• Sonuç bulunamadı

İ‘râb Vechi Tercihinde Yaygın Olmayan Gramer Kuralının Dikkate Alınması

BÖLÜM 4: ANLAMA YANSIMASI BAĞLAMINDA İ‘RÂB VECİHLERİ

4.1. Yaygın Olarak Bilinen Gramer Kuralının İ‘râb Tercihine Etkisi

4.1.2. İ‘râb Vechi Tercihinde Yaygın Olmayan Gramer Kuralının Dikkate Alınması

Âlûsî açık bir şekilde ifade ederek nahivcilerin çoğunluğunun kabul etmeyip bazılarının kabul etmesine rağmen azınlıkta kalanların görüşüne uyarak i‘râb vechini benimsediğini belirtir. Bu konu Âlûsî tefsirinde görülen belli başlı örnekler ele alınarak incelenmeye çalışılacaktır.

4.1.2.1. Mef‘ûlu Lehte Fâillerin Birliği Kuralına Aykırı İ‘râb Tercihi

Âlûsî'nin de ifade ettiği üzere nahivcilerin çoğunluğu mef‘ûlü lehte harf-i cerin hazfedilebilmesi için hem mef‘ûlü leh hem de mef‘ûlü lehin âmilinin fâillerinin aynı olması şartını kabul ederler. Ancak Âlûsî, Sibeveyhi'nin bu şartı zikretmemesine dayanarak nahivcilerin çoğunluğunun görüşüne rağmen Radî el-Esterâbâdî gibi azınlıkta kalan bazı nahivcilerin görüşünü esas alarak629 i‘râb izahında bulunmaktadır. Çünkü Âlûsî, Suyûtî'nin Hem‘u'l-hevâmi adlı eserinde verdiği bilgiye dayanarak630 bu şartı ilk dönem nahivcilerin zikretmeyip sonradan ortaya konulan bir şart olması nedeniyle kabulünü zorunlu görmez.631

Örneğin; اًعَمَطَو اًفْوَخ َقْرَبْلا م كيٖر ي “O, korkmanız ve ümit etmeniz için size şimşeği gösterir”632 âyetinde Âlûsî'ye göre اًعَمَطَو اًفْوَخ kelimeleri mef‘ûlü lehtir. Ancak bunun mef‘ûlü leh olması yaygın olan nahiv kuralına aykırıdır. Çünkü mef‘ûlü lehin âmili olan ىِر ي fiilinin fâili Allah’tır. Mef‘ûlü leh olan اًعَمَطَو اًفْوَخ kelimelerinin fâili ise insanlardır. Buna göre fâiller farklı olduğu için mef‘ûlü lehte ل/lâm harf-i cerin hazfi mümkün

628 İ‘râbın göz ardı edilmesinden kaynaklanan meal hatalarına örnekler için bkz. Aydın, s. 290-307.

629 Radî, I, 511.

630 Süyûtî, Hem‘u’l-hevâmi‘, II, 132.

631 Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, VII, 111-112.

olamaz. Öyleyse bu kelimeler mef‘ûlü leh olamaz. Ancak Âlûsî bu şartı zorunlu görmediği için bu kelimelerin mef‘ûlü leh olabileceğini kabul eder. Âlûsî'nin bu i‘râb vechine göre âyetin anlamı yukarıda mealde zikredildiği şekildedir. Zeccâc da bu i‘râb vechini benimsemektedir.633 Âlûsî, bu i‘râb vechi dışındaki bütün vecihleri temrîz ifade eden َليِق lafzıyla zikreder.634 Mef‘ûlu lehte fâiller birliği şartını kabul eden Zamehşerî'ye göre ise bu iki kelimede, kurala uygun bir şekilde takdirde bulunulması gerekir. Zemahşerî, bunun için iki şekilde takdirde bulunur: Birinci takdire göre bu iki kelime; عَمَطَو فْوَخ َةَداَرِإ şeklindedir. Bu durumda âyetin anlamı: O, korkmanızı ve ümit etmenizi istediği için size şimşeği gösterir” Bu takdire göre mef‘ûlü leh, bu iki kelime olmayıp bu iki kelimeye muzâf olan َةَداَرِإ kelimesidir. Bu i‘râb vechinde hem fiilin fâili hem de mef‘ûlü leh olan َةَداَرِإ’nin fâili Allah’tır. Dolayısıyla fâillerin birliği kuralına uygun bir i‘râb vechi olmaktadır.635

İkinci takdire göre ise; bu iki kelime اًعاَمْطِإو ًةَفاَخِإ anlamındadır. Buna göre âyetin anlamı şöyle olmaktadır: “O, korkutmak ve ümit ettirmek için size şimşeği gösterir” Bu durumda bu kelimelerin fâili Allah’tır. Çünkü korkutan ve ümit ettiren O’dur. Bu şekilde bir te’vil yoluyla yine fâillerin birliği sağlanarak nahiv kuralına uygun bir i‘râb vechi beyan edilmiştir. Görüldüğü üzere Zemahşerî, nahiv kuralına uygunluk sağlamak için takdir ve te’vil yoluna başvurmaktadır.636 Muhtemelen Âlûsî bu gibi takdir ve te’vile gitmemek için yaygın olarak kabul edilen nahiv kuralını kabul etmeyi gereksiz bulmuştur.

