• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: İHTİLÂLİN DA‘VET SAFHASI

1.2. Propaganda Söylemleri

1.2.1. Da‘vet ve Devlet Söylemi

Da‘vet ve devlet söylemi, Abbâsî ihtilâlinin hazırlık ve eylem safhasında kullanıldığı tespit edilen iki önemli kavramdır. Bu kavramların olayın yaşandığı dönemde bizzat hareketin liderleri tarafından bilinçli olarak kullanıldığı düşünüldüğü için, Abbâsî ihtilâlini doğrudan veya dolaylı olarak çalışanların ilgi konusu olmuştur. Abbâsî hareketine da‘vet denildiği için hareket adına faaliyet gösteren herkes de da‘vetçidir ve dâî kavramı da teşkilat yapısında yer alan kişileri tanımlamak için kullanılan bir kelime olarak karşımıza çıkar (1.3.2). İncelenen eserlerde bu kelimenin çoğunlukla tercüme edilmeden kullanıldığı görülmektedir. Bu tür bir kullanım, da‘vet ve devlet kavramları için de söz konusudur. Bu da bize araştırmacılar tarafından tüm bu kelimelerin basit bir tanım olmaktan ziyade, ihtilâlde önemli bir yere sahip olan kavramlar olarak görüldüğünü göstermektedir. Araştırmalarında, bu kavramlara yer verip, Abbâsîler tarafından neden seçilip kullanıldıkları ile dinî ve siyasî çağrışımları üzerinde duran araştırmacılar olduğu gibi, kelimeleri ansiklopedi maddesi olarak ele alan ve kökeni üzerinden Abbâsîlerce kavramlara yüklenen anlama değinenler de vardır. Yani araştırmacılar bu kavramları gerek Abbâsî ihtilâli açısından gerekse müstakil olarak incelemiş ve birtakım sonuçlara ulaşmışlardır. Bu bölümde, Abbâsî ihtilâli açısından sırasıyla da‘vet ve devlet söylemleri hakkında araştırmacıların değerlendirmeleri ele alınacaktır.

Abbâsîler’in hareketlerinin gizli döneminde da‘vet kavramını seçmelerindeki temel niyetlerinin, hareketlerine meşruiyet kazandırma amacıyla kelimenin kutsî çağrışımından

faydalanma olduğu düşünülmüştür. Bu sebeple bu teori üzerinden giden araştırmalarda öncelikle kelimenin Kur’ân’da ve sünnette nasıl geçtiği araştırılmıştır. Bu konuda ilk müstakil çalışmayı yapan isim olan Canard’ın Da’wa adlı ansiklopedi maddesindeki görüşü, Abbâsî hareketi liderlerinin sürdürdükleri propagandaya meşruiyet kazandırma düşüncesiyle bu kavramın seçildiği yönündedir. Canard en başlarda kavramın “Allah ve

Peygamberi tarafından gerçek dine inanmaları için insanlara yapılan çağrı”39 anlamında

kullanılıp daha sonra doğal bir anlam genişlemesi ile sünnet, şeriat, din kelimeleri ile, bazen de ümmet kelimesi ile eşdeğer olarak kullanılabildiğini söylemektedir (Canard, t.y., para. 4). Canard’dan sonra kavramı Abbâsî ihtilâli açısından doğrudan inceleyen Sharon’un da Abbâsîler’in hareketlerine kutsiyet ve dolayısıyla meşruiyet kazandırma niyetiyle bu kelimeyi bilinçli olarak kullandıkları sonucuna ulaştığı görülür. Aynı şekilde o da kelimenin kökenini Hz. Peygamber döneminde arar ve İslâm’ın ilk yıllarından beri da‘vet kelimesinin Peygamber’in misyonu veya onun İslâm’a çağrısını tanımladığını, Kur’ân’da Peygamber’in “Allah’ın dâîsi”, yalnızca Allah’a yapılan doğru ve yerinde ibadetin ise “da‘vetü’l-hakk” olarak ifade edildiğini söylemektedir (Sharon, 1983, s. 20). Sharon Canard’ın kavram hakkındaki çıkarımlarına katılmakla birlikte bunları biraz daha genişletir ve ilk dönem kullanışından örneklerle anlatımını zenginleştirir. Bu döneme ait bulduğu rivayetlerde Hz. Peygamber tarafından başka ülkelerin kralları veya yöneticilerine yapılan çağrıyı temsilen da‘vet kelimesinin seçildiğini, onun elçilerinin de dû‘ât olarak isimlendirildiğini söylemektedir. Dahası, Abdü’l-Cebbâr’ın Delâil kitabından yararlanarak, Hz. Peygamber Allah’ın da‘vetçisi olarak anılırken onun yandaşlarının, arkadaşlarının, yardımcılarının ve özellikle temsilcilerinin “da‘vetin adamları” veya “da‘vetçiler” olarak isimlendirildiğini söylemektedir (Sharon, 1983, s. 21). Canard kelimeyi müstakil olarak ele alıp, Abbâsî ihtilâli içindeki önemini burada tartışmasına karşın, Sharon’un eserinde bir bölümü, Abbâsî hareketininde bu kelimenin önemine ayırdığını görüyoruz. Bu sebeple onu Abbâsî ihtilâli bağlamında dav‘et kelimesini en geniş ele alan araştırmacı olarak sayabiliriz.

