• Sonuç bulunamadı

Horasan Bölgesinin Seçilmesi

1. BÖLÜM: İHTİLÂLİN DA‘VET SAFHASI

1.3. Teşkilatlanma

1.3.1. Horasan Bölgesinin Seçilmesi

Abbâsî da‘vetinin öncelikle Kûfe’de teşkilatlanma yoluna gittiği ancak burada uygun bir

zemin bulunamadığı için Horasan’a63 yöneldiği düşünülmektedir. Horasan bölgesinin

seçilmesi konusunda, bölgenin coğrafi konumu kadar demografik yapısının da belirleyici bir faktör olduğu ileri sürülmüştür. Araştırmacıların görüş ayrılığına sahip olduğu nokta, Abbâsîler’in bu bölgeyi neden seçtiğinden ziyade, bölgedeki hangi unsuru hedef aldıklarıdır. Yani Horasan, bir ihtilâl hareketi için diğer bölgelere nazaran en elverişli zemini sunmaktadır ancak ihtilâl ordusunu bölgedeki Fârisî veya Arap unsurdan hangisinin oluşturduğu konusu tartışmalıdır. Bu da araştırmacıların savundukları ana teze göre şekillenen bir husustur. Bu husus ikinci bölümde detaylı şekilde tartışılacaktır ancak bu bölümde araştırmacıların bölgenin, diğer bölgelere nazaran, ihtilâlcilere nasıl elverişli bir zemin sunduğu konusundaki görüşleri ele alınacaktır.

Da‘vet hareketinin Kûfe’den başlaması konusunda Daniel, bir benzetme yaparak Horasan’a neden yönelindiğine dair fikrini kısaca vermektedir. Ona göre, Şiî hareketlerin çoğu gibi, Abbâsî da‘veti de Kûfe’de başlamıştır. Ancak zengin bir mevlâ olan Bükeyr b.

63 “Güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi; doğu bölgesi” anlamını taşıyan Horasan, tarihte İran’ın kuzeydoğusunda yer alan coğrafî bölgenin adıdır. Günümüzde Merv (Mari), Nesâ ve Serahs yöresi Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi Afganistan, kalan kısmı da İran sınırları içinde bulunmaktadır. İslâm fetihlerinin ardından bölgede garnizon (askerî) şehirler kurulmuş ve bölgeye asker ailelerinin yanında diğer Arap aileleri de iskân ettirilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Çetin, 1998, ss.234-241).

Mâhân’ın desteğini kazanmak haricinde kayda değer bir başarı elde edilememiş, iki yıllık bir faaliyet sonunda hareket otuz kişiyi geçmemiştir. Dolayısıyla hareketin ilerletilmesi için Kûfe’yi terk edip daha elverişli bir zemin arayışına gitmek gerekli görülmüştür (Daniel, 1979, s. 30). Daniel burada hem Abbâsî da‘vetini, Kûfe’de başlayan Şiî hareketlerden biri olarak nitelendirmekte hem de bölgenin gelişim için imkân tanımaması sebebiyle, daha elverişli bir zemin arayışına gidildiğini söylemektedir.

Da‘vet hareketi için daha elverişli bir zeminin neresi olduğuna karar verilmesinin, devletin tüm bölgelerinin değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu konuda, diğer bölgelerin imkânsızlığına karşın Horasan’ın verimliliği şeklinde bir çıkarımın ilk defa Van Vloten ile başladığı görülmektedir. Bu çıkarımın konu hakkındaki bir rivayetten kaynaklandığı açıktır. Van Vloten bu rivayeti İbnü’l-Fakîh’ten naklen İmam Muhammed’in sözleriyle verir. Rivayete göre İmam Muhammed ihtilâlin başındakilere “Kûfeliler Ali, Basralılar Osman taraftarıdır, Cezîredekiler Haricîdir ve nesli bozuk Araplardır, yarısı müslüman yarısı Hristiyan’dır, Suriyelilerin Emevîlere itaatten başka bildikleri bir şey yoktur, Mekke ve Medine Ebû Bekir ve Ömer’den başkasını düşünmezler, böylece size Horasan’dan başkası kalmıyor, oradakiler kuvvetli ve samimi kişilerdir” şeklinde bir tavsiye ve yönlendirmede bulunmuştur (Van Vloten, 1986, ss. 56–57). Van Vloten’in İbnü’l-Fakîh’ten verdiği rivayeti Guzmán’ın “Kûfe halkı Ali evlâdına tabiydi, Basra Osman’ın hatırasına sadıktı, Suriyeliler Emevîler’i destekliyordu, Cezîre halkı ise Haricîydi” şeklinde verdiğini görüyoruz (Guzmán, 1990,

s. 92)64. Guzmán burada Van Vloten’in uzun şekilde verdiği rivayeti kısaltarak sunmuş

ve Horasan ayrıntısına girmemiştir. Ayrıca rivayetin Abbâsîler’in iktidarı kazandıktan sonra yazıldığına dikkat çekmiştir. Yani ona göre Muhammed b. Ali’nin ağzından söyletilen bu sözlerle, Abbâsîler desteklerini almış oldukları bu bölgenin, diğer bölgelere nazaran kendi propagandaları için en uygun zemini oluşturacağını önceden tahmin ettiklerini göstermek istemektedirler.

