• Sonuç bulunamadı

Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye’nin İslam Dünyasıyla İlişkileri

1.2. Türk Dış Politikasında İslam Dünyası

1.2.2. Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye’nin İslam Dünyasıyla İlişkileri

ilişkilerinde farklı dinamikler etkili olmaya başlamıştır. Artık bu devletler bağımsızlıklarını kazanmaya başlamışlardır. Ancak, Türkiye, bu ülkelerle ilişkilerini ikinci planda tutmuş, Batı’yla ilişkilerine önem vermiştir. Savaş sonrasında SSCB’nin, Türkiye’den birtakım taleplerde bulunması, tehdit olarak algılanmış ve Türkiye ABD’yle yakınlaşma yoluna gitmiştir. 1947 yılında Truman Doktrini’nin ilanı Türk- Amerikan ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. 1949 yılında NATO kurulduktan sonra Türkiye’nin başlıca dış politika hedefi NATO’ya üye olmak olmuş ve bu hedefine 1952 yılında ulaşmıştır. Ancak bu gelişmelerle birlikte Batı ittifakı ile bütünleşen Türkiye, dış politikasını da ABD ve diğer Batılı müttefikleriyle uyumlu hâle getirmiştir. Dolayısıyla İslam dünyasıyla ilişkilerini de Batı ittifakıyla ilişkisi açısından tanımlamıştır.

Türkiye’nin bu tutumunun ilk örneği, Filistin sorununda görülmüştür. Türkiye bu sorunda, başta Arap ülkelerini desteklemiştir. Ancak, 1947 Truman Doktrini sonrasında tutumunu değiştirmeye başlamıştır. Türkiye, BM Genel Kurulu’nda İsrail’in tanınması konusunda aleyhte oy vermesine karşın daha sonra Batılı devletlerin izlediği politikayla örtüşecek bir siyaset izlemiştir. 1949 yılında Türkiye İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur.28 Türkiye’nin bu politikasında ABD’yle yeni kurulmakta olan ittifak önemli bir rol oynamıştır. Nitekim Türkiye’nin İsrail’i resmî olarak tanıdığı tarih, NATO’nun kuruluş hazırlıklarının sürdüğü tarihtir. Türkiye, Batı ittifakının bir parçası olabilmek için dış politikasını Batı’nın çıkarlarıyla uyumlu hâle getirmeye başlamıştır.

Türkiye, 1949 yılında kurulan NATO’ya kurucu üye olarak katılmamıştır. Bu tarihten itibaren NATO üyeliği, Türkiye’nin başlıca dış politika hedefi olmuştur. Bu süreçte, İngiltere’nin Ortadoğu Komutanlığı teklifine destek verilmiştir. İngiltere, Mısır’daki askerî varlığı konusunda Mısır hükûmetiyle görüşmelerini sürdürürken Doğu Akdeniz’de bir savunma yapılanması kurmak istemiştir. Bu yolla hem bölgedeki askerî varlığını korumak hem de Türkiye’nin Batı savunma yapılanmasına dâhil olma

28Süha Bölükbaşı, “Behind the Turkish-Israeli Alliance: A Turkish View”, Journal of Palestine Studies, Cilt 29, Sayı 1, 1999, s. 22.

26

arzusunu, bu şekilde karşılamak istemiştir. Türkiye, NATO üyeliği için bir basamak olarak gördüğü Ortadoğu Komutanlığı teklifine sıcak bakmıştır. Ancak Mısır başta olmak üzere Arap devletleri, bu teklifi kabul etmemiş ve Türkiye’nin bu konudaki girişimlerini de olumlu karşılamamışlardır.29

Türkiye’nin benzer tutumu Bağdat Paktı’nın30 kurulması sırasında da görülmüştür. SSCB’nin çevrelenmesi politikası izleyen ABD, Ortadoğu’da bu amacını gerçekleştirecek ve Sovyetler’in bölgeye nüfuz etmesini önleyecek bir yapılanmayı hedeflemiştir. İngiltere’nin bölgedeki girişimlerinin Arap devletleri tarafından hoşnutsuzlukla karşılanması ABD’yi yeni arayışlara yöneltmiştir. Ayrıca İngiltere ile Mısır arasındaki uzlaşmazlık devam ettiği için ABD, Mısır’ı dışarıda bırakan bir yapılanma kurmak istemiştir. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles’un büyük Ortadoğu gezisi sırasında Türkiye, Irak, İran ve Pakistan’ı kapsayan bir Kuzey Seddi projesi öne çıkmıştır.

