• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.5. VERİLERDEN ELDE EDİLEN TEMALAR VE BULGULAR

TÜSİAD raporları, temel kamu politikaları göz önünde bulundurularak tematik içerik analizi ile incelenmiştir. Bu analize ilişkin elde edilen bulguların teması; ekonomi politikaları, kamu yönetimi reformları, adalet politikaları, yerel yönetim reformları, eğitim politikaları, kadın çalışmaları, tarım politikaları ile sağlık politikalarından oluşmaktadır. Bu temalar, araştırma bulguları içerisinde başlık ve alt başlık olarak gösterilmiştir. Başlık ve alt başlık belirlemesi, NVivo 10 programında raporların kodlanması sonucu ortaya çıkmıştır.

Tematik içerik analiz çerçevesinde, TÜSİAD raporlarında sıklıkla kullanılan kelimeler ortaya çıkarılmış ve bu bulguda raporlarda en sık geçen 100 kelime bulunmuştur. Örneğin, en çok kullanılan kelimenin ‘kamu’ olması, TÜSİAD raporlarının kamusal alana dair bilgi üretmeye çalıştığını kanıtlar niteliktedir denilebilir.

Aynı zamanda bu göstergenin, TÜSİAD’ın kamu politikalarını düzenleme ya da değiştirme amacını da yansıtmakta olduğu iddia edilebilir. Bununla birlikte analiz kapsamında, raporlarda geçen kelimelerin birbirleriyle ilişki biçimlerini ortaya koyan ve kodlamalarda hangi kelimelerin birlikte kullanıldığını gösteren ‘kelime bulutu’ ve

‘kümeleme analizi’ de yapılmıştır. Böylece kullanılan verilerin, birden fazla analiz

150

biçimiyle incelenmesi, nitel araştırmada araştırmanın güvenilirliğini artırmıştır. Bununla birlikte seçilen 68 adet rapor,125 yönetişim ilkeleri doğrultusunda ayrıca analiz edilmiştir. TÜSİAD, yönetişim kodlarıyla çalışan bir kuruluş olduğundan dolayı raporlarda bu ilkelerin ağırlığı ölçülmeye çalışılmıştır. Yönetişim kodları çerçevesinde de aynı raporlar, NVivo 10 programı ile analize alınmıştır. Bu analizden elde edilen bulgular tezin ek- 5 kısmında detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Özellikle, TÜSİAD raporlarında bazı başlıklarda kullanılan kelimeler bu anlamda dikkat çekmiştir. Örneğin ilk kez ‘reform’ kelimesi 2002 yılında TÜSİAD tarafından başlık konusu edinmiştir. Bu tarih aynı zamanda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin reformcu kimliğiyle iktidara geldiği yıla da işaret etmektedir. Bu iddiayı destekler nitelikte ilk kez; 2003 yılında

‘etik’, 2006 yılında ‘sürdürülebilirlik’, 2007 yılında ‘yönetişim’ ve ‘e-devlet’, 2013 yılında ‘yapısal değişim’ ve 2016 yılında ‘dijital’ kelimelerinin rapor başlığı olarak seçilmesi, iktidar değişiminde reform pratiklerinin, sahada söylemsel olarak da kullanıldığını göstermiştir.

3. 5. 1. Ekonomi Politikaları Kapsamında KİT ve Özelleştirme Uygulamaları TÜSİAD, 1980’lerin başında Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ve özelleştirme uygulamalarına ilişkin oldukça detaylı raporlar yayınlamıştır. Bu kapsamda KİT’lere dair ilk rapor, 1981 yılındaki “KİT Raporu” başlıklıdır. Bu raporda KİT’lere yönelik sorunlar ve çözümler ele alınmıştır. Türkiye’de devletçiliğin ağır bastığı 1930’lardan itibaren KİT’ler, iktisadi hayatın gelişiminde araç olarak kullanılmış ve devletin de bu sayede kalkınma sürecinde rolü artmıştır. Aynı zamanda temel mal ve hizmetler, KİT’ler tarafından sağlanarak özel sektörün gelişimi de desteklenmiştir. 24 Ocak 1980 kararları sonrası serbest piyasa ekonomisine geçişle beraber yaşanan ekonomik dönüşüm KİT’lere de yansımıştır (Övgün, 2009: 122). Bu sebeple KİT’ler, hükümetler

125 Tez kapsamında analize tabi tutulan TÜSİAD raporları başlık halinde tezin ek- 5 kısmında yer almaktadır.

151

tarafından da çoğu zaman dikkat çekici bir alan olarak görülmüş ve bu kapsamda KİT’lere ilişkin yasal değişiklikler126 yapılmaya çalışılmıştır.

