• Sonuç bulunamadı

Nasr b. Seyyâr’ın Vergi Reformu

2. BÖLÜM: İHTİLÂLİ GERÇEKLEŞTİREN ANA UNSUR

2.1. Mevâlî Tezi (Klasik Ekol ve Post-Revizyonist Ekol)

2.1.2. Emevîler’in İktisadî Açıdan Mevâlî Politikaları

2.1.2.3. Nasr b. Seyyâr’ın Vergi Reformu

Nasr b. Seyyâr (ö. 131/748), Halife Hişâm (ö. 125/743) tarafından Horasan valiliğine atanmış ve devletin yıkılışına kadar bu görevini sürdürmüştür. Abbâsî ihtilâl ordusu ile birebir savaşa giren Horasan bölgesinin son valisi Nasr b. Seyyâr’ın adı birçok eserde sıklıkla geçmektedir. Onun ihtilâlden hemen önce mevcut rahatsızlığı gidermeye yönelik yapmış olduğu vergi reformu, Mervân b. Muhammed’e erken müdahale ile ihtilâli önleyebilecek olan fakat dikkate alınamayan çağrısı ve Ebû Müslim’e karşı mücadelesi öne çıkan başlıklardır. Bu bölümde, onun mühtedîlerin vergilendirilmesi hususundaki tutumunu gösteren meşhur rivayet ele alınarak, araştırmacıların bu konu hakkındaki görüşlerine yer verilecektir.

Nasr b. Seyyâr’ın yaptığı vergi düzenlemesini onun ağzından aktaran rivayet Van Vloten’in eserinde şu şekilde yer almaktadır:

“Nasr b. Seyyâr’ın şöyle dediği rivayet olunmaktadır: “Dinleyiniz, Mecûsîlerin hâmîsi Behrâmsîs idi; onları korur, gözetir, yüklerini müslümanlara taşıtırdı. İşbedâd b. Curercûr Hristiyanların hâmisi idi; Yahûdî Akîbe ise Yahûdîlerin hâmîsiydi. Bana gelince, ben müslümanların hâmîsi olacağım, onları kollayacak, yüklerini müşriklere taşıtacağım. Bence kabul edilecek haraç ancak yazılmış ve alınmış olandır. Tahsildarınız olarak Mansûr b. Ömer’i tayin ettim ve size adil davranmasını emrettim. Siz müslümanlardan herhangi birinizden şahsi cizye alınır veya haracı ağırlaştırılır ve benzeri müşriklerden azaltılırsa, bu durumu Mansûr b. Ömer’e bildirsin ki, onu müslümanlardan alıp Müşrik’e yüklesin. Bir hafta geçmemişti ki, baş cizyelerini ödemekte olan otuz bin müslüman ve cizyeleri kaldırılmış seksen bin müşrik onu görmeye geldiler. Müşriklere cizye konuldu, müslümanlardan kaldırıldı. Daha sonra Nasr b. Seyyâr, yeni bilgilere göre bir haraç

tablosu hazırlattı ve anlaşmadaki şartlara uygun olarak, vergi meblağını yeniden dağıttı. Emevîler zamanında Merv’in geliri, haracın dışında yüz bin dirheme ulaşıyordu.” (Van Vloten, 1986, ss. 82-83)

