• Sonuç bulunamadı

3.6. Enerji Arz Güvenliği Politikaları

3.6.6. Dış Politika ve Güvenlik Politikası

Dış politika ve güvenlik politikası enerji sisteminin güvenliğinin sağlanması konusunda önemli rol oynayabilir. Üretici ve tüketici ülkeler arasında ekonomik ve politik ilişkiler kurulması, ülkelerin birbirlerine zarar verebilecek durumların ortaya çıkmasını engelleyebilir. Dış politika, krizlerin engellenmesi için bir araç olarak kullanılabilir. Enerji arz güvenliği açısından, özel ikili ilişkiler ve çoklu işbirliklerinin etkin bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

3.6.6.1. Özel İkili İlişkiler

ABD-Suudi Arabistan ikili ilişkisi, ABD’nin enerji arz güvenliğine önemli katkılarda bulunmuştur. ABD’nin enerji arz güvenliği, Suudi Arabistan’ın bir ülke olarak bütünlüğünü ve Suudi rejimini iç ve dış tehditlere karşı korumanın karşılığı olmuştur. Uzun yıllardır Suudi Arabistan ABD’den askeri ekipman ve yardım almıştır. 9 Eylül 2001 tarihinden sonra, ilişkiler gerilmiştir çünkü kaçırma eylemlerini gerçekleştirenlerin çoğunluğunun resmi kayıtlara göre Suudi vatandaşı olduğu ortaya çıkmıştır. Suudi Arabistan’ın her türlü İslami grubu finansal olarak desteklediği bilinmekteydi. ABD-Suudi Arabistan ilişkileri gerilim halindeyken ABD’nin enerji arz güvenliği yüksek risk altına girmiştir. ABD-Suudi Arabistan ilişkilerindeki gerilim, enerji arz güvenliğinin tehlikeye girmesi sebebiyle, ABD’nin

Irak’a müdahale etmesinin temel sebeplerinden birisiydi. Böylece Körfez bölgesinde askeri varlığını ortaya koyacak ve Irak’ın petrol potansiyelini uluslararası petrol piyasasına arz edebilecekti (Sachs, 2003).

İlişkiler ağırlıklı olarak ekonomik olsa da, Japonya ve Endonezya da enerji alanında ikili ilişkilere sahiptirler. Güç politikaları Ortadoğu ve Hazar Denizi bölgesinde önemli rol oynamaktadır. Genel olarak, petrol ve doğal gaz üreticileri ABD ve son zamanlarda Çin gibi önemli tüketicilerin bir şekilde dikkatini çekmektedirler. Avrupa ülkeleri enerji stratejilerini ulusal tabanda sürdürmektedir. AB’nin zayıf dış politikası ve enerji arz güvenliği politikası bu ulusal yaklaşımın sebebi ve sonucudur. Bu zayıf politika büyük AB ülkelerinin sömürge sonrası çatışmaları ile açıklanabilir. Özellikle Fransız ve İngiliz hükümetleri Arap üreticilere bu bağlamda yaklaşmaktadırlar (DGTREN, 2004: 71).

Türkiye’nin enerji güvenliğinde ise ikili ilişkiler bağlamında İran, Irak, Azerbaycan ve Rusya ile ilişkiler önemli rol oynamaktadır. Türkiye’nin en çok ithalat yaptığı ülkeler olan Rusya ve İran ile ilişkiler 2011 yılında Suriye’de başlayan çatışmalar ile sıkıntıya girmiştir. Suriye’deki çatışmalarda muhalifleri destekleyen Türkiye ile mevcut rejimi ve yönetimi destekleyen Rusya ve İran politik arenada da sözlü olarak çatışmaya girmişlerdir. İran ve Suriye, muhaliflerin Batı Dünyası ve ABD tarafından desteklendiğini ve Türkiye’nin de buna destek olduğunu düşündüklerinden muhaliflerin kazanmasını ABD’nin bölgede yeni bir üssü olacağı şeklinde algılamaktadırlar. Bu algı, Türkiye’nin taraf olması sebebiyle dış politikada Türkiye’ye karşı bir duruş sergilemelerine sebep olmuştur. Türkiye’nin en büyük tedarikçileri ile böyle bir çatışmaya girmesi, enerjinin ve enerji arz güvenliğinin önemli olduğu günümüz şartlarında enerjinin en büyük diplomatik koz olarak kullanılması ihtimali sebebiyle, tehlike yaratmaktadır. Ancak Türkiye özellikle Rusya ile denge politikası izleyerek, Nükleer santral ihalelerinde Rusya’nın bir adım önde olduğu ile ilgili demeçler vererek Rusya’yı kaybetmek istemediklerini anlatmaya çalışmaktadır.

Azerbaycan ile ilgili problem ise kısa sürmüş ve Ermenistan ile ilişkilerin düzeltilmesi çabaları sürecinde ortaya çıkmıştır. Enerji arzında bir kesinti olmamış, yalnızca bir risk faktörü ortaya çıkmıştır.