TÜSİAD ekonomi politikaları ekseninde, KİT raporlarına ilişkin, daha çok sorun odaklı bir değerlendirme oluşturmuştur. TÜSİAD bu kuruluşların temel sorununu, bir mülkiyet sorunu olarak değil de bir üretim- yönetim sorunu olarak ele almıştır. Bu sorunun giderilmesi için ise özelleştirmeyi işaret etmiş ve bu şekilde KİT’lerin daha rasyonel ve modern bir yapıya bürünebileceği iddia etmiştir. TÜSİAD 1981 yılındaki raporda, 1975- 1978 tarihlerinde KİT’lerin sürekli olarak zarar ettiğini, 1979- 1980 dönemlerinde ise ciddi bir kar sağladığı iddia etmiştir. Ancak yine bu raporda, KİT’lerin dönem sonu net- karar zararı incelenmiş ve sadece 1971 ve 1972’de çok küçük karlar elde ettikleri, sonrasında ise sürekli zarar artışında oldukları TÜSİAD tarafından tespit edilmiştir. Raporda özelleştirmeler yoluyla gerçekleşen olumlu uygulamalar olarak, Japonya (Nippon Telegraph and Telephone, Japan National Railways ve Japan Tobacco ve Japan Airlines hisse senetlerinin satılması) ve Birleşik Krallık (British Telecom, British Aerospace ve Amersham International hisse senetlerinin halka satılması) örnekleri bu konuda emsal gösterilmiştir. Türkiye’de de Merkez Bankası ve Sümerbank bu şekilde değerlendirilebileceğini iddia etmiştir. Ancak özelleştirmeler yoluyla verimli hale getirilmeye çalışılan KİT’lerin ne denli verimli olduğu tartışma konusudur.

TÜSİAD bu konuda, sadece kar- zarar odaklı bir bakış sunmuştur.

TÜSİAD, KİT’lere ilişkin bir diğer sorunu, merkeziyetçilik kapsamında ele almıştır. Bu anlamda KİT’lerin; yatırım, istihdam, finansman ve fiyatlandırma konusunda kendi kararlarını alabilmelerinin önemli olabileceğini vurgulamıştır. Diğer bir ifadeyle, KİT’lerin karar alma işleyişinde, bir anlamda, yerelleşme vurgusu

126KİTlere yönelik 1938- 1984 yılları arasındaki bazı yasal düzenlemeler şunlardır:

- 1938 yılındaki 3460 sayılı Kanun

- 1964 yılındaki 440 ve 468 sayılı Kanunlar - 1983 yılındaki 2929 sayılı Kanun

- 1984 yılında 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname

152

yapmıştır. Bununla birlikte TÜSİAD çözüm geliştirmek için, KİT’lerin Avrupa Birliği ülkelerindeki uygulamalarını incelemiştir. Örneğin başarılı bir uygulama olarak Fransa’daki Renault Otomotiv Sanayi’de olduğu gibi, KİT’lere tam özgürlüğün (yönetsel ve finansal anlamda) tanınması ve keyfi ya da siyasal taleplerden uzak tutulması gerekliliğinin sorunu çözebileceğini belirtmiştir. TÜSİAD’ın çözüme ilişkin açıklamaları incelediğinde, sorunun ulusal tabanlı tanımlandığı ancak çözümün ise uluslararası tabanlı bir bakışla tanımlandığı iddia edilebilir.

1989 yılındaki “Sosyo- Ekonomik Konularda Üç Siyasi Partinin Programlarında Yer Alan ve Almayan Görüşler” başlıklı raporda da KİT’ler konusu işlenmiştir. Bu rapor, üç aşamalı olarak oluşturulmuştur:

1. Siyasi Partilerin (Sosyaldemokrat Halkçı Parti- SHP; Doğru Yol Partisi- DYP ve Anavatan Partisi- ANAP) programlarında yer alan söylemler,

2. Partilerin ekonomi konularından yetkili kişilerle yapılan derinlemesine görüşmeler,

3. İlk iki maddedeki bilgilerin yanı sıra, bütçe görüşmeleri ve çeşitli soru önergeleri gibi yazılı belgelerin içeri analizine tabi tutularak oluşturulmuştur.

Raporda, 1979- 1983 tarihleri arasında, KİT’lerin maden, demir-çelik, kimya ve elektrik gibi alanlarda hâkim durumda oldukları ve bunun yanında birçok alanda da tekel görünümü sergiledikleri belirtilmiştir. Bu hususta rapor, üç siyasi partinin (SHP, DYP ve ANAP) görüşlerini ele almıştır. Söz konusu partiler, KİT’leri verimli ve modern yönetimler olarak tanımlamışlar ancak bu konuda yapısal değişiklerin yapılmasını önermişlerdir. Bu kapsamda SHP, sanayileşme stratejisi programında, KİT’lerin hızlı bir sanayileşme için en güçlü araçlar olduğunu vurgulamış; DYP, kamu personeline odaklanarak hizmet kalitesini personel eksikliklerini gidermeye bağlamış ve ANAP ise KİT’lerin zamanla kademeli olarak özelleştirilmesini önermiştir. TÜSİAD,

153

bu raporunda KİT’lere ilişkin parti görüşlerine yer vererek bu konuda yapılması gereken düzenlemleri bir kez daha gündeme taşımaya çalışmıştır.

