim Yerine Göre Yoksulluk

Yerleşim yerine göre yoksulluk genel olarak iki şekilde görülmektedir. Bunlardan birincisi kırsal yoksulluk diğeri ise kentsel yoksulluktur.

2.3.2.1. Kırsal Yoksulluk

Kırsal yoksulluk, gelişmekte olan ülkelerde tarım sektörünün hızla çözülerek gizli işsizliğin açık işsizliğe dönüşmesi olgusuna dayanmaktadır (DPT, 2001: 105). Uluslararası çalışma örgütü (ILO) ise kırsal yoksulluğu “kırsal alandaki açık veya gizli işsizlik olarak tanımlamakta, azalan gelir düzeyleri nedeniyle kırsal alanda hızlı bir yoksullaşma süreci dikkat çekmektedir” (DPT, 2001: 105). Ayrıca kırsal yoksulluğun meydana gelmesinde toprağın miras yoluyla bölüşülmesi, tarımda makineleşmenin

artması, eğitim seviyesinin düşüklüğü gibi faktörler de etkilidir. İnsani yoksulluk boyutuyla ele alındığında kırsal yoksulluğun daha şiddetli yaşandığı söylenebilir. Öztürk’ün belirttiğine göre, dünyada 1,2 milyar yoksul insanın yüzde 75'ini oluşturan yaklaşık 900 milyonu kırsal kesimde yaşamaktadır ve bunların tamamına yakınının temel geçimini tarım ve tarımla ilgili alanlar oluşturmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde temel ekonomik faaliyet tarımdır. Tarım sektörü, bu ülkelerde temel istihdam yaratan alan olarak ortaya çıkmaktadır. Tarım ve tarımsal ürünler bu ülkelerin en büyük ihracat kalemlerini oluşturmaktadır (Öztürk, 2008: 269).

Kırsal kesimi ilgilendiren sorunların çoğu kaynak yoksunluğuna bağlıdır. Ekonomik, toplumsal, siyasal, yönetsel ve kültürel yoksunluklar kırsal yoksulluğun temel taşlarını oluşturan etmenler olarak sayılabilir. Hastane-okul eksikliği, yol problemleri, kamu kurumlarının yetersizliği, vasıfsızlık, tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesi gibi problemler kırsal yoksulluğa kaynaklık etmektedir. Bununla birlikte farklı problemler de yoksulluğu tetiklemektedir. Alderman’a göre kırsal yoksulluğun insan kaynağı üç kaynağa dayanmaktadır; bunlardan birincisi ve ağırlıklı olanı, tarıma dayalı faaliyetlerle uğraşan küçük çiftçiler ile topraksız ve herhangi bir mesleğe yönelik becerisi olmayan işçilerdir. İkincisi, tarım dışı faaliyetlerde çalışan maden işçileri ile köylerdeki küçük esnaflardır. Üçüncüsü ise, çalışamayacak kadar düşkün olan yaşlılar, kadınların hane reisi olduğu aileler ve dışlananlardır (Alderman vd akt. Kan, 2014: 214) Kırsal alanda cinsiyet eşitsizliği kentlere nazaran daha fazladır. Buna bağlı olarak kadınlar yoksulluğu erkeklere oranla daha yoğun yaşamaktadır. Bu durum kadınların hane içindeki konumları ile ilişkilidir. Özellikle kadınların hiyerarşinin altında yer aldığı aile ilişkilerinde ekonomik kaynaklara ilişkin paylaşımlar rasyonel kararlar içermemektedir. Hane içindeki gelir ve kaynakların eşit bir biçimde paylaşılmaması, hane içindeki gelir üzerinde kadının kontrol yetkisinin olmaması, hane içindeki emeğin belirli bir bedelinin olmaması yani kadının ev içi emeğinin görünmez olması ve kadının öznel kimliği dışında verili kimliğine bağlı olarak elde ettiği gelirin büyük bir kısmını ailenin temel ihtiyaçlarım karşılamakta kullanması kadının yaşadığı yoksulluk ve ekonomik şiddetin nedenleri arasında görülebilir (Kan, 2014: 224).

Türkiye’de kırsal ve kentsel yoksulluğun, mutlak ve göreli yoksulluk temel alınarak yorumlanması aşağıdaki tabloda görülmektedir.

