• Sonuç bulunamadı

yiliğin arşılığı

İnsan doğasındaki iyiliğin diğer insanlarla karşılıklı olması durumu için, diğer bir deyişle iyilik yapan bir insanın iyilikle karşılık görmesi için, Rousseau iyiliğin karşılığının olması gerektiğini; fakat bu karşılığın verilmediğini gözlemlemiştir.

Kendisine asla imtiyaz geçmeden yazmaya çalıştığını belirttiği ve örnek bir insanın resmini çizdiği İtiraflar‟da, kendisinin bir genç kıza attığı hırsızlık iftirasının sebebinde yalnızca dostluk hissi vardır30. Rousseau‟nun hırsızlıkla ve kendisini baştan çıkarma çabasıyla suçladığı kız, kendisinin ifadesiyle “zavallı”, Rousseau‟nun en iyi arkadaşı idi. Kaldığı konakta, Rousseau en güzel sohbetlerini o kızla yapıyordu ve onun içe kapanıklığının ve samimiyetinin kendisini etkilediğini belirtiyordu. Fakat ne yazık ki o kızın da en iyi arkadaşı olan Jean Jacques, kızı çirkin bir iftiraya uğratır ve konaktan ayrılmasına sebep olur. Rousseau, iftira attığı kızın hak ettiği muameleyi görmediğine inanır. Bu durumda gerçek hayatta olanlar ile olması gerekenler arasında bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Rousseau iyiliğin karşılığının olması gerekmediğini düşünseydi muhakkak ki yaşanan olayın normal olduğunu, kendi pişmanlığının veya vicdan azabının sebebinin ise salt bir kimseye zarar vermekten ileri geldiğini belirtirdi. İyiliklerin karşılığının olmasının gerekli olmadığını düşünen bir kimse, iftiraya uğrayan kızın açısından hadiseyi değerlendirmezdi. Oysa Rousseau yaşanan olayı kızın açısından da değerlendirmiş, iftiraya uğradığını ve bunu hak etmediğini belirtmiştir. Çünkü onun içindeki “…vicdan, insanların tüm

30 Rousseau, tiraflar , 128-129.

yasalarına karşı doğanın düzenini izlemekte diretir”31. Vicdan, ruhun rehberidir ve doğruya yönlendirir32

İyiliğin karşılıklılığı konusunda, iyilik yapan birinin kötülükle karşılaşması hak edilmeyen ve olmaması gereken bir durumken, yaşanması da bir o kadar muhtemeldir. Diğer insanların tümüne nasıl doğal bir insan olunacağını gösteren Jean Jacques Rousseau, iyiliğe kötülükle karşılık verdiğine göre, yine Rousseau‟nun felsefesine göre diğer insanların da iyiliğe kötülükle karşılık vermesi muhtemeldir.

Üstüne, bu durum kötü bile değildir, çünkü kötülüğe uğramış veya kötülük yapmış bir kişi, hayatının geri kalanında iyi olmak isteyecek ve daha çok çabalayacaktır33. Nitekim Rousseau da yaptığı kötülükten sonra yalan söylemeye karşı nefretle dolmuştur.

İyilik yapan bir kimsenin kötülükle karşılık görmesi elbette ki istenen bir durum değildir. Fakat iyiliğin kazancının da karşıdaki insanın ona davranışıyla sınırlı olduğunu düşünmek hatalı olur. Nitekim böyle bir sınırlandırma getirilirse, insanların iyiliklerine karşı iyilik bekleyerek davranışlarına yön vermeleri, onların yalnızca çıkarlarını korumuş olur. Halbuki burada iyilik, insanın doğasında bulunmasına bakılmaksızın bir değerdir ve o değerin korunması gerekmektedir. Rousseau da “İyi hareketlerin bir kazancı da ruhu yükseltmek ve onu daha iyilerine meyil ettirmektir”34 diyerek iyiliğin bir değer olarak korunmasını, ve yapılan davranışların da karşılığına bakılmaksızın, her iyi davranışın o iyiliği yapan kimseye fayda sağlayacağını belirtir. Rousseau her ne kadar “Ancak kötülerin kara emelleri gerçekleşiyor, diyeceği geliyor insanın, iyilerin temiz niyetleri hiçbir zaman başarıya ulaşamıyor” 35 dese de bu düşüncede sabit kalmaz. İyiliğin yüce ruhlarda bulunduğunu belirtir. İnsanın iyilikleri, ruhlarına işlenirken; insan dünyadan ayrıldığında yalnızca bu erdemleri ruhunda taşıyacaktır36. Bu yüzden insanın iyiliklerinin bir kazanç olduğunu düşünmek hiç yanlış olmayacaktır.

