• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: İHTİLÂLİ GERÇEKLEŞTİREN ANA UNSUR

2.2. Arap Tezi (Revizyonist Ekol)

2.2.3. Kabile Çekişmeleri ve Kabilelerin Desteklediği İsyanlar

2.2.3.1. Kabile Çekişmeleri

Emevî Devleti içinde birçok problemin doğmasına sebep olan ve devleti yıprattığı düşünülen kabile çekişmelerinin aynı zamanda Abbâsî ihtilâli için uygun bir ortam hazırlaması söz konusudur. Araştırmacılar kabile çekişmelerinin tarihi, özellikle Horasan bölgesindeki çekişmelerin nedeni ve buradaki çekişmenin diğer bölgedeki çekişmelerle ilgili olup olmadığı üzerinde durmuşlardır. Bu başlıkta sırasıyla, kabile çekişmelerinin ne zaman başladığı, ne zaman şiddetlendiği ve Abbâsî ihtilâli açısından önemi ele alınacaktır.

Kabileler arasındaki çekişmenin ne zaman başladığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Arap kabilelerinin kutuplaşması ve kutuplar arasındaki çekişme konusunda modern dönem araştırmacılarının öncelikle kendilerinden öncekilerin görüşlerini değerlendirdikleri görülmektedir. Wellhausen, Crone ve Amabe kabile çekişmeleri hakkında literatürdeki çalışmaları etkileyen görüşleri ele alırken önce Dozy’den başlamaktadırlar. Çünkü Dozy, 1861 yılında yayımlamış olduğu eserinde, Kuzey ve Güney Arapları olarak bilinen iki blok arasındaki mücadele hakkında değerlendirmede bulunan ilk isim sayılabilir. Dozy’den sonra Goldziher konu hakkında görüş bildirmiştir. Kabile çekişmelerinin ne zaman başladığı ile ilgili literatürdeki bu ilk görüşler sonraki araştırmacıların kabile çekişmelerinin Abbâsî ihtilâli ile bağlantısı konusundaki bakış açılarını etkilemiş, öncekilerin görüşlerini kabul etmeyenler yeni bakış açıları geliştirmiştir. Amabe’nin anlatımı, bu konudaki farklı görüşleri anlamak açısıdan önemlidir.

Dozy, Arap kabileleri arasındaki çekişmenin çok eskiye dayandığını belirtmekle birlikte, her Emevî halifesinin Kays veya Yemen’den birinin taraftarı olduğu görüşündedir (Dozy, 1913, ss. 65–76). Amabe onun bu düşüncesini kabul etmeyerek oldukça basit bulduğunu ifade etmektedir (Amabe, 1995, s. 11). Goldziher bu çekişmenin kadim geçmişini

reddedip, İslâm’dan önce Kuzeyli-Güneyli çekişmesi diye bir şey olmadığını, böyle bir çekişmenin Mekkeli Kureyş ile Medineli Ensarın düşmanlığından çıktığını iddia etmektedir (Goldziher, 1966, ss. 90–91). Amabe onun da görüşüne katılmamakla birlikte karşıt yorumunu burada vermeyerek anlatımına Wellhausen’in görüşünü ele alarak devam etmektedir. Çekişmenin Dozy’nin kabul ettiği gibi İslâm öncesine dayandırılamayacağını söyleyen Wellhausen, Kays ve Kelb arasındaki kıskançlık ve rekabetin, Suriye’nin Araplar tarafından fethedilmesinden sonra başladığını söylemektedir. Fakat bu çekişmenin sebebinin de yalnızca, Kelbîler Suriye’de yerleşikken Kaysîlerin buraları fethedenler olmalarından değil, Suriye valisi Muâviye’nin etkili bir Kelb reisinin kızıyla yaptığı evlilik dolayısıyla onlarla müttefik olmasından kaynakladığını iddia etmektedir (Wellhausen, 1963, ss. 85–86). Başka bir ifadeyle Wellhausen, kendi şehirlerinde bir Kelbli tarafından idare edilmenin Kaysîlere ağır geldiğini söylemektedir (Wellhausen, 1963, s. 80).

