• Sonuç bulunamadı

Da‘vet Öncesi Ali Evlâdı ile İlişkiler

1. BÖLÜM: İHTİLÂLİN DA‘VET SAFHASI

1.1. Da‘vetin Ortaya Çıkışı

1.1.1. Da‘vet Öncesi Ali Evlâdı ile İlişkiler

Abbâsî ihtilâli üzerinden, Ali evlâdı ile Abbasoğullarının ilişkilerini incelerken bakılması gereken ilk merhale, Hz. Ali’nin (ö.40/661) halife oluşundan (36/656-40/661), Ebû

Hâşim (ö. 98/717-8)19 ile Muhammed b. Ali’nin (ö. 126/743)20 Humeyme’de bir araya

gelmelerine kadar olan süreçte, yani da‘vet öncesinde Ali evlâdı ile ilişkilerdir. Öncelikle Ali-Muâviye arasında başlayan, daha sonra ise Alioğulları-Emevî Devleti arasında devam eden mücadele sürecinde, Hâşimoğulları soyundan olan bu iki yakın ailenin nasıl bir ilişki içinde olduğu Abbâsî ihtilâli açısından önemli bir meseledir. Çünkü Hz. Ali’nin halifeliği üstlendiği sırada Hâşimî ailesinin en büyüğü Hz. Abbas’tır. Bir rivayete göre ise, Hz.

18 Bu konu ile ilgili, Nihal Şahin Utku’nun Abbâsı̂ Devletı̇nı̇n Kuruluş Safhasında Abbasoğlu-Alı̇oğlu

İlı̇şkı̇lerı̇ başlıklı yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Bu çalışmasında Şahin, da‘vetin gizliliği açısından

Alioğullarına büyük ihtiyaç duyulduğunu, bu sebeple ilişkilerin çok hassas bir zemine oturtulduğunu söylemektedir (Şahin, 1996, s. 72). Şahin’e göre Ali evlâdına her türlü maddi ve manevi desteği sağlayan Abbâsîler, aynı zamanda taraftarlarını Alioğullarının yürüttüğü hareketlerden uzak tutmaya gayret göstermişlerdir. Ayrıca, taraftarlarının Ali evlâdına meyletmesi ihtimalinin, da‘vet boyunca Abbâsîler’in korkulu rüyası olduğunu ifade etmiştir (Şahin, 1996, s. 134).

19 Ebû Hâşim b. Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ali’nin torunu.

Peygamber, hilâfet makamını Hz. Abbas soyundan gelecek olanlara ait olduğunu ifade etmiştir. Abbâsîler’in ihtilâl başarıya ulaştıktan bir müddet sonra, Ali evlâdından uzaklaştıkları ve Hz. Abbas’a verilen bu görev hakkındaki rivayeti öne çıkardıkları anlaşılmaktadır. Böyle bir rivayetin öne çıkarılması ile, Hz. Abbas’tan Muhammed b. Ali’nin da‘vet hareketini başlattığı döneme kadar olan sürede Abbasoğullarının nasıl bir tutum sergilediğinin ve Ali evlâdı ile olan ilişkilerinin daha çok önem arz etmeye başlayacağı düşünülebilir. Çünkü Hz. Ali’nin dördüncü halife olarak görevi üstlenmesi ile önce Ali-Muâviye mücadelesi başlamış, daha sonra bu mücadele Alioğulları-Emevî Devleti mücadelesine dönüşmüştür. Abbasoğullarının bu süreçteki tutumları ile ilgili kaynakların fazla bir bilgi sunmaması ve bazı kaynakların Hz. Abbas, Abdullah b. Abbas ve Ali b. Abdullah’ın zahid bir hayat yaşadığını vurgulaması, İslâm tarihçileri arasında, Abbasoğullarının bu süreçte siyasî olaylara karışmayıp Emevîlere karşı yürütülen mücadelede geri durmayı tercih ettikleri gibi bir anlayışın yaygınlık kazanmasına sebebiyet vermiştir.