Dulles, Adnan Menderes ile görüşmüş, Ortadoğu savunması konusunda münazara yapmıştır. Menderes’e dünyanın iki kutba ayrıldığından bahsetmiş ve komünist tehdide karşı özgür dünyanın birleşmesi gerektiğini ifade etmiştir. Türkiye olmadan Ortadoğu’da savunma yapılamayacağını, bu yüzden Türkiye’nin Ortadoğu’da öncü güç olması gerektiğini söylemiştir.31

Türkiye, İngiltere’nin önerilerindense Kuzey Seddi projesinin daha gerçekçi olacağını dile getirmiştir.32

Türkiye, 1954 yılında Pakistan’la Dostluk ve İş Birliği antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma Bağdat Paktı’nın ilk basamağı olmuştur. Pakistan, Sovyetlerin tehdit ettiği bir ülke değildi fakat Hindistan ile olan Keşmir sorununda ABD’nin desteğini almak

29Fahir Armaoğlu, “(Amerikan Belgeleri İle) Orta Doğu Komutanığı’ndan Bağdat Paktı’na 1951-1955”,

Belleten, Cilt 52, Sayı 224, 1995, s. 189-236.

30 Bağdat Paktı, Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde imzalanan Karşılıklı İşbirliği

Anlatlaşması’na İngiltere’nin (4 Nisan), Pakistan’ın (23 Eylül 1955) ve İran’ın (3 Kasım 1955) katılması ile oluşan bir karşılıklı güvenlik ve savunma örgütüdür. ABD ise paktta gözlemci üye olarak yer almıştır. Paktın ilk oluşumu ise, ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles’in 1953 yılında Ortadoğu ülkelerine yaptığı bir gezi ile başlamıştır. Türkiye ile Pakistan arasında imzalanan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması ise kuruluş için önemli aşamalardan biridir. Bu anlaşma ile Türkiye ve Pakistan uluslararası sorunlarda görüş alışverişinde bulunmayı ve başka ülkelerin katılımını da desteklemeyi imza altına almışlardır. 1954 Ekim’inde ise Ankara’yı ziyaret eden Nuri Said Paşa Türkiye ve Irak’ın Ortadoğu’da bir savunma örgütü oluşturmayı kararlaştırdıklarını açıklamış ve Türkiye-Irak Karşılıklı İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Detaylı bilgi için Bkz. http://www.turkbilimi.com/bagdat-pakti-24-subat-1955-cento-central-treaty- organization-merkezi-antlasma-teskilati

31 Turgay Merih, Soğuk Savaş ve Türkiye (1945-1960). Ankara: Ebabil Yayıncılık, 2006, s. 169-171. 32 George McGhee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, çev. Belkıs Çorakçı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992, s. 255.

27

onlar için önemli olduğundan antlaşmayı imzalamıştır.33 Daha sonra, İran ve Irak’ın da bu antlaşmaya katılmaları için Türkiye, yoğun bir çaba sarf etmiştir. Mısır’ın bölgesel gücünden çekinen Irak ve ABD’nin etkisinde bulunan İran, teklifi kabul etmiştir. Daha sonra Suriye ve Lübnan ile iletişime geçilmiştir.34 Lübnan, teklifi hemen reddetmemiş, Arap devletlerine danışmak isterken Suriye aynı Mısır gibi sert biçimde teklifi kabul etmemiştir.35 Türkiye’nin bu çabaları, ABD tarafından takdirle karşılanmıştır.36

