• Sonuç bulunamadı

üşünen ir arlık larak nsan

sebeplendirmenin sonucunda doğal hayatın çok daha iyi olduğunun savunulması beklense de, Rousseau kendinin toplumda yaşama isteksizliğinin sebebinin diğer insanların sevgisiz davranması olduğunu belirtir. Çünkü Rousseau‟nun gittiği yabancı bir memlekette insanlar ona öylesine kucak açmıştır ki, Rousseau orada yaşamak istemiştir. Bir toplumda yaşamayı ona isteten bu toplumun özelliklerini görünce, diğer toplumları suçlamaya girişmiştir. Öyleyse toplum içerisinde yaşamak söz konusu olduğunda tek düşünülmesi gereken doğa ve toplum ikilemi değil, aynı zamanda toplumun özellikleridir de. Örneğin, Rousseau Yalnız Gezerin Hayalleri eserinde “Türklerin arasında yaşasaydım ... kötü bir koca olurdum” der157. Türk toplumu arasında yaşamak onun kişilik özelliklerini de etkileyecektir, çünkü Türk toplumu ona göre kendi toplumundan daha kötüdür ve bu kendisini de kötü kılacaktır. Öyleyse Rousseau‟nun doğada yaşama fikri, insan doğasından gelen bir gereksinim değil; kendisinin kötü deneyimlerinin bir sonucudur. Her ne kadar Rousseau insan doğasının medeniyeti kaldırmayacağından ve insanlığın amacının medeniyet olmadığından bahsetse de kendisinin yaşadığı kötü hadiselerin bu fikri üzerindeki etkisini yadsımak yanlış olacaktır. Bu açıdan insan doğası ve medeni toplumdan kaçma tekrar değerlendirilirse, sorunun yalnızca medeniyetten değil aynı zamanda insanlardan da kaynaklandığı görülür. Oysa medeni hayatta da olsa insan erdemini koruyabilseydi, erdemi yitirmesine neden olan medeni hayattan ve toplumdan kaçıp doğaya sığınma ihtiyacı doğmayabilirdi.

Düşünme becerisi, doğal hayattaki insandan medeni toplumlardaki insana kadar her zaman insanın hamurunda var olmuştur160. Fakat doğal insan, düşünerek hareket etmez. Rousseau, “Doğa bizim sıhhatli olmamızı alnımıza yazmışsa, ben düşünme halinin doğaya aykırı ve düşünen insanın yozlaşmış bir hayvan olduğuna güvence vermeye cüret ederim”161 diyerek insanın düşünen bir varlık olarak yozlaştığını dile getirir. Çünkü insan, organik ve doğal bir varlıktır. Kendi kendine hayatını sürdürebilen, yaşama amacının yalnız “yaşamak” olduğu bu varlığın uzun mesailer harcayarak bir konuyu tahlil etmesi Rousseau‟ya göre zararlıdır. İnsan düşünme becerisine sahip olsa da, amacına göre davranmalı ve bu beceride boğularak doğallığına, özüne zarar vermemelidir.

İnsanın zihni, ancak belli bir sınıra kadar doldurulabilir162. Rousseau bu durumu, bir sahilde kucağına denizyıldızlarını toplayan, sonra daha güzellerini bulan ve kucağındakiler fazla olduğundan yenilerini almak için bir kısmını bırakmak zorunda kalan insana benzetme yaparak açıklar. İnsan zihni de, deniz kabuklarının toplandığı yer gibidir. Eğer insan gereğinden fazla şeyi zihnine yerleştirmeye çabalarsa, önceden edindiklerini bırakmak; unutmak zorunda kalacaktır.

Bunun yanında Rousseau, insanın düşünme becerisinin gelişebilen bir beceri olduğunu ve insanın benlik algısıyla yakından ilgili olduğunu belirtir163. Anne karnında çocukların hiçbir düşüncesi ve duygusu yoktur; yalnızca duyumları vardır.

Çünkü anne karnındaki çocuklar, şu anda „ergenlik dönemi‟ olarak adlandırılan, Rousseau‟nu ise gençlik dönemine geçiş dönemi olarak gördüğü 12-13 yaşlarından 16 yaşına kadar benlik algısına sahip değildir. Rousseau‟ya göre insan, kendini algılamadığı ve bir „benlik‟e sahip olmadığı sürece düşünme becerisini de geliştiremez. Çocuklar da bu yüzden yetkin düşünme becerilerine sahip değildir.