Amabe’nin anlatımında art arda sıraladığı bu araştırmacıların görüşleri eserlerinde kullandıkları ifadelerle bu şekilde özetlenebilir. Amabe, daha sonra Shaban’ın da bu konudaki görüşünü ele almış ve ona katıldığını ifade etmiştir (Amabe, 1995, ss. 11–12). Shaban, Kuzeyli-Güneyli kabile çatışmasını kesin olarak reddedip, Suriyeli Kays ve Yemen kabilelerinin farklı isteklere sahip olan siyasî hizipler olduğunu söylemektedir (Shaban, 1971, s. 120). Bununla birlikte Shaban, farklı kabileler arasında süregelen çekişmenin yalnızca kabilevî düşmanlıklardan kaynaklı olduğunu varsaymanın hata olduğunu söylemektedir. Ona göre, kabile mücadeleleri veya Emevî Devleti’ne karşı olan mücadeleler çoğunlukla merkezi otoriteyi kabul etmeme sebebiyle gerçekleştiği gibi zaman zaman kabilelerin kendi menfaatleri doğrultusundaki istekleri dolayısıyla da şekillenebilmektedir (Shaban, 1970, s. 53). Son olarak Crone’un görüşünü ele alan Amabe, onun kabilelerin çekişmesinin Irak’taki geliri paylaşamamasından kaynaklı olduğu görüşünü doğru bulmadığını ifade etmektedir (Amabe, 1995, ss. 11–12). Crone da kitabında Dozy’nin, Goldziher’in ve Wellhausen’in kabileler arasındaki düşmanlığın başladığı zaman ve olay hakkındaki görüşlerini doğru bulmadığını ifade etmektedir. Ona göre çekişme Emevî dönemindeki fetih hareketlerinden sonra başlamıştır (Crone, 1973, s. 19).

Araştırmacılar, kabile çekişmelerinin ne zaman başladığı hakkındaki görüşlerinin yanında, süregelen bir mücadelenin varlığını kabul edip çekişmenin ne zaman şiddetlendiği konusunda çıkarımlarda bulunmuşlardır. Wellhausen, kabile rekabetinin

bizzat valiler tarafından beslendiği görüşündedir. Denge politikasını gözeten pek az vali dışında, valiler çoğunlukla diğerlerine karşı bir kabileye, bazen de beraberinde getirmiş olduğu kabileye dayanmaktadır. Wellhausen, valilerin kabilelerden bazılarını diğerlerine üstün tutması ile etnik ayrılığın siyaset ve ganimet mücadelesi ile derinleştirildiğini söylemektedir (Wellhausen, 1963, ss. 32-33). Wellhausen, Horasan Araplarının aralarındaki iktidar mücadelesinden vazgeçmedikleri ve daha yüksek bir otoriteye itaat etmedikleri takdirde bölge üzerindeki hakimiyetlerini kaybedeceklerini anlayınca Halife Abdülmelik’e müracaat ederek kabile arası kıskançlık ve kinlerin üzerinde kalacak bir Kureyşîyi kendilerine vali göndermesini rica ettiklerini ifade etmektedir (Wellhausen, 1963, s. 201). Wellhausen’in burada altını çizmek istediği husus, kabilelerin çatışma durumunda olmalarının onları buradaki hakimiyetlerini kaybetme noktasına getirebileceğinin farkında olmalarıdır. I. Yezîd’in vefatıyla da burada kabile düşmanlıklarının başladığını söylemektedir (Wellhausen, 1963, s. 198). Shaban da Horasan’da Mudar ve Rebîa olmak üzere iki taraf arasındaki kabile mücadelesinin I.Yezîd’in ölümünden sonra İbnü’l-Hâzim 65 (684) isyanı sebebiyle savaşa dönüştüğünü ifade etmektedir (Shaban, 1970, s. 51).