Nihayet, 1955 yılında Bağdat Paktı imzalanmıştır. Ancak pakta ABD’nin dâhil olmaması bu paktın istenen hedefe ulaşmasını engellemiştir. ABD, bu pakta girerek bölgede etkin olmak isteyen SSCB’yi kışkırtmak istememiştir.37 İngiltere’nin de dâhil olması, başta Mısır olmak üzere pakt dışında kalan Arap devletleri tarafından olumsuz karşılanmıştır. İngiltere’yi sömürgeci bir güç olarak gören bu ülkeler, Türkiye’nin bölge politikalarına da şüpheyle bakmışlardır. Bu süreçte Ortadoğu ve İslam ülkeleriyle ilişkilerini yoğunlaştıran Türkiye, bu ülkelerle yakınlaşmak yerine onlardan uzaklaşmıştır. Ortadoğu’da Doğu-Batı bloklaşmasının bir yansıması ortaya çıkmış ve İslam ülkeleri arasında kutuplaşma yaşanmıştır. Türkiye, Bağdat Paktı ile Batı Blok’unun bir parçası olmuş Mısır ve Suriye Sovyetler’e yakın bir çizgide kalmıştır.38

Ortadoğu’da dengeleri değiştiren meselelerden biri de Süveyş Bunalımı olmuştur. Mesele özet olarak Mısır’ın maddi gücünü artırmak için Süveyş’i millîleştirilmesiyle Mısır ile İngiltere ve Fransa arasında vuku bulmuştur. Türkiye ise bu sorunda Müslüman bir ülke olan Mısır yerine İngiltere-Fransa ikilisinin yanında yer almıştır. Türkiye, Kanalı Kullananlar Birliği Konferansı’na katılmıştır ve Büyükelçi Muharrem Nuri Birgi bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Biz Müslüman

milletiz. Arap ülkelerinin hürriyet ve bağımsızlıkları için yapmakta oldukları mücadelede onlarla birlikteyiz. En büyük arzumuz Arap ülkelerinin bir an önce bağımsızlıklarına kavuşmasıdır. Ama Süveyş kanalının tarafsız ve uluslararası bir irade

33 Meltem Yetener, “Adnan Menderes”, Ali Faik Demir, (ed.). Türk Dış Politikasında Liderler:

Süreklilik ve Değişim Söylem ve Eylem, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 96-97.

34 “Suriye-Arap Müzakereleri”, Milliyet, 18.03.1955. 35“Başvekil Bugün Suriye’ye gidiyor”, Milliyet, 14.01.1955. 36 Sander, a.g.e., s. 181-182.

37 Hasan Yılmaz, “Adnan Menderes Dönemi Türkiye-Ortadoğu İlişkileri”, Birey ve Toplum Dergisi, Cilt 6, Sayı 12, 2016, s. 216-217.

38 Sabit Duman, “Ortadoğu krizleri ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü

Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 318.

28

ve kontrole konulmasına Mısır’ın bağımsızlığına ve onuruna gölge düşüren bir nokta olarak görülmemiştir.”39

Bu krizden sonra, Bağdat Paktı’nda çatlaklar oluşmuştur. Bağdat Paktı üyeleri, İngiltere’ye tepki göstermiş ve İngiltere ile Fransa’yı kınamıştır. Soğuk Savaş sürecinde ender görülen bir olay yaşanmış ve ABD ile SSCB aynı tarafta yer almışlardır. Burada ABD, krizin büyümesinin SSCB’yi bölgede daha da güçlendireceğini görmüş ve krizi sonlandırmak için çaba sarf etmiştir. ABD kaygılarında haklı çıkmıştır. Süveyş meselesinde emperyalist güçlere karşı Arapların hamisi gibi davranan SSCB’nin itibarı bölgede artmıştır. Üstelik Bağdat Paktı’na rağmen, SSCB bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurabilmiştir. Bu durum, Bağdat Paktı’nın ne derece başarılı olduğu noktasında soru işaretlerini ortaya çıkarmıştır. Süveyş Krizi, aynı zamanda İngiltere’nin Ortadoğu’dan tamamen çekilmesinin yolunu açmıştır. Dolayısıyla ABD, bölgeyle daha yakından ilgilenmek istemiştir. Süveyş Krizi, ABD’nin Ortadoğu’ya tam anlamıyla dâhil olması açısından bir dönüm noktasıdır. Bu bağlamda ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, kendi adıyla anılan bir doktrin ilan etmiştir.40

