• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: İHTİLÂLİN DA‘VET SAFHASI

1.3. Teşkilatlanma

1.3.2. Hiyerarşik Yapılanma

Abbâsî ihtilâlinin teşkilat yapısını anlamak için yapılan araştırmalarda, kaynaklarda nakledilen nakîb (ç. nükabâ), nazîr (ç. nüzarâ), dâî (ç. dû‘ât) gibi unvânların incelendiği görülür. Bu teşkilat birimlerinin Abbâsîler tarafından hangi maksatla bu şekilde kurgulandığı sorusu sorulmuş ve cevaplar aranmıştır. Bu bölümde araştırmacıların da‘vetin teşkilat yapısı hakkındaki görüşleri ele alınacak ve bu görüşleri üzerinden onların ihtilâle bakış açılarının tahlilleri yapılacaktır. Daha sonraki bölümlerde detaylı olarak tartışılacağı için, bu bölümde araştırmacıların teşkilatı oluşturan birimlerin hangi unsurdan olduğu üzerine yaptığı yorumlara yer verilmeyecek, yalnızca birimlerin görevleri ve nasıl seçildikleri konusundaki ortak ve zıt görüşlere yer verilecektir.

Araştırmacılar çoğunlukla, da‘vetin hiyerarşik yapısına göre nakîplerin en üst konumda, dâîlerin ise onun altında olduğunu düşünmüşlerdir (Daniel, t.y., para.9 ; Sharon, 1990, s. 71). Fakat genel anlamda her nakîb bir dâîdir. Nakîb kelimesi sözlükte “hayırlı, seçkin kişi; bir topluluğun başkanı, vekili, kefili, emini” anlamlarına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de “kabilesinin kefili ve emini” anlamında, “onlardan (İsrâiloğulları’ndan) on iki nakîb gönderdik” şeklinde geçmektedir (Mâide 5/12). İlk defa hicretten önce İkinci Akabe Biatı sırasında kullanıldığı bilinen nakîb kelimesi, sonraki dönemlerde farklı anlamlarda yaygın biçimde kullanılmıştır. Hâlid b. Velîd’in 12 (633) yılında Hîre heyetiyle yaptığı cizye anlaşmasında Hîre reisleri nükabâ olarak adlandırılmıştır. Hz. Ömer’in kurduğu

divan67 teşkilâtında atıyyelerin taşrada dağıtımını bölgedeki kabileleri iyi tanıyan nakîb, arîf ve emin gibi görevlilerin yaptığı, Abbâsî ihtilâlinin hazırlık safhasında da‘veti

yürüten yetmiş dâîden on ikisinin nakîb tayin edildiği bilinmektedir68.

Dâî ise sözlükte “insanları kendi din veya mezhebine çağıran kimse” anlamında, Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber’in Allah elçisi olarak fonksiyon ve görevlerini dile getiren âyetlerde bilhassa “Allah’a çağıran” mânasında yer almaktadır (el-Ahzâb 33/46; el-Ahkāf

46/31-32)69. Abbâsî ihtilâl hareketine da’vet adı verildiği bilinmektedir dolayısıyla

harekete da‘vet eden, belirli bir misyona sahip kişiler de “dâî” olarak anılmaktadır. Abbâsîler’in bu ve benzer kelimeleri belirli maksatlarla seçip kullandıkları ilgili başlıkta (1.2.1.) anlatılmıştı.