Tablo 8: Türkiye’de Kırsal ve Kentsel Yoksulluğun, Mutlak ve Göreli Yoksulluk Kriterine Göre Dağılımı

Yerleşim yeri Yıllar

Kent 2005 2006 2007 2008 2009

Gıda yoksulluğu (açlık) 0,64 0,04 0,07 0,25 0,06

Harcama esaslı göreli yoksulluk 9,89 6,97 8,38 8,01 6,59

Kır

Gıda yoksulluğu (açlık) 1,24 1,91 1,41 1,18 1,42

Harcama esaslı göreli yoksulluk 26,35 27,06 29,16 31 34,2 Kaynak: www.tuik.gov.tr

Tabloya göre kırdaki yoksulluk oranları kentlere göre daha fazladır. 2009 yılında kentsel alandaki mutlak yoksulluk oranı %0,06 olarak görülürken, kırsal alandaki yoksulluk oranı %1,42 olarak görülmektedir. Aynı şekilde göreli yoksulluk oranı kentsel alanda %6,59 iken kırsalda bu oran %34,2 olarak görülmektedir. Ayrıca 5 yıllık süreç içerisinde değerlendirildiği zaman kırsaldaki yoksulluk oranı genellikle artış gösterirken, kentsel yoksulluk oranlarında azalma görülmektedir. TUİK verilerine göre, kırsal alandaki göreli yoksul sayısı 7 milyon 455 bin iken, kentteki göreli yoksul sayısı 3 milyon 214 bin’dir. Ancak bu oranlar ve bu sayılar harcama esasına göre belirlenmektedir. Dolayısıyla kentteki harcama oranlarının yüksekliği hesaba katıldığında ve köydeki harcama durumlarının azlığı düşünüldüğünde yoksulluk olgusunun kentleri daha fazla etkileyeceği düşünülebilir. Öte yandan cazibe merkezi olan kentlerin giderek kalabalıklaşması, köydeki nüfusun kente taşınması kent yoksulluğu için önemli bir risk teşkil etmektedir.

2.3.2.2. Kentsel Yoksulluk

Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’deki kentsel da yoksulluk büyük ölçüde kırsal kesimlerden gelen göçlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Tarımın makineleşmesiyle birlikte 1950’lerde kırsal kesimlerden kentlere doğru başlayan birinci göç dalgasını, 1980’lerdeki ikinci göç dalgası izlemiştir. Bu süreçte neo-liberal politikaların önce dünyayı sonrasında ise Türkiye’yi etkisi altına alması, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundan başlayan terör olayları ve yaşanan çatışma ortamları ikinci göç dalgasının başlamasında etkili olmuştur. 1980 sonrasının koşulları daha önceki dönemlere göre daha farklı ve şiddet içerikli olduğu için, bu durum yoksulları da olumsuz etkilemiştir (Yusufoğlu, 2010: 12). “… 1980 sonrasının değişen koşulları, yeni ve eskiden pek şansı olmayan daha saldırgan girişimcilik stratejilerini mümkün kılmış

ve bu anlamda enformel sektörün önünü açmıştır. Bu, kent yoksullarının izlediği stratejilerin de saldırganlaşması anlamına da gelmektedir. Yeni dönemin baskın göçmen tipi, uysal, kentle bütünleşmeye istekli bir figür değil, yükselmek adına hemen her şeyi yapmaya, bu uğurda legal ile illegal arasında gidip gelmeye hazır bir figürdür” (Işık ve Pınarcıoğlu, 2005: 127). Geleneksel refah rejimi içerisinde anlam bulan güven ilişkilerinin değişen yapısı, kent mekânında birlikte yaşama deneyiminin var olan yapısı ve geleceğinin, izole edilmiş mekânlarda, dışarıda bırakılmışlık duygusu içerisinde oluşumunu sağlamaktadır. Terör ve güvenlik kaynaklı nedenlerle göç edenlerin kırla ilişkileri zayıflamıştır. Bu değişim kent mekânında eşitsiz ilişki biçimlerinin yapısı derinleşmektedir (Yılmaz, 2008: 165-166).

Farklı bir açıdan bakıldığında göçle yoksulluk arasındaki ilişkinin döngüsel olduğu söylenebilir. Çağlayan’a göre, iki olgu arasındaki ilişki dört eksen üzerinde şekillenmektedir. Bunlardan ilki yoksulluğun göç için itici bir etmen olması; ikincisi, yoksulluğun potansiyel göçmenlerin göç hareketlerini kısıtlaması; üçüncüsü, göçün yoksulluğa yol açması ve göç sonrasında göç edenlerin çeşitli nedenlerle yaşadıkları yoksullaşma; dördüncüsü ise göç yolu ile yoksulluğun azaltılmasıdır (Çağlayan, 2008: 302-303).