TÜSİAD’a göre piyasa ekonomisine geçiş için bir diğer temel unsur ise

“özelleştirme”127 olarak görülmüştür. Bu kapsamda TÜSİAD, 1986 yılındaki

“Özelleştirme- KİT’lerin Halka Satışında Başarı Koşulları” başlıklı raporu, sorunlar ve öneriler şeklinde raporlaştırılmıştır. Bu raporda, özelleştirme ile kaynaklar daha verimli kullanılacağından, serbest rekabet koşullarının da gelişeceği belirtilmiştir. TÜSİAD’a göre özelleştirme uygulamalarındaki temel sorun, Türkiye’de özelleştirme programı ve stratejisinin kamuoyuna bütün yönleriyle açık ve net bir şekilde sunulmadığından kaynaklanmaktadır. Buna yönelik olarak yürütülen çalışmaların da kamuoyuna aktarılmamasından bahsetmiştir. Örneğin, özelleştirme hazırlık çalışmalarını yürütmekle görevlendirilen Morgan Guaranty Bank’ın hazırlamış olduğu master planın ve bunun dışında tekstil, gübre ve çimento sektörlerinde ayrı ayrı yabancı danışman firmalara hazırlattırılan raporların, basında ve kamuoyunda yeterince tartışılmadığını belirtmişlerdir.

Ayrıca rapora göre, Türkiye’de özelleştirme ile ilgili olarak Anayasa’da mevcut hiçbir hukuksal norm bulunmamaktadır. Böyle bir eksiklik, özelleştirme uygulamalarının başarısını etkilemektedir. Bununla birlikte TÜSİAD, özelleştirme ile ilgili yasaların da iyi bir şekilde düzenlenmemiş olduğu ve önemli eksiklikler içerdiğini belirtmiştir. Örneğin, 3291 sayılı Özelleştirme Kanunu, Türkiye’de alışılagelmiş kanun yapımından farklı bir şekilde hazırlanmıştır. Bu kanun ile Merkez Bankası Kanunu,

127 TÜSİAD’ın 1986 yılındaki raporunda belirttiği özelleştirme amaçları:

- Serbest piyasa ekonomisini güçlendirmek, - Ekonomide verimliliği yükseltmek - Gelir dağılımını iyileştirmek, - Sermaye mülkiyetini tabana yaymak, - Sermaye piyasasını geliştirmek,

- Tasarrufların daha büyük oranda hisse senetlerine yönelmesini teşvik etmek şeklinde ele alınmıştır.

154

Bankalar Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunu’nun bazı hükümlerinde değişiklikler yapılmış, kanunun 13-16 maddelerinde ise özelleştirme ile ilgili hükümler yer almıştır.

Son derece önemli olan böyle bir konuda özelleştirme ile ilgili hükümlerin 4 madde içerisinde sıkıştırılmış olması, TÜSİAD açısından olumsuz değerlendirilmiştir. Buna karşın ise TÜSİAD tarafından hazırlanan özelleştirme raporunda, özelleştirme ile görevli idareye yön verecek çeşitli kesimlerden (işçi ve işveren sendikaları, üniversiteler, Sermaye Piyasası vb.) oluşan bir Danışma Konseyi’nin ya da Kurulu’nun oluşturulması önerisi yer almıştır. Ancak TÜSİAD’ın sunduğu bu öneri, hayata geçememiştir. TÜSİAD’ın özelleştirme konusuna verdiği ağırlığın, esasen bu konununun yönetişim uygulaması ile bağdaşmasından (Güler, 2011: 95) kaynaklandığı iddia edilebilir.

Özelleştirme konusundaki bir diğer rapor ise 1992 yılındaki “Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları” başlıklı rapordur. TÜSİAD, Türkiye’deki özelleştirme uygulamalarına ilişkin önerileri bu raporda, ABD örneği üzerinden açıklanmıştır.

ABD’de kamu hizmetlerinin önemli bir kısmının128 özel sektör eliyle yürütülmesi, bu örneklemin seçilme sebebi olarak gösterilmiştir. TÜSİAD’a göre, Türkiye’de özelleştirme uygulamalarında, örneğin 3291 sayılı kanunla tütün tekelinin kaldırılması önemli görülmüştür. Söz konusu kanunla, 1177 sayılı Tütün ve Tütün Tekeli Kanunu’nun 20., 21., 38., 41. ve 43. maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anavatan Partisi iktidara geldikten sonra ise özelleştirmeyle ilgili olarak 2983 sayılı kanunu 1984 tarihli yürürlüğe koymuştur. Bu kapsamda, özelleştirme hazırlık çalışmalarıyla ilgili olarak Turgut Özal başkanlığında kurulan hükümet, 15/3/1985 tarihinde iki ABD