Abbâsîler’in ihtilâl yapısında nakîb ve dâî isimlerini kullanmalarının asıl sebebinin onların Hz. Peygamber’in da‘vetini modelleme olduğunu düşünen araştırmacılar çoğunluktadır. Van Vloten’in görüşü ile başlayan bu yaklaşım, isimlerin seçilmesi ile Abbâsîler’in ilahî temelli misyonu uyumlu bulunduğu için diğer araştırmacılarca da kabul görmüştür. Daha açık bir deyişle, Van Vloten teşkilat yapısını anlatırken 12 kişilik şuranın Mâide sûresi 12. ayette geçen Ben-û İsrail konseyine, 12 havariye ve Hz. Peygamber tarafından tayin edilmiş Medineli nakîplere benzer şekilde nakîb (reis, görevli) unvânını aldıklarını söylemiştir (Van Vloten, 1986, s. 57). Daha sonra, Abbâsîler’in da‘vet, devlet gibi ihtilâl için seçtikleri diğer kelimelerde de bu şekilde bir ilahi misyon gayesi olduğunu ileri süren araştırmacılar Van Vloten’in bu çıkarımına benzer çıkarımlarda bulunmuşlardır. Örneğin Sharon, Abbâsîler’in da‘vetlerini Hz. Peygamber’in İslâm’ı yayma mücadelesine benzetmeye çalıştıkları için, tıpkı Yesrib’e gönderilen 12 nakîb ve 70 dâî gibi onların da aynı sayıda temsilciyi görevlendirdiklerini söylemektedir (Sharon, 1990, ss. 188–189). Guzmán da benzer bir görüşle, 12 nakîb

67Divan sisteminin ilk önce, Hz. Ömer tarafından fey gelirlerini dağıtmak için kurulduğu nakledilmiştir. Dûrî’nin bu konudaki açıklamasına göre, Hz. Ömer feyden hisse alacak Medine halkı ve fetihlere katılmış kuvvetleri aileleri ile birlikte, kabile esasına göre kaydettirmiştir.Muharip güçleri kaydetmek ve hazineyi düzene koymak için hicri 20. yıl veya daha önce kurulduğu tahmin edilen ilk divan teşkilatı divanü’l-cünd adı ile de bilinmektedir. Defterlerde şahıs isimleri, yıllık bir kere alınacak atiyye (atâ) ve aylıklar kaydedilmişti. Bu şekilde kabilelere dayalı bir divan geleneği Emevîler’in sonuna kadar devam etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Dûrî, 1994, s. 378).

68 Bu tanımlamaları ve örneklendirmeleri veren Uyar, ilk dönem kullanımlarına dair çalışmasında genel bir çerçeve de çizmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Uyar, 2006, s. 321).

69 Konu ile ilgili ansiklopedi maddesi yazan Öz, “Allah’a çağıran” anlamıyla Hz. Peygamber’e nispet edilişinden faydalanılarak benimsendiği düşünülen kelimenin, Mu‘tezile, Zeydiyye’de kullanıldığını ve Abbâsîler’de nâdiren kullanıldığını, en çok İsmâiliyye, Karmatîler ve Dürzî tarihinde göze çarptığını ifade etmiştir (Öz, 1993, s. 420).

Horasan’da, 70 tane başka yerde olmak üzere70, Hz. Peygamber’in peygamber olarak görevlendirildiğinde etrafında şekillenen yapıyla aynı sayıda oluşumla hareket edildiğini söylemektedir. Bu yapının, Abbâsîler tarafından emellerine dinî bir boyut kazandırmak için dikkatlice şekillendirildiğini belirtmektedir (Guzmán, 1990, s. 91). Lassner ise, gerçekte öyle bir niyetle olup olmadığını bilmemekle beraber, Abbâsî ihtilâl hareketine dair kaynaklardaki anlatımın Hz. Peygamber dönemine benzetilmeye çalışıldığını söylemektedir (Lassner, 1989, s. 261). Zaten Lassner’in Abbâsî ihtilâli çalışmalarında genel metodu, meseleyi ele almaktan ziyade kaynakların meseleyi nasıl ele aldığını incelemektir. Abbâsî hareketine eklenmeye çalışılan mesiyanik çerçevenin, hareketin yapısının önceki dönemlerde Peygamberlerin metotlarına benzetilmeye çalışılarak başarıldığını söylemektedir. 12 nakîb ve 70 dâî gibi belirli sayının seçilmesi örneğinin ilk kez Ben-û İsrail zamanında daha sonra da Hz. Peygamber zamanında Medinelilerden oluşan heyette görülebileceğini ifade etmektedir (Lassner, 1986b, s. 63).