Da‘vet kelimesinin kutsî anlamı ve ilk dönemlerdeki kullanımından hareketle araştırılan konu, kavramın Abbâsî hareketi içindeki yeri ve önemidir. Canard “da‘vetin müslümanlar

39 Canard’ın bahsettiği tanım, İbrahim Suresi 44. ayette geçmektedir. Oysa burada 44 yerine 46. ayeti referans göstermiştir. Bu farklılık baskıdan kaynaklı olabilir. Ayet, “Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin, ‘Rabbimiz! Bize kısa bir süre daha ver de senin davetine uyalım, peygamberlere tabi olalım’ diyecekleri ve onlara ‘Sizin için bir yok oluş bulunmadığına daha önce yemin etmemiş miydiniz?’diye sorulacağı güne karşı insanları uyar” şeklindedir.

üzerinde imamet hakkını talep eden bazı bireylerin veya ailenin emelini, yani, tek tanrılığa dayalı ideal bir teokratik devlet kurmayı veya restore etmeyi amaçlayan siyasî-dinî bir ilkeyi savunan medeni ve manevi otoriteyi onaylama da‘veti” olduğunu söylemesi, kavramı Abbâsî hareketi ile siyasî olarak nasıl ilişkilendirdiğini ortaya koymaktadır (Canard, t.y., para. 5). Sharon’un da benzer bir ilişkilendirme ile “kavram gerçek İslâm’ı, dini ve sünneti temsil ettiği için onun misyonu da hakikatin, adaletin ve doğru inancın zedelendiği durumları ortadan kaldırmaktır” (Sharon, 1983, s. 21) şeklinde bir ifadesi vardır. Bu çıkarımı ile Sharon, Abbâsî hareketinin bu kelimeyi kullanmakla Emevî idaresine karşı hak olanın savunucusu olarak ortaya çıktığını kabul etmektedir. Canard ve Sharon’un da‘vet kelimesine Abbâsîler’in hareketlerindeki iddiaları üzerinden yükledikleri misyon oldukça benzerdir. Zaten Sharon’un kavram hakkındaki değerlendirmelerinde Canard’ın çıkarımlarını doğrudan aldığı görülmektedir.

Da‘vet kavramının propaganda aracı olarak kullanılmasında birçok araştırmacının hemfikir olduğunu görüyoruz ve araştırmalarında doğrudan ve dolaylı yolla bu tespitlerini belirtmektedirler. Canard, da‘vetin, yeni bir imparatorluk kurma araçlarından biri, Abbâsî da‘vetinin ise Muhammed b. Hanefiyye’nin mirasının (mücadele bakımından) Abbâsî ailesinden Muhammed b. Ali’ye kalmasını avantaja dönüştüren Abbâsîler’in Muhammed ailesinden bir üyenin seçilmesi için yaptıkları propaganda olduğunu söylemektedir. Başka bir deyişle da‘vet, Muhammed b. Hanefiyye’den alınan imametle kurmaya çalışılan yeni düzene olan bir çağrıdır. Canard ayrıca söylemin Taberî’nin eserinde “Benî Hâşim’in da‘veti” veya İbn Ebû Tâhir’in eserinde “Benî Abbas’ın da‘veti” olarak nakledildiğini örnek göstermiştir. Bunun yanında Ebû Müslim için “Benî Hâşim’in da‘vetinin sahibi” şeklinde bir ifade sebebiyle, da‘vetin sahibi söyleminden propagandayı yürüten kişinin anlaşılması gerektiğini ifade etmektedir (Canard, t.y., para. 5). Sharon, Abbâsîler’in da‘vet kelimesini İslâm çatısı içinde kullanıp onun etrafında sistemli bir yapı kurmaya çalışan ilk hareket olduğunu söylemektedir. İlk defa Abbâsîlerce kullanılmış olan bu kavramın zaman içinde kazandığı anlam ve misyon sebebiyle daha sonraki hareketlerde de kullanıldığına işaret ederek, İsmailîlerin de bu

söylemi bir propaganda aracı olarak kullanışını örnek vermiştir (Sharon, 1983, s. 21)40.

