• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Türkiye’nin İslam Dünyasıyla İlişkileri

1.2. Türk Dış Politikasında İslam Dünyası

1.2.1. Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Türkiye’nin İslam Dünyasıyla İlişkileri

Osmanlı İmparatorluğu’nun bıraktığı mirastan kaynaklanmaktadır. Osmanlı, gücünün zirvesinde olduğu dönemde, bir bakıma İslam dünyasının liderliğini üstlenmiştir. Bu liderlik, öncelikle Osmanlı’nın askerî ve siyasal üstünlüğünden kaynaklanmıştır. Osmanlı, Avrupa’yı başlıca yayılma alanlarından biri olarak görmüş, İslam’ı yaymayı bir hedef olarak benimsemiştir. Ayrıca Osmanlı’nın “hilafet” makamını elinde bulundurması, ideolojik anlamda İslam dünyasının liderliğini üstlendiğini göstermektedir.

Bununla birlikte, İslam dünyasının liderliğini üstlenen Osmanlı, gerileme dönemi boyunca bu üstünlüğünü kaybetmeye başlamıştır. Sürekli toprak kayıplarıyla ve iç ayaklanmalarla karşılaşan Osmanlı İmparatorluğu, on dokuzuncu yüzyılda dağılmanın önüne geçmek için çeşitli politikalara başvurmuştur. Bu politikalardan biri İslamcı ideolojinin öne çıkmasıdır. Osmanlı bu yolla, Müslüman unsurlardan kaynaklanabilecek ayrılıkçı taleplere karşı birleştirici bir kimlik inşa etmek istemiştir. Ayrıca, İslam dünyası üzerindeki etkisini artırarak dış politikasında hareket alanını genişletmek istemiştir. Bu açıdan, İslamcı ideoloji, İmparatorluk tebaasını birleştirici bir kimlik olarak gündeme gelmiş ancak bu daha çok pragmatik gerekçelerle dış politika alanında başvurulan bir strateji olmuştur.20 Bir başka deyişle İslamcılık, bir dış politika ilkesinden çok İmparatorluğu bir arada tutmayı amaçlayan bir savunma ideolojisi olmuştur. Ancak bu konuda başarılı olunamamıştır. Milliyetçilik akımı, Müslümanlar arasında da yayılmış ve Türk olmayan Müslümanlar da bağımsızlık arayışlarına girmiştir.

Osmanlı’nın son yıllarında, özellikle Arap coğrafyası üzerindeki kontrol zayıflamıştır. Osmanlı Devleti, Arap Yarımadası’nda hukuki olarak egemenliğini sürdürse de fiili olarak varlığını yitirmeye başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı, bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini tamamen ortadan kaldırmıştır. Şerif Hüseyin, kendisini 1916 yılında İngiltere’nin desteğiyle Arap ülkelerinin kralı ilan etmiştir.21

Şerif Hüseyin, Hicaz Kralı olmuş ve bir oğlu Irak’ta diğer oğlu ise Suriye’de hâkimiyetini İngilizler sayesinde tesis etmiştir. Bu anlaşmalı durum, Şerif Hüseyin’in ailesine Arap dünyasında

20 Kemal H. Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, İstanbul, Timaş Yayınları, 2012, s. 47-61. 21 David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, İstanbul, Epsilon Yayınevi, 2016, s. 139.

23

bir üstünlük kazandırmıştır.22 Ancak, bu üstünlük Arap Yarımadası’nda uzun sürmemiştir. Kendisini 1924’de halife ilan eden Şerif Hüseyin’e karşı Abdülaziz İbn Suud kuvvetleriyle Mekke’ye girmiş ve Şerif Hüseyin İngilizlerin yardımıyla başka ülkeye kaçmıştır. Arabistan’da Suud egemenliği kesinleştikten sonra yarımadada kurulan devletin adı “Suudi Arabistan” olacaktır.23

Genel itibariyle Osmanlı Devleti’nin, Ortadoğu’daki topraklarını kaybetmesiyle bölge ülkelerine istikrarsızlık hâkim olmuştur. Bölgenin enerji kaynakları bölge dışı aktörlerin ilgisini çekmiştir. Ortadoğu ülkeleri, Avrupalı güçlerin manda rejimleriyle yönetilirken Türkiye bağımsızlık savaşını kazanıp kendi içinde yeni bir siyasal yapı inşa etmeye başlamıştır.