128 Söz konusu raporda özellikle belediye hizmetleri bu konuda dikkate değer bir uygulama alanı olarak ele alınmıştır. ABD’de örneğin; sokak ve cadde düzenlemesi, hapishane hizmetleri, park alanı düzenlemesi, ambulans hizmetleri ve hatta çöp toplama hizmetleri dahi özel kesime devredilmiş durumdadır. Phoenix, Arizona gibi kentlerin özel itfaiye teşkilatları bulunmaktadır. Bunun dışında özelleştirme, California'nın 40 bin nüfuslu La Mirade kentinde o kadar ileri gitmiştir ki bu kentte devletin sadece 55 memur ve işçisi görev yapmaktadır. Bu kentte 60 değişik belediye hizmeti özel kesim tarafından yapılmaktadır.

155

(Morgan Guaranty Trust Company of New York, The First Baston Corporation) ve beş Birleşik Krallık firmasından (Morgan Grenfell and Co. Ltd.; J. Henry Schroder Wags and Co. Ltd.; N.M. Rotschild and Sons Ltd.; Lazard Brothers and Co. Ltd.; ve Chase Manhattan Ltd.) teklif talep etmiş ve gerçekleştirilen görüşmelerin ardından ise Morgan Guaranty Trust Company of New York firması ile DPT arasında 11/12/1985 tarihinde anlaşma imzalanmıştır.

3. 5. 2. Kamu Yönetimi Reformları Kapsamında Bürokrasi

Gelişmekte olan ülkelerde, ulusal ekonomik kalkınma, kamu yönetiminin etkinliği ve kalkınma hızı açısından önemli bir faktör olarak ele alınmaktadır.

Kalkınmanın dinamiği ise endüstrileşme ve kamu bürokrasisi ile ilişkilendirilmektedir.

Bu anlamda, TÜSİAD bürokrasi konusuna ilişkin iki adet rapor129 hazırlamıştır.

Raporlarda bürokrasideki temel sorunların sebebi, değişen hükümetlerin bürokrasiyi

‘bypass’ etmeleri ancak buna karşın sorunun temeline inmemeleri olarak gösterilmiştir.

Dolayısıyla TÜSİAD’a göre bürokrasiye yönelik reform çalışmaları, bu sebeple başarıya ulaşamamıştır. TÜSİAD’a göre başarısızlığın bir diğer sebebi ise kamu kurumlarının yeterince denetlenememesinden kaynaklanmaktadır.

Kamu yönetiminin denetlenmesine ilişkin olarak ilk defa 1809 Anayasası ile İsveç’te Ombudsmanlık Kurumu oluşturulmuştur. Buradaki yapılanmadan etkilenerek Ombudsmanı uygulayan ilk ülke ise 1919 yılında Finlandiya olmuştur. Esasen, Ombudsmanlık Kurumu nitelik olarak, Türk sistemine yabancı bir oluşum değildir.

Örneğin, Osmanlı yönetsel örgütlenmesindeki “Başkadı (Kadıasker/ Kazasker)”, İslam hukuku ilkelerinin hem devlet çalışanları çerçevesinde hem de Osmanlı tebasının kendi arasındaki ve devletle arasındaki temaslarda uygulanmasını gerçekleştirmek sebebiyle

129 1983 yılında “Kamu Bürokrasisi” ve 1997 yılında “Ombudsman- Kamu Hakemi Kurumu İncelemesi:

Devlette Bir Toplam Kalite Mekanizması Örneği” başlıklı raporlardır.

156

görevlendirilmiş bir birimdi. Diğer bir deyişle, Başkadı sisteminin, Osmanlı yönetiminin denetlenmesine yönelik bir uygulama olarak ele alındığı ifade edilebilir.

TÜSİAD 1983 yılındaki “Kamu Bürokrasisi” ve 1997 yılındaki “Ombudsman- Kamu Hakemi Kurumu İncelemesi: Devlette Bir Toplam Kalite Mekanizması Örneği”

başlıklı raporlarında, daha çok ülke incelemesi ve kamu denetçiliği uygulamaları anlatılmıştır. Bu raporlarda, Türkiye özelinde ombudsmanlık vari birkaç denetim (İdare Mahkemeleri, Meclis ve Cumhurbaşkanı) mekanizmasının olduğundan söz edilmiştir.

Ancak belirli bir kurum altında ve bağımsızlık- tarafsızlık ilkeleriyle işleyen bir kurumun olması gerekliliğinin altı çizilmiştir. TÜSİAD bu raporlarda, ilk kez, bakanlıkların işlemlerini şikâyet üzerine inceleyecek ve parlamentoya bağlı çalışacak, tarafsız bir organ kurulmasını önermiştir. Buna istinaden İskandinav Ombudsmanlık örneği önerisi, 1997 yılındaki raporda sunulmuştur. TÜSİAD’ın bu önerisinin hayata geçmesi ise 14/06/2012 tarihli ve 6328 Sayılı Kanun ile Kamu Denetçiliği kurulması ile gerçekleşmiştir.