İran ile olan problem, Rusya ilen problemle aynı sebeplerle, Suriye olayları sebebiyle ortaya çıkmıştır. Fakat Türkiye’nin uluslararası arenada İran’ı destekleyen tavırlar takınması ve özellikle uranyum zenginleştirme ve diğer nükleer faaliyetlerinde İran’ı desteklemesi, yine denge politikası ile muhtemel bir krizin önüne geçmiştir. Bu süreçlerde Türkiye’de herhangi bir arz kesintisi olmamıştır ancak söz konusu dış politika krizlerinin iyi yönetilmesi gerekliliğinin önemi artmıştır. Enerji konusunda bu kadar bağımlı olduğumuz ülkeler ile yaşanabilecek en küçük krizin bile büyüyerek Türkiye’de telafi edilemeyecek enerji darboğazları yaşanmasına sebep olabilir.

Suriye ile yaşanmakta olan problem ise doğrudan sert bir etki yapmamış ancak proje aşamasında, inşa edilmesi planlanan doğal gaz boru hattının yapılmasını şimdilik süresiz olarak ertelemiştir.

Bu problemlere karşın, söz konusu ülkelerin kendi petrollerini büyük Avrupa pazarlarına arz edebilmeleri için ellerindeki en ucuz, hızlı ve mantıklı yol, Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanan petrol ve doğal gaz boru hatlarıdır. Aynı zamanda Karadeniz’den dünyaya açılmaları için de yine ekonomiklik açısından Türkiye’ye muhtaç olan Rusya, İran ve Azerbaycan, bir problem durumunda karşılarında yalnızca Türkiye’yi değil, en büyük tüketicileri olan AB ülkelerini de bulacaklardır. Dolayısıyla Türkiye üzerinden Avrupa’ya enerji akışını sağlayan petrol ve doğal gaz boru hatları, Türkiye’nin enerji arz güvenliği stratejisinde kilit bir rol oynamaktadır.

3.6.6.2. Çoklu İşbirliği

Enerji her zaman çoklu işbirliği girişimlerinin kaynaklarından birisi olmuştur. 1960 yılında Venezuela, Irak, İran, Kuveyt ve Suudi Arabistan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nü (OPEC) kurmuşlardır. Bu örgüte 1960’larda daha fazla ülke

katılmıştır ve 1974 yılında 13 üyeli bir yapı haline gelmiştir18

(Van der Linde, 1991: 160). OPEC ülkeleri kendi petrolleri üzerinde daha fazla kontrol ve gelir istemişlerdir. Petrolleri ağırlıklı olarak yedi büyük uluslararası şirket tarafından üretilmekteydi ve bu haklar 1945 öncesinde elde edilmiştir. Bu petrol şirketleri üretim ve fiyatlandırma konusunda sıkı kontrol haklarına sahiptiler. Devletlere şirketler tarafından yapılan ödemeler ve vergiler, şirketlerin karlarına göre oldukça düşük bulunmuştu. Kuzey Afrika’da yeni ortaya çıkan petrol üreticisi ülkeler 1950’lerin sonunda ve 1960’ların başında çok daha iyi şartlar ile anlaşmalar yaptılar ve çok daha fazla şirket çektiler. Böylece diğer üretici ülkeler de aynı şekilde daha iyi şartlar talep ettiler (Van der Linde, 1991: 141).

1970’lern başında uluslararası petrol piyasası üretici ülkeler için avantaj sağlayabilecekleri kadar sıkıydı. 1971 yılındaki Trablus ve Tahran anlaşmaları ile daha iyi şartlar elde edildi. Mısır, Ürdün, Suriye ve İsrail arasında başlayan savaş bir dönüm noktası oldu. Petrol üreten Arap ülkeleri, Petrol İhraç eden Arap Ülkeleri Birliği (OAPEC) adlı bir örgüt altında birleşti ve savaşı sebep göstererek petrolü silah olarak kullanarak ABD, Hollanda ve Portekiz’i boykot ettiler. Daha sonra OPEC petrol fiyatlarını arttırmaya karar verdi uluslararası şirketler ile fiyat pazarlıklarını kesti. Böylece OPEC hem üretim hem de fiyatlama üzerinde tam hâkimiyet sağlamış oldu. 1970’lerin sonunda, İran Körfezindeki millileşme süreci tamamlanmış oldu (Noreng, 2002).

