• Sonuç bulunamadı

1.4. Yenilenebilir Enerji Kaynakları

1.4.3. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Geleceği

Hızlı gerçekleşen teknolojik gelişmelerden ayrı olarak, yenilenebilir enerjinin gücü; teknoloji seçeneklerinin zenginliği, çeşitliliği ve erişilebilirliğinden gelmektedir. Dünyadaki bütün ülkeler en azından bir tane önemli sayılabilecek yenilenebilir enerji kaynağına sahiptir.

Yenilenebilir enerji kaynakları farklı kaynak ve teknolojilerden geniş bir seçenek sunmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı da enerji çeşitliliğini arttırarak enerji güvenliğini hedeflemektedir. Araştırmalar göstermektedir ki, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmakta olan ülkeler şu ana kadar iklim değişikliği güdüsü ile hareket etmekteydi. Fakat artık bu yaklaşım, enerji çeşitliliği ve fosil yakıt ithalatını azaltmak için de kullanmaktadırlar. Diğer güdüler ise ekonomik büyüme, istihdam ve yerel çevre kirliliğidir (IEA, 2012: 11).

Yenilenebilir enerji kaynakları farklı seviye ve çeşitteki teknolojilerin ve piyasa olgunluğunun bir sonucudur. Bu yüzden, yenilenebilir enerji kaynaklarının güçlü ve zayıf yönleri de çok farklıdır. OECD üyesi ülkelerdeki en önemli konulardan birisi, çeşitli yenilenebilir enerji sistemlerinin entegrasyonu için politikalar oluşturulmasıdır. Bu da esneklik kaynaklarının iyi bir şekilde planlanması ile gerçekleştirilebilir. Esneklik kaynaklarının dört boyutu vardır. Esnek bir arz, depolama, yakın piyasalar arasında daha yoğun bir iletişim ve en azından talep tarafının iyi yönetilmesi (IEA, 2012: 11).

Hava şartları, çeşidine bağlı olarak rüzgâr, güneş ve kısmen de olsa hidroelektrik santralleri açısından oldukça önemlidir. Tabii ki bu sistemlerin kısıtları da enerji güvenliği için tehlike arz etmektedir. Hâlihazırdaki tehlikeler daha çok jeopolitik yapıdan kaynaklanırken, yenilenebilir enerji teknolojilerinde ise doğanın kendisinden gelen tehditlere açık olunacaktır.

Maliyet rekabeti ise hala yenilenebilir enerji sistemleri için bir engel teşkil etmektedir. Bu durum hidroelektrik ve biyokütle gibi geleneksel enerji kaynakları için için geçerli olmasa da, rüzgâr enerjisi sistemleri rekabetçi bir yapıya kavuşmak üzeredir. Ancak diğer yenilenebilir enerji sistemleri hala teşviklere ihtiyaç duymaktadır. Bu durum SEM tablosundan da izlenebilir (Tablo 1.3.). Teşvikler piyasanın başarısızlıklarını telafi etme noktasında işe yaramaktadır fakat zaman içinde kaldırılmalıdır. Teşvikler yeni gelişen teknolojilerin rekabetçi hale getirilmesi için kullanılmaktadır ve dışsallıkların içselleştirilmesi için bir yöntemdir fakat belirli bir süre sonra ortadan kalmalıdır ki teknolojiler de kendi kendilerine ayakta durabilsinler.

Güneş enerjisi sistemleri, kurulum bakımından şebekeye bağlı ve şebekeden bağımsız olarak ikiye ayrılabilir. Şebekeye bağlı sistemler, güneş enerjisinden elde edilen elektriği şehir şebekesine verirken, şebekeden bağımsız sistemler üretilen elektriği bataryalara depolayıp doğrudan kullanım imkânı sağlarlar. Şebekeden bağımsız sistemler için, güneş enerjisi sistemleri, en rekabetçi kaynaktır ancak bu potansiyelin kullanılmasının önünde engeller vardır. Bunlardan birincisi, bilgi ve farkındalık eksikliği, ikincisi ise finansman modellerinin yetersizliğidir. Çünkü her ne kadar en iyi sistem olsa da, maliyeti yüksektir. Bunun için bir iş modeline ihtiyaç vardır (IEA, 2012: 12).

Grafik 1.3: 1975-2015 PV Perakende Satış Fiyatları ($/W)

Kaynak: Altınışık ve Peker, (2012), (www.thinkprogress.org), (www.iea.org) verilerinden

52 17 10 8 6 5,4 4,9 4,88 5,85 4,7 4,4 3,6 1,5 1,25 1,1 1 1 0 10 20 30 40 50 60 19751980198519901995200020052006200720082009201020112012201320142015

derlenmiştir.