3. 5. 2. 1. Düzenleme, Denetim ve Etik

TÜSİAD, kamu yönetimi alanında yapılacak düzenlemeleri, ilk olarak 1995 yılında “21.yy için Yeni Bir Devlet Modeline Doğru: Optimal Devlet” başlıklı raporunda detaylandırmıştır. Bu kapsamda TÜSİAD, Türkiye’de devletin yeniden yapılanmasına ilişkin yapılması gereken reformların iki önemli boyutu olduğunu iddia etmiştir. Bunlar; kamu ekonomisinin yeniden yapılanması ve kamu yönetiminin yeniden yapılanmasıdır. TÜSİAD bu raporda, devleti öncelikle siyasi ve iktisadi boyutlarıyla ele alarak bir açıklama zemini oluşturmaya çalışmıştır.

TÜSİAD, Türkiye’de devletin yapısı, işleyişi ve yönetiminin ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldığını ve mevcut sorunları çözüme kavuşturması gereken devletin, sorunları çözmek yerine sorunların doğrudan kaynağı olduğunu iddia etmiştir. 1995

157

yılında yayınladığı bu raporda TÜSİAD, devletin içerisinde bulunduğu bu sorunu çözebilmenin adresi olarak bir kurul yapılanmasını işaret etmiştir. Bu şekilde bir kurullaşma sayesinde, devlete ilişkin gerçekleştirilecek reform hamlelerinin yönünün belirlenebileceğini iddia etmiştir. Bu doğrultuda TÜSİAD, öncelikle Türkiye’deki kamu ekonomisinin başlıca sorunlarına130 değinerek devletin yeniden yapılanması reformunun, bir ‘Ekonomik ve Sosyal Konsey’ tarafından yapılması gerektiğinin altını çizmiştir. TÜSİAD, toplumun tüm kesimlerini temsil edecek bir Toplumsal Uzlaşma Konseyi (Ekonomik ve Sosyal Konsey) oluşturulmasını önermiştir. Siyasal iktidar ve bürokrasi dışında üniversiteler, meslek örgütleri, gönüllü kuruluşlar sendikaların da bu konsey bünyesinde temsil edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Böylece, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in bünyesinde oluşturulacak çalışma grupları, devletin yeniden yapılanması reformunun temel ilkelerini ve stratejik planlamasını gerçekleştirebilecektir. Diğer bir ifadeyle Ekonomik ve Sosyal Konsey’e verilen görev, esasen, devleti yeniden inşa etme projesidir denilebilir. Bu projenin temel felsefesinin ise vatandaşlar ile devlet arasında ‘yeni’ bir toplumsal sözleşmenin, diyalog ve uzlaşma ile hazırlanması ve yürürlüğe konulması anlamı taşıdığı ifade edilebilir. TÜSİAD’ın 1995 raporundaki bu önerisi ise 2001 yılında 4641 Sayılı Ekonomik ve Sosyal Konseyin Kuruluşu Çalışma Esas ve Yöntemleri Hakkında Kanun (Bu Kanunun amacı; ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, toplumsal uzlaşma ve işbirliğini sağlayacak,

130 TÜSİAD, kamu ekonomisinin başlıca sorunlarını; enflasyon, bütçe açığı, ağır vergi yükü, kayıt dışı ekonomi, borç yükü, KİT’lerin ekonomideki etkisi, belediye iktisadi teşebbüslerinin ortaya çıkardığı sorunlar, kamu ekonomisinde hizmet etkinliğinin (effectiveness) düşük olması, kamusal mal ve hizmetlerde maliyet etkinliğinin (efficiency) ve verimliliğin düşük olması, yerel yönetim sorunları ve aşırı genişlemiş devlet şeklinde açıklamıştır. TÜSİAD, kamu yönetiminin başlıca sorunlarını ise:

- Bürokratikleşme (bürokrasinin genişlemesi, kırtasiyecilik, gereksiz formaliteler, kuralcılık, yönetimde gizlilik ve örtbas, işlerin ağır yürümesi, verimsizlik, israf ve savurganlık, bürokratik güç ve yetkiyi devretmeme, personelin, araç, gereç ve hizmet ünitelerinin artması, vatandaşların yönetime ulaşmasındaki güçlükler, vb.)

- Aşırı merkeziyetçilik (karar alma ve uygulama yetkisinin merkezde toplanması, siya­ si-idari merkeziyetçilik; kamusal kaynakların merkez tarafından kullanılması, gelirlerin merkezde toplanması ve merkezden dağıtımının yapılması; ekonomik-mali merkeziyetçilik)

- Siyasal yozlaşmalar (rüşvet, zimmet, irtikap, adam kayırmacılık, hizmet kayırmacılığı, rant kollama, hizmetsiz memuriyetlik vb.)