Van Vloten bu rivayet için Taberî’yi kaynak göstererek rivayet üzerinden birtakım çıkarımlarda bulunmuştur. O, Merv bölgesinde baş vergisinin yanı sıra bir de toprak vergisi olduğu ve bu hususun müşriklerin ihtidâ ettikleri günün ertesi günü cizyelerinin haraca çevrilmiş olmasıyla anlaşılabileceği kanaatindedir. Fakat anlayamadığını belirttiği nokta önceden o kadar sıkı tutulmuş olan cizyenin nasıl olup da seksen bin müşrik tarafından ödenmemesidir. Bunun da iki açıklaması olabileceğini savunmaktadır; gayri müslimler cizyelerini dindaşlarının himayesinde haraca çevirtmeyi başarmış olabilirler veya yeni mühtedîlerin terk ettikleri topraklar haraç ödemek şartıyla geride kalanlara verilmiş olabilir (Van Vloten, 2017, s. 118). Wellhausen de rivayeti aynı şekliyle vermiş fakat bölge şeflerinin Arap hükümetinin gözü önünde vergiyi Mecûsî, Hristiyan ve Yahûdîlerin üzerinden alıp nasıl müslümanlara yüklediklerinin anlaşılmaz olduğuna dikkat çekmiştir. Bunun ancak ihtidâ etseler dahi kişilerden cizye vergisi alınmaya devam edilmesi ile açıklanabileceğini söylemektedir. Bunu da belirli bir cemaatten daha önce anlaşılan vergi miktarı toplanırken, mühtedîler vergiye katılmadığı takdirde azalan kısmın gayri müslimler tarafından ödenmek zorunda kaldığı şeklinde bir izaha gider (Wellhausen, 1963, ss. 226–227). Wellhausen, Nasr b. Seyyâr’ın yaptığı reformla verginin sadece araziden tahsil edilmesi şeklinde bir düzene gidildiğini söylemektedir. O zamana kadar cizye ve haraç arasında bir ayrım olmaksızın tek tip verginin toplandığını söyleyen Wellhausen, bu reformla haracın müslümanlar da dâhil olmak üzere bütün arazi sahiplerine yüklendiğini, buna karşılık cizyenin müslümanlardan kaldırılarak sadece gayri müslimlere yüklendiğini söylemektedir (Wellhausen, 1963, s. 229). Dennett ise Wellhausen’e karşı çıkarak, Nasr b. Seyyâr’ın getirdiğini söylediği sistemin önceden de olduğunu onun iki vergi arasında bir ayrıma gitmek gibi yeni bir şey getirmediğini söylemektedir. Ayrıca, haksız bir uygulama söz konusu ise de bunun Nasr b. Seyyâr’ın düzenlemesi ile çözüldüğü görüşündedir. Çünkü ona göre Nasr b. Seyyâr, Emevîler’in şimdiye kadar bölgeye atadığı en adaletli ve insaflı validir. Zaten mevâlî bir haksızlığa uğramış ise bunun Araplar tarafından değil, kendi ırkdaşları, yani dihkanlar tarafından yapıldığı muhakkaktır (Dennett, 1950, ss. 112-113).

Shaban, Nasr b. Seyyâr’ın malî düzenlemesinin Arap yerleşiklerin Merv’de dihkanlar tarafından kendilerine dayatılan vergi sisteminden doğan hoşnutsuzluğu gidermeye

yönelik en meşhur adımlardan biri olduğunu söylemektedir. Shaban bu düzenlemenin Arap yerleşiklere yönelik olduğunu söylemekle birlikte, Nasr b. Seyyâr’ın hem Arapları hem de mevâlîyi içine alacak bir terim olarak “müslümanlar” terimini kullandığını da ifade etmektedir. Burada dihkanların din değiştirmeyen kendi halklarına ayrıcalık göstererek, müslüman halkın vergisini haksız şekilde artırdıklarına işaret edilmiştir. Shaban burada Dennett’in tespitini değerlendirmiş, onun Horasan’daki durumu tam olarak anlayamamasına karşın, Nasr b. Seyyâr’ın yeni bir şey getirmediğini, mevcut durumda bir düzenlemeye gittiğini söyleyerek isabetli bir yaklaşım sergilediğini vurgulamıştır. Shaban burada Nasr b. Seyyâr’ın Türk tehdidinden korkmak zorunda olmadığı için, Mâverâünnehir’de Arap otoritesini daha kolay kurabildiğini de ifade etmektedir. Onun bu ifadesi Emevî-Türk mücadelesine kitabında neden uzun bir kısım ayırdığını da açıklar niteliktedir. Yani ona göre, Emevî valileri dış meselelerle uğraşmak zorunda kalmadıklarında iç meselelere yönelebiliyorlardı (Shaban, 1970, s. 130). Fakat aynı zamanda Shaban, iç meseleleri halletme imkânı bulmuş olsa da Nasr b. Seyyâr’ın bu reformunun geç kalınmış bir hamle olduğu görüşündedir (Shaban, 1970, s. 156).