İyiliğe karşı kötülüğe yönelen, kötülüğe karşı da iyi olmayı seçen insan, boş kaldığında da kötü huylar edinmeye başlar37. Mösyö Gaine‟in yanında öğrenimine başlayan Rousseau, bu durumdan oldukça memnundur ve boş durmamasının kötü

31 Rousseau, mile a a ğitim zerine, 369.

32 Rousseau, age, 400.

33 Rousseau, tiraflar , 129.

34 Rousseau, age, 401.

35 Rousseau, tiraflar , 94.

36 Jean J. Rousseau, alnız ezerin Hayalleri, çev. Hasan Fehmi Nemli (İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2011), 37.

37 Rousseau, tiraflar , 140.

huylar edinmemesini sağladığını savunur. Çünkü aylaklık, kötü huylara çıkartılan bir davetiyedir ve insan bu davetiyeyi kullanmaya meyillidir. Boş kalan, uğraşsız insanın kötü huylar edinmeye meyilli olması, insan doğasının iyiliği hakkında belli başlı tereddütleri de beraberinde getirir. Eğer insan doğuştan iyiliğe meyilli ise, yetişkinlik döneminde de olsa, boş kaldığı zamanlarda da olsa iyiliğe meyilli olmaya devam eder. İnsan doğasının iyiliği, kendini yalnızca meşguliyet içerisinde gösteren, toplum kuralları içinde yaşarken ortaya çıkan bir durum değildir. Eğer insan yalnızca çalıştığı dönemlerde, okuma yaptığı dönemlerde veya zanaatle uğraştığı dönemlerde kötü huylara karşı çekimser davranıyor ve onlardan uzak durmaya meyilli oluyorsa, insan doğasının iyiliğinden bahsedilemez. Kaldı ki böyle bir senaryo, Rousseau‟nun doğal hayatla ilgili olumlu tutumuna da ters düşmektedir. Rousseau toplum kurallarının ve medeniyet „dayatmalarının‟ insanları doğal iyi halinden çıkarttığını savunurken, diğer yandan da insanların ancak toplumda çalıştığı dönemlerde kötü huylardan uzak durup doğal hallerindeki iyiliği ortaya çıkarttığını savunması çelişki barındırır. Çünkü Rousseau‟nun savına göre insan, toplum hayatından ne kadar sıyrılırsa o kadar kendi öz doğallığını ortaya çıkartabilir38. Hatta kendisi de en verimli olduğu zamanları yaşlılığında doğada tek başına geçirdiği zamanları addeder39. Bu durumda meşguliyeti olmayan kimsenin kötü huylar edinmeye meyilli olması „insan doğasının iyiliği‟ başlığının üzerine büyük bir soru işareti olarak düşmüştür.

İyiliğin kötülükle karşılık bulabileceği dünyada, iyilikte de ölçülü davranmak gerekir40. İyilik de dahil olmak üzere “bütün doğal eğilimlerimizin” müsrifçe harcanmasıyla, „iyilik‟in niteliğinin düşeceğini ifade eder. Burada iyilik, tekrar doğal bir eğilim olarak karşımıza çıkar. Fakat aynı insan, kötü huylara da eğilimli41 olduğuna göre, insan doğasında iyiliğe karşı doğal bir eğilim her zaman geçerli olmamaktadır. Vurgulanması gereken diğer bir unsur ise, iyiliğin niteliğinin insanlar tarafından tahribata uğratılabileceğidir. İyiliğin niteliğinin insan tarafından bozulmasının iki türlü açıklaması olabilir. Bunlardan birincisi, insanın iyiliğe sonsuz derecede ve tam olarak sahip olmadığıdır. Örneğin duyma yeteneği insana doğuştan verilmiştir ve insan buna sahiptir. Fakat hiçbir insan fazla dinlediği veya duyduğu

38 Rousseau, oplum özleşmesi, 90.

39 Jean J. Rousseau, tiraflar , çev. Reşat Nuri Güntekin, (Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1991), 246.