Omar’ın Van Vloten’in verdiği rivayeti aynı şekilde kitabına aldığı ancak onun bu rivayette Mısır ve Ifrıkiyye’den neden hiç bahsedilmediğini anlamaya çalıştığı görülmektedir. Ona göre Mısır, Horasan’la karşılaştırıldığında bir ihtilâlin karargâhı olabilmek için Emevîler’in merkezi bölgesi olan Şam’a daha yakındır. Ifrıkiyye bölgesinde ise bölge halkı olan Berberîler arasında Haricîlik hakimdir. Burada Omar’ın

64 Guzmán burada bu rivayetin doğrudan Taberî’nin eserinin İngilizce çevirisinden aldığını belirtmekle birlikte, Ensâbü’l-Eşraf, Ahbâru’l-Abbas ve Ahsenü’t-Tekasim gibi eserleri de referans gösterir.

Kûfe halkının sağlam tabiatta olmamasına ve Emevîler’le savaşmaktan yorulmuş olmasına da dikkat çektiğini görüyoruz. Daniel gibi o da Ahbâr’a dayanarak buradaki teşkilatlanmanın ilerletilemediğini, katılımcıların sayısının otuzu geçemediğini, bu sebeple liderlerin başka bölgelere yöneldiklerini vurgulamıştır. Omar ayrıca, Ebû Hâşim’in Muhammed b. Ali’ye vasiyetine binaen dikkatini Horasan’a yöneltmesini tavsiye etmesi gerektiğini söylediğini ifade etmektedir (Omar, 1969, s. 68). Onun bu görüşü Van Vloten’in yukarıda verilen aktarımı ile uyumludur. Yani bu iki tarihçiye göre Abbâsîler Muhammed b. Hanefiyye ve oğlu Ebû Hâşim’in tavsiyesi ile Horasan’a yönelmişlerdir. Dolayısıyla onlardan devraldıkları hareketi yine onların tavsiyesi ile uygun bir zemin olarak görülen Horasan’da ilerletmeye karar vermişlerdir.

Dennett ve Frye’ın eserlerinde, Horasan haricindeki bölgelerin değerlendirildiği bu rivayet baz alınarak bölge karşılaştırılması yapıldığı görülmektedir. Onlar anlatımlarına Mısır ve Ifrıkiyye’yi de dâhil edip, değerlendirmelerine bu iki bölgeyi de katmışlardır. Bununla birlikte anlatımlarında Basra ve el-Cezîre bulunmaz. Dennett, Kûfe halkının fazla duyarsız, Suriye halkının fazla sadık, Mısır halkının halinden memnun, imparatorluğun batısının ise meselelere hakim olamayacak kadar merkezden uzak olduğunu, Horasan’ın ise askerî bakımdan dinamik bir Arap nüfusa sahip bir yer olarak öne çıktığını söylemektedir (Dennett, 1939, s. 285). Frye ise “Abbâsîler Suriye’yi seçmediler çünkü halkı Emevîler’e sadıktı, Irak’ı seçmediler çünkü Irak kaypaktı, Mısır’ı seçmediler çünkü Mısır idareden hoşnuttu, Afrika’yı seçmediler çünkü çok uzaktı” şeklinde bir yorumlamaya gitmektedir (Frye, 1952, s. 13). Frye’in diğer bölgeler için yapmış olduğu yorumları Horasan için tersten okuyacak olursak, onun bu bölgenin niçin seçildiğine dair görüşlerini de tespit etmiş oluruz. Ona göre Horasan, Emevî idaresine uzak noktada bulunmaktadır, idareden memnun olmayan halkı ise Irak halkı gibi değişken tabiatta olmayıp sağlam karakterlidir. Frye’ın burada Horasan’ı Afrika’ya nazaran yakın bulduğunu da söyleyebiliriz. Van Vloten, Guzmán ve Omar’ın bir referansla verdiği bir tür bölge karşılaştırmasını sunan rivayeti, Dennett ve Frye’ın belirli bir kaynağı referans vermeden yaptığı görülmektedir.

