• Sonuç bulunamadı

Verimsiz Toprak veya Kâfir, Münâfık, Kötü Ruhlu İnsan

HABÎS KAVRAMININ LÜGAVÎ VE KUR’ÂNÎ TAHLÎLİ

A. KUR’ÂN’DA HABÎS VE TÜREVLERİ

7. Verimsiz Toprak veya Kâfir, Münâfık, Kötü Ruhlu İnsan

Kur’ân-ı Kerîm’de; düşündürme, hatırlatma, öğüt verme, duygulandırma, ibret verme ve böylece insanları iyiye, güzele, doğruya, hayrı ve faydası çok olana yönlendirme amacıyla değişik yöntemlere başvurulmaktadır. Bu yöntemlerden biri de temsîl (mesel, örnek, delil) getirmedir. Bu yöntemin, “İnsanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar.”

şeklindeki gerekçesini de bize bizzat Kur’ân-ı Kerîm bildirmektedir.242

“Hubs (habâset)” ve “tîb (tâb)” köklerinden türemiş kelimelerin kullanıldığı bir âyette bu yönteme başvurulmaktadır ki konu bakımından asıl dikkat çekici olan, işaret

238 “Zinâkâr, ancak bir fâhişe veya putperest bir kadınla evlenmek ister. Fâhişeyi de ancak bir zinâkâr veya putperest nikâhlamak ister. Böyle bir evlilik mü’minlere haram kılınmıştır.”

239 Râzî, a.g.e., XXIII, 195-196.

240 Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3493-3495.

241 Bkz: Mâverdî, a.g.e., IV, 84-85.

242 “Gerçekten Biz, insanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar diye bu Kur’ân’da, her türlüsünden temsiller getirdik.” (ez-Zümer 39/27)

159 edilen köklerden müştak kelimelerin kullanılmasıdır. Çünkü âyette asıl maksada ilgili kelimelerle dikkat çekilmektedir. İlgili âyette mealen şöyle buyurulmaktadır:

“Toprağı verimli, güzel bir diyarın (el-beledü’t-tayyib) bitkisi, Rabbinin izniyle yeşerip çıkar. Çorak, verimsiz olan bir yerin (ellezî habüse) bitkisi ise çıkmaz, çıkan da birşeye yaramaz. İşte şükredecek kimseler için Biz, âyetleri böyle farklı üsluplarla tekrar tekrar açıklarız.”243

Birinci Bölüm’de de üzerinde durulduğu gibi âyette geçen “el-beledü’t-tayyib”

ifadesi, gerçek anlamda olmak üzere, “verimli toprak, arazi”244 gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Müfessirlere göre, yukarıdaki mealde “çorak, verimsiz olan bir yer”

şeklinde ifade edilen “ellezî habüse” ifadesi ise âyette zikredilmeyen “el-beled”

kelimesinin sıfatı durumundadır. Bu durumda -mevsûfuyla birlikte söylendiğinde- ifade;

“el-beledü’l-lezî habüse” şeklinde olmakta245 ve gerçek anlamda olmak üzere, “verimsiz, çorak ve tuzlu torak, arazi”,246 “bir şeylerin bitmesini engelleyen, hiçbir faydası bulunmayan çok az miktardaki birşeyin güç ve zahmetle çıktığı sert toprak, arazi”,247

“toprağında taş ve diken bulunan arazi”,248 “ateşle yakılmış gibi simsiyah taşlarla kaplı, toprağı hiçbirşey bitirmeyecek kadar tuzlu arazi”249 gibi anlamlar taşımaktadır.

Başvurulan kaynakların neredeyse tamamında, âyette bir temsîl getirildiğinden bahsedilmektedir. Buna göre “mü’min”, yağmur aldığı zaman bol ve kaliteli ürün veren verimli toprak gibi; “kâfir” ise ne kadar yağmur alırsa alsın faydalı hiçbirşey bitirmeyen hatta insanlara zararı dokunacak diken, çalı-çırpı, çer-çöp gibi şeyler bitiren, çorak, verimsiz, taşlı ve tuzlu toprak gibidir. Nitekim mü’min, Kur’ân’ı (vahyi) işittiği zaman iman ile faydalanır. Kâfir ise Kur’ân’ı (vahyi) işitse bile iman edip bundan faydalanmaz.250

243 el-A’râf 7/58.

244 Mâverdî, a.g.e., II, 232; Râğıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 527; Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 452; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, II, 344; Kurtubî, a.g.e., VII, 231; Beydâvî, a.g.e., II, 243; Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 497;

Fîrûzâbâdî, Basâir, III, 532; Bursevî, a.g.e., III, 181; Abduh-Rızâ, a.g.e., VIII, 482; Bilmen, a.g.e., II, 1033-1034.