40 Rousseau, alnız ezerin Hayalleri, 67.

41 Rousseau, tiraflar , 140.

için bu yeteneğini kaybetmez. Öyleyse iyiliği tahrip eden insan da, ona sahip değildir. Diğer bir açıklama ise insanın iyiliği kullanmayı bilmemesidir. İnsana duyma yeteneği ile birlikte görme yeteneği de verilmiştir, fakat oldukça hassas olan bu yetenek eğer doğru kullanılmazsa zamanla hasar görür. Okuma yaparken mesafesini ayarlayamayan bir insan, zamanla yakın görmede sorun yaşayabilir. Aynı şekilde iyilik de, belki insanın nasıl kullanacağını henüz bilmediği bir yetenektir.

Onu fazlaca kullanma yanlışına düştüğünde ise, „iyilik niteliği‟ hasar görmüş olur.

İyiliğin karşılıklılığı konusunda olması gereken ise, Rousseau şöyle özetlemiştir: “İyilik yapan ile iyilik gören arasında bir çeşit sözleşme hatta sözleşmelerden en kutsalı olduğunu biliyorum. İkisi birlikte bir nevi toplumu oluştururlar, genel olarak insanların oluşturduklarından daha dar bir toplum”42. Nasıl ki hücreler insan vücudunun küçük birimleri ise, iyilikleşen insanlar da toplumun küçük bir birimini oluşturur. Ve nasıl vücuttaki hücreler insan bedenine ait özellikleri yansıtıyor ise, iyilikleşen insanlar da toplumun özelliklerini yansıtır. Öyleyse insanların birbirlerine iyilik yapmaları durumunda beklenen iyilikle karşılık vermedir ve bu beklenti tüm toplum için geçerli olur. Rousseau iyilik yapan bir insanın ancak minnettarlık görmesi ile iyiliğe devam edeceğini belirtirken, aslında iyiliğin önce avans olarak verilen, daha sonra da kazanılan puanlar karşılığında harcanan bir değer olduğunu ima etmiş olur. Fakat ne yazık ki iyilik puanlarının kazanılması karşılıklı olan bir durumdur ve ancak iyilik yapıldığında olur. Bu yüzden eğer bir iyiliğe karşı minnettarlık oluşmazsa, iyilik yapan da iyilik gören de iyilik puanı kazanamamış olur ve böylece iyilikten mahrum olurlar. Rousseau, İnsanın sonsuz iyiliği kullanmasını ancak Tanrı gibi görünmez ve kadiri mutlak bir varlık olunduğunda mümkün bulur43. Çünkü ancak o durumda iyiliğe karşı gösterilecek minnettarlık önemsizleşir ve „iyilik paktı‟ hükümsüz olur. Tanrı‟nın mutlak bir gücü, kudreti olduğundan; insanların göstereceği iyiliğe muhtaç değildir ve bu yüzden ona gösterilen minnettarlık iyiliğini arttırmaz, gösterilmeyen minnettarlık da iyiliğini azaltmaz. Ancak insan, diğer insanlara muhtaç olduğundan ve Tanrı gibi bir güce sahip olmadığından, iyiliğe karşı gösterilecek minnettarlığa karşı bir beklenti içerisindedir. Görünmezlik için ise, Tanrı görünmez olduğundan tüm canlılardan ayrı bir yerdedir. Hiçbir toplum ya da kümeye dahil değildir. Bu yüzden görünmezliğinin getirdiği doğal bir iyilik sergilediği söylenebilir. Çünkü Rousseau da Giges‟in görünmezlik yüzüğüne sahip olsaydı,

42 Rousseau, alnız ezerin Hayalleri, 69.

43 Age, 72.

yapacağı tek şeyin herkese iyilik yapmak olduğunu belirtir. Öyleyse iyilikte karşılık beklemenin sebebi, güçsüzlük ve topluma dahil olma olarak belirtilebilir ve bunlar Rousseau‟nun insan doğası çerçevesinin dışında kalmaktadır. Rousseau‟ya göre doğal insan iyilik paktına elverişli değildi, çünkü “...ertesi günü bile düşünmezdi”44. Onun için iyi olma durumu, bir anlaşmadan ziyade özsel bir durumdu ve insan doğası yaratılışı gereği bu karşılıksız iyiliği yapma eğilimindeydi. Bu da Rousseau‟nun „insan doğasının mükemmelliği‟ görüşü ile uyuşmaktadır. Karşılık beklemeden iyilik yapma, insan için çok daha üst bir seviyedir ve Rousseau‟ya göre insan doğası gereği zaten bu seviyededir. İyiliğin karşılığından bahsetmenin sebebi insanın kendi doğasını hırpalaması, iyiliğin karşılıklı bir hal almasına neden olmasıdır.