Horasan bölgesinin seçilmesinde aynı görüşte olan Dennett ve Frye, bu bölgeden hangi unsurun hedef alındığı konusunda da görüş birliğindedir. Dennett ve Frye’a göre Abbâsîler, Emevîler’i yıkmak için gerekli askerî gücün ancak Arap savaşçılardan oluşması gerektiğinin farkındaydılar. Bu askerî güç de Horasan’dan bulunabilirdi. Hatta Dennett, ihtilâle dair ana teorisini “Emevîler’in Arap imparatorluğunu yenecek bir askerî

güç varsa o yine Araplardan başkası olamazdı” şeklindeki görüşü üzerine kurgulamaktadır (Dennett, 1939, s. 285). Nitekim onunla benzer görüşü paylaşan Frye da ihtilâl liderlerinin gerekli askerî gücü bulmak için Horasan bölgesine yöneldiğini ifade etmektedir. Ona göre Arap olan Abbâsîler Arap idaresini İran idaresiyle değiştirme fikrinde değillerdi. Onların tek derdi diğer bölgelere göre daha fazla destek alabilecekleri, savaşa meyyal halktan oluşan, herhangi bir grup veya görüşe bağlanmamış olan bir bölgeden savaşçı toplamaktı (Frye, 1952, s. 13). Dolayısıyla Abbâsîler, İran idaresini hâkim kılmak için değil, hem coğrafi hem demografik yapısı açısından diğer bölgelere nazaran en iyi alternatif olduğu için Horasan bölgesine yönelmişlerdir.

Diğer bölgelerin imkânsızlığı ve gerekli askerî gücün Horasan’dan temini gibi görüşlere katılan başka yazarlar da vardır. Mesela Lewis, Emevî karşıtı hareketlerin asıl merkezi olan Irak’ın tüketilmiş olduğunu ve Emevîler’in daimî gözetimi altında bulunduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte Abbâsîler’in Horasan’a yoğunlaşarak kendilerine yeni ortamlar temin ettiğini, aktif ve savaşçı Fârisî nüfusu sebebiyle de bu seçimin çok iyi olduğunu ifade etmektedir (Lewis, t.y., para. 5). Zaten modern dönem çalışmalarının ilklerinden olan Van Vloten’in de eserinde Horasanlıların askerî nitelikleri bakımından seçilmiş oldukları gibi yaklaşımlara kapı aralayacak net bir ifadesinin olduğunu görürüz. Van Vloten Horasanlıların kuvvet bakımından diğer bölge halklarından daha üstün olduğunu ifade etmiştir (Van Vloten, 1986, ss. 56, 64). Onun bu görüşü, diğer birçok görüşünün şiddetli bir karşıtı olmasına rağmen, halefi Dennett tarafından isabetli bulunmuştur. Kitabında Horasan’ın seçilme sebebiyle ilgili de birtakım görüşler sunduğu kısımda “Kûfe fazla duyarsızdı Suriye fazla sadıktı, Mısır halinden memnundu, İmparatorluğun batısı ise meselelere hâkim olamayacak kadar merkezden uzaktı. Ancak Horasan askerî bakımdan dinamik bir Arap nüfusa sahipti” gibi net ifadelere yer vermiştir

(Dennett, 1939, s. 285)65.

İhtilâl ordusunun muhtevası konusunda araştırmacıların ittifak sağlayamadıkları en önemli husus, Emevîler’le mücadele etmek için oluşturulan askerî gücün Fârisî mi yoksa Arap mı olduğudur. Örneğin, yukarıda belirtildiği üzere, Dennett ve Frye Arapları yıkmak için gerekli askerî gücün ancak Araplardan temin edilebileceğini söylerken, Lewis doğrudan “aktif ve savaşçı Fârisî nüfus” (Lewis, t.y., para. 5) şeklinde bir vurgu

65 Onun, Horasan’ın Abbâsî hareketine sağladığı askerî destek konusundaki teorilerine ileriki bölümlerde yeniden temas edilecektir.