İnsanın düşünme becerisinin varlığını ve olumlu etkilerini kabul eden Rousseau, bu yetinin başka bir getirisinin ve bu yetiye hizmet eden bir aracın daha olduğunu savunur: dil gelişimi164. Dil olmadan düşünmenin gelişmesi ve düşünme olmadan dilin gelişmesi mümkün değildir. “Düşünceler dil ile gelişmiştir”165. Dilin ortaya çıkışı ise, toplum içerisinde yaşamak ihtiyacını gidermek içindir ve bu

160 Rousseau, nsanlar rasındaki şitsizliğin aynağı, 108.

161 Age, 98, 99.

162 Rousseau, Emile Ya Da Eğitim zerine, 218.

163 Age, 63.

164 Rousseau, nsanlar rasındaki şitsizliğin aynağı, 109-111.

165 Age, 108.

doğuşun nasıl olduğunu tahmin etmek güçtür. Rousseau “insanın kullandığı ilk dil, doğanın çığlığıdır”166 diyerek insanın ve insan dilinin doğa ile nasıl bir bütün olduğunu açıklar. Dil teorisyenleri tarafından da kullanılan ilk dillerin doğadaki yansımalar olduğunu kabul etmeleri göz önüne alınırsa, Rousseau‟nun yanıldığını söylemek güçtür. Rousseau, toplum hayatında dilin ortaya çıkışı hakkında doğal bir yol izler. Ona göre zamanla nesneleri işaretten başka bir yolla anlatmak ihtiyacı doğar. Daha sonra ise, mesela karanlıkta, işaretler de yeterli kalmaz ve seslerle iletişim kurulmaya başlanır. Önce geniş anlamlara sahip isimler meydana getirilir ve sıfatlar, şimdiki zamanın dışındaki çekimler çok sonra meydana gelir.

Kategorizasyon, yani “çam ağacı” ayrımı hemen oluşmuş bir kavram değildir167. Yalnız bu anlatılanlar, toplum içerisinde dilin doğuşunu açıklar. Doğal insanların toplum içinde yaşamadığını bildiğimize göre, Rousseau‟nun bu ilerleyiş şeması toplum hayatına geçen insanlar için geçerli olacak, doğal insanların dil gelişimi (eğer varsa) eksik kalacaktır.

Öte yandan Rousseau‟nun açıkladığı dil gelişimi incelendiğinde, insanın bütüncül düşünmeye sonradan alıştığı görülür. İnsan önce genel isimler bulur ve kategorileştirmeyi sonradan öğrenir. Önce gördüğü nesnelere isimler vermeye başlar, yani tekçil düşünür. Daha sonra parçadan bütüne ulaşır, benzer özellikleri bulur ve kavramları, cins isimlerini üretmiş olur. Öyleyse Rousseau‟nun dil gelişimi teorisinden insanın tümevarımcı düşündüğü sonucu çıkartılabilir. Ayrıca Rousseau insanın tüme varmasının ancak sözcükler yardımıyla olacağını belirtir ve “her genel fikir zihne aittir” 168 diyerek kavramların dile değil, zihne ait olduğunu vurgular.

Buna rağmen “madde, tin” gibi bazı kelimeler çok sonradan bugünkü anlamına ulaşmıştır ve bugün dahi filozoflar bu kelimelerin tam anlamını açıklamakta aciz kalırlar169. Çünkü “...kelime kullanımını kolaylaştırmak için doğanın ne kadar az emek harcadığı” 170 aşikardır. Doğanın el vermediği bu yetenek, insanlar tarafından da zor elde edilmiştir.

İnsanın kendini koruması, “özsaygı” ile mümkündür ve bu özsaygı, insanın düşünme yetisiyle güçlenir171. İnsanın ilerlemesi ise, ilkel hayattan modern topluma

166 Age, 111.

167 Age, 108-113.

168 Rousseau, nsanlar rasındaki şitsizliğin aynağı, 113.

169 Age, 114.

170 Age, 115.

171 Age, 122.

geçişinde gözlenir. Rousseau ne kadar doğal hayat yanlısı olsa da, insanın bu gelişmesini yadsımaz. “İnsan aklı daha çok aydınlandıkça, hünerler ve sanayi daha yetkinleşti” 172 diyen Rousseau, “yetkinleşmek”, “hüner”, “aydınlanmak” gibi kelimeleri kullanarak insanın daha iyi bir hale geldiğini kabul eder.