Guzmán, kabileler arasındaki problemlerin İslâmiyet’ten önceki anlaşmazlıklarına dayanmakla birlikte, Muâviye’nin ölümünden sonra yeniden alevlendiğini belirtir. Başka bir deyişle, Guzmán’a göre Emevî halifelerinin Kuzey veya Güney bloklarından birini diğerine tercih etmesi ile kabileler arasında zaten var olan uyuşmazlık artmıştır. Ancak, Muâviye gibi sıkı bir halifenin hakimiyeti süresince herhangi bir itiraza kalkışamamışlardır. Muâviye ile birlikte ilk üç halifenin Güney Araplarını desteklediğini ifade eden Guzmán, Hilâfet Süfyânilerden Mervânilere geçince, Halife Mervân’ın annesinin de bir Kelbî olması dolayısıyla hakimiyetini Kahtan kabileleri üzerine bina ettiğini söylemektedir. Fakat daha sonraki dönemlerde Emevîler’in Kuzey Araplarına verdiği imtiyazların ve onları diğerlerine üstün tutmasının Kahtan’ı karşılarına almalarına sebep olduğu görüşündedir. Emevîler, Kuzey Araplarına toprak edinme, askerî ve idari pozisyonlara getirme, vergi muafiyeti gibi konularda imtiyaz sağlamıştır. Güney Arapları ise bu duruma kayıtsız kalamamış, Irak ve Horasan’da iki kutup arasında önemli bir çekişme hasıl olmuştur (Guzmán, 1990, ss. 24–25).

Horasan’daki kabile çekişmelerinin, bölgedeki İslâm fetihlerinin durması sonucu ortaya çıkan sıkıntılı atmosfer sebebiyle şiddetlendiği de ortaya atılan bir görüştür. Çünkü düşmana karşı birlik olma zorunluluğu kalkan halkın, kendi aralarında veya Emevî

Devleti’ne karşı olan hoşnutsuzluğunun göze batmaya başlaması muhtemeldir. Gibb, Emevî Devleti’nde problemlerin fetihlerin durduğu zaman ortaya çıktığı görüşünü savunmaktadır. Fetih hareketinin ivme kazandığı düşünülen dönem ise Haccâc’ın atadığı Vali Kuteybe dönemindedir (Gibb, 1923, ss. 29–30). Bu sebeple, Kuteybe’nin ölümünün ardından fetihlerin çeyrek yüzyıl boyunca durduğunu, hatta durmakla kalmayıp bir gerileme döneminin başladığını, sonraki yılların Arapların otoritesi bakımından istikrarsız olduğu bir dönem olduğunu söylemektedir (Gibb, 1923, s. 54). Gibb’in daha önce de ilgili başlıkta (2.2.2.2.) değinilmiş olan bu anlatımından anlaşılması gereken, Kuteybe gibi bir komutanın Fârisî, Yemenî veya Kaysî olmak üzere tüm unsurları düşmana karşı birleştirebilmesi ve bölge halkının düşüncesini yaşanılan problemlerden çok yeni fetihlere çevirmesini sağlayabildiğidir. Buna yeni fetihler sayesinde edinilen ganimetin de etkisi eklenebilir. Ancak fetihlerin durması ile kabile çekişmeleri de tekrar uyanmıştır.

Daniel, kabile çekişmelerinin Horasan’da şiddetlendiği zamanı Nasr b. Seyyâr’ın valiliği dönemi olarak göstermektedir. Bundan en çok yararlananların ise Abbâsîler olduğunu, isyanları için bundan daha ideal bir ortam olamayacağını söylemektedir. O, Nasr b. Seyyâr’ın bu bölge için siyasî ve sosyal bakımdan taşıdığı tüm özelliklerine rağmen talihsiz bir seçim olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, Horasan’da gerilimin artmasını üç aktöre bağlamıştır, bunlardan biri Nasr iken, diğeri Hâris b. Süreyc ve mukatile sınıfının

lideri olan Cüdey‘ b. Ali el-Kirmânî’dir (ö.129/747)100. Cüdey‘ aynı zamanda Nasr b.

Seyyâr’dan önce bir süreliğine atanmış olan Horasan valisidir. Daniel’in anlatımına göre, Nasr b. Seyyâr ve Kirmânî zamanla ezeli rakipler haline gelmiştir ve Nasr b. Seyyâr Hâris’e yakındır. Nasr b. Seyyâr, kendi kabilesini kayırmakla meşhurdur ve 125 (743) yılı civarında Kirmânî onu Yemenîlere karşı Mudar’ı tutmakla suçlar. Bu Nasr b. Seyyâr’ı kızdırır ve onu hapse atmaya teşebbüs eder. Fakat Kirmânî kaçar. Nasr b. Seyyâr, Hâris’i Kirmânî ile savaşmaya ikna eder, bu sırada Halife değişir Nasr b. Seyyâr halifeyi tanır fakat Hâris tanımaz, Nasr b. Seyyâr’ın eski destekçilerinden birçoğu da Hâris’e katılır ve Hâris isyan eder. Fakat ezeli düşmanı Kirmânî tarafından öldürülür (Daniel, 1979, ss. 43– 45). Daniel bu ayrıntılı anlatımı Nasr b. Seyyâr’ın valiliği döneminde Mudar ve Yemenî tarafların nasıl kutuplaştığını ve aralarındaki çekişmenin nasıl şiddetlendiğini göstermek için anlattığı düşünülebilir.