yapmaktadır. Bu konuda Horasan’daki mukatile sınıfına66 dair görüşlere kısaca değinmekte fayda vardır. Çünkü özellikle Sharon ihtilâl ordusunun büyük çoğunlukla Arap mukatile sınıfından teşekkül ettiği yönünde görüş bildirmiştir. Bu sebeple Horasan’ın uç bölgesi olması dolayısıyla burada etkin şekilde varlık gösteren mukatile sınıfı iyi anlaşılmalıdır. Çünkü Sharon’a göre Ebû Müslim Mervân b. Muhammed’in ordusuna karşı en önemli askerî gücü Türklere karşı savaşmakla tecrübe kazanmış Horasan’daki mukatile sınıfından alacağını biliyordu. Fakat Horasan’a vardığında Arap kabilelerini birbirleri ile çatışır halde buldu ve sadece Yemenî mukatile sınıfını da‘vete katılmaya ikna edebildi (Sharon, 1973, ss. 13–14). Bu sebeple Sharon, da‘vetin yürütücü gücü konusunda Van Vloten ve Wellhausen’in belirttiklerinin aksine, İranlı mevâlîden ziyade Arapların bu gücü oluşturduğunu söyleyen isimlerden biri olarak karşımıza çıkar (Sharon, 1990, s. 60). Ona göre mukatile sınıfının Abbâsî da‘veti için önemi oldukça büyüktür. Ayrıca, Horasan’da yerleşik Arap kabileleri ile mevâlî arasında yürütülen gizli da‘vet döneminin ardından, ikinci aşama olan ve gizli da‘vet dönemine göre kısa ancak etkin silahlı mücadele dönemi, mukatile sınıfının desteğinin harekete dâhil edilmesini gerekli kılıyordu (Sharon, 1983, s. 69).

Horasan’ın ihtilâl merkezi olarak seçilmesinin sebeplerinden biri olarak, buradaki halkın Emevî yönetiminden hoşnut olmayışı da gösterilmektedir. Örneğin Van Vloten Horasan’ın seçimine dair İmam Muhammed’in konuşması olarak, yukarıda bahsedilen rivayeti verdikten sonra, imamın sözlerinde yer verilmemiş olsa bile Horasan’ın seçilme nedeninin, buradaki halkın en ağır zulmü Emevîler’den görmüş oldukları sebebiyle olduğunu da sözlerine eklemiştir. Bu sebeple Horasan’ın sadece işlenmeyi bekleyen geniş ve verimli bir tarla olduğunu belirtmektedir (Van Vloten, 1986, s. 57). Wellhausen, Van Vloten’e nazaran daha müphem bir anlatımla Horasan’daki müslüman olmuş mevâlînin Emevî politikalarından hoşnut olmadığını ifade etmektedir. Fakat mevâlîyi isyana teşvik edip ayaklandıran unsurun da Araplar olduğunu sözlerine eklemektedir (Wellhausen, 1963, s. 236). Ayrıca, Ziyâd ve Haccâc’ın valilikleri döneminde devlet için problem teşkil eden veya potansiyel tehlike arz eden kişilerin bu bölgeye gönderildiği şeklinde bir görüş bildirmiştir (Wellhausen, 1963, s. 237).

66 Daniel, Horasan’daki sosyal yapıyı anlatırken ihtiyaçtan dolayı Arapların burada askerî bir sınıf oluşturduklarını fakat bunun toprak mülkiyetine dayalı İran askerî sınıfından farklı olduğunu, mukatile sınıfının divan kayıtlarına göre devlet hazinesinden maaş aldıklarını söylemektedir. Ayrıca Horasan’ın Mukatile sınıfına zenginleşebilmeleri için iyi fırsatlar sunmasından ötürü Merv ve Belh civarlarında mukatilenin yerleştiğini ifade etmektedir. (Daniel, 1979, ss. 20–21).

Sonuç olarak, da‘vetin Kûfe’de başlayıp daha sonradan Horasan’a yönelmesi konusunun araştırmacılar tarafından birçok açıdan ele alındığını görüyoruz. Horasan bölgesinin, diğer bölgelere nazaran daha elverişli oluşu, bölge halkının savaşçı yapısı ve Emevî yönetimine hoşnutsuzluğu ile isyana açık potansiyeli bakımından seçildiği düşünülmüştür. Bu görüşler etrafında bazı isimler bir noktayı öne çıkarırken, bazı araştırmacılar her üç teoriyi de kabul eden bir yaklaşım sergilemiştir. Bu yaklaşımlarında, ifadeler ve anlatım tarzının büyük ölçüde benzerlik göstermesi sebebiyle, araştırmacıların birbirlerinin görüşlerinden etkilendikleri aşikardır. Van Vloten’in belirtmiş olduğu Horasan halkının savaşçı karakteri sebebiyle seçilmiş olması daha sonraki araştırmacılar tarafından da vurgulanan bir husus olmuştur. Bununla birlikte, onun İbnü’l-Fakîh’ten verdiği rivayet, sonraki araştırmacılarca da eserlerine alınmış ve bölgenin seçilişi söz konusu bu rivayet üzerinden değerlendirilmiştir.