Eisenhower Doktrini41 sonrasında, Ortadoğu’da bunalımlar devam etmiştir. 1957’de Suriye’yle yaşanan kriz ve 1958’de General Kasım liderliğinde Irak’ta askerî darbe, bu süreçte yaşanan önemli gelişmelerdir. Türkiye, bu gelişmelerden etkilenmiştir. 1957 Sovyet yanlısı Suriye ile Türkiye’nin ilişkileri gerilmiştir. Hatay meselesi yüzünden zaten iyi olmayan ilişkiler, 1957’de iyice bozulmuş, Sovyetler’in bu ülkeye askerî yardımını artırması Türkiye ile Suriye’yi çatışmanın eşiğine getirmiştir.42

39 Yetener, a.g.e., s. 101.

40 Süleyman Seydi, “Demokrat Parti’nin Dış Politikada Alternatif Arayışı (1957- 1960)”, Süleyman

Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 2, Sayı 14, 2011, s. 4.

41 Eisenhower Doktrini; Süveyş krizinin sone ermesi için BM’de etkin bir rol üstlenen ve Arap

devletlerinin emperyalist güçler karşısındaki koruyucusu gibi davranan Sovyetler’in bölgedeki prestijinin artması ABD yönetimini endişelendirmiştir. Diğer taraftan Süveyş kriziyle Arap ülkelerinin büyük tepkisini çeken İngiltere’nin bölgedeki etkinliğini yitirmesi, ABD’yi Orta Doğu’yla daha yakından ilgilenmeye yöneltmiştir. Eisenhower’ın 5 Ocak 1957’de onaylanması için Kongre’ye gönderdiği ve daha sonra kendi adıyla bilinecek olan doktrin, ABD’nin Orta Doğu politikasında bir dönüm noktası oldu. O güne kadar, İngiltere ve kendine yakın bölge ülkelerinin üzerinden politika güden ABD, ilk kez bölgedeki çıkarlarını tüm açıklığıyla belirtiyordu. Eisenhower’ın Kongre’den bazı talepleri oldu. Bunlar; ABD hükümetinin, Orta Doğu’da askeri yardım ve iş birliği programları hazırlaması, Amerikan askeri kuvvetlerinin kullanılması da dahil olmak üzere, gerekli yardım ve işbirliğini sağlayabilmesi ve Kongreden üç yıl boyunca her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisidir. Detaylı Bilgi için Bkz. Eisenhower Doktrini ve Türkiye, https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=389245

42“Şu küçük İsrail”, Akis, 16.07.1955.

29

Suriye krizini Türkiye bir fırsata çevirmiştir. 1957 yılında ekonomik sorunların arttığı sırada Türk hükûmeti, ABD’den ekonomik yardım talep etmiş ama olumlu bir geri bildirim alamamıştır. Türkiye’nin ABD için stratejik önemini hatırlatmak, Suriye’deki gelişmeleri Sovyet yayılmacılığı yönünde yorumlayarak Türkiye’ye Amerikan yardımlarını artırmak amacıyla Türkiye, Suriye’deki bunalımı tırmandırmıştır. Nitekim 1957 sonrasında ABD’nin Türkiye’ye ekonomik yardımının arttığı görülmektedir.43

Irak’ta 1958 yılında Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait Paşa’nın darbede linç edilerek öldürülmesi Menderes’i etkilemiştir. Irak’taki bu darbe, Bağdat Paktı’nın parçalanmasının habercisi olmuştur. Menderes, bu darbenin arkasında Sovyetlerin olduğunu iddia etmiştir. Hatta Menderes, Irak’a askerî bir operasyon yapmak da istemiş fakat ABD bu fikre sıcak bakmamıştır.44 Irak, 1959’da Bağdat Paktı’ndan çekildiğini açıklayınca paktın ismi CENTO (Central Treaty Organization) olarak değiştirilmiştir. Aynı zamanda Türkiye; ABD, İran ve Pakistan’la güvenlik anlaşmaları imzalamıştır. Anlaşmaya göre Türkiye’ye herhangi bir saldırı olması durumunda taraflar Türkiye’ye maddi ve manevi yardım edecektir.