Araştırmacıların savundukları tezler açısından Nasr b. Seyyâr’ın düzenlemesi hakkındaki değerlendirmelerinde iki farklı yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Van Vloten ve Wellhausen, Nasr b. Seyyâr’ın sözkonusu düzenlemesini içeren rivayetin bölgedeki haksızlığı gösterişini vurgulamaktadır. Bu araştırmacıların mevâlî tezini savunanlar oldukları düşünüldüğünde bu yaklaşım oldukça tabiidir. Dennett, Nasr b. Seyyâr’ın reformunun bölgedeki hoşnutsuzluğu çözdüğünü, zaten hoşnutsuzluğun Araplardan değil İranlıların kendi efendilerinden, yani dihkanlardan kaynaklandığını söylemektedir. Arap ihtilâli tezini savunan Dennett, bölgede mevâlînin Araplara karşı hoşnutsuz olmadığı görüşündedir. Arap tezini savunan bir başka isim Shaban ise Nasr b. Seyyâr’ın düzenlemesinin hem Arapların hem de Arap olmayan müslüman halkın sorunlarını çözmeye yönelik yapıldığını ancak geç kalınmış bir hamle olduğunu düşünmektedir. Emevîler’in iktisadi açıdan mevâlî politikaları tüm bu konular üzerinden düşünüldüğünde, dört önemli soru karşımıza çıkar. Bunlar; Halk arasında vergi politikasına bağlı hoşnutsuzluk ne zaman ortaya çıkmıştır? Cizye ile haraç arasında ayrım var mıdır, böyle bir ayrımın olması veya olmaması nasıl değerlendirilmiştir? Yapılan düzenlemeler ne için yapılmış, nelere yol açmıştır? Emevîler’in iktisadi politikasında mevâlîyi ilgilendiren vergiden başka harhangi bir husus var mıdır?

Araştırmacılar çoğunlukla ihtidâların artmasına bağlı olarak hoşnutsuzluğun arttığı görüşündedir. Diğer taraftan cizye ile haraç arasında bir ayrımın bulunmamasından dolayı hoşnutsuzluğa sebep olacak uygulamalar yapıldığı da düşünülmüştür. Wellhausen, haraç ve cizye arasında ta ki Haccâc’ın bu konudaki reformuna kadar ayrım olmadığını, Haccâc’la birlikte cizyenin başa, haracın ise toprağa bağlandığını ifade etmektedir. Bu durumda ihtidâ eden bireyden cizye düşecek fakat haraç devam edecekti. Ona göre, Nasr döneminde ise arazi vergisinin ister müslüman ister gayri müslim olsun toprak sahibi herkesten alınması hükmü getirildi. Baş vergisi ayrıldı ve yeni ihtidâ eden bireylerden alınmamasına karar verildi. Sadece Zerdüştler, Hristiyanlar ve Yahûdîlerden alınacaktı (Wellhausen, 1963, s. 133).

Wellhausen cizye ve haracın arasında belirli bir fark olmadığını, bir düzenlemenin ancak sonradan yapıldığını söylerken Dennett buna karşı çıkmakta ve Hz. Ömer zamanından beri haraç ve cizye arasında bir ayrım bulunduğunu söylemektedir (Dennett, 1939, ss. 68– 69). Zaten Dennett ne cizyenin ihtidâya sebebiyet verecek kadar ağır bir vergi olduğunu ne de bu konuda yapılan reformların işe yaramadığını düşünür. Ona göre Ömer b. Abdülazîz ve Nasr b. Seyyâr halkı memnun edecek gerekli kararları almıştır.