Lassner’ın ve Sharon’un özellikle altını çizdikleri bir diğer benzetme ise Horasan halkının Ensar’a benzetilmesidir. Lassner kaynaklarda Emevîler’e karşı Abbâsî çıkışını, Hz. Peygamber’in Kureyş’e karşı çıkışına, Abbâsîler’e yardım eden Horasanlı halkın da Ensar’a benzetildiğini ifade etmiştir. Hatta, Ensar’ın ilk zamanlarda Hz. Peygamberi desteklemesine karşın, Horasan halkının son zamanda Abbâsîler’i desteklemesi, Hz. Peygamber’in Evs ve Hazrec’ten 12 nükabâ seçişine karşılık olarak, Horasanlıların 12 nükabânın kendilerinden oluşu şeklindeki iddialarının bile yer aldığını ifade etmiştir

(Lassner, 1989, ss. 261–271)71. Sharon ise Horasanlıların Ensar benzetmesini Câhiz’in

anlatımından verir. Onun naklettiğine göre Abbâsîler başa geçince Horansanlılar böbürlenmiş ve “Ensar ikidir; ilk günlerde Hz. Peygamber’e yardım eden Evs ve Hazrec, son zamanlarda Abbâsîlere yardım eden Horasanlılar” şeklinde benzetmelere gitmişlerdir. Sharon Abbâsîler’in da‘veti anlatan rivayetlerin içine, da‘vetin 100 yılında başlaması, 12 nakîb ve 70 dâî, Halifelerin kullandıkları lakaplar gibi Mesîhî unsurlar eklediğini söylemektedir (Sharon, 1983, s. 186). Burada Sharon’un yaklaşımı, Lassner’ın genel yaklaşımı ile oldukça benzerlik göstermektedir. Sharon’un sonraki eserlerinde de

70 Guzmán burada bu 70 kişiyi de nakîb olarak nitelendiriyor görünmektedir. Nakîb-dâî sayılarında farklı görüş bildiren başka isimler de olduğunu görüyoruz. Örneğin Elton Daniel Merv’de 12 başkandan (nükabâ) oluşan çekirdek kadro, bunlara eklenen 58 misyoner (dâî) şeklinde bir tanımlama yapmıştır (Daniel, t.y., para. 9). Teşkilat kadrosunda 12 nakîb ve 70 dâî, ya da 12 nakîb ve 58 dâî gibi farklı sayıların anlaşılmasının nedeni Arapça metinlerdeki farklılaşma ya da nakîb-dâî tanımlamaları arasındaki karmaşa olabilir. Nakip aynı zamanda dâî de sayılıyorsa ikinci türden bir yaklaşım daha doğru sayılabilir.

71 Lassner burada bir de Selmân-ı Fârisî’nin Hendek savaşındaki kritik katkısı gibi İranlı Horasanîlerin Abbâsî ihtilâline katkısının bir benzetme konusu olduğuna da değinmiştir.

bu benzetmeyi vurguladığı görülür. Mesela Ebû Müslim’in kurduğu yeni divan ve ordu düzenini anlattığı bölümde, Horasanlıların bu yeni düzende üstün tutulduğunu, bunun da Abbâsîler ile Peygamber, Horasan ile ensar arasında yapılan benzetme ile desteklendiğini söylemektedir (Sharon, 1990, s. 287). Ona göre ihtilâlin yaşandığı zamanlarda öyle olmasa da Abbâsî mücadelesine sonradan meşruiyet kazandırmak için kasıtlı olarak ilahî yönler eklendiği muhakkaktır. Bu yaklaşım, ihtilâlin gerçekte nasıl ve ne temelde oluştuğundan çok ihtilâli anlatan kaynakların, yani ihtilâl sonrası izlenen politikanın analizi sayılabilir.

