• Sonuç bulunamadı

1.2. Türk Dış Politikasında İslam Dünyası

1.2.4. Yeni Soğuk Savaş

1980’li yıllarda Türkiye’nin İslam dünyasıyla ilişkilerini etkileyen iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan ilki Türkiye’nin dışa açık bir ekonomi politikasını benimsemesidir. 24 Ocak Kararları sonrasında başlayan bu süreçle birlikte Türkiye, ihracata dayalı bir kalkınma modeline yönelmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin yeni ihracat pazarları arayışı öne çıkmıştır. İslam dünyası bu bakımdan önem kazanmıştır. Ancak ikinci önemli gelişme bu ihracat fırsatlarının değerlendirilmesini zorlaştırmıştır. Bu gelişme Soğuk Savaş’taki yumuşama sürecinin sona ermesi ve iki kutuplu sistemin yeniden gerginleşmesidir. Artan gerilim Türkiye’nin Batı savunmasındaki önemini artırmış ve Türkiye İslam dünyasıyla ilişkilerine yeniden Batı’nın penceresinden bakmaya başlamıştır. Diğer yandan 1979’da İran’da gerçekleşen İslamcı Devrim ABD’nin bölgeye bakışını değiştirmiştir. Bu gelişme Türkiye’nin stratejik önemini artırmıştır.

ABD, 1980’lere gelindiğinde İslam ülkelerindeki Sovyet tehdidine karşı “Yeşil Kuşak” denilen bir projeyi hayata geçirmiştir. Bu projeyle iki hedefe ulaşılmak istenmiştir. Birincisi Sovyetler’in İslam ülkelerine sızması engellenecek, ikincisi radikal Şii İran’ın rejimini yaymasına ket vurulacaktır. Bu amaçları gerçekleştirmek için kendilerine bağlı yönetimler oluşturulacak ve bölgedeki ABD etkinliği dolaylı olarak sürecektir. Bu projede Türkiye, Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Umman, Katar gibi Müslüman ülkelere de yer verilmiştir. İran’ın radikalizmi ise “Ilımlı İslam” adı altında kontrol altına alınmak ve dengelenmek istenmiştir.

1970’li yıllarda Kıbrıs sorunu bağlamında ABD’yle yaşadığı sorunlar nedeniyle hem SSCB ile hem de İslam ülkeleriyle yakınlaşan Türkiye, 1980’lere gelindiğinde

yeniden ABD’yle yakınlaşmıştır. Nitekim Türkiye, 12 Eylül askerî darbesinin ardından dış politikada şartların gerektirdiği bir şekilde İslam ülkeleriyle ilişkilerinde paradigma değişimi yaşamıştır.

12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askerî darbe, Türk demokrasisine büyük zarar vermiştir. Yaşanan bu gelişme, Batılı ülkelerin tepkisiyle karşılaşmış ve Türkiye’nin Avrupa topluluklarıyla ilişkileri bir süre dondurulmuştur. Ancak Soğuk Savaş’ta ortaya çıkan sertleşme ve ABD’nin Yeşil Kuşak politikası, Türkiye’nin Batı ittifakı için önemini artırmıştır. Türkiye, 1960’lı ve 1970’li yıllarda Batı’ya alternatif arayışlarının hâkim olduğu bir dış politika izlemişken 1980’lerde geleneksel Batı yanlısı politikasına geri dönmüştür. Bir başka deyişle Türkiye’nin İslam dünyasıyla siyasal yakınlaşmasının konjonktürel olduğu ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin İslam dünyasıyla yakınlaşması konjonktürel olsa da Türkiye, bu ülkelerle yakınlaşmasının kazanımlarından yararlanmayı sürdürmek istemiştir. Batıcı bir dış politika izlemeye ve Soğuk Savaş’ta Batı ittifakının güvenliğine katkı sağlamaya devam eden Türkiye, bu kez İslam ülkeleriyle ilişkilerini de sürdürmek istemiştir. 1980’den itibaren dışa açık bir ekonomi benimseyen Türkiye’nin yeni pazarlara duyduğu ihtiyaç da bu anlayışı pekiştirmiştir. Ancak birtakım güvenlik sorunları, Türkiye’nin İslam dünyasıyla ve özellikle yakın coğrafyasındaki İslam ülkeleriyle ilişkilerinin gelişmesine engel olmuştur.