Bu açıdan düşünüldüğünde Haccâc’ın vergi düzenlemesinin mühtedîler açısından menfi, Ömer b. Abdülazîz ve Nasr b. Seyyâr’ın vergi düzenlemelerinin ise müspet olduğunu söyleyebiliriz. Haccâc’ın, vergiden kaçmak için toprağını bırakıp kente yerleşen köylüleri köylerine geri gönderip, üzerlerine yeniden vergi yükleyip ve kente göçü de yasak ettiği düşünülmektedir. Guzmán ise ihtidâ edip Haccâc’ın yanına gelen mühtedîlerin Haccâc tarafından İslâm’a girişlerinin kabul edilmediğini, üzerlerinden cizye kaldırılmayıp köylerine geri gönderildiğini söylemektedir. Her iki durumda da Haccâc’ın reformunun halkta hoşnutsuzluğa sebep olduğu muhakkaktır. Ömer b. Abdülazîz ve Nasr b. Seyyâr’ın düzenlemeleri ise ihtidâ edenlerden cizye vergisinin alınmamasına, cizyenin yalnızca gayri müslimlerden alınmasına yöneliktir. Ömer b. Abdülazîz’in devlet gelirlerini azalttığı, Nasr b. Seyyâr’ın reformunun ise geç kalınmış bir hamle olduğu düşünülmektedir. Yani özellikle mevâlî tezini destekleyen tarihçilere göre iki düzenleme de işe yaramamıştır.

Son olarak, mevâlînin siyasî ve ekonomik hoşnutsuzluğu bir de onların divana katılamamaları, yani savaşçı olsalar dahi atâ denen ödemeden alamamaları sebebiyle olmuş olabileceği tartışılmıştır. “Hz. Ömer’in kurduğu divan teşkilâtında feyden

müslümanlara yılda bir defa dağıtılan paraya, Emevî ve Abbâsîler zamanında ise

askerlerin maaşlarına verilen ad” olarak açıklanan atâ88 ödemelerinin gayri Arap

müslüman savaşçılar arasında zaman zaman hoşnutsuzluğa sebep olduğu bilinmektedir. Van Vloten, bu ödemenin yıllık bir kere yapıldığını ve divanda kayıtlı her müslümana yaptığı askerî hizmetlere karşılık olmak üzere olduğunu söylemektedir. Hz. Ömer zamanında mevâlîye ayrım yapılmadığını ancak onların sayısının bu dönemde oldukça az olduğunu söylemektedir. Fakat mevâlîden de ancak fetihlere yardımcı olmuş dihkanların ödemeden aldığı görüşündedir. Belâzürî’nin eserinden yaptığı bir çıkarımla, o dönemde Arapların ganimetlerini yabancı mühtedîlerle paylaşmaya gönüllü olmadığını söylemektedir (Van Vloten, 1986, s. 26). Van Vloten gibi atâ ödemelerinin mühtedîlere yapılmadığını, bunun da hoşnutsuzluğa sebep olduğunu söyleyen araştırmacılar da vardır. Hatta Sharon, Muhtâr’ın isyanını ele aldığı bölümde onun mühtedîleri atâ ödemesi vaadiyle isyanına katılmaya ikna ettiğini söylemektedir (Sharon, 1983, ss. 105–111). Atâ ödemesinden doğan ve mevâlîyi olduğu kadar Arapları da ilgilendiren

hoşnutsuzluklar çalışmalarda karşımıza çıksa da89 Emevîler’in iktisadi politikalarından

doğan hoşnutsuzluk konusundaki genel kanı bunun haraç ve cizye politikası sebebiyle olduğu yönündedir. Değerlendirmelerine baktığımızda Emevîler’in mevâlî politikaları konusundaki görüşleri onların savundukları temel görüşlerle uyumluluk göstermektedir.