• Sonuç bulunamadı

İktidardan Uzaklaştırılmaları

2. BÖLÜM: İHTİLÂLİ GERÇEKLEŞTİREN ANA UNSUR

2.2. Arap Tezi (Revizyonist Ekol)

2.2.2. Emevî Devleti’nin Arap Kabile Politikası

2.2.2.2. İktidardan Uzaklaştırılmaları

Emevîler’in Arap kabile politikasının sonuçları olarak, asimilasyon konusu ile yakından alakalı olan diğer bir konu kabilelerin iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Fakat kabilelerin Emevî Devleti’ne dargınlığı üzerine kurulu olan bu görüş, asimilasyon görüşünden farklı bir temele oturur. Yani asimilasyon doğal bir sürecin veya Arap kabilelerinin kendi tercihlerinin sonucu iken, kabilelerin iktidardan uzaklaşmaları doğrudan halifelerin izlediği politika ile ilgilidir. Bazı halifelerin denge siyaseti izleyip kabilelerin hoşnutsuzluğunu ve kırgınlığını azaltmaya çalıştığı görülürken, bazı halifelerin kabilelere karşı tutumu bu kırgınlığı körüklemiştir. Bu bölümde araştırmacıların, kabilelerin Emevî Devleti’ne kırgınlığı ve hatta kızgınlığı, dolayısıyla da Abbâsîler’i desteklemelerine neden olan gelişmeler hakkındaki görüşleri ele alınacaktır.

Kabilelerin iktidardan uzaklaşmalarında etkili olduğu düşünülen faktörün bölgeye yapılan vali atamaları olduğu düşünülmüş ve bu faktör iki açıdan değerlendirilmiştir. Yapılan vali atamalarını olumlu taraflarıyla değerlendirenler olduğu gibi atanan valinin bölgede kabilelere dayalı güç dengelerinin bir tarafın aleyhine bozduğunu düşünenler de olmuştur. Gibb, Kuteybe’nin fetih siyasetinin bölgede olumlu bir atmosfer oluşturduğu görüşündedir. Onun faaliyetleri hakkında tarihî kaynakların fazla abartılı şeyler sunduğunu ancak gerçekte de onun azımsanamayacak bir başarıya sahip olduğunu söylemektedir. İranlıların çoğunlukta olduğu Horasan gibi bir coğrafyada onların güvenini ve desteğini almadan herhangi bir başarının sağlanamayacağını belirterek, Kuteybe’nin bu güveni iyi şekilde sağladığını ifade etmektedir. Diğer taraftan, Fârisî, Arap, Kaysî veya Yemenî olmak üzere bütün grupları fetih sancağı altında birleştirmiştir (Gibb, 1923, ss. 29–30).

Shaban, Kuteybe’nin Horasan’daki icraatlarını anlattığı kısımlarda Gibb’in görüşlerinden faydalanmış, fetihler konusunda anlatımını başarılı bulduğunu ifade etmiştir (Shaban, 1970, s. 64) Ancak o, Gibb’den daha detaylı bir anlatıma gitmiş ve bölgeye atanan valilerin etkisiyle kabilelerin iktidardan uzaklaşmalarını da inceleyerek, yaşanan bu politik değişim ile kabilelerin destekledikleri farklı isyanlar arasında bağlantı kurmuştur. Shaban’ın öncelikle Kuteybe’nin valiliğine kadar olan dönemde Emevîler’in politikasının bölgedeki dinamikleri nasıl etkilediğini anlamaya çalıştığı görülür. Abdülmelik b. Mervân’ın Haricî isyanlarını bitirdikten sonra artık yönünü imparatorluğun “sıkıntılı” bölgesi Horasan’a çevirebildiğini ifade etmektedir (Shaban, 1970, s. 53). Ona göre,

