• Sonuç bulunamadı

2.3. Yenilenebilir Enerji Türkiye’nin Potansiyeli ve Önemi

2.3.4. Biyoyakıt Enerjisi Potansiyeli ve Kullanımı

Türkiye’de biyoyakıt çalışmaları, 2000’li yılların başında gerçekleşmeye başlamış ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın projesi ile konuya olan ilgi artmıştır. Kısa süre içinde biyoyakıt ile ilgili tesislerin sayısı hızla artmıştır. Günümüze kadar Türkiye’de 200’den fazla biyodizel tesisi faaliyete geçmiştir ve bunlardan 56 tanesi lisans almıştır. Biyodizel tesislerinin kapasiteleri 1,5 milyon ton civarındadır fakat faaliyet için gerekli hammaddenin bulunmasının problem olması sebebiyle tesisler kapanma aşamasına gelmiştir. Biyoetanol pazarı ise daha istikrarlı bir süreç takip etmektedir fakat kullanım zorunluluğu ile ilgili bir çalışma olmaması sebebiyle, sektörde canlılık ortaya çıkmamıştır. Türkiye’de Biyoetanol sektöründe faaliyet gösteren üç üretim tesisi bulunmaktadır ve yenileri için çalışmalar devam etmektedir. Yasa düzenlemeler Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından gerçekleştirilmektedir. Türkiye’nin biyoetanol kurulu kapasitesi 149,5 milyon litredir. Türkiye’deki kurulu biyoetanol kapasitesi, benzin tüketiminin yaklaşık % 7’sini karşılayabilecek durumda olmasına rağmen, pazardaki biyoetanol, benzin tüketiminin % 1’inden çok daha düşüktür. Türkiye’de şeker pancarına dayalı biyoetanol üretim potansiyeli 2-2,5 milyon ton civandadır ve 2011 yılı benzin tüketimimizin tamamını karşılayabilir durumdadır. Türkiye’de biyogaz ile ilgili çalışmalar ise 1980 yılında, Tarım Bakanlığı’nda başlamış fakat devamı getirilememiştir. Biyogaz ile ilgili stratejik planlamalar ve uygulamalar

gerçekleştirilmediğinden, günümüze kadar arzulanan gelişmeler kaydedilememiştir. Türkiye’de EPDK lisansına sahip biyogaza dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulu gücü 93 MW’tır. Türkiye’nin Biyogaz potansiyeli ise, yılda 2.000.000 (23.260.000 MWh) TEP’e ulaşabilir (TMMOB, 2012: 189).

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ENERJİ ARZ GÜVENLİĞİ

Enerji arz güvenliğinin ne kadar önemli bir konu olduğu, enerji uğruna meydana gelen çatışmalardan ve hatta savaşlardan anlaşılabilir. Bunun en önemli sebebinin de, enerjinin günümüzde teknolojinin de ilerlemesi ile birlikte üretim faktörlerinden biri haline gelmiş olmasıdır. Enerjinin ulusal bir mesele olarak görülmesini bir kenara bıraksak bile, küresel enerji arz güvenliği de başlı başına önemle üzerinde durulması gereken bir konudur.

Teknolojinin ve dolayısıyla enerjinin hayatımızdaki rolü arttıkça, enerji arzının önemi de aynı oranda hayatileşmektedir. Daha önce belirtildiği gibi, enerjinin artık bir üretim faktörü olarak görülmesi sebebiyle, dünya enerji boyutunda geri dönülemez bir noktaya gelmiştir. Bu yüzden, bazı ülkeler enerji arz güvenliğini ulusal güvenliğin bir bileşeni olarak görmekte ve politikalarını bu zeminde geliştirmektedir.

3.1. Enerji Arz Güvenliğinin Tanımı ve Kapsamı

Konuyu daha da açık hale getirmek ve ileride yapacağımız analizlerin kapsamını belirlemek açısından enerji arz güvenliğinin tanımını yapmakta fayda vardır. Bu noktada birkaç farklı tanımdan söz edilebilir. Bu tanımları yaparken, zaman içinde enerji arz güvenliği kavramının da bir miktar değiştiği gözden kaçmamalıdır.

Uluslararası Enerji Ajansı, enerji arz güvenliğini, “Enerji kaynaklarının satın alınabilir bir fiyattan kesintisiz bir şekilde ulaşılabilirliği” şeklinde tanımlamaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, enerji arz güvenliğinin birçok boyutu vardır. Uzun dönem enerji arz güvenliği temelde enerji arzını ekonomik gelişim ve çevresel ihtiyaçlarla uyumlu bir şekilde sağlamak amacıyla yatırımlar anlamına gelmektedir. Diğer taraftan kısa dönemli enerji arz güvenliği ise, arz talep dengesindeki ani değişimlere karşı hızlı bir şekilde cevap verebilmesidir (IEA, 2014).

