• Sonuç bulunamadı

Gönül Hoşluğu İle Bağışlanan Mehir

A. KUR’ÂN’DA TAYYİB VE TÜREVLERİ

6. Gönül Hoşluğu İle Bağışlanan Mehir

Mehir (mehr), sözlükte “ücret” manasına gelmektedir. Bir fıkıh terimi olarak ise, evlilik esnasında ödenen para veya malı ifade etmektedir.347

Kur’ân-ı Kerîm’de kendileriyle evlenilen kadınlara mehirlerinin verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Mesela bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa onu içinize sine sine afiyetle yiyin.”348

Âyete göre erkeklerin, evlenecekleri kadınlara verdikleri mehirden faydalanması, kadınların bu mehri ancak gönül rızasıyla bağışlaması durumunda mümkün olabilmektedir.

Hem âyetin genel muhtevasının doğru anlaşılmasını sağlayacak olması, hem de konumuzun odak noktasını oluşturması bakımından burada, “evlenilecek olan kadınların mehrin bir kısmını gönül rızasıyla bağışlaması” mealindeki ifadeden maksadın ne olduğu üzerinde özellikle durulacaktır.

Müfessirlere göre “ًْاس فَن ُْه نِّم ٍْئَش ْ نَع مُكَل َْن بِّط ْ نِّاَف/Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa” ifadesindeki “ًْاس فَن” kelimesi, temyiz olduğu için mansûptur.

Buna göre mana ve takdir “قادَّصلا نمئشنع مكلنهُسفنأ تباط/Eğer onların nefisleri, gönül hoşluğu ile sizin için mehrin bir kısmından vazgeçerse” şeklinde olur. Ama âyette fiilin fâili olan “سفنلأا/nefisler” kelimesi, bizzat “َْن بِّط” fiilindeki “ن” harfi olmuş, böylece de

“سفن” kelimesi temyîz olarak getirilmiştir. Nitekim Araplar, “اهجو ْ نسح تنَا/Sen yüz bakımından güzelsin.” derler. Aslında güzel olmak fiilinin fâili “هجو/yüz” kelimesidir.

Ama güzel olmak işi yüzün sahibine nisbet edilince “هجو/yüz” kelimesi, fiilden dolayı

346 Bkz: Râzî, a.g.e., IX, 179.

347 Aydın, M. Âkif, “Mehir”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, C. XXVIII, Ankara, 2003, s. 389.

348 en-Nisâ 4/4. Benzer âyetler için bkz: el-Bakara 2/236-237; en-Nisâ 4/24-25; el-Mâide 5/5.

70 temyîz olarak ifade edilmiştir. Benzer bir kullanım da Hûd Sûresi 77. âyette şu şekilde yer almaktadır: “ًْاع رَذ مهب قاضو مهب ئيِّس/O (Lût) fena halde sıkıldı, onların yüzünden göğsü daraldı.” Anlaşıldığı üzere aslında bu cümledeki fâil de “ْ ع رَذ” kelimesidir. 349 Müfessirlerin bu açıklamalarına göre denilebilir ki âyetteki “َْن بِّط” kelimesi “evlenilecek kadınların, gönül hoşluğu ile bir şeyden vazgeçmesi, bir şeyi isteyerek terk etmesi”

anlamında kullanılmıştır. Nitekim müfessirler, “ًْاس فَن ُْه نِّم ٍْئَش ْ نَع مُكَل َْن بِّط ْ نِّاَف” ifadesinin içerdiği genel mananın şu şekilde olması gerektiğini belirtmişlerdir: “Eğer onlar, onlarla geçimsizliğiniz veya huysuzluk yapmanız bunun sebebi olmaksızın, mehirlerinden bir kısmını gönül hoşluğu ile size bağışlarlarsa, onu yiyin ve harcayın”. Yine onlara göre âyette bu konuda ihtiyatlı davranmanın gerektiğine dair bir işaret vardır. Çünkü Yüce Allah, şartı gönül hoşluğunun olmasına bağlayarak, “gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa” buyurmuş fakat “eğer size hibe eder ve cömert davranırlarsa” dememiştir. Bu, burada, o kadının bizzat kendisinin o bağışladığı şeyden gönül hoşluğu ile ayrıldığını bildirmedir.350

İbn Abbas ise âyetin ilgili kısmını “bir zarar verme ve aldatma olmaksızın verirlerse” şeklinde açıklamaktadır.351

YineMuhammed Abduh ve M. Reşîd Rızâ da diğer tefsircilere yakın yorumlarda bulunmaktadır. M. Reşîd Rızâ’ya göre âyette, mehrin bir kısmını, hatta hepsini verme hususunda kadınların gönülleri rahat ise ve herhangi bir kötü muamele veya aldatıp, kandırıp, utandırma suretiyle bir baskı yahut tehdit söz konusu olmaksızın verirlerse onun afiyetle yenilebileceğine değinilmektedir. Muhammed Abduh ise der ki: “Erkeğin, karısının malından herhangi bir şey yemesi caiz değildir ancak kadının, onun yemesine gönülden razı ve memnun olduğunu bilirse o zaman yiyebilir. Dolayısıyla karısından bir şey istese ve kadın da utandığı için yahut korktuğu için, istediği şeyi ona verse helâl olmaz.”352