Alioğulları ve Abbasoğulları olmak üzere Hâşimî ailesinin iki farklı kolunun ve aynı

dönemlerde bu kolların başkanları olan Muhammed b. Hanefiyye (ö. 81/700)21 ile

Abdullah b. Abbas’ın (ö.68/687-8) münasebetini değerlendiren Sharon, bu iki başkanın aralarındaki kişisel ilişkiyi tanımlamanın zor olduğunu söylemektedir. Ayrıca ona göre, bu ikiliden hangisinin diğerine üstün olduğunu belirlemek de zordur. Fakat daha sonradan Abbâsîler’in, Abbasoğullarının liderleri, rehberleri ve onların intikamcısı oldukları gibi bir imaj çizdiğini ifade etmektedir. Bu konuda en iyi bilinen noktanın iki ailenin liderlerinin de aynı yerde (Mekke’de) ikamet etmesi ve Abdullah b. Zübeyr (ö.73/692) isyanında (64/683) tarafsız kalmalarıdır. Hatta Sharon bu konuda, onların Emevî tarafına meylettiklerini fakat mücadelenin nasıl gideceğinden emin olamadıkları için beklediklerini söylemektedir. Sharon’a göre bu eğilimleri sebebiyle ikisi de Abdullah b. Zübeyr tarafından hapse attırılmıştır. Muhammed b. Hanefiyye hapisten çıkınca Abdullah b. Zübeyr ile daha fazla ihtilaf halinde olmamak için Mekke’yi terk etmiş ancak Abdullah b. Abbas Mekke’de kalmıştır. Fakat daha sonra bu iki ismin de Taif’e göç ettiğini söylemektedir. Sharon’a göre Abdullah b. Abbas vefat edince Muhammed b. Hanefiyye

21 “Hz. Ali’nin Havle bint Ca‘fer el-Hanefiyye isimli hanımından doğan oğlu”. Ayrıntılı bilgi için bk. (Öz, 2005, ss. 537-539). Hz. Ali’nin oğlu olan Muhammed, Muhammed b. Ali olarak değil, annesine nispetle Muhammed b. Hanefiyye veya İbnü’l-Hanefiyye ismi ile meşhur olmuştur. Çalışma boyunca kullanılan Muhammed b. Ali ismi ile, Muhammed b. Hanefiyye değil, Abbasoğullarından Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas kastedilmektedir

iki aileye de liderlik etmiş ancak Ali b. Abdullah b. Abbas babasının vasiyeti üzerine Hicaz’ı terk ederek Suriye’ye gitmiştir (Sharon, 1983, ss. 111–116).

Sharon, kaynaklarda da‘vetin doğuşu ile ilişkilendirilerek meseleye efsanevi bir hava katılsa da, iki ailenin birbirinden bir süreliğine kopuşuna sebebiyet verdiği şeklinde yorumlayabileceğimiz bu göçü tavsiye eden vasiyetin gerçeklik payının yüksek olduğunu söylemektedir. Yani Abdullah b. Abbas, oğluna Suriye’ye göçü ve hatta burada Abdülmelik b. Mervân’la (ö. 86/705) yakın münasebetler kurmayı tavsiye etmiştir. Fakat onun Suriye bölgesinde yerleşim yeri olarak niçin Humeyme’yi seçtiği araştırmacıların üzerinde düşündükleri ve bu bölgenin hac yolu üzerinde bulunması, Emevî merkezine çok yakın olmaması gibi sebeplerle daha sonradan ihtilâl hareketinin başlama noktası olmasıyla ilişkilendirdikleri bir konu olarak karşımıza çıkar.

Diğer taraftan Abbasoğullarının Humeyme’de ikamet ettiği bu sürede Ebû Hâşim’le Muhammed b. Ali’nin yakın ilişki içinde olması ihtimali düşünülmüştür. Çünkü Ebû Hâşim’in Humeyme’de vefat ettiği, vefat ederken de yürüttüğü hareketin liderliğini Muhammed b. Ali’ye devrettiği rivayet edilmektedir. Sharon’a göre, Abbasoğulları ile Ebû Hâşim’e bağlı Alioğullarının yakınlaşması, Ali b. Abdullah b. Abbas’ın ailesiyle birlikte Suriye’ye taşınması ve Ebû Hâşim’in Abbâsî ailesinden Muhammed b. Abdullah b. Abbas’ın kızı Fâtıma ile evliliği sebebiyledir. Bu iki önemli olayla, Ebû Hâşim babasının ölümünden sonra kendisini amcaoğulları yerine Abbâsîlerle daha yakın bir ilişki içinde bulmuştur (Sharon, 1983, ss. 120–121). Sharon, ayrıca Ali b. Abdullah b. Abbas’ın Humeyme’ye taşınmasını ve asıl yakınlaşmanın bu tarihten sonra olup olmadığını da incelemiştir. Fakat Ahbâr’dan yaptığı çıkarımlarla Muhammed b. Ali ile Ebû Hâşim’in henüz Şam’dayken yakın bağlar kurduğu sonucuna ulaşmıştır (Sharon, 1983, s. 125). Omar da aynı şekilde bu ikilinin uzun süredir yakın ilişki içinde olduğunu söylemektedir. Ona göre, Muhammed b. Ali, Ebû Hâşim’in öğrencisidir, Şam’da ondan eğitim almıştır ve daha sonra da bu iki ismin münasebetleri sürmüştür (Omar, 1969, s. 63). Ayrıca Omar’ın ifadelerinden, onların arasındaki münasebetin oldukça iyi oluşu sebebiyle Ebû Hâşim’in oğlu olsa idi ona devredeceği imamlığı, oğlu olmadığı için oğlu gibi gördüğü Muhammed b. Ali’ye devrettiği şeklinde bir çıkarım da yapmak mümkündür. Yani o bu konudaki en iyi adayın Muhammed b. Ali olduğunu düşünmektedir ve bunu da onların hoca-öğrenci ilişkisine bağlamaktadır.