Kentsel yoksulluk, kırsal kesimden gelen göç olgusuna dayandığı kadar, kentteki sosyo-ekonomik yapıdan da kaynaklanmaktadır. Göçle birlikte kırdaki yoksulluğun kentlere taşındığı genel kabul görmüştür. Ancak kentsel yoksulluk sadece göç olgusuyla açıklanmamaktadır. Her ne kadar kentlerdeki yoksulların çoğu kırsal kesimden gelenlerden oluşuyorsa da, kentlerdeki yoksulluk yapısal bir soruna dönüştüğü için kent yerlileri de yoksulluktan etkilenmektedirler. Bunların önemli bir kısmını çalışan yoksullar oluşturmaktadır. Kentlere göç eden ve bu göç sonucunda yeni mekanlar edinen geniş kitlelerin eğitim düzeyi düşük, ortalama aile büyüklüğü yüksektir. Ayrıca bu kesim süreklilik arz etmeyen işlere sahiptir. Özellikle dikey göçlerle oluşan yeni kentsel alanların, alışıldık yüzü olan akrabalık ve hemşerilik, yeni süreçte kente yeni gelen kitlelerin kente eklemlenme, kente ait olma ilişkilerini sürdürecek nitelikleri taşımamaktadır. Bu nedenle kentte karşılaşılan risk durumları güvensizlik ortamını yaratmaktadır. Kendisini güven içerisinde hissetmeyen bu gruplar, sürekli bir belirsizlik duygusu içerisinde kalmaktadırlar (Yılmaz, 2008: 165-166). Cinsiyet ve yaş açısından ise kadınlar ve çocuklar kent yoksullarının içerisinde geniş bir yer tutmaktadır. “Birçok ülkede kadınlar ve çocuklar, özellikle kentsel yoksulluğun en yoğun olduğu kesim

olarak ortaya çıkmaktadır” (Lister’den akt. Şenses, 2006: 140). Örneğin Hindistan’da kadınlar ve çocuklar kentsel yoksulluğun %73’ünü oluşturmaktadır.

Türkiye’de 1980 sonrası Türkiye’de yoksulluğun artmasında ve görünür olmasında birtakım faktörler etkili olmuştur (Kalaycıoğlu&Tılıç, 2002: 202):

 İktisat politikalarındaki anlayışın ve yaklaşımların değişmesi; örneğin, neoliberal ve bireysel girişimciliğe önem veren iktisadi anlayış ile küreselleşmenin ortak etkileri;

 Özellikle, 1985 sonrası göç edenlerin değişmesi ve buna paralel olarak kente yeni göçenlerin her anlamda eskilerden çok daha az şansa sahip olmaları, örneğin kamu sektöründe “işe girmenin” zorlaştığı, özel sektörde de büyük ve güvenceli iş yerlerinde iş bulma olanağının azaldığı, buna karşılık enformel sektördeki işlerin hanehalkı gelirlerinde egemen olduğu bir döneme girilmesi;

 Metropol kentlerde gerçek ücretlerin düşmesi ve gelir dağılımında ortaya çıkan büyük kayıplara dayalı olarak, eski orta sınıfın giderek sosyo- ekonomik konumunu kaybetmesi ve 1990 sonrasında kentlere göç edip ancak eski göçmenler kadar kentteki olanakları kullanamayan yeni kent yoksullarının ortaya çıkması (Işık ve Pınarcıoğlu: 2001);

 Sanayi sektöründe üretimin esnekleşmesi, örneğin işgücü pazarında ve ücretlerde esneklik ve düzensizlik, emek yoğundan makine yoğuna geçmenin yarattığı işsizlik;

 Eve iş verme, parça başı iş ve özellikle kadın ve çocuk emeğinin enformel üretim biçiminde ağırlıklı olarak kullanımının artması

Sonuç olarak “yoksul kesimlerin güçsüzlüğünü, sessizliğini, dışlanmışlığını ve genel olarak korunaksızlığını simgeleyen kent yoksulluğu; işsizlik, sürekli artan hayat pahalılığı ve çeşitlenen harcama kalemleri karşısında ücretlerin sabit kalması, ücretsiz izinler/geçici işten çıkarmalar, düzenli gelir/ kaynak yokluğu, sürekli bir meskende ikamet edememe, eğitim ve sağlık imkânlarından mahrumiyet, aile geçimsizliği, psikolojik sorunların artması vs. ile birbirini destekleyip pekiştirmekte ve bütün riskleri artan bir trendde kitlelere yaymaktadır” (İlhan, 2013: 170-171).