Araştırmacıların, nakîb ve dâîden başka, teşkilat içinde kullanılan diğer unvânlara da dikkat çektiği görülür. Bunlar nazîr, dû‘âtu’d-dû‘ât ve meşâyihu’ş-şîa’dır. Araştırmacılar bu unvândaki teşkilat mensuplarının da görevleri hakkında yorum yürütmüşlerdir. Sharon, öncelikle Ahbâru’l-Abbas’ın yazarının bazı kişileri meşâyihu’ş-şîa olarak isimlendirdiğini söylemektedir. Kaynağın bildirdiklerinden çıkarılabilecek husus, “Şîa” diye isimlendirilen ihtilâl grubunun 12 nakîbe eşit olan 12 adam seçtikleri ve bunları nazîr olarak isimlendirdikleridir. Bazıları 70 dâînin içinden olan bu nazîrler eğer nakîplere bir şey olursa onların yerine geçmekle görevlendirilmiştir. Yine, nazîrlerin harekette önemli rol oynamış öne çıkan kişiler olduğu, bazılarının nakîplerin akrabaları olduğu yönünde çıkarımlarda bulunmuştur. Sharon ayrıca nazîrlerin sayısının 12 yerine 20 olabileceğini, bunlardan da çoğunun Arap olduğunu söylemiştir (Sharon, 1983, s. 195). Bu çıkarımları yaparken kullandığı kaynak olan Ahbâr’da dû‘âtu’d-dû‘ât şeklinde bir unvâna da rastladığını ifade etmiştir. Sharon, 36-37 isimden oluşan dû‘âtu’d-dû‘ât isimli bir liste olduğunu ancak bu unvâna sahip kişilerin statülerinin belirtilmediğini belirtmiştir (Sharon, 1983, s. 196). Dû‘âtu’d-dû‘ât unvânındaki kişilere yönelik aynı şekilde bir tanım Daniel’in anlatımında da karşımıza çıkar. Daniel, görevleri belli olmayan bu kişilerin hepsinin isimleri ve etnik kökenlerini belirtecek bilgilerin Ahbâr’da sıralandığını söylemektedir (Daniel, t.y., para. 9). Bu iki araştırmacı da teşkilat yapısında nazîr ve dâîden başka iki birim hakkındaki bilgilere aynı kaynaktan ulaşmıştır ve başka herhangi bir kaynak vermemiştir. Agha ise dû‘âtu’d-dû‘ât ünvanında kelimelerin ikisinin de çoğul olarak kullanıldığına dikkat çekerek bu unvândaki kişilerin görevlerini değerlendirir. Ona göre dâîler için çalışan dâîler anlamına gelen bu kelime teşkilat kademesindeki en alt birimdir (Agha, 2003, s. 315).

Araştırmacılar, teşkilatın kademelerindeki bu görevlilerin buluşmalar için nasıl bir yöntem seçtiği konusuna da değinmişlerdir. Gizlenme metodu olarak tüccarlık ve hac