“Yeterli miktardaki kaliteli ve temiz enerjinin, uygun fiyatlarla ve kesintisiz olarak temin edilmesi” (Ediger, 2007: 3) şeklindeki bir tanım, enerjinin yeterliliğinin yanında temiz olması gerektiğini de ifade etmektedir.

“Yeterli miktardaki enerji kaynaklarına, tutarlı fiyat ve istikrarlı bir kaynaktan, fiili olarak tehdit altında olmayan ulaşım imkânları vasıtasıyla (boru hattı, uygun deniz yolları vs.) ve adil dağılım çerçevesinde erişilebilmesi” (Demirağ, 2008) şeklinde yapılan tanım ise, temiz enerji kavramını dışlamış, yalnızca arz güvenliğini dikkate almıştır.

Balat (2010), enerji arz güvenliğini, “enerji kaynaklarının makul bir fiyat seviyesinden, ekonomik büyümeyi sürdürebilecek şekilde yeterli ve güvenli bir şekilde elde edilmesi” şeklinde tanımlamıştır.

“Study on the Development of an Energy Security Index and an Assessment of Energy Security for East Asian Countries” isimli çalışmalarında Koyama ve Kutani (2012), enerji arz güvenliğini, “makul bir fiyat seviyesinde, diğer amaçlar ile birlikte insanların yaşamları, ekonomik, sosyal ve savunma aktiviteleri için gereken miktardaki enerjinin güvenlik altına alınması” şeklinde tanımlamışlardır.

Ülkelerin uluslararası arenadaki güçlerine ve politikalarına göre kendi enerji arz güvenliği tanımları da değişmektedir. Son yıllardaki küresel iklim değişikliği sebebiyle, bu tanımlara temiz enerji kavramı da eklenmiştir (Sevim, 2009: 94).

Enerji arz güvenliği konusundaki tartışmalar, kavramın iyi anlaşılmasını gerektirmektedir. Farklı yorum ve yaklaşımlar, tanımı zorlaştırmaktadır. Enerji güvenliğini ekonomik perspektiften ve stratejik/politik perspektiften yorumlayan çalışmalar bulunmaktadır. Ekonomik perspektiften bakanlar genellikle enerji arz güvenliği gibi bir sorun görmemekte ve tamamen piyasa ile ilgili olduğunu iddia etmektedirler. Devletin de yalnızca piyasa başarısızlığının gerçekleştiği durumlarda müdahale etmesini savunmaktadırlar. Klasik iktisadi görüşe paralel olan bu yaklaşıma göre enerji arz güvenliği diye bir problem yoktur. Diğer görüştekiler ise, enerji kaynaklarının millileştirilmesinin, enerji arz güvenliği problemini milli güvenlik problemi haline getirdiğini iddia etmektedirler (Checci vd., 2009: 1).

Yukarıdaki tanım ve açıklamaları gözden geçirdiğimizde, bazı kavramların her tanımda bulunduğunu görmekteyiz. Bunlar ise erişilebilirlik ve fiyatlardır. Fiyatların ekonomik büyüme, refah ve rekabetçiliği etkilediğini bildiğimize göre, piyasada belirlenen herhangi bir seviyedeki enerji fiyatının kayıtsız şartsız kabul edilmesi, mantıklı değildir. Daha önce belirtildiği gibi, enerji artık yeni bir üretim faktör haline gelmiştir ve dolayısıyla, en büyük girdilerden birisi olan enerjinin erişilebilirliğinin ve fiyatının piyasa başarısına bırakılmasının, enerji arz güvenliğini, ekonomi güvenliğini ve rekabetçiliği olumsuz etkileyeceği açıktır. Bu durum için verilebilecek en güzel örnek, 1970’li yıllarda dünyayı etkileyen petrol şoklarıdır. Fiyatlar piyasayı bir şekilde dengeye getirmiştir ancak enerji talebinin kısılmasını sağlayamamıştır. Sanayi devriminden bu yana ülkeler enerji kaynaklarına sahip olmak, üretimi elde tutmak ve taşıma güzergâhlarını denetim altında bulundurmak amacıyla her türlü mücadeleyi göze almışlardır (Yılmaz, 2010:1).