Horasan ve Sistan’ın da idaresini almakla imparatorluğun yarısından fazlasının kontrol hakkına ve Emîrü’l-Mü’minin’in tam desteğine sahip olmakla Haccâc, planlarını hayata geçirebilmek için yeterli güce sahiptir. Böylece cüretkâr bir politika izlemiştir. Shaban, Haccâc’ın Horasan’a, Haricîlerle olan mücadelede kahramanlık gösteren Ezd kabilesi lideri Mühelleb b. Ebû Süfra’yı idareci olarak atadığını söylemektedir. Bunu Temim kabilesinin baskınlığı ve onların asi eğilimlerini dizginlemek için başka bir kabileyi kullanma politikası olarak yorumlamıştır (Shaban, 1970, s. 54). Shaban son olarak, Mühelleb’in ölümünden sonra Haccâc’ın onayıyla yerine varis bıraktığı oğlu Yezîd’in başa geldikten sonra kendisinden beklenmeyen bir başarı göstererek bazı isyanları bastırdığını ancak Musa’nın Tirmiz’deki isyanının zamanla Horasan’daki otorite için gerçek bir tehdit haline geldiğini ifade etmektedir (Shaban, 1970, s. 57). Shaban, Haccâc’ın daha sonradan fark edip politika değişikliğine gitmesine neden olan şey olarak, Mühelleb’in idareci olarak atanması ile Mudar partisinin bir uçta konumlanarak, Kays ve Temim ittifakının güçlenmesini gösterir. Bölgedeki bu kutuplaşmanın giderilmesi için, Mudarlıların da kabul edeceği bir valinin atanması gerekmektedir. Haccâc bunun üzerine başka bir vali arayışına girmiş ve sonunda Kuteybe b. Müslim’i vali olarak atamıştır (Shaban, 1970, s. 61). Shaban’a göre Kuteybe’nin on yıl süren idareciliği (86/705-96/710) Emevîler’in Horasan’da en göze çarpan dönemlerinden biri olarak sayılabilir (Shaban, 1970, s. 63). Shaban, Haccâc ve onun atadığı Kuteybe’yi oldukça başarılı bulmaktadır. Çünkü Haccâc yirmi yıl süre ile imparatorluğun birinci adamı olarak kalmış ve bir valiler ekolü kurmuştur. Shaban, Kuteybe’yi bu ekolün en iyi mezunu olarak görür. Fakat ona göre Haccâc’ın Horasan’da karşılaştığı problem zor bir problemdir, kural tanımaz bir kabile toplumu ile karşı karşıya olmasıdır. Haccâc bu problemi onları hizaya sokup ardından fetihlere dâhil ederek (asimile edip) çözeceğini düşünmüştür (Shaban, 1970, ss. 72–73). Shaban’ın burada “Haccâc’ın onları fetihlere dâhil ederek asimilasyonlarını gerçekleştirmeyi düşündüğü” şeklinde bir ifadesi bulunmaktadır. Bu ifadeyi onun daha önceden ele alınmış olan asimilasyon tanımlamaları çerçevesinde değerlendirecek olursak, onun asimilasyonla kastının hiçbir kabilenin dışarda kalmayarak imtiyazlarının kaybolmaması olduğunu söyleyebiliriz. Bulundukları ortama yerleşmeleri ve İranlı halk ile kaynaşıp asimile olmaları da bunun başka bir açısıdır. Shaban’ın asimilasyon için her iki tanımlamayı da kullandığı görülür (Shaban, 1970, ss. XV, 73).

Diğer araştırmacıların da Horasan’daki yapının ve kabilelerin güçlerini kaybetmesinin Abbâsî ihtilâline etkisini anlamak için özellikle Emevîler’in son dönemi ile ilgilendikleri

görülür. Wellhausen, bölgedeki güç dengelerindeki değişimin bizzat bölgeye atanan valiler sebebiyle ortaya çıkmış olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır. Örneğin, Horasan valiliğine Kuteybe’nin getirilmesi ile Ezd-Rebîa ittifakının Horasan’daki üstünlüğünün kırılmış olduğunu söylemektedir (Wellhausen, 1963, s. 204). Fakat I. Velîd’in ölümü ile yerine geçen Süleyman b. Abdülmelik, Kuteybe’nin yerine Yezîd b. Mühelleb’i getirmiş ve Ömer b. Abdülazîz halife olana kadar Ezdliler tekrar gücü elde etmiştir (Wellhausen, 1963, s. 202). Wellhausen, Halife Hişâm’ın Horasan valiliğine Nasr b. Seyyâr gibi bir şahsiyeti getirmekle aslında doğru bir karar verdiğini söylemektedir. Çünkü Nasr Horasan’da büyümüş ve devlet hizmetinde çalışmış, Horasan’da büyük bir kabileye değil, sayıları çok az olan Kinane’ye mensuptur (Wellhausen, 1963, s. 225). Başka bir deyişle Wellhausen, Horasan’da etkin olan kabilelerden birine mensup bir ismin vali olarak atanması ile diğer kabilelerin iktidardan uzaklaştığı görüşündedir. Nasr ise Horasan’da büyük bir kabileye mensup olmamakla denge politikasını sağlayıp, iktidarın bir tarafa kaymaması konusunda doğru bir tercihtir.