Irak’taki krizin ardından Ortadoğu’da yaşanan bir diğer bunalım, Lübnan’da ortaya çıkmıştır. 1958’de Lübnan’da genel seçimler yapılmış ve yarısı Müslüman, yarısı Hristiyan olan halk, Nasırcı olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılıp çatışmaya başlamıştır. Lübnan Cumhurbaşkanı Chamoun Batı’dan yardım istemek mecburiyetinde kalmıştır. Irak, Lübnan’a yardım edeceği zaman da Irak’ta darbe olmuş ve Nuri Said Paşa ile Faysal öldürülmüştür. Ortadoğu’da tekrar dengeler değişmiştir. Bu durumda SSCB, Irak’a sızabilme imkânı elde etmiştir. Bu gelişmeden ABD endişe etmiştir. ABD, hemen Lübnan’a asker çıkarmıştır. Zira Irak’taki olayların buraya da sızmasına imkân vermek istememiştir. Bu durumdan Ürdün’de etkilenmiş ve Kral Hüseyin ABD’den yardım istemiştir.

Böylece ABD, Eisenhower Doktrini çerçevesinde Lübnan’a müdahalede bulunmuştur. Bu müdahalenin Türkiye açısından önemi 1951’de açılan İncirlik Üssü’nün ilk kez Ortadoğu’daki bir misyon için kullanılmış olmasıdır. Türkiye’nin

43 Ayşegül Sever, “The Compliant Ally? Turkey and the West in the Middle East 1954-58”, Middle

Eastern Studies, Cilt 34, Sayı 2, 1998, s. 86-87.

44 Yetener, a.g.e. , s. 103.

30

NATO amaçları dışında bir amaç için bu üssün kullanımına izin vermesi ilerleyen yıllarda Türk dış politikasını ve Türk-Amerikan ilişkilerini yakından ilgilendirecektir. Türkiye’nin Ortadoğu’yla ve İslam dünyasıyla ilişkileri açısından da Lübnan müdahalesi önemli bir dönüm noktasıdır.

1950-1960 arasında Türkiye, Sovyet tehdidine karşılık, Batı yanlısı bir siyaset izlemiştir. Bu durum, Türkiye’nin İslam dünyası ile olan ilişkisini olumsuz etkilemiştir. Bunun sebeplerinden biri de Türkiye’nin İsrail’le ilişkileridir. Türkiye, İsrail ile ilişki kurmayı siyasi, ekonomik ve sosyal boyutuyla her zaman önemli bulmuştur. Türkiye’nin İsrail’i tanıması, ileride İslam ülkelerinin Türkiye’nin sorunlarına kayıtsız kalmasına sebep olmuştur. Örneğin Kıbrıs konusunda Arap ülkeleri, Türkiye’nin tezlerinin hep aleyhinde yer almıştır.

Son dönemde Batı, Ortadoğu’da gücünü daimî olarak pekiştirmiş durumdaydı. İngiltere ve Fransa güç kaybetmiş, onların yerine ABD bölgeye dâhil olmuştur. ABD bölgede en önemli müttefiki olarak İsrail’i görmüş ve ona maddi olarak her zaman yardım etmiştir. Dolayısıyla Türkiye, İsrail’le ilişki kurulmasının ABD’yle ilişkiler açısından olumlu olacağını değerlendirmiştir. Ancak bu durum, İslam dünyasıyla ilişkileri olumsuz etkilemiştir. ABD’nin Filistin meselesinde, İsrail yanlısı tutumu İslam dünyasında olumsuz karşılanmış; Türkiye’nin Batı’yla ilişkileri ve İsrail’i tanıması, İslam ülkeleriyle ilişkilerine olumsuz yansımıştır. Bu durumda Araplar Sovyetler’e yakınlaşmış, bölgede kutuplaşma had safhaya varmıştır.