Yeni Türk devleti, elinde kalan son toprak parçası olan Anadolu’yu kendine Misak-ı Millî kabul etmiştir. William Hale, bu konuyla ilgili şu tespiti yapmıştır:

“Osmanlı Dönemi’yle aradaki en önemli fark, yeni Türk devletinin daha homojen olması”dır.24Yeni Türk devleti çok uluslu imparatorluk yapısından çok, Batı tarzı ulus- devlet modeline göre dizayn edilmiştir. Bu yeni siyasal yapı, Türkiye’nin Arapların yoğun olarak yaşadığı coğrafyadan tam anlamıyla çekilmesi anlamına gelmiştir. Ayrıca Türkiye ortak dini paylaştığı bu coğrafyaya yönelik maceracı dış politika tutumlarından uzak kalmıştır. Milliyetçi bir ideolojiyle hareket eden Türkiye, İslam dünyasından uzaklaşmış ve yüzünü Batı’ya dönmüştür. Bu yaklaşımın sebebi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran elit tabakanın pozitivist ve seküler bir bakış açısına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle, hilafetin kaldırılmasından sonra henüz dinin siyaset üzerindeki belirleyici etkisinden kurtulamamış olan Arap ülkelerinde Türkiye’ye karşı hoşnutsuzluk artmıştır. Bu hoşnutsuzluk Türkiye’deki laik reformlar arttıkça daha da çoğalacaktır.25

Milliyetçilik ideolojisi hem Türkiye’de hem Arap dünyasında hâkim olmaya başladıkça bu durum, birbirine entegre olmuş iki halkın birbirinden ayrılmasına yol açmıştır. Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Arapların belli bir bölümü tarafından

22Beril Dedeoğlu, Ortadoğu Üzerine Notlar, İstanbul, Derin Yayınları, 2002, s. 34. 23 Mithat Atabey, Son Yüzyılda Türkiye ve Ortadoğu, Paradigma Akademi, 2016, s. 82. 24

William Hale, Türk Dış Politikası (1774-2000), Petek Demir, (Çev.), Mart Matbaası, İstanbul, 2003, s. 64.

25 Haluk Ülman, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968) I”, Ankara Üniversitesi

Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 23, Sayı 3, 1968, s. 268.

24

ihanete uğradığı algısı, Cumhuriyet rejiminin reddetmek istediği Doğu mirası, Arapların fanatizmi ve Türklerin Arap halkına karşı duyduğu geçmişten gelen olumsuz yargılar, Türkiye’nin İslam dünyası ile iletişim kurmasına engel olarak 1950’lere kadar etkili olmuştur.

Ortadoğu’dan Türkiye’yi uzaklaştıran diğer bir sebep ise bölgenin sömürgeci Avrupa devletlerinin kontrolünde olmasıdır. Dolayısıyla Türkiye, Ortadoğu ülkeleriyle ilişkisini bu ülkelerdeki manda rejimlerini yöneten İngiltere ve Fransa ile olan ilişkisi üzerinden tesis etmek durumunda kalmıştır. Bu ülkeler bağımsızlıklarını elde edene kadar Türkiye’nin aslında İngiltere ve Fransa ile komşu olduğu söylenebilir. Dolayısıyla ideolojik etkenler kadar uluslararası konjonktür de Türkiye’nin Ortadoğu’dan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Atatürk Dönemi’nde, Türkiye’nin Ortadoğu’ya özel bir ilgisinin olmadığı, bölgesel bir sorunla karşılaşıldığında İngiltere ve Fransa ile kurulan diplomasinin öne çıktığı söylenebilir.26 Türkiye, bu dönemde İslam dünyasının genelinde sömürgeci devletlerin hâkim olmasından dolayı bu ülkelere eylemsel bazda destek verememiş ama bu devletlerin bağımsızlığına her fırsatta fikri destek vermiştir.

Türkiye Lozan’da çözüme kavuşmamış olan ve Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini de ilgilendiren birtakım sorunları, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkeleriyle diplomatik ilişkileri içinde çözümlemiştir. Bu sorunların çözümlenmesinden sonra Türkiye, Batı’ya yönelmiş ve Batı ile Türkiye arasında yakınlaşma başlamıştır. Türkiye Batı ile yakınlaştıkça Ortadoğu’dan bir o kadar uzaklaşmıştır. Türkiye’nin Batı ile yakınlaşması, birçok İslam ülkesinde Türkiye’ye karşı olumsuz yaklaşımların doğmasına sebep olmuştur.27

Siyasal yakınlaşmanın yanı sıra Türkiye’nin toplumsal düzeyde Batılılaşması da İslam dünyasında farklı algılamalara yol açmıştır. Türkiye’nin hilafeti kaldırmasının ardından laikliği benimsemesi, İslam dünyasında yoğun bir tepki almamışsa da Türkiye’ye karşı belirli bir güvensizlik oluşturmuştur. Türkiye, İslam dünyasından çok Batı dünyasının bir parçası olarak algılanmıştır. Bu süreçte, Türkiye’nin de İslam dünyasıyla arasına mesafe koyduğu söylenmelidir.

26 Ramazan Gözen, “75. Yılında Türk Dış Politikasının Değerlendirilmesi”, Yeni Türkiye, Sayı 23-24, 1998, s. 1343-1360.

27 Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Orta Doğusu’na Karşı Politikası (1945-1970), Sevinç Matbaası, Ankara, 1972, s. 7.

25

1.2.2. Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye’nin İslam Dünyasıyla İlişkileri