100 Emevîler döneminde kumandanlık yapmış olan Cüdey‘ b. Alî el-Kirmânî el-Ezdî. Ayrıntılı bilgi için bk. (Yıldız, 1993, s.106).

Kabile çekişmelerinin Abbâsî ihtilâli ile ilişkisi hakkında da yorumlar bulunmaktadır. Bu yorumlar iki ana görüş etrafında şekillenmiştir. Birinci görüş kabile çekişmelerinin artması ile bir kabilenin doğrudan Emevî Devleti’ne cephe almasıdır. Diğeri ise kabile çekişmelerinin Emevî Devleti’ni yıpratması sebebiyle Abbâsî ihtilâline ortam hazırladığıdır. İkinci görüşün hemen hemen tüm tarihçiler tarafından kabul edildiği görülmektedir. Mevâlî tezini savunanlar arasında kabile çekişmelerinin sonunda bir ihtilâle dönüşmesi fikrini kabul eden araştırmacılar olsa bile, çoğunlukla bu çekişmelerin diğer faktörlerden sonra geldiğini savunmaktadırlar. Örneğin Van Vloten, eserinde kendinden önceki tarihçilerin büyük önem atfettikleri kabile kavgaları ile meşgul olmayacağını söylemektedir. Sebebi ise bu kavgaları Emevî hanedanını çöküşe sürükleyen pek çok sebep arasında ikinci sırada görmesidir (Van Vloten, 1986, s. 10). Araştırmacılar Horasan’daki kabile çekişmeleri ile devletin diğer bölgelerindeki çekişmeler arasındaki muhtemel bağlantıyı da incelemişlerdir. Sharon’un, önce Basra’daki yapılanmayı ele alıp, buradaki kutuplaşmanın Horasan’a ne derece yansıdığını ölçmeye çalıştığı görülür. Muâviye’nin ölümünün ardından Ezd’den önemli bir kitlenin Basra’ya taşınması ile şehirdeki kabile dengelerinin değiştiği görüşündedir. Rebîa’ya mensup kabilelerin Ezd ile anlaşma yapması sonucu, Mudar-Temim ve Ezd-Rebîa olmak üzere iki kutup oluşmuştur. Basra’da şekillenen bu yapı, doğrudan Horasan’a da yansımıştır. Yani Sharon, Horasan’a yerleşmiş olan Arapların, Irak’taki çekişmelerini beraberinde götürdüğü görüşündedir. Ezd’in Horasan’daki varlığı ise bu kabileden olan Mühelleb’in buraya vali olarak atanması ile başlar. Ezd kabilesinden 2000 kişiyi beraberinde Horasan’a götüren Mühelleb, valiliği döneminde bu sayıyı artırmaya çalışmıştır. Sharon, Yezîd b. Mühelleb’le gelen Ezdîler’e karşı, Hz. Osman zamanında bölgeyi fethederek, kendilerini “yeni gelen” bu kabileden üstün gören Mudarlıların da bölgedeki çatışmayı körüklediği görüşündedir (Sharon, 1983, ss. 60–61). Sharon, Ezd ve Rebîa’nın çoğunlukla Mudar’a karşı birleşmesi sebebiyle, Horasan’da Yemenî teriminin Ezd-Rebîa ittifakını temsil ettiğini söylemektedir (Sharon, 1983, ss. 55–58). Amabe Sharon’un aksine, bu dönemlerde Endülüs ve Horasan’da da sözde Kays-Yemen veya Mudar-Yemen çatışmasının olduğunu fakat bunların Irak’taki çatışmalarla ilgisi olmayıp bunların fetihlerden elde edilen ganimetten daha fazla pay alabilme mücadelesinden kaynaklandığını ifade etmektedir (Amabe, 1995, ss. 26–27). Wellhausen ise, Basra’da olan kabile çekişmelerinin Horasan’da daha şiddetli şekilde hissedildiğini söylemektedir. Çünkü onun deyimine göre sınır bölgesi olan Horasan, her an patlamaya hazır bir bomba