Guzmán da, Abbâsî da‘vetini “her bir gruba yardım ve değişimi vaad eden, planlı ve iyi

40 Çağrıcı, “da‘vet” maddesinde kavramın politik anlamda kullanılışını Abbâsîler’den başlatmamaktadır. Abbâsîler’den önce ve sonraki hareketlerden yalancı peygamberler, Emevîler, Hâşimîler, Şiîler ve Fâtımî, İsmâilî, Karmatî, Bâtınî, Dürzî gibi muhtelif Şiî fırkaların faaliyetlerine de da‘vet adı verildiğini söylemektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Çağrıcı, 1994, s.18).

organize edilmiş bir propaganda” olarak tanımlamaktadır (Guzmán, 1990, s. 84). Guzmán’ın bu tanımlaması Abbâsî hareketinin da‘vet ismiyle özelleştiğinin bir göstergesidir ve değişim kelimesini vurgulaması dikkate değerdir.

Da‘vet kavramı gibi devlet kavramı da ihtilâl sürecinde kullanılan bir kavramdır ve araştırmacılar bu iki kavram arasında politik bir bağ kurulduğunu tespit etmeye çalışmışlardır. Devlet kavramı hakkında Wellhausen, Taberî’nin eserinde Horasanlılar için kullanılan ebnâü’d-devle tabirinden ve Abbâsîler’in istikballeri hakkında bir kehanet

kitabı olduğunu belirttiği Kitabü’d-devle41 isminden hareketle “Abbâsîler idarelerine

devle yani yeni devir ismini verdiler” şeklinde bir yoruma gitmiştir (Wellhausen, 1963, s. 263). Daha sonraki araştırmacılardan Arjomand’ın da Wellhausen’le aynı şekilde “Abbâsîler kendi idarelerini ‘devlet’ yani yeni dönem olarak isimlendirmiştir” şeklinde bir yoruma gittiğini görüyoruz (Arjomand, 1994, s. 9). Dolayısıyla devlet kavramının Abbâsî ihtilâli açısından ilk fonksiyonun yeni kurulan yapıyı önceki yapıdan ayırma olduğu düşünülmüştür. Bu kavram hakkında bir ansiklopedi maddesi yazan Rosenthal, daha sonradan kelimenin bugünkü manada bir hanedan veya devlet manasını nasıl kazandığının araştırılması gerektiğini söylemektedir ve kaynaklarda geçen kullanımlar üzerinden bir araştırmaya gitmektedir. Sonuçta, ilk dönemden itibaren İslâm tarihindeki kullanımlarından hareketle kavramın bugünkü bildiğimiz manada hanedan veya devlet manasını Abbâsîlerle birlikte kazandığı tespitine ulaşmıştır. Özellikle Abbâsîler’in ilk dönemlerine ait eserlerde bu kelimenin kullanışının artışına dikkat çekmektedir (Rosenthal, t.y., para. 2).

Rosenthal’in bu çalışması ve devlet kavramı hakkındaki sonraki çalışmalarda tartışmalar genel olarak iki koldan yürütülmüştür. Birincisi kelimenin taşıdığı “dönüş” anlamı ile Abbâsîler’in bu dönüşten neyi kast etmiş olabileceği, ikincisi ise da‘vet kelimesi gibi devlet kelimesine de kutsî bir anlam yüklenip yüklenmediğidir. Rosenthal, kelimenin dönmek veya dönüştürmek gibi temel bir manaya sahip olduğunu fakat daha sonradan bir kimsenin veya bir hanedanın dönemi şeklinde bir anlam kazandığını ifade etmektedir.