Görüldüğü gibi müfessirlerin âyetin ilgili kısmına yönelik yorumları, “tıbne” (tâbe) fiilinin anlamının ne olduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: Kadınlar, erkeklerin geçimsizliği, huysuzluğu, tehdidi, utandırması, aldatması, zarar vermesi, korkutması sebebiyle değil;

349 Bkz: Ferrâ, a.g.e., I, 256; Taberî, a.g.e., VI, 385; Râzî, a.g.e., IX, 188.

350 Râzî, a.g.e., IX, 188. Ayrıca bkz: Zemahşerî, a.g.e., II, 18-19; Bursevî, a.g.e., II, 164.

351 Bkz: Taberî, a.g.e., VI, 384.

352 Bkz: Abduh-Rızâ, a.g.e., IV, 376-377.

71 maddî ve manevî hiçbir etki altında kalmadan bizzat kendileri istedikleri için mehirlerinin bir kısmını bağışladığı takdirde erkeklerin ondan yemesi helâldir. Çünkü kadının mehir üzerindeki mutlak tasarrufu ancak böyle rahat bir ortamda mümkün olabilmektedir.

Âyette, mehrin erkeğe helâl olması için kadının mehrinden vazgeçtiği andaki psikolojisinin nasıl olması gerektiği “tıbne” (tâbe) fiiliyle bildirilmektedir ki bu da “tayyib” ve türevlerinin ne türden olumlu anlamlar çağrıştırdığını göstermesi bakımından önemlidir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki Yüce Allah “Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa onu içinize sine sine afiyetle yiyin.” buyruğu ile kadının gönül hoşluğu ile mehri terk etmesi halinde dahi, erkeğin o mehri vermesi gerektiği zannına kapılmasını önlemeyi amaçlamaktadır.353 Zaten nakledildiğine göre bazıları eşlerine ödedikleri mehirden kendilerine herhangi birşeyin geri dönmesinden çekinmiş ve buna yanaşmak istememişlerdir. Bunun üzerine “Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa onu içinize sine sine afiyetle yiyin.” âyeti nazil olmuştur.354 Âyetin, erkekleri uyarı maksadıyla indiğini bildiren bu rivâyet, “tıbne” (tâbe) fiilinin de anlamına yönelik ipuçları bulundurmaktadır. Şöyle ki, bu fiil kadınların mutlak bir gönül rızasıyla mehirlerini bağışladığını bildirmektedir. Kadınlar bu şekilde bağışta bulundukları sürece kocaların bu mehirden faydalanması caizdir. Yoksa kadınların bu ruh hali içinde olmaksızın bağışladığı mehirlerin erkekler tarafından yenilmesinde sakınca olmadığının bildirilmesi söz konusu olamaz.

Âlimlerin kimisi, “Kadın önce bağışlar, sonra da onu geri isterse, onun, gönül hoşluğu ile bağışlamadığı anlaşılmış olur.” demişlerdir. Mesela Şâ’bî’nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: “Bir kadın, kocasıyla birlikte, kocasına bağışlamış olduğu şeyi geriye istediği için Kadı Şureyh’e başvurmuşlar; Kadı Şureyh kocanın aleyhine olmak üzere,

“Onu kadına geri ver.” hükmünü verince adam, “Yüce Allah, ‘Birazını gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa…’ buyurmamış mıdır?” şeklinde itirazda bulunmuştur. Bunun üzerine Kadı ise “Eğer kadın bunu gönül hoşluğu ile bağışlamış olsaydı bundan caymazdı.” cevabını vermiştir.”355

Bu rivâyete göre, birşeyin gönül rızasıyla bağışlanmış olduğunun anlaşılması, kadının o bağışladığı şeyi geri istememesiyle mümkün olabilmektedir. Buna göre âyetteki

353 Bkz: Râzî, a.g.e., IX, 188.

354 Bkz: Kurtubî, a.g.e., V, 25. Ayrıca bkz: Bursevî, a.g.e., II, 164.

355 Bkz: Râzî, a.g.e., IX, 189. Ayrıca bkz: Zemahşerî, a.g.e., II, 18-19.

72

“tıbne” (tâbe) kelimesinin içerdiği anlam “bir şeyi maddî ve manevî bir baskı altında kalmadan bağışlamak ve bağışlanan o şeyi asla geri istememek” şeklinde olacaktır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki âlimler, kendisi adına tasarrufta bulunma imkânına sahip kadının mehrini kocasına bağışlaması halinde, bu bağışın gerçekleşeceği ve kadının artık bu bağıştan vazgeçme hakkının olamayacağı üzerinde ittifak etmişlerdir. Meselâ İbnu’l-Arabî, Kadı Şureyh’in açıklamasının bâtıl olduğunu söylemektedir. Çünkü kadın gönül hoşluğu ile bağışlamış, adam da yemiştir. Artık kadının bu konuda söyleyecek sözü kalmamıştır.356

Özetle; mehrin kocaya bağışlanması câizdir ancak bu konuda maddî veya manevî bir baskı yapılmayacak, bağışlama mutlak manada gönül rızasına dayanacaktır. Bu konuda titiz davranan bazı müçtehitler dilediği zaman kadının bağışladığı mehri geri isteyebileceğine hükmederken “rızanın devamlı olmasını” şart koşmuş gibidirler.357