gibi, iç ve dış etkenler sebebiyle tarihinde hiç durulmamıştır (Wellhausen, 1963, s. 196). Crone da kabileler arasındaki çatışmanın uç bölgelerde yaşandığı, Kays ve Kelb’in bir arada yaşadığı Şam gibi bölgelere yayılmadığı kanaatindedir (Crone, 1973, s. 35). Fakat Merc-i Râhit savaşının Suriye dışına taşan etkisi çok az iken Mervân döneminde yapının değişmiş olması sebebiyle merkezdeki çekişmenin imparatorluğun her noktasına yansıdığını söylemektedir (Crone, 1973, s. 51). Sharon, Horasan’daki kabile çekişmelerinin, imparatorluğun genelinde hâkim olan kabile çekişmelerinin yalnızca bir parçası olduğunu belirtmektedir. Ona göre, özellikle Hişâm’ın vefatından sonra olan kabile çekişmeleri Emevîler’in yıkılışında önemli bir rol oynamıştır (Sharon, 1990, s. 37). Kabile çekişmelerinin sonuçları ve Abbâsî ihtilâline etkisi konusunda Wellhausen’in “iki parti arasındaki çatlağa gayri Arapların sokulması” şeklinde bir yorumu bulunmaktadır (Wellhausen, 1963, ss. 32-33). Yani ona göre kabile çekişmeleri olmasa idi ihtilâl de vuku bulmazdı. Frye’ın ise farklı bir yorumu bulunmaktadır. Onun kanaati, kabilelerin çekişmesinin belli bir noktaya kadar çöküşe etki ettiği yönündedir. Bu konuda Wellhausen’in kabile çekişmelerinin etkisi konusundaki görüşüne karşı çıkmakta ve kabileler arasındaki mücadelenin çöküşteki etkisinin abartıldığını düşünmektedir. Ayrıca, Emevî Devleti’nin yıkılışını Horasan’da aralarında mücadele olan ama sonunda Emevîler’e karşı birleşen Arap kabilelerine atfetmenin de çok basit bir görüş olduğunu söylemektedir. Frye Emevîler’i asıl yıkan meselenin, onların tüm müslümanlar’ın eşitliği prensibini Arapların üstünlük hissi ile uzlaştıramamaları olduğunu ifade etmektedir. Fakat bu görüşün de Emevîler’in yıkılışında tek başına yeterli olmayacağını ifade ederek, Emevîler’in içinde kabile çekişmeleri de olan bir dizi farklı faktör sebebiyle yıkıldığını söylemektedir (Frye, 1975, ss. 68–69). Frye ayrıca, Emevîler’de yıkılışa sebep olabilecek birbirinden bağımsız çok fazla sebep olduğu düşüncesinde olduğu için onların niye yıkıldığını değil, nasıl bu kadar uzun yaşayabildiğini sormanın daha anlamlı olacağını söylemektedir. Süleyman b. Abdülmelik’in halife olduktan sonra başarılı vali ve komutanları görevinden uzaklaştırması, kabilevî gruplaşma, vergiden kaynaklanan hoşnutsuzluk gibi sebeplerin Emevî yönetimini zayıflattığını söylemektedir. Taberî’nin eserinde belirtilen kabile mücadelelerinin Wellhausen tarafından ustaca aktarıldığı ifade ederken, Emevî Devleti’nin yıkılışının tek sebebinin bu olmadığını bir kez daha vurgulamaktadır (Frye, 1975, ss. 102–103). Başka bir ifadeyle Frye, Wellhausen’i kabile çekişmeleri hakkındaki anlatımını abartılı bulmaktadır ve onun Emevî Devleti’ni yıkıma götüren birincil faktör olarak bunu gösterdiğini düşünmektedir. Ona göre kabileler

çekişme ortamı sebebiyle ihtilâle dolaylı yönden hizmet etmiştir ancak ihtilâlin başarılı olması ve Emevî devletinin yıkılmasında tek sebep bu değildir. Bu yönüyle, Frye’ın görüşünün az da olsa Van Vloten’in görüşüne yakın olduğu söylenebilir.