41 Wellhausen bu kitabın yazarını vermez ancak devlet kelimesinin Abbâsî ihtilâli ile ilişkilendirilişini, İhtilâl sonrası yazılan kaynakların birçoğunun başlıklarında karşımıza çıkar. Bu konudaki ilk ve en önemli eser olarak Medâinî’nin Kitābu’d-devle isimli kitabı gösterilebilir. Ilkka Lindstedt, bu kitap özelinde bir çalışma yapmış ve devlet kelimesinin Abbâsî ihtilâlini anlatan bu türden kitaplar için kullanılması hakkında birtakım yorumlara gitmiştir. Onun tespitine göre en az yedi ayrı tarihçinin daha bu isimde eseri vardır ve hepsi de daha sonraki herhangi bir hanedanı konu almaksızın yalnızca Abbâsî ihtilâline ait olayları aşağı yukarı aynı şekilde içermektedir (Lindstedt, 2017, s. 75).

Abbâsîler’in kelimeyi dönüşümdeki başarılarına atfen kullandıklarını söylemektedir (Rosenthal, t.y., para. 2). Rosenthal gibi Zaman da, devlet kavramının Abbâsî liderlerinin gerçekleştirdikleri dönüşümü tanımlamak için kullandıkları bir kelime olduğunu söylemektedir (Zaman, 1987, ss. 119–120). Crone ve Sharon ise, kelimenin “dönmek” manasında kullanılışından hareketle meseleye başka açıdan yaklaşır ve bu kavrama talihin dönmesi şeklinde bir anlam da yükler (Crone, 1973, s. 132; Sharon, 1983, s. 23). Crone Abbâsîler’in ne İslâm öncesi ne de kabile kökenli bir mirasa sahip olmadıkları için kendi kendilerini inşa etmeden başka bir seçenekleri olmadığını söylemektedir. Bu amaçları için Horasan ordusunu kullanan Abbâsîler’in anahtar bir kavram olarak da devlet kelimesini seçtiğini ve bu kelimenin hem Abbâsî hanedanının iktidara gelerek talihinin dönmesi hem de hanedanın gücü anlamında olmak üzere iki anlamı da kapsar şekilde kullanıldığını ifade etmektedir (Crone, 1973, s. 132). Sharon, kavramın dönüş anlamında kullanılışından hareketle Abbâsîler’in bu dönüşü “son dönüş” olarak

yorumlamakla meseleye Mesîhî42 bir boyut da kattığını söylemektedir. Böylece Abbâsî

Devleti’nin kuruluşundan sonra herhangi başka bir devlet için bir beklenti olmayacaktır

(Sharon, 1983, s. 23)43.

Da‘vet kavramı gibi devlet kavramına da kutsiyet atfedilmesi konusunda Sharon gibi diğer araştırmacıların kavramın Mesîhî yönünde hemfikir olduklarını görürüz. Guzmán Abbâsîler’in “devleti”nin saf İslâm’a dönüşü simgelediğini bu sebeple onların bütüncül misyonlarının Mesîhî bir anlamı olduğunu ifade etmektedir. Böylelikle devlet kavramının kutsî çağrışımlarına ve Abbâsîler’in kendilerine yükledikleri ilahî misyona değinmiştir (Guzmán, 1990, s. 85). O, da‘vet ve devlet arasında kurulan ilişkinin çok açık politik çağrışımlar da taşıdığı görüşündedir. Kavramın kutsî yönüyle bağlantılı olarak,

42 Abbâsî ihtilâlinde karşımıza çıkan bir diğer kavram olan Mesîh-Mehdî kavramı çalışmamızda başka bir başlık altında ayrıca incelenmiştir (1.2.4.) Fakat burada belirtilmesi gereken husus tarihçilerin Abbâsîler’in kutsiyet-meşruiyet-kurtarıcı misyonu gibi yönlerinin tümünü birden Mesîhî yön olarak tanımlamasıdır. Bu sebeple burada da hareketin ilahî yönü veya kutsallığı gibi taraflarının, çoğunlukla hareketin Mesîhî yönü olarak isimlendirilmesi uygun görülmüştür.

43 Anlatımlarda araştırmacıların kelimenin kutsî anlamı ile ilk dönem İslâm devletlerinin bu kelimeyi kullanmalarını bir arada zikretmeyi tercih ettiği görülür. Bunda Abbâsîler’den sonra kurulan İsmailî-Fatimî gibi bazı devletlerin Abbâsîler gibi İslâm’ın özüne dönüş ve Ali evlâdının hakkını teslim etme gibi misyonlarla yola çıktığı göz önünde bulundurulmalıdır. Günümüz Türkçesinde ise devlet kelimesi çok daha genel anlamlar taşır. İlahî bir misyonla yola çıksın çıkmasın bağımsız kurulan her hareket “devlet” olarak isimlendirilir. TDK sözlüğünde devlet tanımı “toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık” olarak geçmektedir. Davutoğlu yazdığı devlet maddesinde, kavramın geçirdiği anlam değişikliği safhalarından bahseder. Kavramın hem hakimiyetin el değiştirmesi hem de bu hakimiyete dayalı siyasî yapı için kullanılmış olmasının İslâm düşünce tarihindeki devrî tarih anlayışının bir tezahürü olarak görülebileceğini söylemektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Davutoğlu, 1994, s. 235).