Bu dönemde gerçekleşen en önemli olay, 12 Eylül’den hemen sonra başlayan Irak-İran Savaşı olmuştur. Türkiye İran’da yaşanan devrimin ideolojisinden endişe etse de bu savaşta açıkça Irak’tan yana tavır almamış, tarafsız kalmıştır. Ayrıca savaşın durdurulması için İslam Konferansı Örgütü’nde arabulucu heyetinde yer almıştır.53

Irak ve İran, Türkiye’nin arabuluculuğuna güvenmişler ve bu girişimlere olumlu cevap vermişlerdir. Ayrıca Türkiye ile Körfez ülkeleri ilişkileri siyasi ve ekonomik anlamda geliştirilmiştir. İran ve Irak savaşında Türkiye petrol ihtiyacını rahatlıkla temin etme imkânı elde etmiştir. Kerkük-Yumurtalık boru hattının kapasitesi arttırılmış ve İran bu hatta zarar vermemesi için uyarılmıştır.

53 Ali L. Karaosmanoğlu, “Turkey's Security and the Middle East”, Foreign Affairs, Cilt 62, Sayı 1, 1983, s. 166.

37

1988’de Irak-İran savaşının sona ermesiyle Türkiye, bazı önemli sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Irak savaşında merkezî yönetime isyan eden Kürtleri cezalandırmak isteyen Saddam Hüseyin harekete geçmiştir. 250.000 Kürt göçe zorlanmış ve kimyasal silah kullanılmıştır. İran sınırını kapatınca Kürt halkı Türkiye sınırına yığılmıştır. İlk başta sınırı kapatan Türkiye, kamuoyunun baskısıyla sınırını açmak zorunda kalmış ve binlerce mülteciyi Türkiye’ye kabul etmiştir.54

Türkiye, Irak’la iyi ilişkiler içerisinde olurken Suriye ile sorunlar devam etmiştir. 1970’lerde sol grupları besleyen Suriye, bu sefer de Türkiye’nin başına bela olan ASALA ve PKK’ya yardım etmeye ve onların Türkiye’ye sızmasına yardım etmeye başlamıştır. Türkiye’nin tepkisi karşısında geri adım atan Suriye bu unsurları Kuzey Irak’a, İran’a ve Lübnan’daki Bekaa Vadisi’ne göndermiştir. Fakat Bekaa Vadisi de bu dönemde Suriye’nin kontrolü altındadır.

Suriye ile Türkiye ilişkileri 1984 sonrasında PKK konusundan dolayı gerginleşmiştir. Hafız Esad’ın kardeşi Rıfat Esad bölgede bir Kürt devletinin kurulması gerektiğini belirtmiş ve aynı zamanda PKK’ya destek verileceğini açıklamıştır.55

Öte yandan Türkiye ile Suriye ilişkilerinde sorun olan bir diğer mesele “su sorunu” olmuştur. Fırat üzerinde hak iddia eden Suriye, Türkiye’nin bu su kaynağı üzerinde Güneydoğu Anadolu Projesi’ni hayata geçirmesine engel olmaya çalışmış ve sorunu sürekli sıcak tutmuştur.

Türkiye ile İran ilişkileri ise bu dönemde inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bir yandan İranlı yetkililerin Anıtkabir’i ziyaretten kaçınmaları ve Türkiye’deki sözde İslamcı yapılanmaları desteklemeleri Türkiye’nin İran’a yaklaşımını olumsuz anlamda etkilemiştir. Ancak, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler olumlu seyretmiş ve 1985’te iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2 milyar dolara çıkmıştır.56