Guzmán, Abbâsîler’in büyük bir ustalıkla kabile çekişmelerini kendi hedefleri için kullandığını ifade etmektedir. Muâviye, Ezd kabilesinden 50.000 kişiyi Horasan’a yerleştirmiştir ancak bölgeye daha önce gelmiş olan Kuzey Arapları, en iyi bölgeleri kendilerine ayırmış ve ayrıca Güney Araplarını fetihlere dâhil etmek istememektedir. Bu durumu kabullenemeyen Yemenîler adalet istedikleri için Abbâsîler’in çağrısına kulak vermiştir. Guzmán süregelen kabile mücadelesinin Abbâsîler’in stratejisinin muhakkak bir parçası olduğu görüşündedir fakat yine de, Abbâsî ihtilâlinin nedenleri açısından kabile faktörünün diğer faktörlerden sonra geldiğini düşünmektedir (Guzmán, 1990, s. 33).

Lassner ise Abbâsîler’in Emevî hilâfeti olan mücadelelerinde kabile çatışmalarının kritik bir faktör olduğunu söylemektedir. Lassner her ne kadar Halife Velîd’in ölümünün ardından, III.Yezîd’in öldürülmesi, Mervân’ın ortaya çıkışı, Yahya b. Zeyd’in idam edilişi, Haricîlerin her yere yayılan isyanlarının da ihtilâl için elverişli bir ortam oluşturduğunu söylese de kabile çekişmelerinin sağladığı zeminin öneminin bunların hepsinden daha çok olduğunu ifade etmektedir. Böylece, birbirleri ile, dolaylı olarak da Emevî yönetimi ile çatışma halinde olan bu kabilelerin ihtilâle destek vermek suretiyle, Emevîler’in yıkılmasında önemli rol oynadığı görüşündedir (Lassner, 1986b, s. 89). Sonuç olarak, kabile çekişmelerinin Abbâsî ihtilâline etkisi konusunda ilk olarak bu çekişmelerin ne zaman başladığı ile ilgilenilmiştir. Çünkü bu soruya verilecek cevap kabile çekişmelerinin Abbâsî ihtilâli ile ilişkisini ortaya koyar. Çekişmeler Horasan’da başladı ise, bunu ihtilâl ile ilişkilendirmek daha kolaydır. Araştırmacıların savundukları tez bu konudaki görüşleri ile uyumludur. Örneğin Shaban, çekişmelerin İslâm öncesi temelini reddeder ve Horasan bölgesindeki kabilelerin farklı ilgi alanlarının çekişmede etkin olduğunu belirtir. Bu görüşü onun ihtilâli çekişmelerin devamı olarak nitelediği şeklinde yorumlanabilir. Diğer araştırmacıların savundukları tezler arasında, çekişmelerin İslâm öncesi döneme ait olduğu konusunda bir görüş olmakla birlikte, genellikle çekişmenin Emevîler döneminde başladığı düşünülmüştür. Araştırmacılar ayrıca çekişmelerin ne zaman şiddetlendiğini anlamaya çalışmışlardır. Görüşler genellikle çekişmelerin Emevî döneminde halifelerin ve valilerin politikaları sonucu

şiddetlendiği yönündedir. Horasan bölgesi, ihtilâlin başladığı bölge olduğu için buradaki kabile çekişmelerinin geçmişi özel inceleme konusu olmuştur. Araştırmacıların bölgeye atanan her bir valinin kabile çekişmelerine olumlu veya olumsuz etkisini inceledikleri görülür. Ayrıca Horasan’daki çekişmelerin devletin diğer bölgelerindeki problemlerle bağlantılı olup olmadığı da incelenmiştir. Wellhausen ve Sharon gibi araştırmacılar farklı bölgelerdeki çekişmelerin birbirine bağlantılı olduğunu savunurken, Shaban ve Amabe’nin çekişmede bölgesel rekabetlerin daha etkili olduğu görüşünde olduğu görülür. Kabile çekişmelerinin Abbâsî ihtilâline uygun bir ortam sunduğu ve kabilelerin ihtilâlde rol oynadığı hemen her araştırmacı tarafından kabul edilirken, ihtilâli kabile çekişmelerinin devamı olarak görme konusunda Shaban’ın öne çıktığı görülür.