OPEC’in uluslararası petrol piyasasını 1973’ten bu yana istikrara kavuşturulmasında karışıklıklar vardır. Karışıklık OPEC’in uyguladığı fiyat ve üretim politikalarının sürdürülebilirliği ile ilgili aldıkları zayıf önlemlerden kaynaklanıyordu. 1980’deki fiyat artışı, OPEC’in arzı kısmasına sebep olmuştur. İlgili başka bir örnek ise, Aralık 1997’de Asya finansal krizinin hemen öncesinde Asya’da petrol talebinin hızla azalması sonucunda arzın yüksek kalması ve fiyatların hızla düşmesidir. Bir başka karışıklık ise OPEC ülkelerinin ekonomik refahlarındaki değişimdir. 1973 yılında OPEC üye ülkeleri kaynak ve üretim kapasitelerindeki

18

OPEC üye ülkeleri: Beş kurucu ülke İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela. Daha sonra katılanlar ise Cezayir, Ekvador, Gabon, Endonezya, Libya, Nijerya, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri. 1990’ların sonunda Gabon ve Ekvador ayrılmaya karar vermişlerdir.

farklılıkların üstesinden gelebilirdi. Çünkü ortak bir amaçları (daha fazla kontrol) vardı. Bu ortak amaca ulaşıldıktan sonra, istenilen fiyatlar ve üretim fiyatları arasındaki farklar, üye ülkeler arasındaki bütünlüğü baltalamaya başladı. Uluslararası petrol piyasasının istikrara kavuşturulması görevi OPEC için bile zor oldu ve OPEC ve onun istikrar amaçlı arz politikası olmasa, petrol piyasaları bu istikrarı bile bulamayabilirdi (Noreng, 2002: 145).

İran Körfezi üreticilerinin yedek kapasiteleri, OPEC ülkelerinin esnekliği açısından çok önemlidir. Ancak, üreticilerin arzı değiştirecek şekildeki esneklikleri ile ilgili kısıtlamalar giderek artmaktadır (Van der Linde, 2000: 90). İran Körfezi’ndeki ekonomik ve politik gelişmeler esnek üreticilerin sayısını azaltmıştır. Irak teknik olarak esnek bir üretici olacaktı fakat asla bu rolü oynayamadı (Van der Linde, 2003). Sonuç olarak, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, piyasanın istikrara kavuşması maliyetini ve yükünü sırtlamak zorunda kaldılar ve istikrar sürecinin maliyeti yüksektir. OPEC birçok kez, üye olmayan ülkelerin memnun bir şekilde boşluğu doldurmalarını izlemek için, üretim seviyesini azalttı. Böylece büyük OPEC üreticileri anlaşılandan daha az gelir elde etmiş oldu (Claes, 2001).

1950’lerden beri Avrupa’daki enerji ile ilgili gelişmeler Paris’teki önce Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) ve daha sonra Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Cenova’daki Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komiserliği (UNECE) tarafından izleniyor ve yorumlanıyor. Temelde, enerji sektöründeki farklı bölümlerdeki gerekli yatırımları gösteren istatistik ve raporların yayınlanması yapılmaktadır. 1973/74 Petrol Krizi Uluslararası Enerji Ajansı’nın kurulmasına sebep olmuştur. ABD inisiyatif kullanarak Şubat 1974’te bazı ülkeleri OPEC’e karşı tüketici kartelinin kurulması ile ilgili bir konferansa çağırdı. Bu davet hemen sesleri yükseltti çünkü bütün AB üyeleri çağırılmamıştı ve çağırılan ülkeler de AB’ye danışmadan daveti kabul etmişlerdi. Sonunda, dokuz AB üye ülkenin hepsi Washington’daki konferansa katıldı. Amerika’nın yaklaşımı her ülke tarafından hoş karşılanmadı. Fransa, ABD’nin tüketici karteli oluşturulması konusundaki

liderliğinden rahatsızdı. Sonunda Uluslararası Enerji Ajansı’nın OECD’ye bağlı olarak Paris’te kurulmasına karar verildi (DGTREN, 2004: 73).

Tüketici ülkelerin öncelikli amaçlarından bir tanesi enerji arz güvenliklerini sağlamak, üretici ülkelerinki ise talep güvenliklerini sağlamaktır. Enerji politikalarındaki bu iki öncelik üreticileri ve tüketicileri giderek daha fazla bir araya getirmektedir. Venezuela ve Fransa’nın 1970 ve 1980’lerde üretici ve tüketicileri bir araya getirme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İlişkiler 1980’lerin ikinci yarısında düzeldiğinde, diyalog olasılığı ortaya çıkmıştır. Önceki 10 yılda üretici- tüketici ilişkileri, Suudi Arabistan’daki Uluslararası Enerji Forumu sekreterliği ile kurumsallaşmış ve önem kazanmıştır. Forumda yaklaşık 80 ülkenin enerji bakanları toplanmaktadır. Uluslararası Enerji Forumu’nun gündemi ağırlıklı olarak petrol iken, son zamanlarda doğal gaz ve yatırımlar, özel sektör – kamu sektörü ortaklığı gibi konular da eklenmiştir. Uluslararası Enerji Forumu, katılımcı ülkelerin çıkarlarının çok daha iyi anlaşılması ve işbirliği için önemli bir kanal haline gelmiştir (DGTREN, 2004: 75).