buluşmalarını kullandıkları öne çıkan genel görüştür. Wellhausen, hac buluşmalarının teşkilat mensuplarının birleşmek için müsait ve göze batmayan bir ortam sunduğunu söylemektedir (Wellhausen, 1963, s. 246). Bu konuda Sharon, yıllık hac ibadetinin da‘vetin liderleri ve imam arasındaki iletişimi bir taraftan gizli tutarken diğer taraftan devamlılığını sağlayan bir yöntem olduğunu söylemektedir. Mekke’nin imparatorluğun birçok yerinden gelen farklı insanların buluşma yeri olduğu için Humeyme’den gelen Abbâsî liderleri ile Horasan’dan gelen hareket mensuplarının buluşmasının dikkat çekmediğini ifade etmektedir. Hac gizlenme metotlarından biri olan da‘vet içerisindeki liderlerin, bunun dışında çoğunlukla kendilerini tüccar olarak tanıtıp, ticaret için yolculuk yaptıklarını söylediğini de belirtir (Sharon, 1990, s. 68). Sharon’un burada ihtilâlin metodu açısından “Emevî gözlemciliğine karşı gizlenme” ve “Humeyme’den yönetilen Horasan” şeklinde bir hareket modelini öne çıkardığı görülür. Bunların yanında metot bakımından farklı bir ayrıntı olarak İmam İbrahim’in Ebû Müslim’i Mekke’ye çağırdığında onun toplanan tüm altınlarla pahalı elbiseler aldığını, kalanını da elbiselerin içine sakladığını ve ihtilâl liderleri ile yola çıktığını söylemektedir (Sharon, 1990, s. 69). Burada Sharon’un teşkilattaki buluşma metodu bakımından üç detayı da doğrulayan bir rivayet verdiğini görüyoruz. Sharon’un verdiği rivayette, Hac buluşması ve tacir kimliği ile sağlanmaya çalışılan gizlilik bizzat Ebû Müslim tarafından icra edilmiş bir yön olarak karşımıza çıkar.

Araştırmacılar ihtilâl için teşkilatta gerekli paranın nereden ve nasıl toplandığı ile ilgili çok fazla detaya ve yorumlamaya gitmemişlerdir. Farouk Omar bir yerde Ahbâr’a dayanarak, da‘vete katılanların genellikle varlıklarının beşte birini bağışladığını söylemektedir. İbnü’l-Mâhân’ın “İmam, hakkı getirmek ve bâtılı yok etmek için paraya ihtiyaç duymaktadır” sözünü de burada dayanak olarak vermiştir (Omar, 1969, s. 74). Omar’ın en çok başvurduğu kaynak olan Ahbâr’da bunun haricinde de detaylar olmasına rağmen, onun kitabında ihtilâlin finansal yönüne dair herhangi başka bir alıntının verilmediğini ve herhangi bir değerlendirmeye gidilmediğini görüyoruz. Finansal yönün nasıl desteklendiği konusundaki mevcut rivayetler, ihtilâlin ana tartışma konuları hakkında herhangi bir malzeme sunmayacak nitelikte görüldüğü için detaylı incelenmemiş olabilir.

Sonuç olarak, ihtilâlin otuz yılı aşkın süre devam eden gizli propaganda dönemi birçok araştırmacı tarafından önemli bulunmuştur. Abbâsîler’in bu faaliyeti nasıl yürüttükleri konusunda araştırmalara dayalı çeşitli tahminler yürütülmüştür. Araştırmacıların

değerlendirmeleri genel olarak teşkilat yapısının sistematik yönünü vurgulamaktadır. Teşkilat yapısının analizini yapan araştırmacıların, Abbâsîler’in belirli nitelikte şahsiyetlerden oluşan bir yapı kurduğunu ve bu yapıdaki birimlerin isimlerinden görev tanımlarına kadar belirleyerek hareket süresince sistemli bir faaliyet yürüttüğünü tespit ettiği görülür. Fakat tarihçilerin bu teşkilat yapısında nakîb-dâî-nazîr gibi birimlerin sayı ve işlevleri yönünden çıkarımlarında küçük farklılaşmalar ortaya çıktığını görüyoruz. Yine metot bakımından Abbâsîler’in bu metodunu Hz. Peygamber’in metoduna benzetmesi, bazı araştırmacıların anlatımında daha ön plandadır. Bu konuda, Sharon’un da‘vetin teşkilat yapısı ve ihtilâlin metodu konusunda en kapsamlı çalışmayı yapan ve kendinden sonrakilere de örnek olan bir isim olduğunu söyleyebiliriz.