Şebekeye bağlı sistemler için, birim maliyetler hızla düşmektedir. Grafik 1.3’ten de bu durum gözlenebilir. Güneş enerjisi sistemlerini rekabetçiliği, ağırlıklı olarak ne ile rekabet ettiğine bağlıdır. Eğer güneş enerjisi doğru bölgelere kurulursa (güneşli bölgelere) elektriğin en yüksek fiyattan satıldığı durumlarda, mümkün olan en yüksek enerji arzı gerçekleştirilebilir. PV güneş enerjisi teknolojisinde farklı bir durum vardır. PV panelleri ne kadar çok güneş alırsa o kadar yüksek seviyede elektrik enerjisi üretirken, bu panellerin verimleri de ortam sıcaklığı arttıkça azalmaktadır. Termal güneş enerjisi teknolojilerinde ise sıcaklığın artması, verimliliğe olumlu etki yapmaktadır.

Grafik 1.3, güneş enerjisinden elektrik üretim teknolojisinin (PV) birim satış fiyatının yıllar içerisindeki seyrini göstermektedir. Bu teknoloji yaygınlaşmaya başladığı ilk yıllarda daha çok uzay istasyonlarının enerji ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılıyordu. Daha sonra şebekeye erişimi olmayan yerleşim bölgeleri ve binalarda kullanıldı. Günümüzde ise, yukarıdaki durumlardan tamamen bağımsız bir şekilde, devletlerin de desteği ile kendisine yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. Artan bu talebe karşılık veren arz sayesinde fiyatlar yükselmemiş, aksine düşmüştür. Bu düşüşte özellikle Çin ve Hindistan gibi iki üreticinin sektöre girerek hem arzı, hem de arz yönündeki rekabeti arttırması etkili olmuştur. Bu süreçte PV teknolojisinin yalnızca fiyatı düşmemiş, aynı zamanda teknolojideki ilerlemeler ile birlikte verimliliği de artmıştır. Bu artış, enerji üretim maliyetlerine de yansıyarak kullanımın yaygınlaşmasını sağlamıştır. Önümüzdeki yıllarda da bu fiyatların düşmesi beklenmektedir. Özellikle otoritelerin bu teknolojiye yönelik teşvikleri gelecekte azaltarak piyasa kuvvetlerini rekabete zorlamaları, bu sürece katkıda bulunabilir.

Bazı ülkelerde PV sistemlerinin fiyatları, perakende elektrik fiyatlarına yakındır. Bu da gizli bir teşvik olduğu anlamına gelmektedir. Çünkü birileri perakende elektrik dağıtım maliyetlerini üstlenmektedir. Ancak yüz binlerce, hatta milyonlarca insan, PV sistemleri kullanmaları durumunda daha az enerji maliyeti ile karşı karşıya kalacaklarını fark ederlerse, büyük yatırımlar tetiklenecektir. Birçok

ülkede önümüzdeki 5-10 yılda bu tür değişiklikler görülebilir (IEA, 2012: 12). Güneş enerjisi sistemlerinin ileride gelişmesini engelleyen faktörlerden ikisi, düşük enerji yoğunluğu ve fosil yakıtlar ile karşılaştırıldığında yetersiz olan nakil edilebilirliğidir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının geleceği ele alındığında, rüzgâr enerjisinin hem teknoloji, hem de rekabetçilik açısından önemli yol aldığı söylenebilir. Ancak, teknolojik gelişme potansiyeli olarak bakıldığında, en önemli sistemlerden birsi, güneş enerjisidir. Bunlardan başka iki yenilenebilir enerji teknolojisi de dikkate değerdir. Bunlar okyanus enerjisi ve jeotermal sistemlerdir. Bu teknolojiler günümüzdeki küresel enerji talebinden yüzlerce kat daha fazla potansiyele sahiptir. Tabii ki bu teknoloji yarışında kimin kazanacağını bilemeyiz ancak rekabetin hem fiyatı düşüreceğini, hem de teknolojiyi ve verimliliği arttıracağını söyleyebiliriz.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın tahminlerine göre 2035 yılında elektrik sektöründe yenilenebilir enerji kaynaklarının payı %50’ye ulaşacaktır. Mutlak değer olarak ele alırsak; günümüzde dünyada 3.700 TWh büyüklüğünde enerji üretilirken, 2035 yılında 15.000 TWh’a ulaşması beklenmektedir. Aynı tahminlere göre, biyoyakıtların ulaştırmadaki kullanımı 2035 yılında %27’ye ulaşacaktır (IEA, 2011).