Sharon ise bunun tam tersine, anti-Yemen politikasının resmen Hişâm’la birlikte, onun Abdullah el-Kasrî’yi görevden uzaklaştırıp yerine Nasr b. Seyyâr’ı vali olarak ataması ile başladığını söylemektedir. Sharon’un divan sistemi hakkındaki görüşlerine burada değinmek gerekir. Çünkü onun verdiği bir rivayette kabilelerin birbirine üstünlüğü göze çarpmaktadır. İlk divanda bireylerin Hz. Peygamber’e yakınlığı, İslâm’daki yeri ve İslâm’a olan hizmetleri ile Araplar içindeki soyuna göre sıralandığını söylemiştir. Burada Sharon’un Ya‘kûbî’den aldığı rivayete göre Hz. Ömer atâ ödemesini Yemenlilere 400 dinar, Mudarlılara 300 dinar, Rebîalılara 200 dinar olarak tayin etmiştir (Sharon, 1990, ss. 271–272). Wellhausen’den biraz farklı olarak, Sharon, Nasr b. Seyyâr’ın güçlü bir kabileye mensup olmadığı için sırtını dayayabileceği bir güçten de mahrum olduğunu belirtmektedir. Nasr b. Seyyâr’ın Horasan’da etkin bir güce sahip olan Mudar’ın desteğini kazanmaya çalıştığı görülür. Nasr Mudar kabilelerinin tamamının desteklediği bir isim olmasa da Temimden de destek almıştır. Sharon burada, Nasr b. Seyyâr’ın Mudar’ı tutmasını, bu dönemdeki genel temayül olan, Kuzey Araplarının Güney Araplarına tercih edilmesi ile uyumlu olduğunu ifade etmektedir. Dengenin Mudar ve Temim yönünde aniden bozulması, Yemenîlerin dargınlık duygularını yeniden ateşlendiren bir faktör olmuştur.

Yemenî kabilelerin iktidardan uzaklaştırılmaları açısından en önemli olayların Hişâm zamanında yaşandığını düşünen Sharon’a göre, Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi görevden

alması ile Hişâm’ın Yemenî kabilelerle anlaşmazlığı doruk noktaya ulaşmıştır. Ayrıca, bunun Yemenîlerin düşüşü anlamına geldiğini ve bu tarihten sonra Emevîler’in yıkılışına kadar “pro-Kaysî” (Kaysî taraftarı) ve “anti-Yemenî” (Yemenî karşıtı) politikanın sürdüğünü söylemektedir. Çünkü vali el-Kasrî yalnızca görevden alınmamış, aynı zamanda Yemenîlerin kızgınlığını körükleyecek şekilde öldürülmüştür (Sharon, 1990, ss. 37–40). Sharon tüm bu gelişmeleri örnek göstererek, Yemenîlerin devlet üzerindeki etkinliklerinin azaltılması ve başka bir kabilenin kendilerine tercih edilmesi ile körüklenen düşmanlığın devleti nasıl yıkılacak noktaya getirdiğini anlatmaya çalıştığı görülür. Ona göre iktidardan uzaklaşmış olan Yemenîler, III. Yezîd’in halife oluşu ile Nasr b. Seyyâr’ın yerine kendi kabilelerinden bir vali getirilmesi konusunda umutlanmışlardır. Yemenîlerin bu umudu, Yezîd’in kısa süren halifeliği nedeniyle herhangi bir sonuca ulaşamamıştır. Ancak Nasr’a karşı isyan etmeye kesin karar veren Yemenîler Horasan’da Emevîler’e epey zorluk yaşatmıştır. Sonuçta Nasr 747 yılının Ağustos ayında Merv’i tekrar kontrolü altına almayı başarsa da, Sharon’a göre Ebû Müslim’in Abbâsîler adına yürüttüğü faaliyetler bu ortamdan istifade ederek ivme kazanmıştır (Sharon, 1990, ss. 42-47).