Belâzürî’nin eserinde geçen “Mübarek Devlet” ifadesine Sharon ve Crone tarafından dikkat çekilmiştir. Sharon, özellikle ilk Abbâsî halifelerinin kelimeye kutsal ve Mesîhî anlamlar yüklemeye çalıştığından dolayı bu ifadenin şaşırtıcı olmadığını söylemektedir (Sharon, 1983, s. 23). Genelde Abbâsî-Ali evlâdı ilişkisi üzerinden bir yaklaşım sergileyen Crone, devlet kelimesinin Abbâsî hareketi içinde iki ayrı amaca hizmet ettiği görüşündedir. Bunlardan birincisi Abbâsîler’in Hz. Peygamber’in mirasını devralışları ile

kutsal ailenin44 intikamını almalarıdır. İkincisi ise devlet kavramını Mesîhî bir olay olarak

tanımlayıp, bu olaya katılmakla Abbâsîler’in kendilerine layık olan unvânı edinmiş olmalarıdır (Crone, 1973, s. 132).

Da‘vet ve devlet kavramları hakkında ayrı çalışmalar yapılmış olsa da, çoğunlukla ikisinin bir arada ele alındığını görüyoruz. Hatta bazı araştırmacıların anlatımında bu iki kavramın Abbâsî hareketinde art arda gelen kurgusu öne çıkmaktadır. Yani, kavramların art arda kullanılarak, Abbâsîler’in gizli propaganda döneminden kuruluş dönemine kadarki süreci karşıladığı düşüncesi Sharon, Guzmán gibi isimler tarafından doğrudan ifade edilmiştir. Sharon da‘vetin İslâm’ın özüne uygun şekilde yaşamayı vaad ettiği için hareketin bir devlet, yani bir ihtilâl sözü verdiğini ifade etmektedir ve da‘vetin arkasından devletin geleceğine işaret etmektedir. Hatta buradan hareketle İslâm siyasî düşüncesinde “her devletin da‘veti vardır” yani her ihtilâlin bir propaganda dönemi olur şeklinde bir anlayışın yerleştiği sonucuna varmıştır. Abbâsî hareketi özelinde ise da‘vet kavramının gizli da‘vet dönemi, devlet kavramının ise açığa çıkma, eylemsel mücadele ve yeni devletin kurulma dönemi anlamında kullanıldığını söylemektedir (Sharon, 1983, ss. 22– 27). Guzmán’ın da Sharon gibi ihtilâllerin tabiatı ve Abbâsî ihtilâli özelinde yürüttüğü yorumlara benzer şekilde bir sınıflandırmaya gittiği görülür. Abbâsîler’in ideolojilerini yaymak için gizli ve etkili propaganda dönemi ve Emevîler’in karşısına çıkabilecek iyi techizatlanmış bir ordu ile onların da her ihtilâlin sahip olması gereken iki temele sahip olduğu görüşündedir. Bu sebeple Abbâsîler’in hazırlık ve kurulma dönemlerini tanımlamak için da‘vet, çağrı, misyon yani gizli propaganda ve devlet yani yeni hükümet, şeklinde iki ifade kullandığını söylemektedir. Ayrıca da‘vet-devlet arasında kurulan ilişkinin çok açık politik çağrışımlar taşıdığını ifade etmektedir (Guzmán, 1990, s. 85). Bu sebeple Guzmán ile Sharon’un ihtilâlin safhalarıyla Abbâsîler’in kullandıkları söylemleri bağdaştırma yöntemleri aynı sayılabilir. Her ikisi de ihtilâlin gizli propaganda dönemini da‘vet safhası, açıktan mücadele yapılan askerî safha ve Abbâsîler’in