Lassner ise kaynaklarda Alioğulları ve Abbasoğulları arasında bir münasebet kurulmadan önce, Abbasoğullarının Emevî idaresine karşı tutumlarını gösteren rivayetleri değerlendirmiştir. Bunlar, Abbasoğullarından Ali b. Abdullah’ın Emevî idaresine karşı çıkışına veya Emevî idaresinin yaptığı yanlışlıklara karşı sessiz kalıp, harekete geçmek

için doğru zamanı beklediğine işaret eden rivayetlerdir. Harre gününde22 Ali b.

Abdullah’ın Emevî idaresine meydan okuduğu hatta Emevîler’e karşı çıkan tek isim olduğu rivayet edilmiştir. Lassner, bu rivayetin Abbâsîler’in daha sonra Emevîlere karşı başlattıkları mücadele açısından öne çıkarılmış olduğu görüşündedir. Diğer taraftan Hucr b. Adî’nin (ö. 51/671) Ali evlâdının hakkını müdafaa ederek Emevîlere karşı çıkışında ve sonradan yaşanan olaylarda ise Ali b. Abdullah’ın sessizliğini, Hucr’un başına gelenlerin Abbasoğullarını daha temkinli hareket etmeye itmiş olmasından kaynaklanabileceğini ifade etmektedir. Ona göre Hucr b. Adî’nin Hz. Ali’nin hakkını müdafaa edişi ile Abbasoğullarının amcaoğullarının mücadelesini sürdürmesi arasında kaynaklarda bir bağlantı sunulması söz konusu olabilir. Buna net bir cevap verilemese de Hucr b. Adî olayının kendinden sonraki tüm ihtilâl hareketleri için ders olduğu şeklinde bir çıkarım yapmaktadır. Ona göre bu olaydan alınan ders ile Abbasoğulları sessiz kalarak hareketlerini uzun zamana yaymış ve temkinli şekilde ilerletmişlerdir (Lassner, 1986b, s. 51). Lassner’ın bir arada ele aldığı bu iki rivayetten ilki doğrudan Abbâsîler’in Ali evlâdı ile ilişkilerini kapsamaz. Ancak onların da Ali evlâdı gibi Emevîlere zaman zaman karşı çıktığını gösterir. İkinci rivayet ise Ali evlâdının hakkının savunulduğu bir olayda Abbasoğullarının sessiz kalışını, onların amcaoğullarının mücadelesini sürdürmek istediği ancak bunun için doğru zamanı beklediği şeklinde bir algı oluşturmak sebebiyle nakledilmiş olabilir. Sonuçta Lassner bu iki rivayeti de “Abbâsî ailesinin resmi tarihi” olarak nitelendirdiği Ahbâr’dan verir. Ahbâr’ın yaklaşımı göz önünde bulundurulduğunda, Abbasoğullarının başından beri Ali evlâdı ile iyi ilişkiler içinde bulunduğu hatta onların haklarını savunmaya çalıştığı ancak Hucr b. Adî gibi şahısların başına gelenler sebebiyle doğru zaman gelinceye kadar sessiz kalındığı gibi bir imajın oluşturulmak istendiği düşünülebilir.

Da‘vetin ortaya çıktığı kabul edilen 100 (718) yılından önce bir de Muhammed b.