- Koordinasyon, kontrol ve denetimlerdeki yetersizlik (hizmet birimleri arasında koordinasyon olmaması, kontrol ve denetimlerin etkin yapılamaması) şeklinde ele almıştır.

158

sürekli ve kalıcı bir ortam oluşturarak, istişari mahiyette ortak görüş belirlemek için oluşturulan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in kuruluşunu, çalışma esas ve yöntemlerini düzenlemektir) ile somut hale geldiği görülmektedir.

Yine bu raporda, daha önce 1983 ve 1997 tarihli raporlarda olduğu gibi, kamu yönetiminin denetimine ilişkin olarak, Ombudsmanlık Kurumu kurulması önerilmiş ve bu öneri 14/06/2012 tarihli ve 6328 sayılı Kanun ile TBMM’ye bağlı olarak Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsmanlık) kurulması ile hayata geçirilmiştir. Ayrıca raporda, kamu personeli istihdamının adam kayırmacılıktan uzaklaşması ve “adama göre iş”

değil “işe göre adam” seçilmesi ilkesini harekete geçirmek için yeni bir personel istihdam politikası olarak sınav sistemi düzenlenmesi önerilmiş ve bu öneri de 18/3/2002 tarih ve 2002/3975 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda ilk olarak 2002’de ÖSYM tarafından hazırlanıp, uygulanmaya geçmiştir.

1995 yılındaki TÜSİAD raporunun sonuç kısmında: 21.yüzyıl için önerilen devlet modelinin; merkeziyetçi ve vesayetçi değil, âdem-i merkeziyetin ağır bastığı; mal ve hizmetleri halka doğrudan sunan değil; piyasa üzerinden hizmetin halka sunulmasını amaçlayan katalitik devlet anlayışı şeklinde olması gerektiğini iddia etmiştir. Bu açıdan TÜSİAD tarafından önerilen optimal devlet modeli, ne aşırı müdahaleci bir devlet anlayışını, ne de minimal devlet anlayışını ifade etmektedir. TÜSİAD’a göre optimal devlet,131 faaliyet ve yetkileri olabildiğince sınırlandırılmış ‘sınırlı devlet’ ve ‘hakem devlet’ anlayışlarını savunmaktadır denebilir.

131 TÜSİAD, bu raporda devlet teorilerini geniş bir biçimde işlemiştir. TÜSİAD’a göre, optimal devlet modeli hukukun üstünlüğünü temel alan; bireysel hak ve özgürlükleri koruma altına alan bireyci devlet modeli ile birlikte ele alınmalıdır. Bu anlamda, 21.yüzyılın optimal devlet felsefesini, özgürlükçü devlet (liberal devlet) anlayışında inceler. Aynı zamanda, TÜSİAD’a göre optimal devlet modeli, bireylerin can ve mal güvenliğinden sorumlu olan bir koruyucu devlet (protective government) felsefesini de temsil etmelidir. Bununla birlikte optimal devlet, her toplumda bulunan kimsesiz çocukları, yaşlıları, akıl hastalarını, sakatları koruyan ve gözeten bir sorumlu devlet (responsive devlet) felsefesini de yansıtmalıdır. Benzer şekilde, TÜSİAD’a göre devlet, en az bireyler kadar, tasarruflu hareket etmesi gereken bir kurum olarak işlemelidir. Dolayısıyla, 21.yüzyılın optimal devlet anlayışı özü itibariyle gelir ve giderler hesapları doğrultusunda bütçe ilkesini de özümsemelidir.

159

Bir başka düzenleme alanı olarak, 1996 yılındaki “Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Kamu Borçlanması: Mali Disiplin Gereği Üzerine Gözlem ve Öneriler”

başlıklı raporda TÜSİAD, ilk olarak bütçe uygulamalarına ilişkin yasal düzenlemeleri incelemiştir. Bu kapsamda ilk mevzuat, 1927 yılında yürürlüğe giren Muhasebe-i Umumiye Kanunu olduğunu belirtmiştir. Bu tarihten sonra bütçelemeye ilişkin yapılan ve birçok yeni düzenleme getiren kanun ancak 2003 yılındaki Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çerçevesinde getirilebilmiştir. Söz konusu yıl, TÜSİAD’ın

“Karşılaştırmalı Bir Perspektiften Türkiye’de Kamu Sektörü Göstergeleri” raporunda, uluslararası veriler aracılığıyla kamu sektörüne ilişkin; düzenleyicilik (devletin düzenleyici rolü), vergilendirme, kamu üretimi ve kamu harcamaları konusunda araştırma yapılmıştır. Bu alanlarda Türkiye, göstergeler olarak yakın olduğu ülkelerle kıyaslanmıştır. TÜSİAD düzenleyicilik konusunda üç kriter baz almıştır. Bunlar; etkin devlet, rekabet düzenlemeleri ve toplumsal yapıdır. TÜSİAD’a göre bu kriterler göz önüne alındığında, Türkiye’de bir düzenleyici reform stratejisine ihtiyaç duyulduğu iddia edilmiştir.