Ebû Hayyân, Zemahşerî'nin i‘râb vecihlerine yer verir. Ancak Âlûsî gibi fâillerin birliği şartını zorunlu görmeyerek Zemahşerî'nin vecihlerini tercihe şayan bulmaz. Bununla birlikte en uygun olanın hangisi olduğunu da açıkça belirtmez.637 Beyzâvî, Nesefî ve Ebussuûd da fâillerin birliği şartına göre Zemahşerî gibi te’vil yoluna başvurmuşlardır.638 Bu durum Âlûsî'nin, Zemahşerî yerine daha çok Ebû Hayyân'ın i‘râb anlayışına tâbî olduğunu göstermektedir.

633 Zeccâc, IV, 182.

634 Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, VII, 111-112, XI, 34.

635 Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 518.

636 Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 518.

637 Ebû Hayyân, VI, 363-364.

4.1.2.2. Hâlin Zilhâlin Önüne Geçmemesi Kuralına Aykırı İ‘râb Tercihi

Âlûsî, tefsirinde de belirttiği üzere nahivcilerin çoğunluğunun kabul ettiği yaygın kurala göre mecrur dahi olsa hâl, zilhâlin önüne geçemez. Ancak Âlûsî, İbn Mâlik ve Radî gibi bazı nahivcilerin “zilhâl, mecrur olduğu takdirde hâl öne geçebilir”639 şeklindeki görüşlerine dayanarak bazı âyetlerde yaygın olmayan bu kurala göre i‘râb tercihinde bulunmaktadır. Örneğin;

او ءاَجَو ِه ِصيِمَق ىَلَع بِذَك مَدِب

“Gömleğinin üzerinde yalan bir kan getirdiler”640 âyetinde Âlûsî'ye göre ِه ِصيِمَق ىَلَع ifadesi hâl olup kendisinden sonra gelmesine rağmen م َدِب zilhâldir. Âlûsî, bu âyetin i‘râb tahlilinde hâlin mecrur zilhâlin önüne geçebilmesi konusundaki ihtilafa temas ederek doğru olan görüşün İbn Mâlik'in de tercih ettiği gibi bunun caiz olduğunu belirtir. Bu cevaza istinaden Âlûsî, âyetin bu şekildeki i‘râbını benimsediğini ortaya koymaktadır.641 Ukberî de bu i‘râb vechini benimsemektedir.642 Bunun cevazını kabul etmeyen Zemahşerî'ye göre ِه ِصيِمَق ىَلَع kelimesi hâl değil, zarftır. Buna göre âyetin takdiri şöyledir. ِه ِصيِمَق َقوَف او ؤاَج “gömleğinin üzerinde (yalan kan) getirdiler.” Zemahşerî, hâlin zilhâlin önüne geçmesi caiz olmadığı için bu şekilde i‘râblandırmak gerektiğini açık bir şekilde ifade etmektedir.643 İki i‘râb vechi arasında şöyle bir anlam farkı bulunmaktadır. Kelimenin hâl olması durumunda âyetin anlamı yukarıda mealde verildiği şekildedir. Bu anlama göre yalan kan, gömlek üzerinde iken getirilmiş olmaktadır. Ancak Zemahşerî'nin tercih ettiği i‘râb vechinde ise anlam şöyle olmaktakdır. “Onlar gömleğinin üzerine yalan kan getirdiler” Bu durumda yalan kanı, babalarına getirmeyip gömleğinin üstüne getirdiler yani gömleğe yalan kan bulaştırdılar şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır. Ebû Hayyân, anlam açısından böyle bir bozukluk oluşma durumu nedeniyle bu i‘râb vechinin sorunlu olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle açık bir şekilde tercihini ifade etmese de âyetin anlamının, bu kelimenin hâl olduğunu gösterdiğini söyler. Dolayısıyla Ebû Hayyân, Ukberî'nin benimsediği i‘râb vechinin

639 İbn Mâlik et-Tâî, Şerhu'l-Kâfiyeti'ş-şâfiye, II, 743; Radî, II, 14.