Hanefiyye adına isyan başlatan Muhtâr es-Sekafî (ö.67/687)23 hareketi Abbasoğullarının

22 “Medineliler ile Emevî kuvvetleri arasında Harretü Vâkım’da cereyan eden savaş (63/683).” Ayrıntılı bilgi için bk. (Küçükaşcı, 1997, ss. 245-247).

23 “Hz. Hüseyin’in intikamını almak amacıyla ayaklanan dinî-siyasî lider”. Ayrıntılı bilgi için bk. (Yiğit, 2006, ss. 54-55). Ayrıca Wellhausen, İslâmiyetin İlk Devirlerinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri adlı

Ali evlâdı ile ilişkileri çerçevesinde düşünülmelidir. Ancak bu isyanın Muhtâr’ın kontrolünde yürütülmesi yani Muhammed b. Hanefiyye’nin doğrudan aktif olmayışı bu isyanda Abbâsîler’in tutumunun ne olduğunun çok fazla araştırılmamasına sebep olmuş olabilir. Sharon, Muhtâr’ın hareketini Abbâsî ihtilâli açısından değerlendirdiği kısımda, Muhammed b. Hanefiyye’nin Muhtâr’ın başlattığı hareketin lideri olup olmadığı konusundaki belirsizliğe işaret etmektedir. Bununla birlikte bu sorunun yanıtının Abbâsî ihtilâli ile ilgili olmadığını, ilgili kısmın ancak isyanın destekçilerinin Muhammed b. Ali’ye bir hareket kurma konusunda itimat edip etmedikleri olduğunu söylemektedir. Yani, Muhtâr’ın hareketinde Muhammed b. Hanefiyye liderlik etmemiş olsa bile, onun etrafında toplanan bir grubun varlığı ve bu grubun daha sonradan Ebû Hâşim vasıtası ile Abbâsîler’in safına geçmesi söz konusu olabilir. Sharon ayrıca Hüseyin b. Ali’ye destek

olamadıkları için pişmanlık ile yola çıkan Tevvâbîn24 hareketinin aksine Muhtâr’ın

hareketinin aktif bir hareket olduğunu söylemektedir. Çünkü Emevîlere karşı ilk kez Ali evlâdından hayatta olan bir birey adına isyan başlatılmıştır. Sharon ayrıca birçok yönden de Muhtâr’ın hareketi ile Abbâsî hareketi arasında benzerlik olduğuna vurgu yapmıştır (Sharon, 1983, ss. 103–109). Araştırmacıların Abbâsî ihtilâli açısından Muhtâr’ın isyanını birçok yönden ele aldığı görülür. Bu tartışmalar ilgili bölümde verilecektir (2.1.3.). Ancak ele alınan yönler arasında en az bu isyan sırasında Abbâsîler’in tutumları üzerine düşünüldüğü görülür. Neticede Ali evlâdının hakkını müdafaa etmek için bir isyan başlatılmış, Abbâsîler de adına isyan başlatılan bu ailenin birinci dereceden yakını konumundadır. Fakat bu hususta Abbâsîler’in sessiz kalışı veya kaynakların bu konuda herhangi bir şey aktarmaması meselenin etraflıca değerlendirilmesini mümkün kılmamaktadır.

Araştırmacıların, Alioğulları ile Abbasoğullarının ilişkileri bakımından çok açık şekilde kaynaklara yansımamış olan bu ilk süreçle fazla ilgilenmedikleri görülür. Bu sebeple bir sonraki süreç, yani Humeyme’de iki aileden Ebû Hâşim ile Muhammed b. Ali’nin bir araya gelişi ile başlayan dönem üzerinde durulmuştur. Bu sebeple iki ailenin ilişkisi bakımından incelenen asıl konular, imametin Abbâsî ailesine intikali ile, da‘vetin ortaya

kitabında, Muhtâr’ın isyanı ve bu isyanın İslâm toplumundaki etkisi hakkında ayrıntılı bir açıklama sunmuştur (Wellhausen, 1989, s. 121 vd.)

24 Tövbe edenler anlamındadır. Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet ettikten sonra ona yardım etmeyen fakat onun şehit oluşundan sonra pişman olup onun mezarı başında intikam sözü veren grubu temsil etmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Yiğit, 2012, ss. 49-50) ve (Wellhausen, 1989, ss.116-120).

çıkışından devletin kuruluşuna kadar olan süreçte Alioğulları ile Abbasoğullarının ilişkileridir.