2005 yılındaki “Türkiye’de Yeniden Yapılanma Arayışları: Seçilmiş Sektör/

Kurum Politika Örnekleri” başlıklı TÜSİAD raporunda ise Avrupa Birliği Fonları kapsamında Türkiye’deki devlet yardımlarına ilişkin AB Komisyonu’nu bilgilendirecek milli bir Devlet Yardımları İzleme ve Denetleme Kurumu oluşturulması önerilmiştir. Bu öneri, 10/06/2011 yılında 27960 sayılı Devlet Desteklerini İzleme ve Denetleme Kurulunun Görev ve Yetkileri ile Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

1999 tarihli “Türkiye için Fırsat Penceresi- Demografik Dönüşüm” başlıklı raporda ise TÜSİAD tarafından, Türkiye’de gerçekleştirilecek reform hamlelerinin yönü ve nasıl olacağı tespit edilmeye çalışılmıştır. TÜSİAD’a göre Türkiye, Asya ülkelerinin 1970’lerde yakaladığı fırsatı yakalayabilmesi ve gelişmiş ülke statüsüne yükselebilmesi

160

için nicelikten ziyade niteliğe önem verecek yapısal değişiklikler ve politikaları hayata geçirmeye başlayarak öncelik sıralamasını yeniden düzenlemelidir. Bu düzenlemeleri gerçekleştirebilmek için TÜSİAD’ın sunduğu çözüm, genç nüfusun etkili kullanılmasıdır. Bu konuda, Türkiye’nin bu olanaklar doğrultusunda elde edebileceği ilerleme fırsatını; saydamlık, hukuk ilkeleri ve demokrasi kavramlarıyla sağlamlaştırdığı bir gelişme dönemine taşıyabileceği iddia edilmiştir. Bu unsurların yanı sıra, TÜSİAD etik kavramına da değinmiş ve kamu yönetiminin daha demokratik bir şekilde işlemesi için etik kodların gerekli olduğu kanısına varmıştır.

Bu doğrultuda, 2005 yılında TÜSİAD “Devlette Etikten Etik Devlete: Kamu Yönetiminde Etik- Yasal Altyapı, Saydamlık ve Ayrıcalıklar Tespit ve Öneriler”

başlıklı iki ciltlik rapor yayınlamıştır. Bu raporun öncüllerinin ise Avrupa Birliği İlerleme Raporları ve 2004 yılında Başbakanlığa bağlı kurulan Kamu Görevlileri Etik Kurulu132 faaliyet raporları (2005- 2015 yılları arası) olduğu söylenebilir. Ancak TÜSİAD aynı adlı raporun ikinci cildinde Kamu Görevlileri Etik Kurulu kuruluş kanununu dar kapsamlı bulmuş ve örneğin kanuna göre etik ihlalinde bulunan bir kişinin, Resmî Gazete gibi yeterince okuyucu kitlesi olmayan bir yerde yayınlanmasının, kurulun amacı için yeterli bulmadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte TÜSİAD, kanunda kapsam dışı bırakılan üniversiteler ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının da dâhil edilmesini önermişlerdir.

TÜSİAD bu iki ciltlik raporda, etik kodlara ilişkin bir model de oluşturmuş ve kamuda etik kodları geliştirmek ve yolsuzlukları önlemek için de yönetişim uygulamasının devlete enjekte edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu anlamda TÜSİAD yapılması gerekenin, toplumun ‘yönetişim’ kaynaklı ihtiyaçlarına cevap üretebilecek iktisadi ve idari/siyasi yapılanmaların oluşturulması olduğunu iddia etmiştir. Diğer bir

132 5176 sayılı Kanun ile kurulan bu kurul, 2018 yılındaki Genel Seçimleriyle yürürlüğe giren Anayasa değişiklikleri kapsamında kaldırıldı.

161

ifadeyle böyle bir çözüm sayesinde, Türkiye’nin temel sorununun ‘büyüme’ olmaktan çıkacağı ifade edilmiştir. TÜSİAD’a göre Türkiye, tıpkı Avrupa ve ABD’de olduğu gibi, artık yurttaşlarına daha ‘iyi’, daha ‘kaliteli’ bir yaşam sağlamak zorundadır çünkü dünün çözümü yarının sorunu haline gelebilmektedir. Sorun ve çözümlerin birbiri ile ilişkisindeki doğa ise değişimin gerekliliğini de vurgulamaktadır.