kuruluşunu da devlet dönemi olarak görür. Agha ise otuz yıl süren mücadele döneminin Abbâsî Da‘veti (Abbâsî Misyonu), ayaklanma döneminin ise Abbâsî Devleti (Abbâsî ihtilâli) olarak bilinmeye başlandığını ifade etmiştir (Agha, 2003, s. XV). Daniel’in de Abbâsî ihtilâli hakkındaki çalışmalarında Abbâsî hareketini doğrudan da‘vet kelimesi ile karşıladığı görülmektedir. Örneğin, Abbâsî ihtilâli başlıklı ansiklopedi maddesini, “Da‘vet”, “İsyan” ve “İhtilâlin Etkileri” şeklinde üç başlık altında yazmıştır (Daniel, t.y., para. 2,10 ve 16). Buradaki anlatımından da onun Abbâsî ihtilâlinin ilk evresini “da‘vet” dönemi olarak ele aldığını görmekteyiz. Abbâsîler’in ihtilâl hareketini doğrudan da‘vet kelimesi ile karşılayan başka araştırmacılar da vardır (Mottahedeh, 1975, s. 91; Sourdel, 1970, s. 120).

Tüm bu anlatımlara baktığımızda, da‘vet ve devlet söylemlerinin araştırmacılar tarafından ele alınışında belirli farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Canard ve Rosenthal’ın ansiklopedi maddeleri kelimeleri etimolojik olarak açıklamanın yanında Abbâsîler tarafından kullanımına da açıklık getirmektedir. Sharon, Guzmán gibi isimler söylemlere belirli anlamlar yüklenerek Abbâsîlerce kasıtlı olarak kullanıldığı çıkarımını yapmış ve kelimelerin kökeninden başlayarak Abbâsî ihtilâli ile ilişkilendirerek incelemiştir. Özellikle Sharon’un eserinde Ahbâru’l-Abbas adlı anonim kaynağın içinde sıkça geçen bu kavramların, kaynağın Arapça neşrinin giriş kısmında Dûrî tarafından detaylı şekilde ele alınışına benzer bir anlatım görülmektedir. Diğer taraftan ihtilâli ve ihtilâle sebep olan etkenleri detaylı şekilde ele aldığı halde, ihtilâlin hazırlık safhası ve bu safhada önemli bir propaganda aracı olarak kullanılan söylemleri çalışmasına dâhil etmeyenler de vardır.

Van Vloten, Dennett ve Shaban45 örnek olarak gösterilebilir. Onların bu tür bir anlatım

yapmasının da iki nedeni olabilir. Birincisi eserlerini konuya açıklık getirecek bazı kaynakların bulunuşundan önce yazmış oldukları için ihtilâlin hazırlık safhasına dair detaylı anlatım yapmamaları ve dolayısıyla bu söylemlere ait malzeme sınırlılığı buna neden olmuş olabilir. Taberî ve Belâzürî gibi tarihçilerin eserlerinde kavramlara değinilmesinden hareketle gizli propaganda döneminin kapsamlı bir hazırlık aşaması araştırmacılarca tahmin ediliyor ancak detaylarıyla bilinmiyordur. Diğer taraftan, herhangi bir araştırmacının da‘vet ve devlet söylemlerine eserinde yer vermemesi çalışmasının sınırlarını ihtilâlin hazırlık safhasını ve kullanılan söylemleri dışarıda bırakacak şekilde kurgulaması sebebiyle de olabilir. Örneğin Wellhausen çalışmasını Emevî Devleti’ne hasrettiği için, onun Abbâsî hareketinin gizli propaganda ve ihtilâl

safhasında ortaya çıkan kavramları detaylı şekilde ele almaması tabiidir. Hatta eserinde Abbâsîler’in ihtilâli nasıl başarıya ulaştırdıklarından çok Emevîler’in nasıl yıkılacak kadar zayıfladığı sorusunu cevaplandırmakta, yani Abbâsî hareketinin doğuşundan çok Emevî Devleti’nin yıkılışını ele almaktadır. Diğer taraftan, Shaban The ‘Abbāsid Revolution adlı kitabının büyük kısmını Horasan bölgesine ve burada yerleşmiş olan Arab kabilelere ayırmış, Abbâsîler’in yürüttüğü organizasyona çok kısa şekilde değinmiştir. Eserini Ahbâru’l-Abbas’ın ortaya çıkışından sonra yazmış olan Shaban, bu kaynakta belirgin şekilde ortaya çıkan söylemlere neredeyse hiç değinmemiştir. Sonuç olarak, da‘vet ve devlet gibi söylemlerin ihtilâl süresince kullanımı konusunda, modern tarihçilerin ihtilâli değerlendiriş biçimleri, kullandıkları kaynaklar veya çalışmalarının sınırları açısından fikir ayrılıkları mevcuttur.