245 Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 452; Râzî, a.g.e., XIV, 151-152; Nesefî, a.g.e., IV, 194; Abduh-Rızâ, a.g.e., VIII, 482.

246 Mukâtil b. Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, s. 128; Semerkandî, a.g.e., II, 400; Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 452; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, II, 344; Nesefî, a.g.e., IV, 194.

247 Mâverdî, a.g.e., II, 232.

248 Kurtubî, a.g.e., VII, 231.

249 Bursevî, a.g.e., III, 181. Ayrıca bkz: İbn Kesîr, a.g.e., III, 430; Abduh-Rızâ, a.g.e., VIII, 482; Bilmen, a.g.e., II, 1033-1034.

250 Mukâtil b. Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, s. 128; Tefsîr-i Kebîr, II, 28; Taberî, a.g.e., X, 256-258;

Mâtürîdî, a.g.e., IV, 466; Semerkandî, a.g.e., II, 400; Mâverdî, a.g.e., II, 232; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-A’yüni’n-Nevâzir, s. 271; Zâdü’l-Mesîr, II, 344; Râzî, a.g.e., XIV, 150; Kurtubî, a.g.e., VII, 231;

160 İbn Abbâs, el-Hasen, Mücâhid, Katâde ve Süddî’nin bu görüşte olduğu söylenmektedir.251 Mesela Alî b. Ebî Talha’nın rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: “Yüce Allah bu âyeti mü’min ve kâfirin durumuna misal olarak zikretmiştir.”252 Yine kaynaklarda bildirildiğine göre Katâde ise bu âyet hakkında şöyle demektedir: “Allah’tan ecrini umarak, nâfile olarak amelde bulunan mü’mine ve ecrini Allah’tan ummayan münâfığa dair bir örnektir.”253

Yine zikredilenlerle aynı anlamda olmak üzere, Ebu’l-Leys es-Semerkandî (v.

375/985) de diyor ki: “Bu âyette büyük ibretler vardır. Toprağı yumuşak, münbit, suyu tatlı olan bir arazinin bitirmiş olduğu meyveler, sebzeler, hubûbât, mahsûlât bereketli ve lezzetli olur. Çorak bir arazinin mahsulü ise kıt ve sevimsiz olur. Mü’min, münbit bir arazi misali, kâfir de çorak arazi gibidir. Münbit arazi yağan yağmurdan istifade ettiği gibi, mü’min de kendisine yapılan öğüt ve nasihatten istifade eder, ahlâkı güzelleşir, imanı artar, herkes kendisinden faydalanır. Kâfir de çorak arazi gibidir. Kimse kendisinden istifade edemez, herkese şerri dokunur. Çorak araziden istifade edilmediği gibi, kâfirden de asla istifade edilmez…”254

Müfessirlerin bu yaklaşımı, Hz. Peygamber’in Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’den rivâyet edilen ifadeleriyle örtüşmektedir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın benim aracılığımla gönderdiği hidâyet ve ilim bol yağmura benzer. Bu yağmur bazen toprağın öyle bir kısmına isabet eder ki bu kısım bereketlidir, suyu kabul eder, çayır ile bol ot yetiştirir. Bir kısmı da bir kayalık gibi olup suyu üstünde tutar da Allah insanları onunla faydalandırır. Bu sudan hem içerler hem de hayvanlarını sularlar, ekin ekerler. Diğer bir kısmı ise düz ve kaygandır. Ne suyu tutar, ne çayır bitirir. Allah’ın dinini anlayıp da Allah’ın benim aracılığımla gönderdiğinden yararlanan, bunu öğrenen ve öğreten kimse ile bunu duyduğu vakit kibrinden kafasını kaldırmayan ve Allah’ın benim aracılığımla gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kişinin örneği işte budur.”255

Râzî ise ilgili âyet hakkında iki görüşün varlığından söz etmektedir. Bu görüşlerden ona göre de meşhur olan birinci görüş yukarıda zikredilendir. Yani âyette mü’min ve kâfir Süyûtî-Mahallî, a.g.e., s. 158; Bursevî, a.g.e., III, 181; Bilmen, a.g.e., II, 1033-1034; Havva, a.g.e., V, 184-185; Sâbûnî, a.g.e., I, 419; Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Vecîz, II, 32; Karaman ve diğerleri, a.g.e., II, 539.

251 Bkz: Mâverdî, a.g.e., II, 232.

252 İbn Kesîr, a.g.e., III, 430. Ayrıca bkz: Abduh-Rızâ, a.g.e., VIII, 482.