Yenilenebilir enerji teknolojisinin kullanımı geçtiğimiz beş yılda önemli ölçüde artmış olsa da, potansiyelin yalnızca küçük bir kısmından faydalanılabilmektedir.

Günümüze kadar, elektrik ve ısıtma teknolojileri atıl kalmıştır. Biyoenerji ve biyoyakıt teknolojilerinin ne kadarının sürdürülebilir bir şekilde kullanılabileceği noktasında bir belirsizlik vardır. Yenilenebilir enerji teknolojilerinin artan kullanımı ve azalan maliyetleri ile birlikte, maliyet alanında rekabetçi teknolojiler, enerji üretimi portföyünü genişletmiştir. Bu portföy hidroelektrik, rüzgar, jeotermal, biyoenerji, elektrik ve ısınma maliyetlerinin düşük, teknolojilerinin güvenilir olması sayesinde gelişime fırsat vermektedir. Önümüzdeki 10 yıl içinde, bu portföy PV ve Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi (TGE) teknolojileri ile desteklenmelidir.

Rekabetçi maliyetler ve teknolojiye olan güvenin gelişmesi ile birlikte, bu teknolojiler yalnızca yenilenebilir enerji için finansal desteğe ihtiyaç duyan ülkelerde

değil, geleneksel yakıt maliyetlerinin düşük olduğu ülkelerde de kullanılacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğu, güneş, rüzgâr, biyokütle ve jeotermal gibi yeterli yenilenebilir enerji kaynaklarına sahiptir.

Gelişmekte olan ülkelerdeki kaynakların durumları; bu ülkelerde, kullanımın desteklendiği ülkelere göre daha iyidir. Örneğin Kuzey Afrika, Almanya’dan ortalama iki kat daha fazla ışınıma sahiptir ve bu yüzden PV enerji üretim etkinliği yüksek, seviyelendirilmiş enerji maliyetleri ise düşük olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin enerji üretim maliyetleri genellikle daha yüksek olmakta ve elektrik talepleri de daha hızlı artmaktadır. Bu ekonomilerde, sürdürülebilir ve güvenli bir portföy oluşumuna katkıda bulunulabilmesi için yenilenebilir enerji kullanımının artışı noktasında fırsatlar bulunmaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE ENERJİ VE YENİLENEBİLİR ENERJİ DURUMU

Dünyanın hidrokarbon temelli enerji kaynaklarının tükenme ihtimali üzerinde durulmaktadır. Buna bağlı olarak da yeni ve daha da önemlisi sürdürülebilir enerji kaynakları aranmaktadır. Sürdürülebilir ve güvenilir kaynaklara geçiş ve ülkelerin bu enerji kaynaklarından yararlanma olanakları enerji konusunda en azından son kullanım arzındaki tartışmaları da bitirebilecektir. Özellikle Türkiye gibi yüksek ithalat bağımlılığına sahip ülkelerde, yerli teknolojilerin ve ithal edilmesine ihtiyaç duyulmayan yakıtların kullanılması, orta ve uzun vadede büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, Türkiye’nin enerji yapısının, risklerinin ve niteliklerin bilinmesi gerekmektedir ki bu veriler ışığında Türkiye’nin enerji durumunun belirlenip arz güvenliğinin arttırılması için gerekli politikalar seçilip uygulanabilsin.

Türkiye’nin enerji piyasalarındaki önemi giderek artmaktadır. Hem sürekli büyüyen iç talebi, hem de enerji koridoru pozisyonu sayesinde, uzun vadede de bu önemini koruyacaktır. Son birkaç yıl içinde, Türkiye, OECD ülkeleri içindeki en hızlı ekonomik büyümeyi yaşadı ve bu sayede son birkaç yıldır süren durgunluktan kaçınmayı başardı. Bu büyümeye rağmen, Türkiye’nin enerji kullanımı hala düşüktür fakat hızla artmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, Türkiye’nin enerji kullanımı önümüzdeki 10 yıl içinde ikiye katlanacaktır. T.C. Enerji Bakanlığı’nın projeksiyonları da bu yöndedir. Üstelik elektrik enerjisi talebindeki artışın daha fazla olması bekleniyor. Bu oranda bir büyümenin desteklenebilmesi için, enerji sektöründe önemli yatırımların yapılması gerekmektedir. Doğal gaz ve elektrik altyapısı ile ilgili yatırımlar bu noktada önem taşımaktadır.