Yemenîlerin yaşadığı kırgınlığa rağmen, Sharon, Nasr b. Seyyâr’ın Horasan’da sakin bir ortam inşa edebildiği görüşündedir. Bunu da onun Hişâm ve Velîd döneminden gelen tecrübesi, Horasan’da edindiği kabile dengeleri tecrübesi ve Arap savaşçıların dikkatini bölgedeki İslâm düşmanlarına çekerek, enerjilerini buraya aktarma kabiliyetiyle başarabildiğini söylemektedir. Sharon, bir yöneticinin bölgedeki Arap kabilelerinin arasında bir denge kurmasını “gergin ip üzerinde yürüyebilmek” olarak tanımlamaktadır (Sharon, 1990, 34–37). Bir diğer dikkat çekici örnek, onun Muâviye’nin Ziyâd’a yazdığı rivayet edilen mektupta, “Mudar, Rebîa ve Yemen kabileleri arasında olacaksın. Mudar’a görev ver ve diğerlerini yönetmesini iste. Rebîa’yı kontrol altında tutmak için onları onurlandır. Yemen’e gelince, onlara saygı gösterir görün ancak içten içe onlardan nefret et” şeklinde bir ifadeyi örnek göstererek, Yemenî kabilelere karşı yürütülen politika hakkında yorumda bulunmaya çalışmasıdır. Ona göre, Belâzürî’nin rivayet ettiği bu mektup doğru olsun olmasın İslâm toplumunda var olan kabile problemini göstermesi açısından önemlidir (Sharon, 1990, s. 25). Sharon, Horasan’daki kabile dengelerinin Emevî Halifelerinin her birinin farklı bir tarafı öne çıkarması, bölge valilerinin zıt kutuplardan birinden seçilmesi gibi faktörlerle sürekli olarak değiştiğini ve bozulduğunu söylemektedir (Sharon, 1983, ss. 60–61).

Sonuç olarak, araştırmacıların kabilelerin iktidardan uzaklaşmalarını Emevî Devleti’nin bölgede izlemiş olduğu politika ve atanan valiler açısından değerlendirdiği görülür. Emevî Devleti’nin iskân politikasının Arap kabilelerinin dihkanların tahakkümü altına girip iktidardan uzaklaşmasına sebep olduğu gibi, bölgeye atanan valiler sebebiyle de kabilelerden birinin yönetimden uzaklaşması söz konusudur. Her iki durumda da Emevî Devleti’nin yürütmüş olduğu politikanın güç dengelerini bozmuş olması ihtimali üzerine durulmuştur. Bu sebeple Emevîler’in politikasından memnun olmayan kabileler, bu politikayı değiştirmeye çalışmıştır. Bu değişimin halife değişikliği ile olabileceği gibi hanedan değişikliği ile de gerçekleşebilme ihtimali göz önünde bulundurulmuştur. Bu konuda Sharon’un ortaya attığı bir görüşü de sunmak gerekir. Sharon, Ahbâr’da ve Belâzürî’nin Ensâbü’l-Eşrâf’ında geçen iki ayrı rivayette Ebû Müslim’in Ali b. Kirmânî’ye ihtilâlden sonra Horasan’ın valiliğini vaad ettiğinden bahsedildiğini belirtmektedir (Sharon, 1990, s. 113). Ona göre, Ezd ve Rebîa Horasan’daki güçlerini yeniden kazanmak istiyordu ve da‘vet hareketi onlara bunu vaad etmekteydi (Sharon, 1990, s. 115). Arap ihtilâli tezini savunan araştırmacıların, Emevîler’in kabile politikasından memnun olmayan kabilelerin, konumlarını yeniden elde edebilmek için ihtilâlde etkin güç olduğu görüşünü savunduğu görülür. Mevâlî tezini destekleyenler ise daha çok bu politikalardan hoşnut olmayan kabilelerin Emevî Devleti’ni yıprattığı ve ihtilâl için uygun bir ortam hazırladığı görüşündedir. Onlara göre, ihtilâle katılmış olsalar dahi, belirleyici güç olabilmek için yeterli sayıda oldukları söylenemez.