3. 5. 2. 2. Bağımsız Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar ve Kamu Reformları Geleneksel kamu yönetimi içerisinde farklı bir konumda yer alan Bağımsız Düzenleyici Kurumlar (diğer ismiyle Bağımsız İdari Otorite ya da Üst Kurul)133 uluslararası örgütlerin politika önerileri kapsamında, özellikle 1990’lar sonrasında gelişmekte olan ülkelerde oluşturulmaya başlanmıştır. 2002 yılında TÜSİAD da devlette düzenleme faaliyetlerine dair önemli bir rapor yayınlamıştır. “Bağımsız Düzenleyici Kurumlar ve Türkiye Uygulaması” başlıklı bu rapor, alanında uzman kişilerce kaleme alınmış ve bu kurumlara ilişkin ülke örnekleri çerçevesinde Türkiye için bir durum değerlendirmesi yapılmıştır.

2002 yılında TÜSİAD, kamuya ilişkin hayata geçirilmesi gereken reformları tespit etmek için bir kamuoyu araştırması düzenlemiştir. Bu çalışma; yönetim ve yönetişim algısı, kamu kurumlarından ve hizmetlerinden alınan memnuniyet düzeyi ve yolsuzluk algılaması alanlarında, toplumun kamu yönetimine ve burada gereken

133 2020 tarihi itibariyle Türkiye’de bulunan 11 adet Bakanlıkların ilişkili kuruluşu olarak konumlandırılan “Düzenleyici ve Denetleyici Kurum” şunlardır:

1. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) 2. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)

3. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK)

4. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) 5. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)

6. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) 7. Rekabet Kurumu (RK)

8. Nükleer Düzenleme Kurumu (NDK) 9. Kamu İhale Kurumu (KİK)

10. Kişisel Verileri Koruma Kurumu (KVKK)

11. Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (SEDDK)

162

reformlara ilişkin algısını ölçmeyi amaçlayan bir kamuoyu araştırmasıdır. Araştırma, yedi bölgeden 18 ve üzeri yaş grubu tesadüfi seçilimlerle belirlenen kişilere yüz yüze anket uygulaması ile gerçekleştirilmiştir.

TÜSİAD’ın bu araştırmasına göre, kamu yönetimini başarısız bulanların üçte ikisi Turgut Özal dönemini referans almış ve yönetim kalitesinde en düşük alanı da ekonomi (sırasıyla; vergi, sosyal güvenlik, adalet sistemi, eğitim, çevre ve emniyet- en başarılı bulunan alan- alanları değerlendirilmiştir) olarak belirtmişlerdir. Bu bilgiler ışığında, kamuoyunun, ekonomi politikaları başta olmak üzere eğitim ve adalet sistemlerindeki kamu politikalarında reform bekledikleri söylenebilir. Örneğin, TÜSİAD bu araştırmasında ayrıca yönetişim algısını da ölçmeye çalışmıştır.

TÜSİAD’ın bu parametredeki ölçümüne göre, kamuoyu, iyi yönetişim göstergesi olan dokuz gösterge134 içerisinde en olumsuz algıyı “kamu kurumlarının harcamalarının halkın denetimine açık olması” kaleminde göstermiştir. Araştırmanın yapıldığı tarihten itibaren, Türkiye’de önemli reform hareketleri başlamış, daha önceden sunulan ya da tartışılan politika önerileri, tek parti iktidarının da katkılarıyla hayata geçirilmeye başlamıştır. Özellikle devlet- vatandaş arasındaki bilgi paylaşımına yönelik adımlar, 2002 yılı itibariyle hız kazanmıştır. TÜSİAD, 2005 yılındaki “Devlette Etikten Etik Devlete: Kamu Yönetiminde Etik- Yasal Altyapı, Saydamlık ve Ayrıcalıklar Tespit ve Öneriler” başlıklı ikinci ciltte hem saydamlığın hem de halka gerekli bilgilerin sağlanması amacıyla e-devlet uygulamasının tamamen uygulamaya geçmesi ve bütünüyle erişime açılması gerektiğini vurgulamışlardır. Bu öneriye istinaden, 18 Aralık 2008’de Türkiye’de de kamu hizmetlerine çevrimiçi ulaşımı sağlayan e-devlet uygulaması, ilk etapta 22 kamu hizmeti ile halka açılmış ve Ocak 2020’de ise Ulaştırma

134 Araştırma kapsamındaki diğer göstergeler sırasıyla; hükümetin ve kamu kurumlarının aldığı kararlarda vatandaşların söz sahibi olması, kamu kurumu yöneticilerine yaptıkları işlemlerden dolayı hesap sorulabilmesi, kamu kurumlarının kaynak israf etmeden çalışması, kanun ve kuralların herkese eşit biçimde uygulanması, kamu kurumlarının siyasi baskıdan bağımsız çalışması, devletin vatandaşa, kendisini ilgilendiren her konuda doğru ve yeterli bilgi vermesi, kamu kurumlarının hukuka uygun davranmaya özen göstermesi ve son olarak hangi konuda hangi kanun ve kuralın uygulanacağının belli olması şeklinde ele alınmıştır.