Türkiye’nin büyümesi ile birlikte petrol tüketimi de aynı şekil artmaktadır. Sınırlı yerli kaynaklar sebebiyle, Türkiye neredeyse petrol ihtiyacının tamamını ithal etmektedir. Petrol sektöründe ise birkaç tane uluslararası firma bulunmakta fakat TPAO petrol arama alanında çeşitli ayrıcalıklara sahip bir firma olarak göze çarpmaktadır. Türkiye petrol geçişinde de giderek artan öneme sahip bir rol

oynamaktadır. Stratejik olarak, petrol zengini ülkelerin yoğun olduğu bir bölge ile petrol yönünden fakir ülkeler arasında konumlanması, bu önemin sebebidir. 2010 yılında, Türkiye’den günde 2,9 milyar varil petrol akışı gerçekleşmiştir (EIA, 2013).

Türkiye, doğal gaz piyasası için de petrol ile benzer öneme sahiptir. Dünyanın en büyük ikinci doğal gaz pazarı ile önemli rezervlerin olduğu Hazar Bölgesi ve Ortadoğu’nun arasında bulunmaktadır. Türkiye’nin doğal gaz ithalatına artan bağımlılığı her yıl daha da artmaktadır. Doğal gazın büyük bir çoğunluğu, elektrik üretimi için çevrim santrallerinde kullanılmaktadır. Elektrik sektörünün yeniden yapılandırılmasının ardından, hem elektrik üretimi hem de tüketimi artmıştır. Elektrik üretiminin büyük çoğunluğu, geleneksel kaynaklarla gerçekleştirilmektedir. Bu üretimin en azından bir kısmının nükleer enerji ile gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Kömürde de durum diğer kaynaklar ile aynıdır. Özellikle Taşkömürü tüketiminin % 90’ı ithalat ile gerçekleştirilmektedir. Taşkömürü ithalatı gelecekte elektrik üretimindeki kullanımının artması ile yükselebilir (EIA, 013).

Enerji tedarikçileri için önemli bir pazar olmasının yanında, Türkiye’nin enerji dağıtım merkezi olması da önemini giderek arttırmaktadır. Rusya’dan, Hazar Bölgesinden ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya doğal gaz ve petrol transferi Türkiye üzerinden gerçekleşmektedir. Tankerler ise yine Türkiye’den, boğazlardan geçerek hedeflerine ulaşmaktadırlar. Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki enerji merkezi Ceyhan ise, Kuzey Irak ve Azerbaycan’dan gelen petrolün satış yeri olarak hizmet vermektedir (EIA, 2013).

2.1. Türkiye’de Genel Enerji Dengesi

Türkiye, nüfus ve ekonomi itibarıyla önemli büyüme potansiyeline sahip bir ülkedir. Nüfus 75 milyonu geçmiştir. GSYİH 820 milyar ABD Doları’na ulaşmıştır. 2008 krizi ve sonraki yıllarda devam eden etkileri sebebiyle, Türkiye’nin birincil enerji talebi, 2009 yılında %4,5 düşüşle 103,500 MTEP’e gerilemiştir. 2010 yılında ise yeniden yükselerek 109.266 MTEP olarak gerçekleşmiştir. 2011 yılında ise 114,480 Elektrik üretimi, 2011 yılında, bir önceki yıla göre %8,78 artışla 228.431 milyar kWh’e, tüketim ise 229.334 milyar kWh’e ulaşmıştır. MTEP birim olarak

kullanıldığında, elektrik enerjisi tüketimi 19,719 MTEP’e ulaşmıştır.4

T.C. Enerji Bakanlığı her yıl enerji ile ilgili istatistikleri içeren Mavi Kitap’ı yayınlamaktadır. Güncel olarak 2014 yılında yayınlanan kitapta, en son 2011 yılı verileri bulunmaktadır.

Türkiye’nin birincil enerji üretimi 2009 yılında 30,328 MTEP olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılında ise bu değer 32,493 MTEP’e ulaşmıştır. 2011 yılında ise bir miktar düşüş ile 32,228 MTEP olarak gerçekleşmiştir. Bu değerin yaklaşık yarısını, linyit ve asfaltit5

oluşturmaktadır. Taşkömürü üretiminin toplam üretim içindeki payı %4,6’dır. Hidrolik ve diğer yenilenebilir kaynaklardan yapılan üretim, yerli üretimin %21,9’unu oluşturmakta ve toplam enerji talebinin %6,5’ini teşkil etmektedir.