253 Kurtubî, a.g.e., VII, 231.

254 Semerkandî, a.g.e., II, 400.

255 Buhârî, İlim, 20 (79).

161 için temsil getirilmiştir. İkinci görüşü ise Râzî şu şekilde bildirmektedir: “Bu âyetten murad, mü’min ve kâfirin temsil yoluyla anlatılması değildir. Aksine bundan murad,

‘Verimsiz toprağın faydası ve meyvesi az olmasına rağmen sahibi onu ihmal etmez; bilakis ondan menfaatine uygun şeyleri elde etmek ümidiyle onu ıslah etme hususunda kendini yorar. Binâenaleyh, büyük bir meşakkatle bu önemsiz faydayı elde etmek isteyen kimsenin, ahirette va’dedilen büyük fayda ve menfaatleri, tâatleri gerçekleştirme hususunda mutlaka çekilmesi gereken bir meşakkate katlanması haydi haydi uygun olur.’

şeklindedir.”256

Râzî’nin zikrettiği bu ikinci yoruma göre ise âyette geçen “el-beledü’t-tayyib” ile

“âhiret yurduna; oradaki sayısız hoş ve güzel nimete; bunları elde edebilmek için yerine getirilmesi gerekli olan görev ve sorumluluklara, çaba ve gayretlere, katlanılan tatlı sıkıntı ve zorluklara”, “el-beledü’l-lezî habüse” şeklinde ifade edilen terkiple257 de “gerçek anlamda olmak üzere, verimsiz, çorak toprağa; mecâzî olarak da dünya hayatına, oradaki sayısı ve faydası sınırlı nimetlere, az ve sonlu bir menfaat için çekilen sıkıntı ve eziyetlere”

dikkat çekilmektedir.

Râzî’nin iddiasına göre aynı zamanda bu âyet, sa’îd (cennetlik) olanın şakîye (cehennemlik); şakî olanın da sa’îde dönüşemeyeceğine işaret etmektedir. Çünkü ona göre bu âyet, ruhların şu iki kısma ayrıldığını göstermektedir: Birincisi; esas cevheri itibariyle temiz, kötülükten arınmış, mahiyetindeki gerçeklikten ötürü hakkı, amel etmek için de hayrı öğrenmeye müsait olan ruhtur. İkinci kısımdaki ruh ise esas cevheri itibariyle kaba, bulanık, hakiki bilgileri ve üstün huyları çok yavaş kabul edebilen ruhtur. Bu tıpkı bazı toprakların çorak ve bozuk olması gibidir. O çorak ve verimsiz arazilerde, verimli arazilerde meydana gelen çiçek ve meyvelerin elde edilmesi mümkün olmadığı gibi, aynı şekilde saf, temiz ruhlarda meydana gelen yakînî bilgiler ile üstün huyların kaba, bulanık ve ahmak ruhlarda bulunması imkânsızdır. Râzî’nin bildirdiğine göre, Mâide Sûresi 83 ve 84. âyetler,258 özellikleri birinci kısımda bildirilen ruhlarla; Bakara Sûresi 74. âyet259 ise özellikleri ikinci kısımda bildirilenlerle ilgilidir.260

256 Râzî, a.g.e., XIV, 150.

257 Yukarıda da belirtildiği gibi müfessirlere göre, bu terkipte geçen, mevsûf konumundaki “el-beled”

kelimesi hazfedilmiştir, bu kelime âyette yer almamaktadır. Âyette geçen ilgili ifade aslen “ellezî habüse” şeklindedir.

258 “Peygambere indirilen Kur’ân’ı dinledikleri vakit, onda âşina oldukları gerçeği bulmaları sebebiyle gözlerinin yaşla dolup taştığını görür ve şöyle dediklerini işitirsin: İman ettik Rabbena! Bizi de hakka

162 Râzî’nin iki insan tipi hakkında verdiği bilgiler konuya bakan yönüyle dikkat çekicidir. Çünkü o, açıklanmak istenen A’râf Sûresi 58. âyetteki ilgili ifadelerden hareketle bu izahlarda bulunmuştur. Başka bir ifadeyle, Râzî’nin birinci kısımda bildirdiği özellikteki ruha sahip insanlar, “el-beledü’t-tayyib” ifadesine; ikinci kısımdaki vasıflarla donanmış ruha sahip insanlar ise “el-lezî habüse” ifadesine karşılık gelmektedir. Esasında bu yaklaşım, “tîb (tâb)” ve “hubs (habâset)” köklerinin Kur’ân-ı Kerîm’de yüklendiği görevleri ve anlamları göstermektedir.

Dikkat çekilen yorum ve rivâyetler gösteriyor ki âyette kullanılan “hubs (habâset) kökünün türevi ile “çorak, verimsiz, faydalı hiçbir şey bitirmeyen, tuzlu, siyah taşlarla kaplı toprak; kâfir; münâfık; kaba, bulanık, ahmak, hak ve hakikati öğrenmeye kapalı, her türlü ahlaksızlığı görev bilen insan” gibi anlamlara dikkat çekilmekte, bu anlamların zıddı için de “tîb (tâb)” kökünün türevleri kullanılmaktadır.