640 Yûsuf 12/18.

641 Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, VI, 392.

642 Ukberî, II, 726.

daha uygun olduğunu üstü kapalı ifade etmektedir.644 Böylece anlaşılmaktadır ki; Âlûsî, Ukberî ve Ebû Hayyân'ın i‘râb vechi tercihini anlam açısından daha uygun bulduğu için yaygın olmayan nahiv kuralı doğrultusunda da olsa tercihe şayan görmüştür.

Âlûsî anlama öncelik vererek;

ء ْي َش ْنِم َِّللها ِباَذَع ْنِم اَّنَع َنو نْغ م ْم تْنَأ ْلَهَف

“Siz, Allah'ın azabından bir şeyi uzaklaştırabilir misiniz?"645 âyetinde َِّللها ِباَذَع ْنِم ifadesinin hâl, kendisinden sonra gelen ء ْي َش ْنِم kelimesinin zilhâl olmasını tercih etmektedir. Yine burada hâl, zilhâlin önünde bulunmaktadır. Ancak Âlûsî'ye göre eğer hâl olan kelime, zilhâlden sonra bulunsaydı onun sıfatı olacaktı. Buna göre ifade şöyle olurdu: َِّللها ِباَذَع ْنِم ء ْي َش ْنِم “Allah'ın azabından olan bir şey” Bu anlama göre Allah'ın azabından ufak bir kısmının uzaklaştırılması sorulmaktadır. Dolayısıyla ufak olan o şeyin vasfı, Allah'ın azabıdır. Âyette َِّللها ِباَذَع ْنِم ifadesi mevsufunun önüne geçerek onun hâli olmuştur. Çünkü nahiv açısından nekre bir kelimenin sıfatı, mevsufunun önüne geçince onun hâli olarak i‘râblandırılır.646 İ‘râb vechini bu şekilde gerekçelendiren Âlûsî, sadece âyetin anlamını dikkate almayıp başka nahiv kuralları yoluyla kendi tercihinin doğruluğunu desteklemeye çalışmaktadır.

Zemahşerî, kelimenin i‘râbına değinmez. Ancak َِّللها ِباَذَع ْنِم ifadesinin anlam açısından ء ْي َش ْنِم kelimesinin sıfatı olduğunu söylemesi Âlûsî'nin i‘râb vechine yakın durmaktadır. Nitekim Âlûsî, Zemahşerî'nin ismini vermeden âyetin anlamının bu şekilde olduğunu belirterek kelimenin öne geçmesi sebebiyle hâl olduğunu belirtmişti. Dolayısıyla Zemahşerî, bu âyette Âlûsî'nin i‘râb vechine uygun izah getirmiştir.647 Ancak Zemahşerî'nin hâlin zilhâlin önüne geçmesini kabul etmediği bilinmektedir.648 Bu durumda aynı anlamı verse de bu kelimenin farklı bir i‘râbını kabul ettiğinin düşünülmesi gerekmektedir. Ebû Hayyân, Zemahşerî'nin anlayışına uygun olarak bunun i‘râbının ne olacağını belirtir. Buna göre َِّللها ِباَذَع ْنِم kelimesi َنو نْغ م kelimesinin mef‘ûlü iken ء ْي َش ْنِم ise َِّللها ِباَذَع ْنِم ifadesinden bedel-i ba‘z mine'l-kül türünden bir bedeldir.

644 Ebû Hayyân, VI, 250.

645 İbrâhîm 14/21.

646 Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, VII, 195.

647 Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 548.

Buna göre Allah'ın azabından bir parça şeyin uzaklaştırılması söz konusu olmaktadır.649 Ancak bu i‘râba göre bedel, maksut şey olduğundan âyetin vurgusu “Allah'ın azabından” ifadesini göz ardı edip ء ْي َش ْنِم kelimesine kaymaktadır. Ancak hâl yapıldığında ise Allah'ın azabı vurgusu kaybolmayıp anlam açısından bir vasıf hükmünü taşımaktadır. Bu nedenle Âlûsî, yaygın nahiv kuralına aykırı olsa da kelimenin hâl olmasında ısrarcı olmaktadır.

Görüldüğü üzere Âlûsî, âyetin nahvî yapısına değil anlamına öncelik vermiştir. Zemahşerî ve Ebû Hayyân ise nahiv kurallarını önceleyerek âyete farklı i‘râb ve anlam izahları getirmişlerdir.

4.1.3. Nahiv Kuralına Aykırı Görünen Âyetler (Müşkilü i‘râbi'l-Kur’ân) ve